Hozat: AKP-MHP, kontrgerilla koalisyonudur

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat: AKP-MHP iktidarı, bir kontrgerilla koalisyonudur. Amacı; Kürtlere yüzyıldır uygulanan soykırım planını sonuca götürmektir. Hiçbir meşruiyeti kalmadı.

Soykırımcı faşizme karşı en büyük mücadelenin ana dil mücadelesi olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kürdistan özgürlük mücadelesinin özünün de ana dil ve kimlik mücadelesi olduğunu söyledi. Kürtlerin, farklı etnik ve kültürel toplulukların, inkarına-imhasına dayanan tekçi Türk ulus devlet sisteminin, sürekli olarak faşizm ürettiğini; bunun da tüm adaletsizliklerin, hukuksuzlukların ve ahlaksızlıkların ana kaynağı olduğunu vurgulayan Hozat, Türkiye’nin temel sorununun demokratik muhalefet, birleşik toplumsal mücadele sorunu olduğunu kaydetti. AKP-MHP faşist kliği bundan güç alarak ayakta kaldığını belirten Hozat, faşizm; tutarlı, ilkeli, kararlı, cesur ve sağlam bir duruşla, birlik ve ittifak içinde topyekün bir direnişle yenilgiye uğratılır… Demokrasi ittifakı, anti faşist tüm kesimleri içerisine alarak muazzam bir gelişme sağlayabilir. Bunun imkanı gerçekten vardır. Demokrasi, özgürlük, adalet ve hukuk ortak paydası bu ittifakı kurmaya gerçekten yeterlidir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, ANF’nin sorularını yanıtladı. İki bölüm halindeki söyleşinin ilk bölümü şöyle:

Öncelikle son yaşanan depremle başlamak istiyoruz. Elazığ merkezli 6.8 şiddetinde büyük bir deprem yaşandı ve ağır bir yıkım oldu. Devletin, deprem öncesi ve sırasındaki tavrı sorgulanıyor. Felaketin faturası konusunda hükümetlerin payı yok mu?

Elazığ depreminde yaşamını yitiren insanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Yaralılara da acil şifalar diliyorum. Bu depremde de diğer depremlerde olduğu gibi gaspçı, talancı ve rantçı iktidarın yol açtığı çürük yapılaşmalardan, zamanında alınmayan tedbirlerden kaynaklı büyük bir yıkım, çok ağır can ve mal kayıpları yaşandı. Depremin neden olduğu acıları ve travmaları ise sözcüklerle ifade etmek zordur. Halkımız depremde zarar gören ve etkilenen insanlarla büyük bir dayanışma ve yardımlaşma içerisinde olmalıdır. Bu konuda ilk günden büyük bir duyarlılık içerisinde olunduğuna inanıyoruz.

Faşist iktidar, halkın vergileriyle kendisine bin odalı saraylar, köşkler yaparken ve tecavüzcü çete ordusunu beslerken halkın yaşadığı evleri ve binaları da mezar haline getiriyor. Gasp ve talan siyaseti, halkı ölümün kıyısında yaşamaya mahkum ediyor. Faşist iktidar, depremin hemen ardından halkın acılarını hiçe sayarak kendisine yakışır biçimde gasp ve rant politikalarını devreye koydu. İlk günden acı çeken insanlara iktidarın rant kapısı TOKİ’yi çözüm olarak sunmaktan utanmadı. Yıkımı kader deyip Allah’a havale ederek suçunu ve hırsızlığını gizleme çabasına girdi. Bu faşist iktidardan bunu hesabı sorulacaktır.

15 ŞUBAT, HEP KARA GÜN KALACAK

15 Şubat 1999’da dayatılan Uluslararası Komplo’nun yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Komplonun 22. yılında tecridin kaldırılması ve Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürleştirilmesi konusunda halklarımıza ve demokrasi güçlerine ne gibi görevler düşüyor?

22. yıl dönümü yaklaşırken komplocuları nefretle kınıyorum. ‘‘Güneşimizi Karartamazsınız’’ şiarıyla komployu proteste ederek şehadete ulaşan fedai yoldaşlarımız ve yurtsever insanlarımız şahsında tüm özgürlük ve devrim şehitlerini sevgi, saygı ve minnetle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Gerillanın, zindandaki devrimci tutsakların, yurtsever yiğit halkımızın ve dostlarımızın süreklileşen büyük direnişi sonucu komplo başarıya ulaşmadı, pratikleştiği koşullar içerisinde boşa çıkarıldı. 22 yıldır komplo halen devam ediyorsa bunun nedeni 15 Şubat 1999’da başarıya ulaşmadığı içindir. 15 Şubat, Kürdistan ve insanlık tarihinde kara bir gündür, hep kara bir gün olarak hafızalarda kalacak ve nefretle anılacaktır.

Komplo, 22 yıldır İmralı tecridiyle devam ediyor. Komplocular amacından vazgeçmiş değiller. Komplonun başını çeken güçler, Türk devletinin soykırım planlarına destek vererek 22 yıldır Önder Apo’ya tecrit uyguluyor. Türk devletinin Kürtlere soykırım planına destek vererek, Ortadoğu halklarını teslim almaya çalışıyorlar. Önder Apo üzerindeki tecrit, Kürt halkına karşı yürütülen soykırım planının bir sonucudur. Kürt halkına soykırım planından vazgeçilmediği için Önder Apo’ya tecrit uygulanıyor. Önder Apo, Kürt halkı, bölge halkları ve insanlık için özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren büyük bir mücadele insanıdır. Milyonların iradesi olarak kabul ettiği bir halk önderidir. Komplocular, Önder Apo şahsında Kürt halkına ve bölge halklarına karşı bir savaş yürütüyor.

TECRİT, BİR SOYKIRIM POLİTİKASIDIR

Kürtler, soykırıma uğratılmak istendiği için Önder Apo üzerinde tecrit uygulanıyor. Tecrit bir soykırım politikasıdır. Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit, Kürt halkı üzerinde soykırım hukuku olarak pratikleşiyor. Küresel hegemonik güçler, bölgede III. Dünya Savaşı’yla yeni bir paylaşıma giderken Önder Apo’nun bölge düzenine etkisini kırmaya çalışıyor. Komplo ve komplonun devamı olarak tecritten amaçlanan, özgürlük çizgisinin tasfiyesidir. Bu açıdan İmralı tecrit sistemi, Türk devletinin de içinde yer aldığı devletlerarası bir konsepttir. Sadece Türk devletinin bir uygulaması olarak düşünmemek lazım. Komplonun başını çeken güçler, 22 yıldır tecrit sisteminin sürdürülmesinde de etkili rol oynuyor. Önder Apo’yu susturarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni teslim alabileceklerini, Kürdistan’a ve bölgeye istedikleri biçimi verebileceklerini düşünüyorlar.

ONURLU HERKES KARŞI DURMALI

Önder Apo, Kapitalist Modernite sisteminin bütün maskelerini düşürdüğü ve halkların gözünü açtığı için komplocu güçler tarafından tecrit sistemiyle cezalandırılıyor. Kapitalist hegemonik sistem, kendisine yeni maskeler üretirken Önder Apo’nun halkları aydınlatıcı etkisi ortadan kaldırılmak isteniyor. Ortadoğu yeniden dizayn edilirken mutlak tecrit bu dizaynın ne kadar anti demokratik, faşist ve sömürgeci bir karakterde olacağını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Tecride karşı mücadele bir insanlık görevidir. İnsanca, onurluca ve özgürce yaşamak isteyen herkes tecride karşı mücadele etmelidir. Tecride karşı mücadele insan olmanın ölçütüdür. Bir insanın, ne kadar ahlak ve vicdan sahibi olduğu; özgürlük, eşitlik, hukuk, adalet, barış ve demokrasi değerlerini savunduğu, Önder Apo üzerinde uygulanan tecride karşı aldığı ve alacağı tutumla ortaya çıkar.

TECRİDE SESSİZLİK FAŞİZME RIZADIR

Türkiye’de özellikle son 22 yıldır yaşanan bütün adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, baskıların ve her türlü işkencenin, faşizmin nedeni İmralı’da uygulanan tecrittir. Bu katıksız faşizmin nedeni yaklaşık yüzyıldır Kürtlere uygulanan soykırım politikalarıdır. Kürtlerin, farklı etnik ve kültürel toplulukların, inkarına-imhasına dayanan tekçi Türk ulus devlet sistemi, sürekli olarak faşizm üretiyor. Bu da tüm adaletsizliklerin, hukuksuzlukların ve ahlaksızlıkların ana kaynağıdır. İmralı tecridine sessiz kalındığı sürece Türkiye’de faşizm hükmünü sürdürmeye devam edecektir.

KOMPLOYU TASFİYE ETMENİN YOLU

Tecride karşı mücadele, soykırım rejimine karşı mücadeledir. Tecride karşı mücadele, faşist diktatörlüğe karşı mücadeledir. Tecride karşı mücadele, kadın katliamlarına karşı mücadeledir. Tecride karşı mücadele, her türlü haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, ekolojik ve ekonomik yıkıma karşı mücadeledir. Demek ki tecride karşı mücadele, herkesin kendi insanlık değerlerine sahip çıkma mücadelesidir. Bu açıdan anti faşist olan her birey, örgüt, kurum, çevre, topluluk, grup bu mücadeleye en güçlü şekilde katılmalıdır. Devletlerarası komployu tamamen tasfiye etmenin yolu tecridi ortadan kaldırmaktan; Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasından geçer. Devletlerarası komplonun 22. yıl dönümünde halkımız, dostları, kadınlar, demokrasi ve özgürlük yanlısı tüm güçler, ‘soykırımcı-işgalci faşizmi yıkma, Önder Apo’yu özgürleştirme, Ortadoğu’yu demokratikleştirme mücadelesi’ anlayışıyla ayağa kalkmalı ve geleceğine sahip çıkmalıdır.

KADER TAYİN EDİCİ SÜRECE GİRİLDİ

Bu yıl hem halkımız hem bölge halkları hem de kadınlar ve insanlık açısından çok önemli bir yıldır. Bölgemiz merkezli yaşanan ve Kürdistan’ın merkezinde olduğu III. Dünya Savaşı, halkımız ve halklar açısından kader tayin edici bir sürece girmiştir. Bu yıl anti faşist cephede yer alan, kendisini anti faşist olarak tanımlayan kişi, grup, parti, kurum ve tüm demokratik toplumsal kesimler, tecridi kırma, AKP-MHP faşizmini yıkma ve demokrasiyi kurma mücadele duruşu geliştirerek meydanları doldurmalı, Türkiye’yi bataklığa ve cehenneme çevirmiş bu faşist diktatörlükten kurtulmalıdır.

İKTİDARIN HİÇBİR MEŞRUİYETİ KALMADI

AKP-MHP faşist ittifakı, 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde aldığı darbenin ardından yıkılışını önlemek için içeride baskılarını artırmakta. Bu baskıların en yoğun yaşandığı yer ise Bakurê Kurdistan. Her gün onlarca insan gözaltına alınıp tutuklanıyor, birçok bölge özel güvenlik alanı ilan ediliyor, iki-üç kişinin bir araya gelmesi saldırıya maruz kalıyor. AKP-MHP faşizminin Bakurê Kürdistan üzerindeki bu yoğunlaşmış baskı terörünü siz nasıl ele alıyorsunuz, bunun kırılması için neler yapılmalı?

Aslında AKP-MHP faşist iktidarının hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Ciddi bir erime sürecine girmiştir. 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimleri bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koydu. AKP-MHP faşist iktidarı ayakta kalmak için halkın demokratik iradesini hiçe sayarak baskıyı arttırıp soykırım saldırılarına hız verdi. Savaşla ayakta kalan faşist bir iktidar gerçeği vardır. Ülke içinde ve dışında halklarla savaş halindedir. Varlığını tamamen soykırım, katliam ve işgal politikalarına bağlamış bu alçak zihniyet, sağa sola saldırıp duruyor. Bu soykırımcı iktidar, yeminli Kürt düşmanıdır. Varlığını Kürtlerin soykırımına bağlamış hastalıklı bir zihniyete sahiptir. Kürdistan’da her gün siyasi, kültürel, ekolojik, ekonomik ve fiziki katliamlar yapıyor. Kültürel soykırımı, yeni araç ve yöntemlerle derinleştiriyor. İki-üç kişi bir araya geldiğinde müthiş bir korkuya ve paniğe kapılıp saldırıyor, tutukluyor. Halkın seçtiği insanları görevden alıp cezalandırıyor; halkın kurumlarını işgal ediyor.

KÜRTLERİN SEÇME/SEÇİLME HAKKI YOK

Halkın seçme iradesinden korkuyor. Bu öyle Kürt düşmanı bir zihniyet ki; Kürtlerin iradesini kırmak için seçme ve seçilme hakkını, özgürlüğünü bile ortadan kaldırdı. Şu anda Türkiye’de Kürtlerin seçme ve seçilme hakkı-özgürlüğü yoktur. Aslında Kürtler, vatandaşlıktan çıkarılmış durumdadır. Kimse bunu tartışmıyor ama gerçek budur. Kürtler, Türkiye vatandaşlığından çıkarılmışlardır. Vatandaşlığın temel şartlarından biri seçme ve seçilme hakkıdır. Bu hak Kürtlerin elinden alınmıştır. Seçenler ve seçilenler cezalandırılmış, iradeleri gasp edilmiş, zindanlara doldurulmuştur.

AKP-MHP BİR KONTRGERİLLA KOALİSYONUDUR

AKP-MHP iktidarı, bir kontrgerilla koalisyonudur. Gladionun ittifak gücüdür. Amacı da Kürtlere yüzyıldır uygulanan soykırım planını sonuca götürmektir. İçte savaş, dışta savaş ve katliamlar üzerinden varlığını sürdürmeye çalışan bu savaş kliği, cumhuriyet tarihinin en tehlikeli faşist iktidarıdır. Dış güçler, bu savaş kliğini Ortadoğu’daki çıkarları açısından kullanışlı buldukları için destek verip ayakta tutuyor. Aslında bu faşist savaş kliği bir bakıma dış destekle ayakta kalıyor. Türkiye’de güçlü bir siyasi ve toplumsal muhalefetin olmaması da bu kliğe can suyu oluyor. Yoksa gerçekten AKP-MHP iktidarının hiçbir meşruiyeti kalmadı. Güçlü bir siyasi ve toplumsal mücadele verilebilse yerle bir olacak durumdadır.

DEMOKRATİK MUHALEFET VE MÜCADELE EKSİKLİĞİ

Türkiye’nin temel sorunu demokratik muhalefet, birleşik toplumsal mücadele sorunudur. AKP-MHP faşist kliği bundan güç alarak ayakta kalıyor. Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçiliği tahrik ederek, ömrünü uzatıyor. AKP-MHP faşist kliğinin özünde ne dinle ve ne de milliyetçilikle alakası var. Bu yapı Türk’e de İslamiyet’e de düşmandır. Türk halkının toplumsal değerleri de bu faşist iktidar tarafından suistimal ediliyor, pazarlanıyor. Türk halkı, soykırımcı faşist politikalarla savunulamaz. Bu Türk halkına da düşmanlıktır. Önder Apo’nun ifade ettiği gibi ‘‘Kürt’ün soykırımı üzerinden Türklük var olamaz.’’ Bu anlayış Türk halkına karşı da düşmanca bir tutumdur. MHP, kontrgerillanın siyasi ayağı olarak kurulmuş, kurulduğundan bu yana Kürtlerin, Türklerin ve Anadolu halklarının düşmanlığını yaparak, toplumu zehirleyerek kendisini yaşatmaya çalışan vampir ruhlu vahşi bir örgüttür. MHP’nin Türk milliyetçiliği ile gerçek manada bir alakası yok. Milliyetçiliğin de kendine özgü bir ahlakı, ilkesi ve ölçüsü vardır. MHP, Türk halkı da dahil halklara düşmanlık yapma temelinde kurulmuş ajan ve kontra bir yapıdır. AKP de MHP gibi kontra bir yapıya dönüşmüştür. Bu iki kontra yapının ittifakı, Türkiye Cumhuriyet tarihinin başına gelmiş en büyük komplodur. Türk halkı başta olmak üzere tüm Türkiye halklarının bu kontra faşist iktidara karşı topyekün bir mücadele vermesi gerekiyor. Bu kontra iktidara karşı mücadele sadece Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin sorunu olamaz. Tüm Türkiye halklarının sorunudur. Yurtsever olduğunu söyleyen herkes bu mücadeleye katılmalıdır. Bu kontra iktidar cumhuriyetin olumlu tüm değerlerini tasfiye etmekte kararlıdır. Bu amaçla devleti ve toplumu yeniden dizayn ediyor. Toplumsal zihniyeti, kültürü ve ahlakı değiştirmeye çalışıyor. Devletin tüm kurumlarını yeniden kendi gerici vahşi anlayışına göre yapılandırmaya çalışıyor.

CHP DE UĞURSUZ ROLÜNDEN VAZGEÇMELİ

Bu durumda Türkiye’de en acil görev anti faşist tüm kesimlerin bir araya gelerek AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi yükseltmesidir. Bu bir gün dahi ertelenemez önemde bir görevdir. AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleye engel oluşturan, toplumsal mücadeleyi pasifize eden güçlere karşı da tutum almak gerekiyor. CHP, şimdiye kadar bu tarz bir rolün sahibi oldu. Faşist iktidar en sıkıştığı dönemde CHP imdadına yetişti, düşmekte olan bu faşist iktidarı ayağa kaldırdı. Toplumsal direnişin önünü kesti. Türkiye toplumunun önemli bir kesiminde mücadele reflekslerini öldürdü. CHP, bu uğursuz rolünden vazgeçmelidir. Vazgeçmezse şayet bu faşist güruh CHP’yi de tasfiye edecektir. Faşizm; mücadelesizlikle, iktidara itaat etmekle, uzlaşmaya çalışmakla, el sıkmakla yenilgiye uğratılamaz. Faşizm; tutarlı, ilkeli, kararlı, cesur ve sağlam bir duruşla, birlik ve ittifak içinde topyekün bir direnişle yenilgiye uğratılır.

ÖZEL HARP DAİRESİ VE TECAVÜZ

Bakurê Kurdistan'da yürütülen en ahlaksız saldırılardan olan tecavüz saldırıları son dönemde asker, polis ve korucu eliyle yoğunlaştırılmış durumda. Başta Kürdistan olmak üzere Türkiye genelinde yaşanan bu tecavüz saldırıları, adeta kişisel saldırılar ve münferit olaylar olarak lanse edilmek isteniyor. Bu saldırıların Türk devlet gerçeğiyle bağını anlatır mısınız?

AKP-MHP faşist iktidarı, toplumun ahlakını çökerterek, tüm değer yargılarını ortadan kaldırarak itaatkar köle bir toplum yaratmaya çalışıyor. Bunun için de kadına karşı düşman politikası yürütüyor ve korkunç kadın katliamları yapıyor. Kadına karşı fiziki, cinsel ve psikolojik şiddet bir devlet politikası olarak son derece sistematik ve planlı bir biçimde geliştiriliyor. Bu politikayla bağlantılı olarak erkek şiddeti teşvik ediliyor ve meşrulaştırılıyor. Kadın ve çocuk tecavüzlerinin adeta günlük sıradan olaylar haline getirilmesi bu politikayla alakalıdır. Toplum ahlaksızlığa alıştırılmaya çalışılıyor. Bir toplum ahlaksızlığa alıştı mı o toplum yozlaşır, toplum olma vasfını yitirir ve iktidar istediği gibi o toplumu kullanıp yönetir. Yapılan budur. Kürdistan’da bu politika daha katmerli bir biçimde soykırım politikasının bir parçası olarak uygulanıyor. Kürdistan’da kadına, gençliğe, çocuğa saldırıları asla Kürtler üzerindeki soykırım politikasından bağımsız ele almamak gerekiyor. Dikkat edilirse Kürdistan genelinde tecavüz, fuhuş, uyuşturucu ve ajanlaştırma faaliyetleri Özel Harp Dairesi yönetiminde sistematik bir biçimde özenle geliştiriliyor. Özel savaş merkezleri Kürdistan’da askeri, polisi, memuru, imamı, birer tecavüzcü olarak yetiştiriyor ve görevlendiriyor. Kürdistan’da düşürdüğü kadını ve erkeği yozlaşmayı topluma yaymak için kullanıyor.

KÜRTLERİN ONURUNA ALÇAKÇA SALDIRI

Kürdistan’da bu saldırıları, münferit olaylar olarak ele almak kötü niyet taşımıyorsa eğer büyük bir gaflet ve belleksizliktir. Kürdistan’da tecavüz bir devlet politikasıdır. Soykırım politikalarının bir parçasıdır. Bu gerçeği çok iyi bilerek yaklaşmak ve mücadele etmek gerekiyor. Kürdistan’ın bir yerinde bir tecavüz olayı yaşandığında tüm Kürdistan ayağa kalkmalıdır. Bu, tüm Kürtlerin onuruna, varlığına ve özgürlüğüne yapılan alçakça bir saldırıdır. Bu saldırılara sessiz kalınamaz. Adeta kıyamet koparılmalıdır. Bu tür saldırılar en büyük isyan ve ayaklanma gerekçesidir.

DERSİM TERTELESİ’NİN DEVAMI

Son zamanlarda özellikle Dersim’de birçok tecavüz saldırısı gerçekleştirildi. Dersim’de devlet eliyle tecavüz saldırılarının yapılması için bir çeteleşme oluşturulduğu da söyleniyor. Sizce Dersim’in bu konuda özel olarak hedeflenmesinin asıl amacı nedir, gösterilen tepkileri yeterli buluyor musunuz?

Dersim’in Kürdistan tarihinde özel bir yeri ve önemi var. Dersim, toplumsal direnişin, geleneksel doğal toplum kültürünün kök saldığı kadim bir coğrafyadır. Kürtlüğün ve Alevi inanç kültürünün halen büyük oranda en doğal ve özüne uygun yaşandığı yerdir. Bu kültürü ve tarihi ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen 1938 Dersim Tertelesi bile bu direnişçi, doğal toplum kültür geleneğini tam olarak yok edemedi. Dersim Tertelesi, kabuk tutmayan ve sürekli kanayan bir yara olarak hep kendi içinde yeni direniş damarları yarattı. Dersim’in toplumsal direniş damarları güçlüdür, soykırımdan sonra da tüm devrimci, direnişçi hareketlere kucak açmış, mekan olmuştur. Mazlum Doğan ve Sakine Cansız yoldaşlar gibi çok sayıda büyük devrimciyi bağrından çıkarmıştır. Dersimin direnişçi kültürü, devrimci hareketlere ve direnen halklara her zaman ilham kaynağı olmuştur. Bundan kaynaklı soykırımcı faşist Türk devletinin Dersim’e karşı sürekli bir özel savaş politikası olmuştur. Dersim Tertelesi’ni bin bir türlü yöntemle sürdürmek istemiştir. Bugün yapılan da budur. Pertek’te yaşanan çocuk tecavüzleri, Dersim Tertelesi’nin bir devamıdır. Bir devlet politikasıdır. Tecavüzleri yapan, yaptıran devletin kendisidir. Eğitilmiş, örgütlendirilmiş birçok özel savaş çetesiyle, toplumu yozlaştırmak, temel değerlerinden koparmak için 24 saat çalışıyor. Dersim’de görev yapan askerler, polisler ve devlet memurları, özel savaş merkezlerine bağlı çalışıyor; toplumu çürütmek, toplumsallığı dağıtmak için tecavüzü, fuhuşu, uyuşturucu ve ajanlaştırmayı geliştiriyor. Dersim, devletin yoz kültürüne karşı, devlet dışı özgür ahlaka dayalı insanlık kültürünün mayalandığı ve geliştiği yerdir. Soykırımcı devlet, kaynağında bu doğal toplumsal kültürü yozlaştırıp tasfiye etmeye çalışıyor.

DEVLETİN KENDİSİ TECAVÜZCÜDÜR

Pertek’te devletin örgütlediği asker, polis ve ajan çeteler tarafından bu tecavüzler yapılıyor. Buna karşı Pertek’te halkın belli düzeyde tepkisi gelişti. Protesto yürüyüşünde konuşan Pertekli bir kadın, devletin tecavüzcüye en ağır cezayı vermesini istedi. Tabii üzülerek izledim. Bu düzeyde bir gaflet ve düşman gerçeğinden uzak bir yaklaşım olabilir mi, dedim. Zaten devletin kendisi tecavüzcüdür. Fail, devletin kendisidir. Bu tecavüzleri devlet yapıyor, yaptırıyor. Tecavüzü yapandan, yaptırandan sen nasıl adalet beklersin? Halkımız düşmanını iyi tanımalıdır; Dersim Tertelesi’ni yapan bu devlettir, İttihat Terakki zihniyetidir ve bugün de iktidarda Türkiye’yi yönetiyor. Bugünün İttihat Terakkicileri, Dersim’e ve Kürdistan geneline Şarkı Islahat Planı’nı güncelleyerek uygulamaya çalışıyor.

NE YAZIK Kİ TEPKİLER YETERSİZ

Bu açıdan Pertek’te yaşanan olay duyulur duyulmaz Pertek’te ve Dersim genelinde halkımız sokakları doldurmalıydı, Kürdistan’da halkımız ayağa kalkmalıydı. Türkiye demokratik toplumu bu çirkin saldırıları her yerde protesto etmeliydi. Ne yazık ki tepkiler oldukça yetersizdi. Bu da kuşkusuz toplumun ahlaki olarak ne kadar geriye düştüğünü gösteriyor. Bir toplumun ahlakı ve vicdanı sağlam olursa örgütlü direnişi ve mücadelesi de bir o kadar güçlü olur. Bu konuda bir geriye düşüşün olduğu açıktır. Demek ki özel savaş politikaları toplum üzerinde etkili oluyor. Halka öncülük yapan güçlerin bu gerçeği görerek, dünden iki kat daha fazla çalışması ve toplumu örgütlemesi gerekiyor. Dersim alanında halkın öncüleri rolünü oynamaz, toplumu tecavüzcü devletin her türlü saldırılarına açık bırakırlarsa sonuçları da vahim oluyor. Aslında halkımız da önemli bir bilinç ve irade kazanmış durumdadır. Devletin her türlü saldırısına karşı kendiliğinden ayağa kalkarak onurluca karşı koyabilmelidir.

DERSİM TOPLUMU DÜŞÜRÜLMEYE ÇALIŞILIYOR

Gülistan Doru olayında da tepkiler zayıf kaldı, kalıyor. Dersim’de devlet odaklı kadına karşı saldırılar artıyor. Kadın yoluyla Dersim toplumu düşürülmeye ve teslim alınmaya çalışılıyor. Dersim kültürünün öznesi kadındır. Dersim’in doğal toplum kültürü ve direniş geleneği en çok da kadının şahsında hayat buluyor. Yüzyıldır aralıksız süre gelen soykırım saldırılarına rağmen Dersim kadınının özgürlüğe yakın, onurlu ve direnişçi duruşu soykırımcı devletin hazmedemediği bir durumdur. Tunceli Üniversitesi bu amaçla kuruldu. Tunceli Üniversitesi genç kızları erkekleri düşürmek için kurulan bir özel savaş merkezidir. Bu bir üniversite değildir, kırım merkezidir. Bir asimilasyon, katliam ve yozlaştırma merkezidir. Nitekim yaşanan olaylar bu yerin nasıl bir özel savaş, kırım merkezi olarak çalıştırıldığını çok açık şekilde ortaya koyuyor.

İKTİDAR, KADIN MÜCADELESİNİN ETKİSİNDEN KORKUYOR

Başta Bakurê Kurdistan olmak üzere Türkiye'deki kadın hareketleri topluma, kadına ve çocuklara yönelik saldırılara karşı neler yapmalı, toplumsal mücadelenin geliştirilmesi için kadın hareketine düşen görevler nelerdir?

Kürdistan ve Türkiye’de kadın özgürlük mücadelesi önemli bir düzey kazandı. Kadının mücadeleci duruşu, toplumda bilinç yükselmesine neden oluyor. AKP-MHP faşist iktidarı kadın mücadelesinin toplum ve siyaset üzerindeki olumlu etkisinden korkuyor. Kadına karşı şiddetin bu kadar artmasının temel bir nedeni de giderek gelişen kadın mücadelesidir. Mücadele bilinç geliştiriyor, bilinci ve iradesi gelişen kadın, devletin ve erkeğin dayatmalarını kabul etmiyor. Bilinci, iradesi, ret ve kabul ölçüleri yükselen kadın itaat etmiyor. Kadının bu gelişim düzeyini kendi toplumsal hedefleri önünde tehdit olarak gören devlet, kadının mücadele iradesini kırmak için saldırıları arttırıyor ve erkek şiddetini teşvik ediyor. Öte yandan siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunların yol açtığı bunalım, erkekte şiddet eğilimini tahrik ediyor. Yaşam karşısında güçsüzleşen ve çaresiz hale gelen erkek, öfkesini kendisini bu duruma düşüren devlete değil, kadına yöneltiyor. Toplumsal yozlaşma da şiddetin artış göstermesinde önemli bir rol oynuyor. Bu saldırılarla kadının iradesi kırılmaya; faşist devlete, egemen erkeğe tutsak hale getirilmeye çalışılıyor.

DÜŞÜRDÜĞÜ KADINLA TOPLUMU DÜŞÜRMEYE ÇALIŞIYOR

Çocuk katliamları da benzer amaçla yapılıyor. Çocuk tecavüzleri birer katliamdır. Bugünün çocuğu yarının olgun bireyi ve toplumudur. Tecavüz saldırılarıyla çocukların iradesi kırılıyor, ruh sağlığını yitirmiş hastalıklı bireyler yaratılarak bunlardan katil, çete, tetikçi, tecavüzcü devşiriliyor. Tecavüz kültürü bir de böyle oluşuyor. Toplumda yozlaşma, çürüme, her şeye karşı duyarsızlaşma böyle geliştiriliyor. Yozlaşan ve duyarsızlaşan toplum üzerinde siyasi iktidarlar inşa ediliyor, yaşatılıyor. Devlet, tecavüzü bir politika olarak geliştiriyor. Düşürdüğü, köleleştirdiği kadınla tüm toplumu düşürmeye, teslim almaya çalışıyor.

KADINI, CİNSEL NESNE OLARAK GÖRÜYOR

Buna karşı kadınların örgütlü ve birleşik mücadelesi çok önemlidir. Parçalı ve dağınık mücadelenin etkisi zayıftır. Kadın ne kadar kendi içinde örgütlü olur, dayanışma içinde bulunur ve birleşik bir mücadele verebilirse bir o kadar sonuç alacaktır. AKP-MHP faşist iktidarı kadın düşmanı bir iktidardır. Katliamcıdır, tecavüzcüdür. Katilleri, tecavüzcüleri koruyan ve kollayandır. Bu iktidar tecavüzle kadınları, çocukları, toplumu teslim almayı temel bir politika haline getirmiştir. Tecavüze uğrayan kadını tecavüzcüsüyle evlendirme ve çocuk yaşta evlilikleri geliştirme yasa çalışmaları köle kadınla, köle toplum yaratma politikalarıyla ilgilidir. AKP-MHP faşist iktidarı, kadını tamamen bir doğurma makinasına dönüştürmeye çalışıyor. Kadın köleliğinin en dip noktası budur. AKP zihniyetine göre kadın bir cinsel nesnedir. Küçük yaşta hatta mümkünse 9 yaşında evlenmeli soykırımcı faşist devlete sağlıklı asker, polis, tetikçi ve ücretli köle doğurmalıdır. Desteğiyle iktidarı yıllarca ayakta tutacak çürümüş, köle nesiller yetiştirmelidir. Tam bir Hitler zihniyeti. Hitler de aynı politikayı kadına karşı yürütmüştü.

ÖRGÜTLÜ, BÜTÜNLÜKLÜ VE GÜÇLÜ MÜCADELE

Bu noktada kadınların yapması gereken tek şey hep birlikte kadın düşmanı faşist AKP-MHP iktidarına karşı mücadeleyi her yerde yükseltmektir. Kürdistan ve Türkiye toplumunu yanına alarak toplumsal mücadelenin öncülüğünü en güçlü bir şekilde yapmaktır. Dünyanın her yerinde en güçlü toplumsal hareketler kadın öncülüğünde gelişmiştir. 40 yılı aşkın Kürdistan özgürlük mücadelesi de bunun sayısız örnekleriyle doludur. Kürdistan’da en büyük toplumsal kalkışlar kadınların öncülüğünde gelişmiştir. Şimdi de öyle olmak zorundadır. Kadın ve halklar düşmanı faşizm, her yerde kol gezerken buna karşı en güçlü toplumsal mücadele kadınların öncülüğünde gelişmelidir. Nitekim hiç durmayan ve süregelen ciddi bir kadın mücadelesi vardır. Bu mücadeleyi daha örgütlü, bütünlüklü ve güçlü hale getirerek yürütmek gerekiyor. Kadın mücadelesi genel bir toplumsal mücadeleye dönüşürse kalıcı sonuçlara yol açar ve başarıya ulaşır.

Toplumsal mücadeleden kopuk, kendi başına bir kadın duyarlılığının başarı şansı zayıftır. Bir mücadele toplumsallaştıkça ve toplumsal mücadele haline geldikçe başarı şansı artar ve kazanır. Kürdistan kadın hareketiyle Türkiye kadın hareketi, kadın düşmanı devlet ve erkek faşizmine karşı bir araya gelerek gücünü birleştirmelidir. Kürdistan ve Türkiye toplumuna öncülük ederek bu soykırımcı, işgalci, tecavüzcü faşizmi yıkmanın öznesi olmalıdır.

SAVAŞ, TÜRKİYE’NİN KAYNAKLARINI KURUTTU

AKP-MHP faşist ittifakının yürüttüğü son 5 yıllık savaş sonucu Türkiye'de toplumsal ve ekonomik kriz yaşanıyor, ancak toplumun buna karşı öfkesi tam olarak yansımıyor. Bu tepkinin açığa çıkmamasında muhalefet partilerinin konumu nedir?

Savaş Türkiye’nin bütün ekonomik kaynaklarını kuruttu. On milyarlarca dolar para silah sanayisine ve savaşa gidiyor. Milyonlarca işsiz var. Milyonlarca insan evine ekmek götüremiyor. Sokakta yaşayanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Yoksulluk, sefalet diz boyu. Yozlaşma, yolsuzluk, hırsızlık had safhada. Türkiye’de büyük bir ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz yaşanıyor. Toplum, savunmasız ve çaresiz durumdadır. Faşizm altında toplum can çekişirken bunun büyük bir toplumsal direnişe dönüşememesi, ancak devrimci öncülükte yaşanan zayıflıkla ve demokratik muhalefetin güçsüzlüğüyle izah edilebilir. Ne yazık ki Türkiye’de güçlü halk öncüleri ortaya çıkmıyor ve ciddi demokratik bir muhalefet yapılamıyor. HDP demokratik muhalefeti biraz yapmaya çalışıyor fakat yoğun faşist saldırılar altında yeterince etkili olamıyor, toplumun gücünü örgütleyerek tam olarak yanına çekemediği için zayıf kalıyor.

HALKIN ÖRGÜTLÜ GÜCÜNE DAYANMALI

Oysa HDP halkların demokratik partisidir. Gücünü halktan, örgütlü toplumdan alan bir partidir. 24 saat halkın içinde olunmazsa, halk örgütlenmezse ve halkla birlikte demokratik mücadele verilmezse nasıl başarılı olunur? Halkın örgütlü gücüne dayanmayan bir mücadele başarılı olamaz. Halktan kopuk demokratik bir siyasetin başarı şansı yoktur. Siyaset demokratik karakterini halklaşarak, toplumsallaşarak kazanır. Bu konuda epey bir zayıflığın yaşandığı açıktır. HDP dışındaki diğer demokrasi güçlerinde de ciddi zayıflıklar yaşanıyor. Toplumu örgütleme, eyleme kaldırmada yetersizlikler hat safhada. Diğer yandan devrimci öncülükte de büyük zayıflıklar yaşanıyor. Tüm bunlar birleşince güçlü bir toplumsal mücadele ortaya çıkmıyor.

CHP’NİN OLUMSUZ ROLÜ ÇOK FAZLA

Devlet partilerinin sistem içi muhalefeti zaten halklar lehine bir gelişme yaratmıyor. En somut örneği CHP’dir. Solun ve demokrasi güçlerinin bu kadar zayıf bir durumda olmasının temel bir nedeni de CHP’nin oynadığı olumsuz roldür. Sol ve demokrasi kavramlarının içini boşaltmada, demokratik toplumsal hareketlerin yönünü saptırmada ve direnişi zayıflatmada, CHP’nin olumsuz rolü çok fazladır. CHP bu kötü rolü oynamaktan vazgeçmelidir. Köklü bir zihniyet ve paradigma değişikliğine gidebilmelidir. Kürt inkarını aşarak Kürt sorunun demokratik çözümünü gündemine alabilmeli, Türkiye’nin temel sorunlarına demokratik çözüm üretebilmelidir. CHP’yi gerçek bir muhalefet gücü yapacak, iktidara taşıyacak olan köklü zihniyet değişikliğidir. Bunu yapamadığı için yerinde sayıp duruyor. En son Kanal İstanbul rant-talan projesine karşı bile yeterince bir tepki ortaya koyamadı. Halbuki sadece İstanbul’da bile 18 milyon insan var. Bunların yarıdan fazlası İmamoğlu’na oy verdi. Birkaç milyon insan İstanbul’da ayağa kalkamaz mı? Türkiye genelinde güçlü bir toplumsal tepki geliştirilemez mi? Geliştirilebilir, toplum buna açıktır fakat CHP bunun önünü alıyor. Kanal İstanbul büyük bir ekolojik ve tarih yıkımıdır. Türkiye genelinde ve Kürdistan’da aynı talan, rant projeleri artarak hayata geçiriliyor. Tarih, kültür, coğrafya parça parça dış sermayelere peşkeş çekilerek yok ediliyor. CHP’nin bu konuda bile etkili bir toplumsal, siyasi mücadelesi gelişmiyor. Bu nasıl bir muhalefet?

AKP, BİR SUÇ VE CİNAYET ŞEBEKESEDİR

Kurulan ve kurulması beklenen partiler gündemdeki yerini koruyor. Ali Babacan henüz partisini kurabilmiş değil, Davutoğlu ise Gelecek Partisi’ni kurdu, ancak Erdoğan’a yönelik eleştirileri daha çok savunmacı. Babacan ve Davutoğlu’nun bu ürkek yaklaşımları onları siyasi arenada AKP’ye karşı alternatif kılabilir mi?

Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan, AKP’nin içinden çıkan eğilimlerdir. Herhalde AKP’nin bu düzeyde yozlaşmasını, toplum düşmanı bir parti haline gelmesini, çeteleşmesini, iktidarı için her türlü değeri pazarlamasını kaldıramadılar. Kendileri de AKP’nin içinde kalarak daha fazla kirlenmek istemediler. Suçlular topluluğu, tecavüzcüler, gaspçılar ve rantçılar güruhu haline gelen AKP, bu iki eğilim sahibine ağır gelmiş olabilir. Bir parça vicdan ve ahlak sahibi olanlar AKP gibi bir suç ve cinayet şebekesini kaldıramaz.

DAVUTOĞLU VE BABACAN ÖZELEŞTİRİYLE BAŞLAMALI

Elbette Davutoğlu ve Babacan uzun yıllar AKP içerisinde kaldılar, önemli görevler üstlendiler, çalıştılar ve emek verdiler. AKP içerisinde kaldıkları zaman içerisinde alınan kararlara, yürütülen siyasete ve yapılan uygulamalara ortak oldular. Bütün bu süreçlerin güçlü bir eleştirisi ve özeleştirisi yapılırsa yapacakları siyasetin de bir tutarlılığı olur. Halk ve toplum nezdinde güven yaratır. Hiçbir eleştiri ve özeleştiri yapılmadan klasik siyasetle yola devam ederlerse fazla yol alamazlar. Nefesleri erken kesilir, başarısız kalırlar. AKP-MHP faşist iktidarını eleştirmeden ve alternatif bir program ortaya koymadan etkili bir siyaset yapılabilir mi? Mümkün değil. Siyasetin başarısı AKP-MHP faşist iktidarına karşı verilecek mücadeleyle ölçülür. AKP, 17 yıllık iktidarı sürecinde çok büyük insanlık suçları işledi. Ağır savaş suçlarına imza attı. Roboskî Katliamı, Paris Katliamı, Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Gever, Şırnak katliamları; Amed, Suruç, Ankara Gar katliamları, Rojava, Başur soykırım saldırıları, gasplar, talanlar ve daha nice insanlık, savaş suçları AKP’nin boynunda yağlı urgandır. AKP 17 yıl katliamlar yaparak, insanlık ve savaş suçları işleyerek ayakta kaldı. Siyasete ve iktidara aday muhalefet partileri bütün bunları eleştirmez, mücadele etmezse nasıl demokratik siyasetten bahsedebilirler. Bahsedemezler. Bunu yapmayan hiçbir parti gerçek anlamda muhalefet yapamaz ve iktidara aday olamaz.

DEMOKRASİ İTTİFAKININ İMKANI VARDIR

Türkiye’de muhalif güçler ve demokratik ittifak nasıl bir politika izlemeli ki AKP-MHP faşist ittifakı geriletilip Türkiye’de demokrasi geliştirilebilsin?

Türkiye’de muhalefet, neye muhalefet edeceğini iyi bilmeli ve önceliklerini ona göre belirlemelidir. Türkiye’de temel sorun demokrasi ve özgürlük sorunudur. Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin kırıntısı dahi yoktur. Korkunç bir baskı ve işkence rejimi vardır. Faşist diktatörlük vardır. Bu durumda muhalefetin yapması gereken demokrasi, özgürlükler, adalet ve hukuk paydasında buluşarak AKP-MHP faşizmine karşı ortak mücadele vermektir. Faşizme karşı birlik olmaktır. Faşist iktidarın muhalefeti parçalayan ve zayıflatan oyunlarına gelmeyerek faşizme karşı ortak dayanışmayı büyütmektir. Kuzey-Doğu Suriye savaş teskeresine onay verip Libya teskeresine karşı çıkmak, muhalefet yapmak değildir. Kürtlere soykırım politikalarına evet deyip saldırı kendisine döndüğünde ağlayıp sızlamak muhalefet değildir. Muhalefet her tür faşist politikaya karşı çıkmaktır. Alternatif çözüm, demokratik siyaset geliştirebilmektir. Halkların demokratik birliğini savunmaktır. Kadınların özgürlük mücadelesine destek vermektir. İmralı tecridi başta olmak üzere devrimci, siyasi tutsaklar üzerindeki baskıyı reddetmektir.

Demokrasi ittifakı, anti faşist tüm kesimleri içerisine alarak muazzam bir gelişme sağlayabilir. Bunun imkanı gerçekten vardır. Türkiye toplumu, halklar, kadınlar, çevreciler, sivil toplum kurumları faşizme karşıdır. Baskının şiddeti ve öncülükte yaşanan zayıflıklardan kaynaklı seslerini yeterince duyuramıyorlar. Demokrasi ittifak güçleri bu boşluğu doldurabilir. Öncülük yaparak faşizme karşı toplumu ayağa kaldırabilir. Faşizme karşı olmak, demokrasi ittifakını kurmak için yeterlidir. Demokrasi, özgürlük, adalet ve hukuk ortak paydası bu ittifakı kurmaya gerçekten yeterlidir.

DİL ÇALIŞMALARI YÜKSEK DEĞERDEDİR

Kürdistan’da dil ve kültür üzerine çalışma ve toplantılar yapılıyor. Asimilasyon politikalarının hızlanması karşısında bu tür çalışmaları nasıl karşılıyorsunuz, kadınlar, gençler ve bir bütün olarak halkımız bu konuda ne tür sorumluluklar üstlenmeli?

Kürdistan’da dil ve kültür üzerine yürütülen çalışmalar çok değerlidir. Anlamı büyüktür. Bu konuda çaba veren ve emek harcayan herkesi yürekten kutluyorum. Çalışmalarının başarıyla devamını diliyorum. Kürt dili ve kültürü büyük bir asimilasyon altında. Kürdistan’da yüzyıldır korkunç bir kültürel soykırım uygulanıyor. Kürdistan’da esas soykırım kültürel boyutludur. Bir halk, zaten kültürel soykırıma uğradı mı ve bu soykırım politikalarından sonuç alındı mı o halk bitmiş demektir. Kürdistan’da bir yüzyıldır yapılan budur. Bu açıdan dil ve kültür üzerine yürütülen her tür çalışma yüksek değere sahiptir.

Seferberlik halinde bu çalışmaları geliştirmek gerekiyor. Halkımız her yerde anadilini konuşmalı, çocuklarına öğretmelidir. Kürdistan’da ve Türkiye metropollerinde yaşayan halkımız içerisinde oto asimilasyon da çok fazladır. Buna karşı da güçlü mücadele yürütmek gerekiyor. Halkımız kendi anadilinde konuşmayanı ayıplamalı, anadilini öğrenmeye ve konuşmaya teşvik etmelidir. Mahalle baskısı da önemlidir. Evet halkımız ana dilini konuşmayana ve öğrenmeyene, çocuklarına öğretmeyene mahalle baskısı kurmalıdır. Sosyal tecrit uygulamalıdır. Böyle davranmak ayıp değildir, asimilasyonu normalleştirmek ve meşrulaştırmak ayıptır.

HER ANA ÇOCUKLARINA DİLİNİ ÖĞRETMELİ

Kadınlar bu konuda çok daha aktif rol oynayabilir. Kürt dilinin ve kültürünün bugüne gelmesinde gerçekten kadının rolü çok belirleyici olmuştur. Kadın, dili ve kültürü yaratan, geliştiren ve koruyan ana kaynaktır. Dil adını dahi kadından alıyor. Anadil kavramı bir bakıma kadının yaratımı anlamına geliyor. Dilin ve kültürün anlamı, kadınla bu kadar özdeşken kadının bu dilin ve kültürün geliştirilmesinde rolü de emeği de elbette başat olacaktır. Her anne çocuklarına ana dilini öğretirse o dil asla ölmez. Kültür ana dille varlığını sürdürür. Bu açıdan kadınlarımıza, analarımıza anadilin korunmasında, gelişmesinde büyük rol düşüyor. Bu asla ihmal edilmeyecek yüce ve kutsal bir çalışmadır.

EN BÜYÜK MÜCADELE ANA DİL MÜCADELESİDİR

Bu konuda gençlerin rolü de çok önemlidir. En çok dış çevreyle ilişki-etkileşim içerisinde olan, dış etkilere açık kesim gençliktir. Asimilasyon en çok etkisini gençlerde gösteriyor. Kürt gençleri asimilasyon cenderesinde toplumundan ve kültürel değerlerinden kopartılmak isteniyor. Bu konuda faşist soykırımcı devlet çok özel bir politika yürütüyor. Psikolojik-özel savaş en çok gençler üzerinde uygulanıyor. Bu açıdan en duyarlı ve sorumlu yaklaşması gereken kesim gençler oluyor. Gençler anadilini öğrenmeli ve hayatın her alanında konuşmalıdır. Arkadaşını, dostunu, çevresini anadilini konuşmaya ve öğrenmeye teşvik etmelidir. Soykırımcı faşizme karşı en büyük mücadele ana dil mücadelesidir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin özü de ana dil, kimlik mücadelesidir. Kaldı ki Kürtçe öğrenmek için artık çok sayıda materyal ve külliyat da oluşmuş bulunmaktadır. Herkes rahatlıkla Kürtçeyi öğrenebilir, öğretebilir ve geliştirebilir.

ULUSAL BİRLİK, EN STRATEJİK VE ACİL ÇALIŞMADIR

Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal saldırısından sonra ulusal birlik çalışmalarında gözle görülür bir canlanma yaşandı. En son Bakurê Kurdistan'da ‘Ulusal Birlik Çalıştayı’ düzenlendi. Bakurê Kurdistan’da böyle bir çalıştayın yapılmasının önemi nedir, bunun Kürdistan genelindeki ulusal birlik çalışmalarına etkisi ne düzeyde olur?

Ulusal birlik çalışmaları bölgede yaşanan siyasi konjonktürü dikkate aldığımızda halkımızın özgür geleceği açısından en stratejik ve en acil çalışmaların başında geliyor. Son aylarda Bakurê Kurdistan’da bu yönlü oldukça değerli çalışmalar yapıldı, yapılıyor. Bu çalışmalara katılanları, emek verenleri saygıyla selamlıyoruz. Değeri son derece yüksek olan bu çalışmaları kutluyor, üstün başarılar diliyoruz. Bakurê Kurdistan, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin merkezidir. Türk devleti, Kürt düşmanlığında başı çeken soykırımcı bir devlettir. Kürt ulusal birliğinin Bakurê Kurdistan’da gelişiyor olmasının anlamı çok büyüktür. En büyük Kürdistan parçasıdır. Coğrafya olarak büyük olduğu kadar son yüzyıldır soykırımcı faşist Türk devletinin inkar imha, böl-parçala-yönet politikalarından kaynaklı çok büyük acılar ve parçalanmışlıklar da yaşayan bir parçadır. Burada ulusal birlik konusunda atılan her bir adım diğer parçaları da pozitif etkiliyor, halkımızda umut ve heyecan yaratıyor. Bakurê Kurdistan diğer Kürdistan parçalarına örnek bir ulusal birlik duruşu geliştirdikçe genel ulusal birlik açısından da umut ve inanç büyüyor.

Aynı çaba Rojava’da Kürt örgütleri arasında da gelişiyor. Bu da oldukça sevindirici bir gelişmedir. Kuşkusuz ulusal birliğe gelmeyen ve hatta bu çabaları sabote etmek isteyen, kötü niyetli, düşmanla ilişkide olan, kirli çıkar peşinde koşan eğilimler de vardır. Ancak bu eğilimler engel ve gerekçe yapılmamalıdır. Halkımız demokratik ulusal birliğini sağladıkça bu Bekolar etkisiz hale gelecektir. Her türlü karşıt faaliyetleri sonuçsuz kalacaktır.

HALK, PARTİLERE BASKI UYGULAMALI

Halkımız açısından ulusal birlik, ekmek ve sudan daha çok gereklidir. Halkımızın varlığı ve özgürce yaşamı ulusal birliğine bağlıdır. Halkımız 21. yüzyılı da artık öz yönetiminden, siyasi statüden yoksun bir şekilde köle olarak yaşamayacaktır. Halkımız, kimliksiz, özgürlüksüz ve statüsüz bir yaşamı asla kabul etmeyecektir. Bunun için ulusal birliğini sağlamak zorundadır. Ulusal birliğin bir halk olarak var olmakla, özgür yaşamakla ilişkisi giderek daha iyi kavranıyor. Bu iyi bir gelişmedir. Ulusal bilinç yükseldikçe ulusal birlik talebi de aynı oranda artıyor. Bu gerçeği Rojava işgal saldırıları karşısında halkımızın Başûr başta olmak üzere her yerde ayağa kalkışında çok çarpıcı gördük. Bu duruş süreklileşmelidir. Halkımız dört parça Kürdistan’da ve ülke dışında ulusal birliğin sağlanması için bütün Kürt partilerine baskı uygulamak için ayağa kalkmalı, her yerde eylem yapmalı, çağrılarda bulunmalıdır. Ulusal birliğe gelmeyen parti ve örgütleri açıktan eleştirmeli ve hesap sormalıdır. Ulusal birliğe neden gelmediklerine dair izah istemelidir.

SANATÇI VE AYDINLARIN ÇABALARI SÜRMELİ

Kürt sanatçılarının ve aydınlarının bu konudaki çabaları çok değerlidir. Bu çabalar artarak ve çeşitlenerek sürmelidir. Bu tür çabalar halkımızda bilinç yükseltiyor. Duyarlılığı artırıyor. Düşman faaliyetlerine ve düşmanca tutumlara darbe vuruyor. Her parça kendi içinde ulusal birliğini sağlayarak genel ulusal birlik için ilgili taraflara, parti ve örgütlere şiddetli baskı uygulamalıdır.

TARİH, BİZE BİRLİK OLMAYI EMREDİYOR

Halkımızın ulusal birlik konusunda her türlü talebine ve çağrısına açığız ve hazırız. Ulusal birliğin halkımızın özgür geleceği açısından ne kadar büyük bir anlam ve önem taşıdığını çok iyi biliyoruz. Tarih, gerçekten biz Kürtlere birlik olmayı emrediyor. Kader tayin edici bu süreçte, bu zorunludur, görevdir, tarihin ve halkımızın yüce emridir. Ulusal birliğe hazır olmayanları halkımız mücadelesiyle hazır hale getirmelidir. Halkımıza bu konuda büyük görev düşüyor. Halkımız her şeyi partilerden beklememelidir. Maalesef bazı partiler imansız olabiliyor. İmanın gelişmesi için halkımızın mücadelesi, demokratik baskısı gerekiyor.

Söyleşinin 2. bölümü yarın…