HDP'nin başarısının sırrı

“Baraj”… Türk Dil Kurumu bu sözcüğü şöyle açıklıyor: “Suyu toplama, sulama ve elektrik üretme amacıyla akarsu üzerine yapılan bent.” Ama Türkiye’de 'baraj' deyince akla, en son gelen şey sözlük anlamı...

“Baraj”… Türk Dil Kurumu bu sözcüğü şöyle açıklıyor: “Suyu toplama, sulama ve elektrik üretme amacıyla akarsu üzerine yapılan bent.” Ama Türkiye’de 'baraj' deyince akla, en son gelen şey sözlük anlamı. Çünkü Türkiye halkı için 'baraj' demek, politika demek, yüzde 10 demek, hadi daha açık söyleyelim; Kürtler ve HDP demek (ti). HDP’nin 7 Haziran’daki seçim başarısından sonra, ‘baraj’ sözcüğü belki de sözlük anlamına uygun olarak kullanılmaya başlanacak.

Peki, bu aşamaya nasıl gelindi? Kürt Siyasal Hareketi 1993’te başlayan paradigma değişimi ile Kürt sorununun çözümünde demokratik siyasal yöntemi dillendirmeye başladı. 1993’ten itibaren ulus devlet paradigmasına dayalı yöntem, Kürt halkı açısından da bir çözüm olarak görülmedi. En son 1999 sonrası İmralı sürecinde demokratik ulus paradigmasıyla Kürt sorununun çözümünde Kürtler açısından yeni bir dönem başladı. 1993’ten sonra ve 2000’lerde çok sayıda ateşkes ilan edildi, eylemsizlik kararı verildi. AKP’nin, iktidara gelişiyle, 2002 sonrası süreçlerde “Kürt sorununu ben çözerim”, “Kürt sorununun yolu Diyarbakır’dan geçer”, “Türkiye’yi demokratikleştirmenin yolu Kürt sorununu demokratikleştirmeden geçer” biçiminde çeşitli açıklamaları oldu.

PKK’nin strateji değişimiyle; Kürt sorununun demokratik çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan ve bunu kendi programına koyan ilk parti Demokratik Toplum Partisi (DTP) idi. Eşbaşkanlık sistemini ilk uygulayan parti olan DTP, Bin Umut Adayları olarak bağımsız girdikleri seçimlerde 21 adayla TBMM’de grup kuran ilk parti oldu. DTP’nin kapatılmasından sonra kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), bu kez Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloku olarak girdiği 2011 seçimlerinde 36 milletvekilliğine hak kazandı. BDP milletvekilleri, 2014’te partilerinden istifa ederek HDP’ye katıldı, parti de Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) adını aldı. Kürt Siyasal Hareketi; HDP ile bağımsız aday seçeneğinden vazgeçerek, parti olarak seçimlere katıldı ve 12 Eylül rejiminin bir ürünü olan barajı geçerek, 80 milletvekili ile parlamentoya girdi.

HDP NASIL BİR PROJE?

Hüseyin Ali, 7 Haziran seçimlerinden sonra Özgür Gündem gazetesinde yazdığı yazıda şunları söylüyordu: "Bu başarı; Tayyip Erdoğan’ın her gün meydanlarda haykırdığı tek devlet, tek millet, tek vatan ve tek bayrak zihniyeti ve politikalarının yenilgisidir. HDP’nin seçim başarısı, demokratik ulus, ortak vatan zihniyetinin zaferidir. Artık Türkiye’de tüm farklı etnik ve inançsal, kültürel toplulukların eşit ve özgür olarak bir arada yaşayacağı yeni bir zihniyet, kültür ve siyaset anlayışı gelişecektir."

Burada ‘demokratik ulus'tan kast edilen şudur: Katı siyasi sınırlara, tek dile, kültüre, dine, tarih yorumuna bağlanmayan, çoğulcu, özgür ve eşit yurttaş toplulukların bir arada dayanışma içinde yaşaması. Bu anlamda demokratik ulus tabiri; Türkiye’de yaşayan bütün halkları, inançları kapsayan bir tabir. HDP’nin aday profili de buna göre şekillendi. Şu anda HDP’nin Kürt, Türk, Laz, Azeri, Süryani, Ermeni, Arap, Mıhellemi uluslarından ve Sünni, Alevi, Hıristiyan inançlarından milletvekilleri var. Bu aday profilinin, HDP’nin başarısının önemli anahtar sözcüklerinden biri olduğu açıktır.

ÇÖZÜM SÜRECİ

21 Mart 2013’te Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı'dan gönderdiği mektupla başlayan çözüm süreciyle birlikte PKK, Türkiye topraklarında silahlı mücadeleyi fiilen durdurmuş durumda. AKP’nin bir oy artırma hamlesi olarak baktığı çözüm süreci; 30 Mart yerel seçimlerinde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine oy olarak geri dönse de, çözüm sürecinin esas kazananı HDP oldu. Çünkü Türkiye halkı, Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünün aynı zamanda Türkiye’nin özgür ve demokratik geleceğinin önünü açacağını gördü ve partilere ‘uzlaşın’ mesajı verdi. Öcalan tarafından başlatılan ve her aşamada KCK tarafından onaylanan çözüm sürecinde elbette HDP’nin de bir rolü var. Kuşkusuz hiç kimse bunun belirleyici bir rol ve sorumluluk olduğunu iddia etmiyor. Ancak Erdoğan’ın “Barajı aşamazsa çözüm sürecinde HDP’nin yeri yoktur” diyerek tehditler savurması bile, HDP’nin üstlendiği siyasal misyonunun önemini gösterdi. Sonuç olarak silahların konuşmadığı bir ortamda, HDP sadece Kürt coğrafyasında değil, Türkiye’nin pek çok kentinde de kendisini anlatmaya fırsat bulabildi. Beyaz Türk oylarıyla birlikte; ilk kez İstanbul’da 11, İzmir’de 2, Adana’dan 2, Mersin’den 2, Kocaeli’nden 1, Antalya’dan 1 ve Bursa’dan 1 milletvekili çıkardı.

HDP BİLDİRGESİ

AKP’nin ‘ustalık’ diye addettiği dönem, Türkiye tarihinin kutuplaşmasının maksimum seviyeye çıktığı bir dönem de oldu. ‘Evdeki yüzde 50’, sokaktaki yüzde 50’ye düşman hale getirilmeye çalışıldı. Tam burada HDP’nin programı kitleleri rahatlatan bir içerikle seçmenin karşısına çıktı. Çünkü HDP bir nevi, “zenginden alıp, yoksula vereceğim”, “ordudan alıp sivile vereceğim” dedi. HDP Bildirgesi şu başlıkları taşıyordu: “Biz’ler kadınız, Biz’ler genciz, Biz’ler gökkuşağıyız, Biz’ler çocuğuz, Biz’ler demokrasiye inananlarız, Biz’ler insan hakları savunucularıyız, Biz’ler her kimlikteniz, Biz’ler özgür dünyayı savunanlarız, Biz’ler doğanın koruyucuyuz, Biz’ler güvenceli yaşam ekonomisini kuracak olanlarız, Biz’ler işçiyiz-emekçiyiz, Biz’ler sosyal hakların güvencesiyiz.”

HDP’nin programını Özgür Gündem Gazetesi Yazarı Veysi Sarısözen şöyle yorumluyor: "Bildirgede sayılan hedeflere ulaşma konusunda insan faktörü meselesi var. HDP bildirgesindeki hedefleri hayata geçirmek için her türlü bedeli ödemeye hazır güçler HDP’de birleşmiş. Tarih kanıttır: Özgürlükçü Kürtler, sosyalistler, Aleviler yüz yıldır bedel ödüyor. Düşünün özgürlükçü Müslümanların çile çekmiş temsilcisi kadın aday HDP saflarında. Ve bu partinin adaylarının yarısı kadın. O halde bu program gerçekçidir. Kürt özgürlük hareketinin konfederalizmi gerçekleştiği, yani Kürdistan’ın parçaları ile o parçaların yer aldığı devletler demokratik konfederal entegrasyona girdiği zaman; HDP programını yürütecek değil, uçuracak kaynaklar küresel güçlerin ve bölgesel emperyalistlerin elinden alınır. Bu kaynaklar, Kuzey’in Dicle-Fırat suları ile Güney’in ve Rojava’nın petrolüdür."

EŞBAŞKANLIK VE KADIN POLİTİKALARI

7 Haziran seçimlerini kadınlar açısından önemli bir süreç olarak ele almak gerekir. Özellikle HDP’nin milletvekili adaylarının yüzde 48’inin kadın olmasının, genel kamuoyunda ve kadınlar cephesinden de anlamı oldukça büyük. Bu temsiliyet düzeyine ek olarak, kadın kotası uygulaması ve kadın adaylara pozitif ayrımcılık olanaklarının sunulması, kadınların siyasete daha fazla girmesinin olanaklarını yarattı. Yaşamın yarısı, toplumun yarısı, insanlığın yarısı olan kadınları siyasetin de yarısı halinde konumlayan HDP’nin, başta eşbaşkanlık uygulaması olmak üzere kadın meclisi, her kesimden kadının temsiliyeti ve kadınlar adına değil kadınların kendileri için politika ürettiği bir siyaset anlayışını hayata geçirmesi toplumdan teveccüh buldu.

HDP genel seçim beyannamesinden bağımsız olarak bir de kadın bildirgesi açıkladı. Bu bildirgede “kadın eksenli yeni anayasa”, “kadınlar olarak çözüm ve müzakere sürecinde tarafız” başlıkları öne çıktı. “Savaşa entegre değil, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme” başlığı altında sunulan bölümde yer alan “İŞ-KUR gibi resmi devlet kurumları başta olmak üzere iş arama kanallarında pozitif ayrımcılık”, “Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’nın, TBMM’de görüşülmesi sırasında dikkate alınmak üzere Toplumsal Cinsiyet Raporu hazırlanması”, “Ev işçisi kadınlar iş yasası kapsamına alınması”, “Kadın ve erkek çalışanların, yasal günlük/haftalık çalışma süreleri hiçbir hak kaybı olmadan günde en fazla 7, haftada en fazla 35 saate indirilmesi”, “8 Mart kadın emekçiler için ücretli tatil ve bütün kadınlar için ücretsiz ulaşım günü olarak ilan edilmesi”, “Kadınlara eşit, parasız, ulaşılabilir, nitelikli ve anadilinde sağlık hizmeti” gibi çözüm önerileri de dikkat çekti.

HALK BAŞKANLIK SİSTEMİNE ‘HAYIR’ DEDİ

7 Haziran Genel Seçimleri öncesi Açık Toplum Vakfı, Koç Üniversitesi ve ABD Ohio Devlet Üniversitesi’nin desteğiyle yapılan ‘Haziran 2015 Seçimleri Türkiye Kamuoyu Dinamikleri Araştırması’ bir gerçeği ortaya çıkarmıştı: Araştırmaya göre seçmenlerin sadece yüzde 27’si başkanlık sistemini destekliyor, geri kalan yüzde 73 başkanlığa kesin bir dille karşı çıkıyordu. Bu seçimde, başkanlık sistemi oylanmadı. Bu seçimde, bir anlamda “Tayyip Erdoğan’ın başkan olma isteğini” halkın kabul edip etmediği oylandı. Halk, Erdoğan’ın başkan olmasını kabul etmedi, istemedi. Çünkü halkta, Erdoğan başkan olduğu takdirde ülkeyi daha kişisel yöneteceği yönünde bir kanaat belirdi. Erdoğan’ın başkanlık isteğini ‘tek adamlık’ olarak yorumlayan Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu; bunun altında yatan isteğin ‘tek adamlık’ olduğunu belirtmişti. Kanadoğlu, Erdoğan’ın ‘başkancılık’ sistemi istediğine dikkat çekerek, başkanlık sisteminde de kuvvetler ayrılığı ilkesinin katı şekilde uygulandığını hatırlatmış, ancak Erdoğan’ın 7 Haziran’ın sonuçlarına bağlı olarak tek adamlığa doğru gidecek yolu açacağını anlatmıştı.

Öte yandan mevzu başkanlık olunca küçük bir hatırlatma: Başkanlık sistemini hararetle savunan Tayyip Erdoğan, 1993 yılında Metin Sever ile Cem Dizdar’a verdiği röportajda, bu sistem için ‘emperyalist öneri’ demişti. Erdoğan, kapatılan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken verdiği röportajda şunu söylemişti: "Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesidir." Erdoğan aynı röportajında “Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır. Kürtler için Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir” da demişti.

CUMHURBAŞKANI’NIN TARAF OLMASI TERS TEPTİ

Anayasa’nın 103. maddesine göre cumhurbaşkanının, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde içtiği andın son bölümü şöyle: "….Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim." Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı seçildiğinde bu yemini etti. Peki sonra?

Sonra şunlar oldu: Erdoğan seçim takviminin başladığı 10 Mart 2015’den başlayarak Türkiye’nin değişik illerinde toplu açılış törenleri adı altında halka açık mitingler yaptı. Tamamı TRT başta olmak üzere televizyon kanallarının büyük çoğunluğunda canlı yayımlanan mitinglerde ‘gönlümde yatan bir parti var’ diyerek AKP’yi işaret etti, 400 vekil için oy istedi, muhalefet partilerini hedef gösterdi. Anayasal tarafsızlığına ve tarafsızlık yeminine aykırı olarak iktidar partisi yöneticisi gibi davranan, devletin olanaklarını AKP yararına kullanan Erdoğan’ın mitinglerinde platformun arka fon rengi olarak AKP’nin kurumsal logo rengi kullanıldı. Kur’an-ı Kerim, Erdoğan tarafından kitlelere gösterilmek suretiyle propaganda aracı haline dönüştürüldü. HDP’nin buna dair yaptığı iki itiraz da Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedildi.

Erdoğan’ın tarafsızlık ilkesini tamamen çiğnediği seçim dönemi icraatlarından bazıları şunlar:

* 10 Mart: Muhtarlara konuştu, 59 dakika sürdü, 12 kanal canlı yayımladı.

 * 11 Mart: Rektörlere konuştu, 30 dakika sürdü, 9 kanal canlı yayımladı.

 * 13 Mart: Memur-Sen’in Çanakkale konulu toplantısında konuştu, 36 dakika sürdü, 11 kanal canlı yayımladı.

 * 14 Mart: Tıp Bayramı’nda konuştu, 23 dakika sürdü, 9 kanal canlı yayımladı. Aynı gün Çanakkale Toplu Açılış Töreni 40 dakika sürdü, 9 kanalda canlı yayımlandı.

 * 15 Mart: Balıkesir’de toplu açılışta konuştu, 45 dakika sürdü, 10 kanal canlı yayımladı.

 * 16 Mart: Aselsan açılışına katıldı, 35 dakika sürdü, 10 kanal canlı yayımladı.

 * 17 Mart: Kars’ta konuştu, 30 dakika sürdü, 9 kanal canlı yayımladı. Aynı gün temel atma törenine katıldı, 14 dakikalık konuşmasını 12 kanal canlı yayımladı.

 * 18 Mart: Sergi açılışına katıldı, 15 dakika sürdü, 7 kanal canlı yayımladı.

 * 19 Mart: Osmanlı arşivi açılışına katıldı, 20 dakika sürdü, 12 kanal canlı yayımladı.

 * 20 Mart: Ukrayna’ya giderken 15 dakika konuştu, 11 kanal canlı yayımladı. Aynı 29 dakika konuştu, 10 kanal canlı yayımladı.

* 21 Mart: Denizli’de toplu açılışa katılmış, 45 dakika konuştu, 10 kanal canlı yayımladı. Aynı gün Denizli’de sivil toplum örgütleriyle görüştü, 26 dakikalık konuşmasını 10 kanal canlı yayımladı.

* 23 Mart: Kızılay kongresine katıldı, 23 dakika konuştu, 8 kanal canlı yayımladı. Aynı gün muhtarları topladı, 48 dakika konuştu, 10 kanal canlı yayımladı.

* 25 Mart: Türkiye Pazarcılar, Meyveciler ve Sebzeciler Federasyonu ile bir araya gelmiş, konuşması TV kanallarında 3 saat 32 dakika yer buldu.

 27 Mart: Karabük’te toplu açılış töreninde konuştu, konuşması TV kanallarında 5 saat 34 dakika canlı yayımlandı.

29 Mart: Tokatlılar buluşmasında konuşum 400 vekil istedi.

1 Nisan-4 Mayıs tarihleri arasında katıldığı etkinlik ve programlar, TRT’de 13,5 saat süreyle yer buldu.

HALK YOLSUZLUKLARI UNUTMADI

2001 krizi sonrasında gelen siyasi, iktisadi ve sosyal travmalara karşı AKP’nin çıkış yaptığı en büyük slogan ‘3Y ile mücadele’ idi: Bunlar; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele etmekti. İktidara geliş sürecinden bu yana mazlum edebiyatı yapan, “bir lokma, bir hırka” diyerek kitleleri aldatan Erdoğan ve şürekâsı, 12 yılda Karun kadar zenginleşti. Şimdi sarayında keyif süren Erdoğan “bir lokma, bir hırka” lafını çoktan unuttu.

17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye, gizlice kaydedilen tapelerin sosyal medya aracılığıyla dağıtılmasıyla, zamanın başbakanı Erdoğan ve yakın çevresini çevreleyen bir yolsuzluk skandalıyla sarsıldı. Giderek artan sayıda tapeler ortaya çıktıkça, AKP tarzı yolsuzluğun kodları da deşifre edildi ve yolsuzluğun bu yeni biçiminde, daha sistematik ve kurumsallaşmış bir şeyler olduğu görüldü.

AKP iktidarı dönemindeki yolsuzluklar daha çok; 2000’li yıllarda yeniden düzenleme, kentsel dönüşüm, yoksullukla mücadele adına işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi ve büyük ölçekli özelleştirmeler gibi politikalar içeren neoliberal dönüşümün sonucu olarak ortaya çıktı. AKP, devletin bu sermaye yanlısı yeniden dağıtım olanaklarını, büyüyen inşaat sektörü aracılığıyla yeşil sermaye tabanını güçlendirmek amacıyla kullandı. Yoksullara oy karşılığı sadaka vererek, muhafazakar tarzda bağımlılık ilişkilerinin de yaratılmasını sağladı. Siyasi olarak sadık iç yatırımcıya, Arap dünyası ve Afrika’nın İslam devletlerinde bağlantılar ve pazarlar oluşturularak iktisadi destek sağlanması, toplum üzerinde yeni bir siyasi hakimiyet kurulmasına yönelik bu stratejilerle uyumluydu. Kamu ihalelerinden alınan rüşvetlerle oluşturulan ortak komisyon havuzları üzerinden örgütlenmiş bir yapı, rüşvetlerin bağış görünümünde Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) gibi derneklerde toplanması ve bu süreçlerin Erdoğan tarafından doğrudan kontrol edildiğini de dair de iddiaları artırdı.

Onca ses kaydına, delile, her şeyin ayan beyan ortada olmasına rağmen Erdoğan kutuplaştırma siyaseti yürüterek AKP’ye oy veren kitlede bir yanılsama yaratmıştı. AKP’nin yolsuzlukların üstünü alenen örtmeye girişmesi, dört eski bakan için yargıdan takipsizlik kararı çıkarılması, bütün bu yolsuzluklar ortadayken bakan çocuklarının ve Reza Zarrab’ın el konulan paralarının faizi ile birlikte geri verilmesi, AKP tabanında da içten içe tepkilerin büyümesine neden oldu. AKP ne kadar olayın üstünü örtmeye çalışırsa çalışsın gerçekleri kitleler bir tarafa not etti. 7 Haziran sonuçları ortaya çıkarttı ki; yargının verdiği takipsizlik kararı AKP’yi ve bakanları aklamaya yetmiyor.

‘DEĞERLİ YALNIZLIK’ TUTMADI, İTİBAR YERLERDE

7 Haziran sonrası dünya medyasında şu manşetler öne çıktı: 'Erdoğan’ın sultan olma rüyası bitti’, ‘Erdoğan kariyerinin en kötü seçimlerini yaşadı’, ‘Erdoğan için darbe’, ‘Cumhurbaşkanı’nın tavrı kampanya sırasında kabaydı ve cezalandırıldı’, ‘AKP için tokat’, ‘Erdoğan’ın başkanlık hedefinin sonu’,’ Erdoğan için yıkım gecesi’, ‘Yenilgiyle çöküş’, ‘Kürtler Erdoğan’ın saltanatına son verdi’, ‘Türkiye Erdoğan’ın başkanlık hayallerine hayır dedi’ vs. Miting meydanlarında dünya medyasına da had bildirmekten geri durmayan Erdoğan’a dair yapılan bu yorumlar; Türkiye’nin son birkaç yılda dünyada da kaybettiği itibarın göstergesi olması açısından dikkate değerdi. Bu itibar nasıl kaybedilmişti, Radikal Yazarı Fehim Taştekin’in vurgularıyla hatırlayalım: “Batılı ortaklarına karşı düşmanlık… Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu dahil AB’nin kurumlarından gelen uyarılara karşı had bildiren çıkışlar… Ülkenin diktatörlüğe kayışına ve antidemokratik uygulamalara dikkat çeken uluslararası medya organlarını azar… Suriye’de işi El-Kaide’yi desteklemeye vardıracak kadar rejim değiştirme takıntısında ısrar… IŞİD gibi örgütler eliyle Rojava’da Kürtleri boğdurma çabası… Sünni blok namına Yemen’i yakıp yıkan Suudilerle ortaklık… Körfez namına bu ülkenin en istikrarlı komşusu İran’la mezhep kavgasına girişme… ‘Bana artık yavru muamelesi yapma’ diyen Kuzey Kıbrıs’a şamar… Filistin davasını istismar… Irak’ta mezhep savaşına ortaklık.”

Seçim sonuçları; AKP’nin ‘değerli yalnızlık’ diye allayıp-pulladığı dış politika stratejisinin de halk tarafından onaylanmadığını ortaya koydu. Bunun en önemli nedenleri; IŞİD ve El-Nusra gibi terörist örgütlerin Türkiye sınırlarına kadar ilerlemesi ve ciddi toplumsal sorunlara yol açan Suriyeli mülteci akınlarının devam etmesi. Diplomatik kaynaklara göre; son yıllarda devlet politikası ortadan kalktı, hükümet politikası oldu. Devletin geleneksel bir çizgisi, Cumhuriyetin başından beri oturmuş bir dış politika omurgası vardı. Ama AKP iktidarıyla dış politika raydan çıktı. Türkiye Ortadoğu'da dahi yalnızlaştırıldı. Dış politikanın bu şekilde sürdürülmesinin mümkün olmadığını söyleyen diplomasi çevreleri; seçim sonuçlarının Avrupa ile ilişkiler, Suriye, Kıbrıs ve Ukrayna ve gibi birçok konuda değişikliklere gidilmesi gerektiği sonucuna yol açtığını belirtiyor. Tabii 7 Haziran’ın en önemli sonucu ise, Erdoğan’ın dış politikadaki etkinliğinin azalması olacak.

HDP'YE YÖNELİK SALDIRILAR

Planlı bir şekilde HDP şiddetin içine çekilmek istendi. Ağrı Diyadin’de PKK ve askeri çatıştırma amaçlı senaryoyu bizzat HDP’liler boşa çıkarttı. Gerillalar çatışmadan özellikle kaçındı ve burada bir asker ayağından yaralandı. Ancak 2 PKK’li hayatını kaybetti. Aynı olayda çatışmaya canlı kalkan olarak engel olmak isteyen 1 de HDP’li hayatını kaybetti.

HDP’nin Adana ve Mersin merkezleri bombalı saldırılara uğradı. Bingöl’de bir HDP çalışanı, onlarca kurşunla infaz edildi. HDP’nin Amed’deki yüzbinlerce insanın katıldığı final mitingi bombalı saldırıyla yarıda kesildi. Toplamda 200’ün üzerinde ırkçı saldırıda 8 kişi hayatını kaybetti. Fakat bu saldırıların tamamı ters tepti. Özellikle HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın sükunet çağrısı, Kürtler tarafından tereddütsüz hayata geçirildi. Cenazeler bile hiçbir provokasyona yol açmayacak şekilde toprağa verildi. HDP’nin saldırılara rağmen ‘Barış kazanacak’ mesajı çözüm sürecinin esas dinamosunun HDP olduğunu, barışın karşısındaki gücün ise iktidar olduğunu Türkiye halklarına gösterdi. Sonuç olarak; AKP kurmaylarının sürekli hedef gösterdiği HDP kitlesini sokağa çağırmadı, hatta çıkanlara bile “Evlerinize girin” dedi. Aynı saldırılar PKK tarafından da soğukkanlılıkla karşılandı ve PKK, HDP’yi zora sokacak hiçbir girişimde bulunmadı. Üstelik aynı sükunet çağrıları KCK-PKK yetkilileri tarafından da yapıldı. HDP çalışanları, seçmenleri ve binalarına yapılan saldırılar; beklenildiği gibi provokasyona yol açmadı ancak AKP’yi Kürt coğrafyasından sildi.

KÜRTLER, ‘BİZ SENDEN DAHA DİNDARIZ’ DEDİ

Hükümet kanadından HDP’ye yönelik saldırılar özellikle din bir politik araç haline getirilerek yapıldı. Erdoğan AKP’nin doğal lideri olarak seçimin son virajında partisinin seçim stratejisine müdahale etti. Müzakere masasını yıktı ve HDP’ye yönelik bir nefret dilini devreye soktu. Elinde Kur'an-ı Kerim’le miting meydanlarında boy gösteren Cumhurbaşkanı, Kürt Siyasal Hareketi'nin "Zerdüşt" olduğundan başlayıp, "domuz eti" tartışmasına kadar uzayan bir skalada ısrarlı bir antipropaganda süreci başlattı. Bunu özellikle Kürt seçmenin dini değerlere bağlılığı üzerinden yaptı; HDP’lileri dinsiz, sapık, ateist ilan etti. Bu da ters tepti. Kürtler “Biz sizden önce Müslüman olduk, bu dini senden öğrenecek değiliz” diyerek hassasiyet gösterdi.

Demirtaş seçim meydanlarında Erdoğan’la “Esas Müslüman biziz, siz yozlaştınız düellosu” yapmak zorunda kaldı ve sonuçlara bakılırsa kazandı.

Öte yandan HDP bir önceki seçimde dindar kesimlere yönelik olarak Altan Tan’la başlattığı açılımı biraz daha genişletti. Eski Diyarbakır Müftüsü Nimettullah Erdoğmuş, başörtüsüne özgürlük davasıyla tanınan Hüda Kaya gibi isimlerin aday gösterilmesi dindar Kürtleri etkiledi.

Kürtlerde ‘milli kimliğin’ ‘dini kimliğe’ ağır bastığını bu süreçte izledik. Nüfusunu Kürtlerin oluşturduğu 13 kentte, HDP oyları silip süpürdü. Bu 13 ilde AKP’nin milletvekili sayısı 10’un altına düştü. Seçimlere sayılı günler kala havaalanı açılışı yapılan Yüksekova’da HDP yüzde 94 ile rekor kırdı. Emine Erdoğan’ın memleketi Siirt’te bile AKP, çoğunluğu HDP’ye kaptırdı. Tarım Bakanı’nın memleketi Amed’de HDP az kalsın tulum çıkarıyordu, 9’a 1 vekil. Maliye Bakanı’nın memleketi Batman’da da öyle, 3’e 1 vekil.

Bu veriyi destekleyen bir istatistik de şimdiye kadar varlığı-yokluğu fark edilmeyen İç Anadolu’daki yerleşik Kürtlerin HDP’ye yönelişi. Ankara Haymana’da 2014 yerel seçiminde yüzde 7.5 olan HDP oyları yüzde 18.5’a taşınarak 2 katın üstüne çıktı. HDP Konya Cihanbeyli’de yüzde 35, Kulu’da yüzde 28, Eskişehir Mahmudiye’de ise yüzde 12 oranında oy alarak daha önceden AKP’ye oy atan İç Anadolu’da yerleşik Kürtleri yanına çekti.

KOBANÊ DÜŞMEDİ, AKP DÜŞTÜ

AKP en büyük hatayı Rojava meselesinde yaptı. Seçimi esasen orada kaybetti. Kürtler Türkiye’nin Kobanê'de vuku bulan savaşta IŞİD’i desteklediğine kanaat getirdi. Ve bunu iktidarın, Öcalan’la yapılan mutabakata ihaneti olarak değerlendirdier. Bu algının oluşmasında Erdoğan’ın ‘Kobanê düştü düşecek’ sözlerinin katkısı da büyük. Bu söylem Kürt coğrafyasında ve metropollerde muhafazakar Kürtlerin HDP’ye yönelmesine yol açtı. Mesela Kürt nüfusunun yoğun olduğu İstanbul Esenyurt’taki oy değişimi iyi bir örnek. 2014 yerel seçimlerinde AK Parti’nin yaklaşık yüzde 47, CHP’nin yüzde 34 ve HDP’nin yüzde 9 aldığı ilçeden bu kez HDP tam yüzde 22.5 oranında oy çıkarttı. Esenyurt’ta 2014’te 34 bin oy alan HDP, bu seçimde oylarını tam 2.5 kat arttırarak 82 bine çıkardı.

Kobanê Direnişi’nin 7 Haziran’a etkisini Mazlum Der’in eski yöneticilerinden Ömer Faruk Gergerlioğlu şöyle değerlendiriyor: “Kürtleri küstürürsen böyle olur işte. Aklına estiğinde 'Kürt kardeşim' demekle olmuyor bu işler. Roboski'yi umursamaz, 'Kürt sorunu yok', 'Kobanê düştü düşecek' dersen, çözüm sürecini oyuncağa çevirirsen böyle olur işte.”

SELAHATTİN DEMİRTAŞ FAKTÖRÜ

Gezi Türkiye’de siyasi iklimi değiştirdi. Selahattin Demirtaş bu iklime uygun ‘Beyaz Türk-Kürt’ denilen beyaz yakalı orta sınıfların idealindeki uzlaşmacı, hoşgörülü, otoriterlikten ve buyurganlıktan uzak –Erdoğan’ın tam zıttı- siyasetçi tipolojisinin canlı kanlı hali oldu. Hem eğilip bükülmeyen hem de kırıp dökmeyen, yapıcı ve direngen üslubuyla Demirtaş; HDP ile kendisini özdeşleştirmekte zorlanan çoğu seçmen için parti ile müstakbel yeni seçmenleri arasında bir köprü görevi gördü. Ancak müstakbel HDP seçmeni gözünde Demirtaş, sadece esprileri, hazırcevaplığı, türkü söylemesi vb. ile oy verilebilecek genel başkanlar listesine dahil edilmiş bir popüler ikon olmadı. Demirtaş aynı zamanda; HDP’ye kuşkuyla bakanların önemli bir kesimin endişelerini azaltabilecek kişiliği ve siyasal diliyle, geleneksel HDP seçmeni içerisinde anılmaktan çeşitli sebeplerle rahatsızlık duyan kitleleri HDP’ye bağlayan bir koridor işlevi de gördü. Kuşkusuz onun Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı oy, genel seçimlere parti olarak girmenin en önemli etkeni oldu. 7 Haziran sürecinde de; iktidarın bam teline dokunmalarıyla, hukuksuzluğu en basit şekilde kitlelere anlatmasıyla, “Seni başkan yaptırmayacağız” diye etkili ve yerinde vuruşlarıyla üstlendiği misyonu sürdürdü. Mitinglerinde tipik bir siyasetçiden farklı olarak kullandığı belagat yeteneği, HDP’nin halkla ilişki kurmasını kolaylaştırdı. Öte yandan popülerliğinin yanına, yalın dili ve halkın içinden duruşunu da eklemeyi başardı. Bağlama çalmasını bile AKP’nin yolsuzluklarının eleştirisi haline dönüştürdü. HDP’nin barajı geçmesi halinde, neler kaybedeceğini bilen iktidar partisi en çok Demirtaş'ın etkili muhalefetinden rahatsızlık duydu ve bu yüzden ‘yandaş medya’ HDP’yi itibarsızlaştırma operasyonunu hep Demirtaş üzerinden yapmaya çalıştı. Ancak ne Erdoğan’ın, ne Davutoğlu’nun, ne de medyalarının çabaları Demirtaş’ın etkileyiciliğini ve inandırıcılığını aşabildi. Bu etkiyi özellikle İstanbul’daki oy oranlarında çok açık görüyoruz. HDP İstanbul’da tahminlerin çok ötesinde oy olarak yüzde 10’u aşarken; Kadıköy, Bakırköy, Beşiktaş gibi CHP’nin kalesi denilen ilçelerde de oylarını yüzde 300 gibi bir oranda artırdı. Esas ilginç olan ise İstanbul’un kaymak tabakasının yaşadığı Bebek, Etiler gibi semtlerde de HDP’ye olağanüstü oranlarda oyun çıkması.

NASIL ÇALIŞTILAR?

Şu ana kadar anlattıklarımız HDP’nin barajı aşmasını sağlayan dış etkenler. Ancak en az onlar kadar önemli iç etkenler de var. Bunların başında da HDP üyelerinin, gönüllülerinin çalışmaları geliyor. Şimdiye kadar pek çok seçime giren HDP; 7 Haziran seçimlerine tarihinin en örgütlü hazırlığını yaptı. Mahalle birimlerinden ilçe teşkilatlarına, il teşkilatlarından genel merkeze kadar herkes baraj geçilecek rehavetine kapılmadan seçim çalışmasının içine girdi. Ancak bu seçimin en çalışkan kesimi kadınlardı. Antep’ten Adıyaman’a, İstanbul’dan İzmir’e, Bursa’dan Kocaeli’ne kadınlar günün ağarmasıyla birlikte sokaklara, evlere dağıldılar. Ve gece yarısına kadar, ziyaret edilmedik ev, girilmedik cadde-sokak-mahalle bırakmadılar. Maddi olanaksızlıklara rağmen, özellikle Kürt coğrafyasında gidilmedik köy kalmadı. İlçelere varan kadar alınan anons araçları, her yere HDP’nin büyük insanlık çağrısını ulaştırmak için canla başla çalıştı. Kadınlar kadar çalışan bir diğer kesim ise, gençler oldu. Özellikle üniversite gençliği HDP’nin çalışmasını sırtladı. Bu yüzden pek çok kentte gözaltına alınıp tutuklandılar, üniversitelerinden uzaklaştırma cezaları aldılar. Ancak buna rağmen, hem enerjileri hem de dinamizmleriyle HDP’nin seçim çalışmasının en önemli gücü oldular.

HDP bu seçimde medya ayağını da ihmal etmedi. Her il örgütünde kurulan basın birimleri, hem adayları yerel ve ulusal medyaya taşıdı hem de bu vesileyle halkın sorunları gündemleştirildi. Kürt basını da 7 Haziran seçimlerini sırtlayan üçüncü güç oldu. Hem Kürt televizyonları hem de ajanslar, büyük yatırımlarla HDP adaylarını görünür kıldı.

NASIL KORUDULAR?

Her seçimde gündeme gelen oy hırsızlığı 7 Haziran seçimlerinin en önemli temalarından biriydi. HDP, bir yandan siyasi çalışmalarını yürütürken bir yandan da oy hırsızlığı için gerekli önlemleri almayı ihmal etmedi. Bunun en önemli ayağı müşahit çalışmasıydı. Bir ay öncesinden başlayan müşahit kayıtlarıyla, HDP en az örgütlü olduğu yerlerde bile müşahit bulundurdu. Mühaşitlerin olmadığı yerlerde ise gezici müşahitlerle önlemler alındı. Öte yandan CHP ve MHP müşahitlerinin de HDP oylarını korumak için gerekli titizlikte davrandığını söylemek gerek.

Seçim günü ise bütün il merkezlerine kurulan 50 ila 100 arasındaki android bilgisayardan kurulu bilgi işlem merkezleriyle, sandıklardan gelen oylar veri haline dönüştürüldü. Bu veriler HDP Genel Merkezi’nde kurulan 9 server’e aktarıldı. YSK sistemiyle uyuşmayan sandıklara derhal itirazlar yapıldı. Ancak müşahitlerin titizliği nedeniyle, bilgi işlem merkezlerine sanıldığı kadar çok da iş düşmedi.

SONUÇ…

HDP kendisinin dışındaki etkenler ve çok sıkı bir çalışmayla, umulanın üstünde bir başarı göstererek Meclis’e 80 vekil gönderdi. Üstelik bu vekiller grubu, Kürt Siyasal Hareketi’nin ‘demokratik ulus’ olarak tabir ettiği özgür insan modelinin küçük bir minyatürü olmaya şimdiden aday: Azerisiyle, Ermenisiyle, başörtülüsüyle, feministiyle, sosyalistiyle, din adamıyla, Êzîdîsiyle, Arabıyla, Süryanisiyle HDP’nin Meclis grubu Türkiye’yi de renklendirecek.

GÖRÜŞLER

ALTAN TAN

(HDP Amed Milletvekili)

KÜRTLER, AKP’YE KARŞI BİRLEŞTİ

“HDP'nin başarılı olmasının nedeni, ülkede ne kadar Kürt varsa bunların büyük bir kısmı birleşti. Bir de Tayyip Erdoğan'ın özellikle Kürtleri dışlayan son politikalarına ciddi bir tepki verdi. Müslüman Kürtler partiden ayrıldı. Dindar Müslüman Kürtler AKP'yi terk etti, Erdoğan'ı terk etti. Tayyip Erdoğan'dan kurtulmak isteyen kim varsa bize oy verdi. Kürtler’in yüzde 80- 85'i HDP'ye oy verdi. Erdoğan'ın Kobanê söylemi, Roboski olayı ve Erdoğan'ın elinde Kur’an-ı Kerim gezdirerek Kürtleri kandırmak istemesi ciddi tepkilere dönüştü. 2007 yılında Diyarbakır'da AK Parti ile bizim aramızdaki fark 10 bindi, 520 bine çıktı. Tam demokratik bir Türkiye ve bütün sorunların çözümü için mücadele edeceğiz. Bu zaten bizim programımızda var. Yeni bir Anayasa yapılması için mücadele edeceğiz. Barıştan, uzlaşmadan yana çizgimize devam edeceğiz.”

ADEM ÖZCANER

(HDP Van milletvekili)

İTTİFAKLAR ETKİLİ OLDU

“HDP mahallelerde, evlerde çok ciddi çalıştı. HDP kadroları çok iyi çalıştı. Mevcut konjonktür HDP'nin lehineydi. AKP'nin yanlış politikaları ve uygulamaları HDP'nin lehine oldu. Ezilenlerin, tarikatların, cemaatlerin ve dindar camianın katkısı HDP'nin iyi oy almasında etkili oldu. HDP'nin birçok kesimle ittifak yapması da bu başarıya etki eden etmenlerden bir tanesidir. Bugüne kadar HDP'nin uzak olduğu kesim dindar camiaydı. Bugün eğer başarılı olunmuşsa dindar Kürtlerin oyları etkili olmuştur. Umudumuz Kürt hareketinin amaçlamış olduğu hedef doğrultusunda HDP'nin siyaset yapması, aynı zamanda tüm ezilenleri, halkları temsil edebilme cesaretini göstermesidir.”

AYHAN BİLGEN

(HDP Kars milletvekili)

HALK BARIŞ İSTEDİ

“HDP'nin başarılı olmasının bir nedeni halkın barış istemesi ve sorunların parlamentoda çözülmesi isteğidir. Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın toplumda oluşturduğu korkudur. Türkiye'nin diktatörlüğüne ve otoriterleşmesine verilen bir karşı tepkidir HDP'nin oy alması. Biz bu iki duygunun HDP'nin barajı aşmasına ve Türkiye geneli iyi bir oy almasına damga vurduğunu düşünüyoruz. HDP'nin baraj altında kalmaması için ortak vicdani uzatılan bir eli boşa çıkartmamıştır, kendisine yakışanı yapmıştır. Biz onun başlangıç olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemde bu emaneti tüm layıkıyla temsil ettiğimiz takdirde çok daha güçlü bir katılım Türkiye'nin batısında da gerçekleşecektir. HDP'ye oy verenlerin talepleri, beklentileri, duyarlıkları, hassasiyetleri bellidir. Güçlü, etkili bir toplumsal muhalefet edeceğiz.”

NİMETULLAH ERDOĞMUŞ

(HDP Amed milletvekili)

MİTİNGE BOMBA, AKP’Yİ BİTİRDİ

“HDP merhalelerin başarısıdır. HDP uzun merhalelerden, mücadelelerden sonra bir Türkiye partisi olma yolunda bir yol izledi. Programını da insanlar samimi gördü. Türkiye'nin temel sorunlarını çözecek bir program olarak gördü. Halk da bu şekilde iradesini ortaya koydu. Bölgede de uzun bir süredir halkın iktidardan beklentisi vardı, özellikle çözüm süreci konusunda, bununla ilgili gelinen noktada bir tıkanıklıktan ziyade gayri ciddi bir yaklaşım gördü. Bu, insanları çok rahatsız etti, incitti. Cuma günü HDP mitingine bombalı saldırı oldu, bu halkı çok incitti. Bu iktidarın bölgede sonunun başlangıcı oldu. Eğer bu gayri ciddi tutum devam ederse iktidar bölgede tabela partisi konumuna düşer. En son Diyarbakır'da yaşanan saldırı da büyük tepki çekti ve bu tepki sandığa yansıdı. O saldırı büyük bir felaketti. Diyarbakır o saldırıyı kendisine yapılmış kabul etti. Öyle algıladı. AK Parti’nin Diyarbakır'da aldığı oy zaten bunu gösteriyor. Bu seçimde muhafazakar kesimler barışın yanında yer aldı. Barış sorunu dindarların da sorunudur.”

BAKİ GÜL

(Gazeteci)

EZBERLERİ BOZDU

“HDP; Türkiye’de siyasi ezberleri bozan bir gerçeklik olarak ortaya çıktı. HDP, siyaset tarzı, örgütlenmesi, siyasal bilinci, taşıdığı misyon ve en önemlisi de üzerinden şekillendiği tarihsel mücadele mirası Türkiye ezilen halklarının mücadele mirasının temsilini sağlayan bir parti oldu.

Geliştirdiği eşbaşkanlık sistemi, kapsadığı bütün kesimlerin farklılığı ve özgür eşitliği temel ilke edinmesi de HDP’nin en belirgin özelliği olarak Türkiye siyasetine büyük bir katkıdır. Başından bugüne kadar Yavuz Önen-Fatma Gök, Sebahat Tuncel-Ertuğrul Kürkçü ve şimdilerde Selahattin Demirtaş-Figen Yüksekdağ ile temsil edilen bu sistemin klasik parti örgütlenmelerini temelden sarsan bir durum olduğu da herkesin kabul ettiği bir gerçek oldu.

Özellikle 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın performansı, kurdukları siyaset dili, hitabetleri, halklarla kurdukları bağ bu seçimlerin en belirgin rengi olarak ortaya çıktı.

HDP; Türkiye’deki tekçi, devletçi, erkek egemen siyaset anlayışını alt üst etti. Dar sınıf, ulus eksenli siyasal yapıların statükocu özelliklerini zayıflattı. Demokratik ulus ilkesi üzerinden farklı etnik, dinsel, kültürel, sınıfsal farklılıklara dayalı özgür eşitlik ilkesi üzerinden kendisini ifade etmesini sağladı. Örneğin eski Türkiye’de her farklılığı “Türkçülük”, farklı inançları İslam’ın Sünni mezhebi üzerinden tanımlamak isteyen, sınıf siyasetini dar ve kaba olarak ele alan reel sosyalist anlayışı da radikal eleştirisi ile dönüştürerek daha demokratik, çoğulcu yaptı.

HDP, siyasetin yorgun, asık suratlı ve totaliter özellikler taşıyan yapısını da alt üst etti. Güler yüzlü, kapsayıcı ve diyalog-çözüm ilkesi üzerinden kendisini var etmeyi de pratik politikanın ilkesi haline getirdi.

En önemlisi de HDP; sokağı, halkı kendisinin bir parçası yaptı. Devletin elit, statükocu ve sadece merkez medya üzerinden bir ilişki yerine doğrudan halkla ilişki kurarak sahici bir toplumsallığı ortaya çıkardı. HDP sokakta, iş yerinde, okullarda işçiler, öğrenciler, gençler ile bu ilişkiyi doğrudan kurmayı başardı. Bu da Türkiye siyasetinde yeni bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Elit, ihale ve rant peşinde koşan seçilmişler yerine; ‘sıradan’ vatandaş olmayı bilen, halkın yanında olan ve devlete karşı toplumu geliştiren politikayı da yine HDP’nin siyaset geleneği başarılı bir şekilde ortaya koydu.

HDP’nin siyasete getirdiği yeni soluk bunlarla sınırlı değil: Halkın irade olarak siyasette nasıl bir renklilikte ve eylemlilikte olduğunu göstermesi açısından da çok önemli. Çünkü HDP; devrimsel süreçlerin, devrim içinde devrimi yaşamak olduğunu da kanıtladı. Yoksulların, mülksüzlerin yana yana gelince neleri değiştirebileceğinin işaretlerini verdi.

En önemlisi de HDP, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin büyük bir direniş geleneği ile ödediği bedellerin boşuna almadığını kanıtladı.”