En güzel süreç devrimci süreç - Veysi Sarısözen

En güzel süreç devrimci süreç - Veysi Sarısözen

Çok şaşırtıcı bir dönem yaşıyoruz.

“Çekilme” kararına halk ağlamak yerine, Amed’de iki milyonluk bir sivil Newroz bayramıyla  yanıt veriyor. “Sen çekiliyorsun ey Gerilla, ben öne çıkıyorum” diyor.

“Silahsız çekilme”nin eşiğinde yüzbinler "gömün" deyin insanın doğduğu evin Amara'daki  yoluna coşkuyla koyuluyor. “Silahlar gömülürse, yumruk biçimine bürünmüş yürek daha hızla çarpar” diye haykırıyor.

Neler oluyor böyle? Bütün bunların anlamı ne?

Bunların anlamı, Kuzey Kürdistan’da halk “silahsız devrimci süreci” silahlı ya da silahsız “çekilme” henüz gerçekleşmeden başlatmış bulunuyor. Bir yerde “çekilme”, diğer yerde “öne atılma”… Devrimci diyalektik hükmünü bizi hayretler içinde bırakarak icra ediyor.

Eğer “topyekun uzlaşma” değil de, “silahlı yoldan silahsız mücadele yoluna” geçiliyorsa gözler “belediyelerin” sokaklarında “orduyla birlikte temizlik” ya da “meclisin” koridorlarında,  “tatlı dil, güler yüz, şaka maka” yöntemlerine değil, halkın “devrimci serhıldan” tutumuna çevrilmeli. “Barış”, yalnızca “silahlı güçler” arasında imzalanacak çünkü. Belediyelerle merkezi devlet arasında değil. Rakip partiler arasında hiç değil. Halkla devlet arasında ise tövbe. Yalnızca “silahlı olanlar” vuruşmaya son verecek. Hepsi bu.

Kürt sorunu çözülmedi. Kürtlerin hiçbir hakkı tanınmadı. Kürtler bu ülkede hala kendi kimlikleriyle, kendi dilleriyle, kendi örgütleriyle toplumsal yaşamın hiçbir alanında özgürce yer almıyor. Böyle olduğu halde, Kürt halkı büyük bir uzlaşma yeteneği gösterdi; “ayrılma” hakkını kullanmadı. Türklerle kader birliği etme kararına vardı. Bu bahar savaşı tırmandırsaydı, kendine zarar verme pahasına AKP iktidarını da, Türkiye Cumhuriyeti’ni de yıkıma sürükleyebilirdi. Yapmadı.

 Ve bu çok büyük bir adım. Çünkü bu adım, milyonlarca halkın “demokratik ulus temelinde, ortak demokratik Cumhuriyet çatısı altında, demokratik özerk Kürdistan” hedefine daha çetin, ama kansız bir yoldan yürüme imkanını verecek.

Silahların gömülmesi demek, mücadele bayraklarının “dürülmesi” demek değil. Demokrasi mücadelesinin geleceği, Kürt halkının silahsız yoldan devrimci serhıldan sürecini zafere ulaştırmasına bağlı. Yalnız Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu ve Kafkasya’da halkların geleceği, şu anda Kürt halkının örgütlülüğüne, bilinçliliğine, mücadele azmine bağlı… Tarih Kürt halkının omuzlarına, kendisini kurtarırken bütün ezilenleri ve dahası tüm ekolojik sistemi kurtarma misyonunu yükledi.

 

Koşullar hiç olmadığı kadar elverişli. Rojava halkı zaferin eşiğinde. Şimdi Rojava devrimini zafere ulaştırmak, Kürt halkının öncülüğünde bölgede yeni bir çağı başlatacak... Bölgesel emperyalizme karşı, bölgesel devrimler çağını… Nasıl oluyor da, dümdüz bir ovadaki bir avuç Kürt, devrimin büyük bayrağını böyle cesaretle yükseltebildi? Bunda dünya durumunun büyük bir rolü var.

ABD’ye bakın. Dikkatle bakın. Bir anda Türkiye’nin Kürt halkını bütün parçalarda “boğma” planlarını durdurdu. Silahlı predatörleri vermedi. İstese verirdi. Bunu, iki nedenle yapmadı. Birinci neden, bu “boğma” aynı zamanda stratejik müttefiki Türkiye’nin de “boğulması” olacaktı. Silahlı predatörleri verseydi, hiç kimse metropollerde bomba yüklü tırların patlamasına engel olamazdı. Türkiye Afganistan ve Irak gibi olurdu.

Oysa ABD’nin Türkiye’ye “ihtiyacı” şu sırada hayati önemde. Çünkü ABD, “asıl işine” dönüyor. Gözlerini bir kere daha “Pasifik” bölgesine, Uzak Asya’ya çeviriyor. Okuyorsunuz: Kore Halk Cumhuriyeti füzelerini güya ABD sahillerine çevirmiş, “çekik gözlüler” her an bir nükleer savaşı başlatacaklarmış… Şuymuş, buymuş. Asıl mesele ABD’nin dünya pazarlarındaki hegemonyasını sarsan Çin Halk Cumhuriyeti… Amerikan İmparatorluğu şimdi Uzak Asya’da, her zaman yaptığını bir kere daha yapmaya hazırlanıyor; Kore Halk Cumhuriyeti’nin sırtından, Çin’le dolaylı bir savaşı tırmandırıyor. Hatırlayın: “Soğuk savaş” Kore savaşıyla başlamıştı.  Bunun sonu, bir zamanlar Sovyetlere uygulanan amansız ambargolar ve yeni bir “soğuk savaş”. Kısaca dünyanın “patronu” adım adım Irak’tan çekildiği gibi, Yakın Doğu’dan Uzak Doğu’ya doğru yöneliyor..  

Ve işte doğacak olan boşluğu, İsrail’le yeniden “barıştırılan” Türkiye dolduracak. İran’la cephe cepheye gelecek olan ülke İsrail’le birkaç yıl içinde yeniden eski günlere dönecek olan Türkiye…Türkiye’nin böyle bir rol oynaması için, Kürt halkına karşı savaştan uzak durması şart. Başını Kürt “granit kayalarına” vurup sersemlememesi gerekmekte. Özeti şu; 1950’de, Türkiye’yi Kunuri’de Çin’e karşı kırdıran ABD, bu defa, onu, İran’a karşı “karakol” olarak görevlendirdi.Yani "Kore Nire?"

İşte bu durum, yani “Çin, Rusya” ekseniyle ABD arasındaki çelişki,  bir anda, Kürt halkı için, bütün parçalarda silahsız yoldan mücadeleyi zafere ulaştırma imkanını doğurdu. Öcalan büyük bir stratej olarak durumu gördü ve “kaos” yerine “devrimci uzlaşma” yolunu seçti.

Ve büyük bir risk aldı: Şu anda silahsız yolu garanti eden bir “hukuki” temel yok. Yalnızca hükümetin verdiği “demokratik anayasa” sözü var….

Ama başka bir şey daha var: Fis köyünde toplanan insanların sahip olmadığı bir şey; onların öncülüğünde doğan büyük bir şey… Amed Newrozu ve Amara yürüyüşü…Rojava’daki kadın taburları. Nusaybin’deki “taş atan çocuklar”. Toma’nın önüne dikilen genç…Bu büyük güç, en demokratik “anayasal teminattan” yüz bin defa daha büyük bir teminattır.

Sanırım Öcalan bu gücün büyük enerjisini hepimizden daha iyi biliyor. Halfeti’de, Amara’da, kendi küçük evinin bahçesindeki ağacın altında kitap okurken, belli ki, o kitabı bizim solcular gibi okumamış. Bizim kitabımızda “devrim” vardı, onun kitabında devrimin öznesi olan “halk” var.

Şimdi biz bu büyük farkın sonuçlarıyla karşı karşıyayız ve o nedenle tam “teslimiyet mi” sorusunu sorarken, halkın Amed’de, Halfeti’de, Amara yollarında zafer yürüyüşüyle şaşkına dönüyoruz.

“Süreç” filan deniyor ya, aldırmayın, en güzel “süreç” halkın yarattığı devrimci süreç.