Faşist saldırı ve devrimci direniş

AKP-MHP faşizmi ayakta kalabilmek için her türlü yalana ve hileye baş vuruyor ve her türlü faşist baskı ve saldırı uyguluyor. Belli ki onun işi yalan-dolandır, faşist terör ve saldırıdır.

Sömürgeci-soykırımcı TC sisteminin topyekûn faşist özel savaş konsepti temelinde saldırı yürüttüğü ve buna karşı Hareket ve halk olarak topyekûn devrimci-demokratik direniş içerisinde bulunduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla yaşanan her olay, söylenen her söz, yapılan her iş böyle topyekûn bir savaş içerisinde gerçekleşiyor ve anlam buluyor. Her şeyi oldukça keskinleşmiş olan bu savaş kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Çünkü AKP-MHP faşist diktatörlüğü, başta Kürtler olmak üzere tüm halklara ve ezilenlere saldırıda hiçbir ölçü ve sınır tanımıyor. Tüm ezilenlerin de bu temelde kendilerini savunmaları gerekiyor. Her söze ve eyleme işte bu karşıtlık damgasını vuruyor.

Örneğin Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi-CPT Newroz öncesi İmralı görüşmelerine dair bir rapor yayınladı. Raporun içeriğinden çok, farklı iki husus temel tartışma konusu oldu. Birincisi söz konusu raporun neden Newroz öncesi yayınlandığıydı, ikincisi ise raporun iki yıl önce hazırlanmış olmasıydı. Yani iki buçuk yıl önce İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan bir görüşmenin iki yıl önce hazırlanmış olan raporu, tam iki yıl sonra ve bir Newroz öncesi kamuoyuna duyurulu verdi. Fakat özellikle Kürt halkında ve dostlarında öyle bir algı yarattı ki, sanki İmralı’da yeni bir görüşme olmuş ve Önder Abdullah Öcalan’ın durumu normalmiş! 

Tabi bu algı, Newroz etkinliklerini etkilemeye dönüktü. Çünkü yaklaşık üç yıldır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme yapılmaması ve durumu hakkında ciddi bir bilginin olmaması Kürt halkını ve dostlarını ciddi bir biçimde germişti ve bu durum Newroz kutlamalarına yansıyacaktı. Kürt halkı ve dostları hem “Öcalan’a Özgürlük” talebini çok daha yaygın ve güçlü öne sürecek ve hem de bu temelde daha radikal davranacaktı. İşte CPT’nin iki yıl önce hazırlanmış olan raporunun Newroz öncesi kamuoyuna duyurulması, Newroz kutlamalarında söz konusu düzeyin ortaya çıkmasını, yani Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü için daha radikal bir eylemlilik içinde olunmasını engellemeye veya zayıflatmaya dönüktü. Kürt halkı ve dostlarında oluşan gerginliği giderme ve bunun eyleme dönüşmesini engelleme amaçlıydı. Yani faşist özel savaş kapsamındaydı ve AKP-MHP faşist politikalarını yansıtıyordu. Zaten öyle bir ortamda yayınlanmasını da CPT değil, bizzat AKP Hükümeti kararlaştırdı. 

TC Yönetiminin uyguladığı psikolojik savaşı bilenler, söz konusu raporun açıklanmasını kuşkuyla karşıladılar ve hemen “Acaba?” sorusunu sordular. Çünkü ortada böyle bir görüşme zemini ve CPT’nin İmralı’ya gittiğine dair herhangi bir bilgi yoktu. Hemen raporun metnini aradılar ve gördüler ki sadece ilan yenidir, yoksa raporun kendisi yeni değildir. Kuşkusuz bu temelde de “Neden iki yıldır bu raporun kamuoyundan gizlenmiş olduğunu?” sordular. Öyle ya, geçen iki yıl boyunca söz konusu raporu basına vermek elbette zor değildi. Fakat verilmemişti. Peki ne zaman verildi? Bir Newroz öncesi ve Kürt halkının daha güçlü özgürlük eylemlerine yöneleceği zaman. İşte bu yönelimi zayıflatmak istediler. İmralı işkencehanesinde rehin tutulan Kürt Halk Önderi ile yapılan bir görüşmeyi bile faşist özel savaşın aracı haline getirdiler. Kürt halkına karşı bir saldırıya dönüştürdüler.

Elbette raporun metnine bakma imkânı olanlar ve bunu akıl edenler söz konusu psikolojik savaş oyununun farkına vardılar. Ancak herkes böyle yapmadı veya yapamadı. Büyük çoğunluk bu durumu görüp bilemedi ve psikolojik özel savaşın etkilemesi altında kaldı. Bu da Newroz kutlamalarını ve “Öcalan’a Özgürlük” eylemlerini olumsuz etkiledi. CPT gibi adı işkenceye karşı olan bir örgüt bile faşist işkencenin aleti haline getirildi ve kullanıldı. 

Benzer durum “İmralı’da Öcalan ile görüşülüyor” gibi tamamen yalan olan ve artık bayatlamış bulunan bir haberin ortaya atılmasında da yaşandı. Gerçi bu AKP taktiği çok kullanıldığı için artık bayatlamıştı ve inandırıcılığını da, etkisini de kaybetmişti. Ama Kobanê’den bu yana yaşanan savaş, 24 Temmuz 2015’den sonra artan faşist saldırılar ve özellikle son Efrîn’i işgal saldırısı ortamı o kadar çok germişti ki, başta Kürtler olmak üzere tüm kamuoyunda yeniden görüşme beklentisi fazlasıyla oluşmuştu. AKP-MHP faşizminin psikolojik savaş saldırısı işte bu beklenti duygusunu kendi amacı için kullanmak istedi. İnandırıcı olmasa da, yine de dikkat çekiciydi ve toplumun dikkatlerini üzerinde topladı. Bu biçimde de özgürlük eylemleri nicel ve nitel düzeyde zayıflatılmaya çalışıldı. 

Demek ki AKP-MHP faşizmi her şeyi topyekûn özel savaş kapsamında ele alıyor ve kendi soykırım amacının aleti yapmaya çalışıyor. Öyle bir savaş ortamındayız ki, hiçbir söz ve davranış söz konusu savaşın dışında kalmıyor. Hepsi de yaşanan savaşın bir tarafı olarak anlam buluyor. O halde, bu gerçekliği bilerek hareket etmek ve son derece dikkatli ve örgütlü davranmak gerekiyor. Kendi söyleyip yaptıkları üzerinde böyle bir titizlik gösterdiği gibi, tüm devrimci-demokratik güçlerin ve özellikle Kürt halkının kendi dışından gelen her söz ve eyleme karşı da çok duyarlı ve dikkatli yaklaşması gerekiyor. Düşmanın özel psikolojik savaşını bilerek, ona göre davranması büyük önem taşıyor. En önemlisi de, faşist psikolojik savaşın oyunlarına gelmemek oluyor. Faşist-soykırımcı cepheden gelen her söz ve davranışın psikolojik savaş amaçlı ve düşmanca olduğunu bilerek kulak kabartmamak, hiç duymamak, duyulsa bile o durumda da düşmanca amaçlı olduğunu tereddütsüz bilmek gerekiyor. 

Çok açık ki, AKP-MHP faşizmi ayakta kalabilmek için her türlü yalana ve hileye baş vuruyor ve her türlü faşist baskı ve saldırı uyguluyor. Belli ki onun işi yalan-dolandır, faşist terör ve saldırıdır. Buna karşı Kürt halkı ve tüm devrimci-demokratik güçler olarak bizim işimiz ise, bu tür oyunlara asla gelmemek ve faşist-soykırımcı sistemin topyekûn saldırılarına karşı topyekûn devrimci-demokratik direnişi geliştirmektir. Bu direnişi Kürdistan’da yapmak, Ortadoğu ve dünyada yapmaktır. İdeolojik-örgütsel olarak yapmak, siyasi ve askeri olarak yapmaktır. Yani faşizme karşı topyekûn devrimci-demokratik direnişi geliştirmektir. Nerede olursak olalım, faşist saldırganlığa karşı direniş içinde olmaktır.

Eğer böyle yaparsak, AKP-MHP faşizmini kısa sürede yıkmak mümkündür. Böyle bir topyekûn devrimci-demokratik direnişi geliştirmek için de yeterli gücümüz ve tecrübemiz vardır. Mart ayı gibi devrimci kahramanlıklarla dolu bir ay yaşadık ve Nisan ayıyla antifaşist direnişi sürdürüp 1 Mayıs’a görkemli bir biçimde ulaşmayı hedefliyoruz. Kadınlar 8 Mart kutlamaları ile bu süreci zaten başlattılar ve faşizmi yıkma mücadelesini kararlılıkla yürütüyorlar. Kürtler Newrozla birlikte “Ulusal Kahramanlık Haftasını” kutladılar ve 4 Nisan özgür doğum gününe doğru kararlılıkla yürüyorlar. Bu temelde Mazlum Doğan’ı andılar, Mahsum Korkmaz’ı andılar. Çiyager, Zekiye, Berivan ve Ronahileri andılar. 1 Nisan kahramanları olarak Nuda, Ferhat ve Halilleri anıyorlar. 

Hepsinin başlangıcı olarak, tüm Türkiye halkları, şehadetlerinin 46. yıl dönümünde Kızıldere kahramanlarını anıyorlar. Mahir Çayan ve arkadaşlarının başlattığı direniş, bugün de faşist saldırıya karşı halkların özgürlük ve demokrasi direnişi olarak devam ediyor. Demokrasi güçleri elli yıllık tarihi bir mücadele birikimine sahip bulunuyor. İşte şimdi bu birikimi etkili kullanarak, bu elli yıllık mücadelenin büyük kahramanlarının izinden yürüyerek AKP-MHP faşizmini yıkma zamanı gelmiş bulunuyor. Gerisi bunu yapacakların ustalığına bağlıdır ve bu ustalık da güçlü bir biçimde gösterilecektir.    

Kaynak: Yeni Özgür Politika