AKP’nin devreye koyduğu savaş konseptini, KDP’nin açıklamalarını değerlendiren PAJK Koordinasyon üyesi Rotinda Amed, “Silahlı mücadele bu idea üzerineydi, meşru savunmaya ile kendi savunmasına dayalı bir mücadeleydi. Daha sonra bu yaşanan sorunları müzakere yoluyla çözmeye çalıştık” dedi.
ANF’ye konuşan PAJK (Partiya Azadiya Jinen Kurdistan) Koordinasyonu üyesi Rotinda Amed, “Türk devleti özgürlük hareketinin Önderliği ile bu işi gerçek ve ciddi bir şekilde yapmazsa Kürdistanlı halklar olarak siyasi çözümlerimiz var ve uygulayacağız” dedi.
Son süreçte AKP’nin çok yönlü savaş konseptini yeniden ve yoğun şekilde devreye sokmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreci geçmişten bağımsız ele almak yorumlamak eksik olur, güncel gelişmeler bizi bugünkü siyasetin aynısına boğar. İçinde bulunduğumuz süreci aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyıllık tarihi açısından ilk dönemden bugüne kadar Lozan anlaşmasıyla başlayan Kürdistanı dört parçaya bölen, asimilasyonu temel hedef haline getiren imha ve inkar konseptinin bir devam olarak ele almak lazım. Yoksa bugünkü uygulamalar 13 yıllık AKP hükümetinin yaratmış olduğu bir politika değildir. Bu politika için faşist Türk devletinin aslında cumhuriyet tarihi ile başlayan ve kendisini tek devlet yani ulus devlet anlayışı üzerinden örgütlendirip kendisi dışındaki tüm halkları ezme, yok etme politikasının yeniden hortlanmış halidir diyebiliriz. Bunda asıl sebep ise Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde gün geçtikçe geliştirilen Önderliğimizin paradigmasal felfesidir. Asıl korktukları bu mücadeleyle kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin ya da demokratik uygarlığın canlandırılmasıdır. Biz güçlendikçe, büyüdükçe ve Kürt halkı dışındaki tüm halklara umut oldukça da bu saldırıların dozajı yükseliyor. Ortadoğu’da özellikle 2010’da gelişen halkların kendi kendisini yönetme arayışını, umudunu ve bu umudun rengi olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin örgütlenme biçimi aslında bu zihniyete sahip ulus devlet mekanizmaları ya da egemenlerini korkuttu. Bundan dolayı da ortak konseptlere AKP yapılanması ile gittiler. Son süreç de bunun bir parçasıdır.
Bu konseptin yakın dönemle bağlantısı nasıl kurmak gerekir?
Bizim için şu anda yürütülen savaş sadece AKP hükümetiyle başlamış bir savaş değildir. Bize göre Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca defalarca el değiştiren hükümetlerin hepsinin kendisinde kalıcı olmak için yaptıkları tek ortak uygulama vardır, o da halkları katletme uygulamasıdır. Bunu Demirel de, Tansu Çiller de yaptı. Hani deniyor ya 90’lı yıllara mı dönüyoruz. 90’lı yıllardan çıkmamış ki bu devlet. Şimdi de Erdoğan çıkıyor diyor ki ‘biz 90’lı yılları düşünmüyoruz’. Öyle değil. 90’lı yılları eğer ortadan kaldıran bir güç varsa o da halkımızın iradesi, özgürlük mücadelesi ve Önderliğin yaratmış olduğu yaşam şeklidir. Biz hareket olarak 90’lı yılların bu hükümet tarafından değiştirildiğine inanmıyoruz. 90’lı yılların daha da vahşi hallerini yaşattılar, yaşatıyorlar. Yine yüzlerce savaş uçağını kaldırıyor. Savaşsa bile mertçe savaşmıyor. Eğer güçleri özgürlük hareketi karşısında savaşmaya yetiyorsa buyurup gelsinler, savaşalım. Biz savaşmaktan kaçmıyoruz. O anlamıyla yüzlerce uçağı kaldırıp Kürdistan coğrafyasını, dağlarını bombalayıp sanki başarıya ulaşmış gibi kendilerini lanse etmek istiyorlar. Bu düpe düz yalandır.
AKP’nin son saldırılarla hedeflediği Kürdistan’ı insansızlaştırma politikasına paralel olarak KDP’den de Medya Savunma Alanları’nın boşaltılmasına yönelik paralel açıklamalar geldi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Biz burdayız ve gitmiyoruz. Kimse bizi dağlarmızdan, ülkemizden çıkartmaya dönük bir yaklaşıma giremez. Ne Erdoğan, ne KDP bizi Kürdistan’dan çıkartamaz. Bir yandan Erdoğan Kuzey Kürdistan’dan diğer taraftan da Barzani Güney Kürdistan’dan çıksınlar diyor. Kimi, nerden kovuyorlar. Onlar gitsin. Onlar bu coğrafyanın insanlarıyla yaşamayı hak etmiyorlar. Çok istiyorlarsa buyursunlar o dayandıkları uluslararası güçlerin yanına gitsinler. Ama biz Kürdistan’ı terketmeyeceğiz. Biz Kürdistan’da sadece Kürtler olarak değil tüm halklar olarak yaşamaya devam edeceğiz. Biz ülkemizde kendi köklerimizle büyüdük ve yeşerdiğimiz yerden de asla çıkmayız. Bunu Türk devleti de, Türk devlet hükümeti de, cumhurbaşkanı da, başbakanı da, ordan burdan yazıp çizen yani devlet yetkilerinin ağzından yazıp çizen yazarlarına da söylüyoruz. Bu politika aslında soykırım ve katliamın başka bir yüzü.
Peki bu politikanın bozuldu denilen “süreçle” bağlantısını nasıl kurmak gerekir?
Yani sürecin bozulması diye bir şey yoktur. Süreç diye bir durum yoktu. Süreci kırk yıl önce Önderliğimizin “Kürdistan sömürgedir” diye başlattığı bir mücadele olarak ifade edebiliriz. Bu mücadelenin yarattığı inanç, umut, özgürlük ve sosyalizme olan inanç ve umuttu. Bu yeşerdikçe dallandı, budaklandı ve bütün halklara umut oldu. Onun için de süreç olarak adını koyduğumuz Önderliğin mücadele tarihidir, yarattığı realitedir. Silahlı mücadele bu idea üzerineydi, meşru savunmaya ile kendi savunmasına dayalı bir mücadeleydi. Daha sonra bu yaşanan sorunları müzakere yoluyla çözmeye çalıştık. Yani 93 ile başlayan ateşkes süreci, 99 geri çekilme ve daha sonra 2006-2008-2010 ve 2013 adımları gerçekleştirildi. Bu adımlar AKP’ninmiş gibi algılatılmaya çalışılıyor, doğru değil. En fazla bunun olmamasını dayatan AKP’dir. AKP’li Akdoğan geçen gün kendi ağzıyla itiraf etti ‘Oyları alan HDP, biz çözüm süreci yapalım’. Madem demokrasiye inanıyorsun, madem kendi elini taşın altına koymuşsun, madem bilmem neyin zehir zıkkımını içeceksin o zaman niye korkup hırçınlaşıyorsun. Bu aslında AKP’nin gerçek yüzüydü. O yüzden bu süreç onlardan bağımsız gelişmiş bir süreçtir, bu süreç Önderliğimizin, halkımızın öz iradesel çıkışı ve kendisini özgür yaşam için gerçekten hiçbir kaygı ve kuşkuyu düşünmeyen şehitlerimizin emeğiyle ortaya çıkmış bir süreçtir.
AKP’yi bu süreçte tam olarak rahatsız eden gelişmeler nelerdi sizce?
Şimdi güçlenen bu hareketi gören AKP ve onun devleti bunu hazmetmedi; çünkü kendisinin bittiğinin farkına vardı. Neden? Rojava’da onların desteklediği, beslediği DAİŞ’in bütün o vahşetine rağmen Kobanê şahsında büyük bir direnişle yepyeni bir yaşam örüldü. Aynı zamanda Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de HDP seçimlerde büyük bir zafer elde etti. Hayal kırıklığına birkez daha uğradılar. Bunların yaşanmasıyla önceden kafalarında olan süreçten de çark ettiler. Hedef seçimi kazanıp beş yıl daha ömrünü uzatmak ve dörtyüz millet vekili ile Erdoğan’ın hayalindeki tek başına diktatörlük hevesiydi. Bunlar olmayınca işte bugün içinde bulunduğumuz 24 Temmuz ile birlikte başlayan hava saldırıları ve Zergele katliamı da bugünün resmi oluyor. Fakat şunun bilinmesi gerekiyor; biz siyasal anlamdada askeri anlamda da güçlü bir pozisyondayız. Dost da düşman da bu gerçekliği bilmeli. Dostlarımıza şunu diyelim; büyüyoruz, özgürlüğe doğru ilerliyoruz ve dün bizimle olan bugünde bizimle olmalı. Çünkü bizimle olmak demek aslında özgürlüğe bir adım daha yaklaşmaktır. Düşmanlarımıza da şunu diyelim; biz iddialı bir halkız, çünkü iddialı bir yerden geliyoruz, köklerimiz çok güçlüdür, inandığımız değerlerimiz bizi bugünlere getirdi, o yüzden bizimle mücadele etmek bizi böyle o klasik tarzda savaş gücüyle işte teknikle bitirmeye çalışmanın beyhudedir. Şunu özellikle belirtmek lazım; biz daha savaşmamışız. Bugün işte yürütülen bazı eylemsellikler var bu eylemler sadece misilleme eylemleridir, meşru savunma hakkımızı kullanıyoruz. O yüzden bir savaşırsak, artık öyle eskisi gibi olmayacak. Yüzbinlerce gerillaya ulaşmış bir hareketiz. Biz ne uçaklarla ne de karadan biteriz. Eğer savaşmaya başlarsak savaşımız eskisinden farklı olacaktır. PKK’nin tüm militanları birer fedaidir. Yeri geldiğinde bu halk için gözünü kırpmadan birer Andok Eriş, birer Zilan olurlar.
Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit ve Kürdistan’a yönelik politikaları hakında neler söyleyebilirsiniz. Bu politikiları kırma yönünde halklar nasıl bir mücadele yolu izlemelidir?
Bizim için Önderliğin özgürlüğü halkımızın özgürlüğüdür. Önderliğimizin tecritte tutulması bizim için zaten bir savaş gerekçesidir. Önderliğimiz yoksa biz yokuz. Biz Önderliğin artık mekansal olarak özgürlüğünden yana net tavrımızı ortaya koymuşuz. Önderleğimizin mekansal özgürlüğü gelişinceye kadar ki tüm sözlü iddialar bizim için boş şeylerdir. O yüzden de askeri anlamda çaresiz olmadığımız gibi siyasal olarak da sadece devletlerin insafına kalmış bir hareket değiliz. Bizim projelerimiz ve sistemsel yaşam biçimlerimiz var. Rojava çok somut bir örnektir. Rojava’da oluşturulan Kürdistan’ı statü ve aynı zaman da Suriye’nin de demokratikleşme hedefi tüm parçalar için geçerlidir. Türkiye’de de Türk devleti özgürlük hareketinin Önderliği ile bu işi gerçek ve ciddi bir şekilde yapmazsa Kürdistanlı halklar olarak siyasi çözümlerimiz var ve uygulayacağız.
Dokuz boyutla; ekonomi, eğitim, öz savunma, sağlık vb. alanlarda bütünüyle yaşamımızı örgütleriz. Bu anlamda artık Kürt halkın da kendi öz iradesiyle kendi yönetimini ortaya çıkarabilmesi ve ‘ben nasıl yaşamak istiyorum, ne yapmak istiyorum’ diye iyi düşünmesi, sorgulaması ve kendi irade beyanını ortaya çıkarması gerekiyor. Bu yüzden halkımız mahalesini, ülkesini koruyabilmelidir. Kendimizi örgütledikçe gücümüzü de ortaya çıkarmış oluruz. Bu anlamıyla alternatifsiz değiliz. Halkımız hem Rojava’da hem de Kuzey Kürdistan’da kendisini nasıl yöneteceğini defalarca beyan etmiştir, bunu ete kemiğe büründürmenin zamanı gelmiştir. HDP ve DBP oturup şunu düşünmeli; bizler bütün alternatiflerimiz eğer karşı bir hamle ile yüz yüze kalıyorsa, ‘o zaman biz kendimizi nasıl örgütleyelim’ diye sormalılar. Kürdistan’da DTK’nin bu konuda daha işlevli olması lazım. DTK güçlü bir örgütlenmedir, Kürdistan’da yeniden bildiğimiz şeyleri birbirimize hatırlatarak örgütlemeye kavuşturmak lazım. Sadece oluşan bir olay üzerine söylemler geliştirmek yetmez. ‘Cenazeler geliyor, Habur sınır kapısında durduruluyor’ söylemleri bu şuursuzluğu karşılamıyor bile. Sadece bu tür olaylarda ayaklanmak değildir, ayaklanacaksak kendimizi yeniden sistemimizi kurma, inşa etme yönünde örgütlemeliyiz. Cenezalerimize uygulanan işkence Türk devletinin küçüklüğünü, Erdoğan’ın ve AKP’nin cüceleşmesini birkez daha gösteriyormiştir. Bunlardan insanlık beklemek onları yetersiz düşünmemizi beraberinde getirir. Ona rağmen halkımızın orada göstemiş olduğu dirayet ve inanç çok önemli ve doğru yoldadırlar. Ancak tüm Türkiye halklarının da bu kirli ve ahlaksız politikalara karşı dur deyip direnmesi gerekiyor. Buna dur deyip direnişi geliştirerek büyütecek olan kadınların bu süreçte daha da aktif bir biçim rol alıp mücadeleyi zaferle taçlandırmaları gerekir.