Helim Yusiv: Kürt edebiyatı çağdaş ölçüleri yakalıyor

Helim Yusiv: Kürt edebiyatı çağdaş ölçüleri yakalıyor

Kürtçe okuyucu için yargılar değişiyor aydınlar artık Kürtçe okumayı teşvik etmek için “ne bulursanız okuyun” fikrinden vazgeçiyor ve özellikle romanda ölçü koyuyor.  Ehmede Huseynî, Helim Yusiv’in “Balıklar Susadığında” romanı için kaleme aldığı yazısında şöyle diyor: “Kürtçe yazarlar romanı yazmadan önce okuyucularının diğer dillerdeki iyi romanları da okuyup onlar ile Kürt romanları arasında bir ilgi karşılaştırma yapabildiğini unutmamalıdır. Kürt okuyucusu iyi ve kötü eserleri birbirinden ayırabilecek güçtedirler.  Burada Kürt okuyucuya açık ve aleni bir dille şunu söylemek isterim ki, Kürt edebiyat dünyasındaki her şey okumaya değmez,  bir eser Kürtçe yazılmış diye ona zaman ayırmak zorunda değiliz…  Yaşadığım sürece Helim Yusiv’in balıklarını unutmayacağım. Balıkları unutmamamın sebebi başarılı bir romanın yazımındaki en parlak örnek olmasından kaynaklanıyor.”

Çağdaş Kürt edebiyatı yönünü arıyor. Biz hangi yöne doğru gidebileceğini Modern Kürt edebiyatının tanınmış isimlerinden olan ve eserleri daha önce Almanca, Arapça ve Türkçeye çevrilen Batı Kürdistanlı yazar Helîm Yûsiv'e sorduk.

ÇAĞDAŞ KÜRT EDEBİYATI ÇOK YENİ

Helim Yusiv’e Kürt edebiyatının gerçekçilikle ile tanımlanmasının sebeplerini sorduğumuzda bize bunu anlatmanın en iyi yolunun başka bir yerden başlamak olduğunu gösteriyor ve modern Kürt edebiyatının ne kadar yeni olduğunu hatırlatıyor. Yusiv devamla şunları söylüyor: ”Kürt edebiyatı tüm çağlarda ülkelerinin parçalanması ve esaret altında bulunmalarından doğan trajediyle ilgilidir. Kürtçe edebiyat eserlerini eski ve uzun Kürt tarihiyle karşılaştırdığınızda trajik sonuçlara varırsınız. Kürt Klasiklerinin bir parmağın sayısını geçmediğini fark edersiniz. Kürt araştırmacı İzedin Mustefa Resul 1969’a kadarki Kürt edebiyat eserlerini inceler ve bütün şivelerde yazılmış Kürtçe eserlerin sayısının beş yüzü geçmediğini söyler.

1990’lardan sonra koşullar değişti. Güney Kürdistan’da egemenlik Kürdistan’ın parçalarını etkiledi. Kuzey Kürdistan’da Kürtçe üzerindeki yasaklar kaldırıldı,  gazete televizyon gibi Kürtçe yayınlar açıldı. Bu şekilde son 30 yılda çağdaş edebiyattan söz edilebilir.

Bütün Kürt edebiyatını tek bir çerçeveye sıkıştırıp realist olarak değerlendiremeyiz. Artık yeni edebiyatımızda şiirde, hikâyede romanda birçok akım var. Bu akımlarda bütün edebiyat biçimleri, metotları ve ekolleri mevcuttur. Belki Kürtçe edebiyatının çoğu eseri için realist değerlendirmesi yapılabilir, bu Kürtlerin gerçek reel yaşamlarıyla ilgilidir.

 Ben iki sebebe bağlayabilirim bunlardan biri Kürt ulusal sorunlarıyla yaralı bir insana benziyorlar ve yaralarının acısından başka bir şey düşünebilecek durumda değiller. Kürt yazarlığı da hep akan kanla ve ulusal yaralarla uğraştı. Diğer bir sebep ise çoğu edebiyat eserinin aynı zamanda siyasetle uğraşan ya da siyasi alandan gelen insanlar tarafından yazılmış olmasından kaynaklanıyor. Düşünceme göre bu iki sebep bu konuyu etkilemiştir."

ROMANTİZM ÖLDÜ

“Peki ya romantizm” diye sorduğumuzda ise o bize romantizmin dünya edebiyatındaki ölümüne işaret ediyor ve romantizmin trajik sonu için şöyle konuşuyor: “Genel olarak da günümüz edebiyatında tam anlamıyla Romantizm çerçevesine oturacak eser kalmadığı kanaatindeyim. Kürt edebiyatında romantizmin izlerini arayabiliriz.”

Kürt edebiyatında postmodernizmi ve onun postmodernliğini soruyoruz. O bunu şöyle açıklıyor: “Kürt edebiyatı son 20 yılda belli bir gelişme ve açılım yaşıyor. Diğer dillerde yazılan modern ve çağdaş edebiyatın karakteri renkleri kokusunu alıyor.  Edebiyatımız eski aşamaları geride bırakarak yürümek istedi. Bu çağdaş edebiyattaki form, biçim ve durumların Kürt edebiyatında görülmesini sağlıyor. Post modernizm bu biçimlerden biri. Bunu olumlu ve doğal bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Zaten Kürt yazarının önündeki en önemli sınavlardan biri Kürt edebiyatı dünya edebiyatının ölçülerine yaklaştırmaktır.  Dünyadaki diğer yazarlar dünya edebiyatını kendi dillerinde tanırlar fakat Kürt yazarların böyle güzel fırsatları olmadı. Onlar dünya edebiyatını diğer dillerden tanımak zorunda kaldı. Onları ancak bu biçimde tanıyıp Kürt edebiyatının hizmetine sokabiliriz.

Benim yazarlığım ruhumdaki yangının sesini beyaz kâğıda dökme çabasıdır. Benim için bazen sürrealist bazen postmodern ya da realist diyorlar. Bu yorumlar okuyucuya ve edebiyat eleştirmenlerinin yargılarına bağlı. Ben akımlardan hangisi ile olursa olsun esas olarak içimdeki sesi edebiyata dönüştürmeye çalışıyorum.  Bu ekol ve biçimlerin yazılarımı güçlendirmelerini sağlayamaya çalışıyorum,  yoksa kişisel olarak bir ekolü işaret edip ona hizmet etmeye çalışmıyorum.”

Yusiv’in en tartışma yaratan kitabı “Gavaku Masî Tî Dibin”  (Balıklar susadığında) için bir eleştiri kaleme alan Ahmet Yılmaz şöyle diyor: ”Kendisini yaşadığı coğrafyanın zorunlu bir sonucu olarak ‘bir sınır insanı’ şeklinde tanımlıyor.

Nedenini kimsenin bulamadığı bir dilsizlik hastalığından muzdarip bir halkın hikâyesiyle başlıyor. Halk tarafından yarı deli olarak görülmesine rağmen bu hastalıktan kendisini bir şekilde kurtaran Masi’nin kendisini bulma anlamında verdiği mücadelenin öyküsüdür. Bazen kendi dilinden bazen de köpeği Bozo, komşusu Nene, evinin altında yaşayan yılan, kitaplığındaki okunmadan kalmış bir kitap, bir kez bile açılamadığı için ve peşinden gitmek için hayatını riske ettiği aşkı Berfin’dir. Onu koruması için içerisine Berfin’in saçlarını koyarak koltuğunun altına sakladığı muska, sınırda yer alan bir taş veya beline sardığı kuşağın dilinden anlatılıyor.”

Helim Yusiv’e Kürtlerde bir travma yaratan Mem u Zin yenilgisini sorduğumuzda oda buna üzülmeyin dünyanın hepsi öyle demeye getirip bu konuyu şöyle yorumluyor: “Dünya edebiyatının tümünde sonu mutlulukla biten bir aşk hikâyesi yoktur. Sadece Xani’nin iki aşığı Mem u Zin ölmedi, Romeo Juliet’in kaderi de aynı sonla bitti. Belki de yenilgiye uğramış dramatik bir aşk öyküsü; birbirine kavuşmuş, evlenmiş ve bir aile ile sonuçlanmış aşk hikâyesinden daha güçlü temadır.

ÜZÜLMEYİN BAŞARAMAYAN SADECE MEM U ZİN DEĞİL

Bu konunun bir yönüdür. Diğer bir yönü ise Kürt toplumu sonucu yenilgili ve hüzünle bitmiş aşk hikâyelerinin kaynağı gibidir. Kürt toplumunun bu gerçeği Kürt edebiyatına yansıyor. Her Kürt yazarının hayatında yenilgili ve kırıldığı bir aşk hikâyesi var. Bütün bunlar Edebiyatın dramatik aşkları sevmesine yol açıyor.”

O’na “Donkişot çok güzel. Kürtlerde Donkişot kadar ciddi bir mizah çıkar mı diyoruz? “Yusiv; “Çağdaş Kürt edebiyat eserleri konu olarak dünyanın diğer dillerinde yazılan çağdaş edebi eserlerden daha kötü değil. Bu genel bir kanıdır. Edebiyatımızda Mizah ve hiciv ortaya çıkmaya başlıyor. Ayrıca Kürt edebiyatında her ne kadar sınırlı da olsa mizah vardır. Özellikle kara mizah” diyor.

Ya özgürlük? Sorusuna yanıtı ise, “bazı edebiyatçıları baskı büyütüyor” oluyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Özgürlük meselesi karışık bir mesele bilhassa yazarlık açısından ele aldığınızda. Bir yandan devlet dini siyasi grupların yazarların özgürlüklerinin sınırlandırılmasına yönelik baskıları edebiyat açısından çok kötü bir rol oynar. Yazarların bu sebeplerden dolayı kendilerini sınırlayıp kontrol etmeleri sonucu yarattıkları ürünlerin niteliğinin düşmesinden söz edilebilir.

Ama aynı baskılar başka yazarlar için ters etki yapabilir. Sorunlar, zorluklar zamanla edebiyatı besleyen duygusal kaynaklar olduğundan baskı ve özgürlükten yoksunluk bazı yazarların daha güçlü eserler vermesi için bir faktör haline gelebilir. Nitelikli edebiyat için devrimlere ya da büyük tarihi olaylara ihtiyaç yoktur. Hayatın içindeki bir olay da değerli ve büyük bir romanın konusu olabilir.

Ama Kürtlerin halk devrimi kendini Kürt edebiyatının her alanında yansıtıyor. Hikâyeden romana ve şiire kadar birçok edebiyat eseri bu devrimi konu olarak seçip her yönüyle işlemiştir. Bazı edebiyat çalışmaları bizzat bu devrimin insanları tarafından üretilmiştir.

 Devrim edebiyata yardımcı olabilir ve konunun yerel kaynağıdır. Aynı şekilde edebiyatın solmasına ve kulak ardı edilmesine de yol açabilir. Silahların sesi yükseldiğinde edebiyatın sesi duyulmaz insanların kanı yerdeyken kalem çaresiz ve yazmaz görünür.”

DAKTİLOYU PENCEREDEN ATAN GABOY’DU

Fidel Kastro Gabriel García Márquez ile sohbet ederken ona bir kentteki devrimi anlatır. Her şeyin nasıl dağıtıldığını anlatırken birinin daktilosunu pencereden atarak sokağa çıktığını anlatıyor.  Gabo güler “daktiloyu atan bendim” der.  Helim Yusiv başka bir sözünü hatırlatıyor ve diyor ki “Gabo en büyük devrimci yazarın iyi yazan yazar olduğu görüşüne sahiptir. Ben devrimi büyük bir değişim hareketi olarak algılıyorum. Sadece silahlı ve siyasi olarak değil toplumsal, kültürel, edebi her yönden.”

Yusiv’e Elif Şafak bir televizyon kanalında “Kendi ülkemde, benimle aynı pasaportu taşıyan vatandaşlarımın konuştuğu ve beşikten itibaren öğrendiği bir dilde romanlarımı bulamıyorum” dediğini ve şimdi ise Aşk’ın Kürtçeye çevrildiğini hatırlatıyoruz. O da diyor ki: “Elif Şafak'ın kendi romanlarının neden Kürtçeye tercüme edilmediğine hayıflanmadan önce, kendi ülkesinde yazılan Kürtçe romanların durumuna hayıflanıp Kürt yazarlarıyla empati yapmasını isterdim.  Belki o zaman dilleri daha çocukken kesilmiş, ana dillerinden uzaklaştırılan baskı ve yasaklamalara uğrayan vatandaşları üzerindeki devlet baskısını yazardı.

Kendi vatandaşlarının dilinde yazılan yaralı romanların durumunu anlardı. Tüm bunlara rağmen Elif Şafak’ın bunları belirtmesi dikkat çekicidir. Türk devletinin Kürt dilini ortadan kaldırmasına karşın onun Kürtçeye dikkat çekmesi açısından yerinde bir tutumdur. Ama yeterli değil. Bir yazardan beklenen onurlu duruş, sorunun kaynağına eğilmesi ve sorumluları işaret etmesidir.  Milyonlarca çocuk kendi ülkesinde kendi anadilinden mahrumdur. Bu ülkenin aydınları için bu çocukların kendi dillerinde eğitim görmeleri için mücadele etmek ahlaki bir görevdir.”