Hür: Soykırımı inkar, toplumsal kültür oldu

Tarihçi Ayşe Hür, devletin milliyetçi damarından etkilenen toplumun Ermeni Soykırımı'nı kabul etmediğine dikkat çekerek, "İnkar, bir siyasal ve toplumsal kültür haline gelmiş" dedi.

Tarihçi Ayşe Hür, Türkiye’nin bir türlü Ermeni Soykırımı ile yüzleşmemesine devletin fabrika ayarlarının neden olduğunu belirterek, soykırımı kabul etmenin, devletin resmi tarih anlatısının içinden en önemli tuğlayı çekmek anlamına geleceğini kaydetti. Hür, “O zaman da duvarın yıkılması söz konusu olur” dedi.

Ermeni Soykırımı’nın 103’üncü yıldönümü dolayısıyla ANF’ye konuşan Ayşe Hür, Ermeni Soykırımı ile yüzleşilmesi konusunda Türkiye’de birkaç yıl önce hem Ermeni diasporası baskısıyla hem de ülkedeki demokrasi dalgasıyla bir umut doğduğunu, ancak devletin kendi fabrika ayarları nedeniyle bu konuda yine inkar politikasına geri dönüldüğünü hatırlattı. Bu geri dönüş sinyalinin Ermeni Soykırımı’nın 100’üncü yılında verildiğine işaret eden Hür, “Hatırlarsanız soykırımın 100’üncü yıldönümünde devlet, Çanakkale’de dünya çapında bir tören düzenledi. Oysa Çanakkale Savaşı’nda Türk tarafına bir şey olmamıştı. Burada amaç tamamen Ermeniler için önemli bir tarih olan 24 Nisan’ı bastırmaktı. O zaman bir yüzleşme olmayacağını idrak etmiştik” dedi.

TOPLUM, DEVLET EZBERİNİ AŞMIYOR

Hür, devletin milliyetçi damarından etkilenen; okuldan kışlaya ve yaşadığı mahalleye kadar yoğrulan toplumun da tıpkı Efrîn’deki savaşı, Roboskî’deki katliamı inkar ettiği gibi 103 yıl önce yaşanan soykırımı da kabul etmediğine dikkat çekti. “Türkiye’de inkar bir siyasal ve toplumsal kültür haline gelmiş” diyen Hür, devlet tarafından ezberletilmişler dışında toplumun başka bir şey duymak istemediğini vurguladı.

DUVARIN YIKILMASI SÖZ KONUSUYDU

Artık bu duruma şaşırmadığını ifade eden Hür, şöyle konuştu: “Ben 100’üncü yıla nasıl geldiğimize şaşırıyorum. Hatta 2000’li yıllarda devlet kademesinde ‘Türk tarafı kadar Ermeniler de acı çekmiş’ gibi eşitleyici konuşmalara şaşırmıştım. Çünkü bütün Cumhuriyet tarihi soykırımın inkarı üzerine kurulmuştu. Yüzleşmeyi kabul ettiğin zaman Ermenilerden gasp edilen malları iade etmek ve buraların Ermenilerin ata toprağı olduğunu kabul ettiğin zaman en azından onlara vatandaşlık verip, şehirler ve soykırım anıtları kurmak gerekiyordu. Soykırımı kabul ettiğin; devletin o resmi tarih anlatısının içinden en önemli tuğlayı çektiğin zaman duvarın yıkılması söz konusuydu. Onun için hemen kendilerini toparladılar ve işi eski usule döndürdüler. Hele ki bugün ortam da çok müsait; savaş halindeyiz, bütün dünya bize düşman, emperyalistler bizi parçalamaya çalışıyor açıklamalarının yapıldığı bir ortamda, 103 yıl önce Ermenilere ne yapıldığını kimse konuşmaz.”

AYDINLARDAN BAŞLAMANIN İKİ SEBEBİ

Soykırımın başlangıcında Ermeni aydınların, önde gelen isimlerinin alınmasının esas amacının Ermenileri sessiz, çaresiz bırakmak olduğunu kaydeden Ayşe Hür, Batı’daki gibi yatay örgütlenmesi olan modern toplumların tersine buradaki örgütlenmenin daha çok dikey olduğunu hatırlattı. Hür, şöyle devam etti: "Bizde olduğu gibi dikey toplumlarda en üstteki ideoloji üretir, onu kendi devlet aygıtlarıyla birlikte aşağı doğru indirir ve en alttaki kendisine empoze edileni kabul etmek zorunda kalır. Bunun değişmesi için de birkaç asır geçmesi lazım. Şimdi Türkiye ve Osmanlı toplumu böyle bir toplumdu. O yüzden ilk iş olarak Ermenilerin entelektüellerini, aydınlarını, düşünenleri hedef alıyor. İkincisi de bu yönelmeyle de toplumda, “Bu kadar seçkin, aydın, varlıklı bir grubu bile bir anda hapse atabilen bir devlet beni kim bilir ne yapar” duygusu çok daha kolay veriliyor. Hem bilgi kaynağından uzak kalıyor hem de korku, endişe daha çabuk yayılıyor aşağı doğru.”

TEK ULUS VE SERMAYE GASPI

Ermeni Soykırımı ile ne amaçlandığı konusunu da değerlendiren Hür, bunun ulus devlet ve kapitalizm gelişimiyle bire bir ilişkili olduğunu belirtti. Hür yaşanan süreci şöyle anlattı: “Osmanlı’da imparatorluk dağılırken ortaya çıkan yapılarda bir zümre olarak kapitalist bir sınıf yoktu. Ticaret yapan, yabancı dil bilen ve dış dünyayla daha iyi ilişkileri olan gayrimüslimler vardı. Türkler ve Müslümanlar daha çok askerlik, tarım alanlarında uzmanlaşmışlardı ve büyük bir sermaye birikimine sahip değillerdi. Esas amaç Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ellerindeki mallarına ve zenginliklerine el koymaktı. İkinci olarak da o dönemde ırkların saflığı diye bir teori vardı. Bir devlet kurulurken, saf bir ırka dayanması o devleti daha dayanıklı yapacağına dair bir kanaat vardı. Daha sonra Hitler de insanları fırınlara göndererek bu saf ırkı yaratmaya çalıştı. Bu saf ırkı yaratma çabasının ilk örneği 1915’te Osmanlı yönetici kliği İttihat ve Terakki tarafından yapıldı. Ermenileri, gayri müslimleri kademe kademe atıp yerine Türk, Türkmen denen Müslüman grupları bir millet haline getirip; onlara Türksün sen eğitimini vererek bir çekirdek kadro oluşturmayı düşündü. Ekonomik zenginliğine göz dikilen gruplar da siyasi açıdan bilinçli ve uyanık oldukları için senin o planını hissediyor, dünyadaki gelişmelerin farkındalar ve biz de niye kendi devletimizi kurmayalım diye hareket içerisindeler. Bu anlamda karşılıklı birbirini tetikleyen bir durum da var… Nitekim Cumhuriyet dönemi de bunun laboratuvarı oldu. Türk Tarih Tezi ile birlikte bir Türk ulusu yaratıldı ve 1934 İskân Kanunu, Türk Güneş Dil Teorisi, 1942 Varlık Vergisi, 1930 Trakya olayları, 1955 6-7 Eylül yağmasıyla el koya koya, yavaş yavaş sermaye toplandı ve gayrimüslimler eser miktarda kaldı. Bir tek baş ağrıtan Ermeniler habire 1915’i soykırım olarak tanıyın diye bastırıyor olarak gördü iktidar ve onları da böylece savuşturdu.”

TEK TİP HAYATIN DOĞASINA AYKIRI

Tek tipçilik nedeniyle bugünlere gelindiğini vurgulayan Hür, bugün iktidarın en tepesinden tekrarlanan “Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek din” sloganlarının yanlış olduğunu kaydetti. Toplumların ne tek dilli, ne tek dinli, ne tek etnisiteli, ne tek kültürlü olduğunu hatırlatan Hür, bu tek tip tasarımın hayatın gerçeğine aykırı olduğunun altını çizdi. Tek tipleşmenin ya sürgün, ya ölüm ya da soykırımla sonuçlandığını belirten Hür, bunun olmaması için değişik kültürlerin varlığını kabul ve muhafaza etmek gerektiğini kaydetti. Siyasi sistemlerin de bir çeşit evlilik gibi olduğunu ifade eden Hür, “Eşini sürekli döversen, söversen, aç bırakırsan elbette senden ayrılmak ister. Ama sen onu mutlu edersen, hoş tutarsan, saygı duyarsan o bu evliliği sürdürmek için çaba gösterir. Halklar da böyledir. Siyasi sistemler de bir çeşit evlilik gibidir. Karşılıklı empati, anlayış, saygı duyma, ihtiyaçlarını karşılama üzerinedir, ancak Türkiye maalesef bunu bir türlü keşfedemiyor” dedi.

BÖYLE SÜRERSE DAHA KÖTÜ OLUR

Bugün tek tipleşmenin tekrar dayatılmasının da herkes için tehlikeli olduğunu vurgulayan tarihçi Ayşe Hür, şunları söyledi: “Her türlü hukukun ayaklar altına alındığı, iş güvencesinin olmadığı, hatta özgürlük güvencesinin olmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Hepimiz kapımızı birisi çalacak mı, götürecek mi diye endişe ediyoruz. Ekonomik gidişat keza aynı, ekonomistlerin dediği gibi büyük bir krizin arifesindeyiz. Savaş, maaş bunlar hepsi bir paket. Bir bütün olarak çok ciddi bir otoriterleşme eğilimi ile karşı karşıyayız. Yani görünen köy kılavuz istemez. Eğer bu böyle devam ederse daha da kötü olur.”