Emekçiler kendilerini devletin memuru olarak görmemeliler

PKK Yürütme Komitesi üyesi Cemal Şerik, emekçiler üzerindeki saldırıların yoğunlaştığına dikkat çekerek, emekçilerin kendilerini devlet memuru ile görmemelerini ve mücadelelerini Kürt mücadelesiyle birleştirmeleri gerektiğini ifade etti.

15 Temmuz sonrası emekçilere yönelik saldırıları, OHAL kapsamında Kürtlere yönelik saldırılar ve Kürt belediyelerine AKP’nin kayyım işgali konusunda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Cemal Şerik Şerik, emekçilerin tek başına direnişin pek fazla etkili olmayacağını ifade ederek mücadelenin Kürt sorunuyla direnişlerini birleştirilmesi gerektiğini söyledi. Şerik, AKP-Erdoğan diktatörlüğüne karşı demokrasi güçleriyle birlikte mücadele edildiğinde AKP-Erdoğan saldırılarını boşa çıkarılacağını belirtti.

Şerik “Eğer emekçiler, ekonomik sorunlarla soruna yaklaşırlarsa, AKP’nin asıl amacı burada görülmez ve ona göre doğru mücadele edilmez bir nevi kendi istek ve talepleriyle ona hizmet eder durumuna gelirler” şeklinde konuştu.

Son günlerde Eğitim-Sen’e bağlı 11.500 kamu emekçisi işten çıkarıldı. AKP- Erdoğan bu uygulamalarla ne yapmak istiyor. İşçi ve emekçilerin AKP- Erdoğan’ın bu uygulamalarına karşı ne yapmaları gerekiyor?

Öncelikli olarak AKP Erdoğan diktatörlüğünün emekçilere yönelik bu saldırıları }karşısında direniş içerisinde olan emekçileri saygıyla selamladığımı burada belirtmek isterim. AKP-Erdoğan diktatörlüğünün, emekçilere neden bu kadar saldırdığı sorusunun doğru cevabını bulmak gerekiyor. Çünkü AKP-Erdoğan toplumda öyle bir algı yaratıyor ki yapmış olduğu her şeyi toplum tarafından kabul edilmesini sağlamak istiyor. Bu saldırıları, toplumun inanmasını sağlayacak şekilde bir çerçeve geliştirerek topluma sunuyor. Burada bir algı operasyonu ve bilinçlerin yönlendirmesi var. Toplumda, bunun karşısında sessiz kalmasına amaçlayan bir yönelim var. Bunun doğru görülmesi ve anlaşılması gerekiyor. AKP-Erdoğan diktatörlüğü, bunu daha önce de yaptı. Özyönetim direnişlerinde Kürdistan'ı kan revan içerisinde bıraktı. Evler yakıldı yıkıldı. Tanklar, toplar ve uçaklar kullandı. Yüzlerce insan katledildi. O gerçekleştirdiği yakımı, yıkımı, katliamı ve vahşeti bile topluma öyle bir gösterdi ki bu vahşet karşısında toplumda tepki gelişmesinin önünü almak istedi. Şimdi benzeri yaklaşım emekçilerin üzerindeki saldırılarda gerçekleştiriyor. Emekçileri bir düşman olarak ilan etmiş durumda. Sadece kamu çalışanları değil işçileri de aynı şekilde. Amacını gerçekleştirmek için de bunları ortadan kaldırmayı hedefliyor. Emekçilere de bu gerçeklik çerçevesinde saldırıyor. Kendisine hizmet etmeyen, çıkarlarına uygun olmayan herkesi hedef haline getirmiş, bunları nasıl devre dışı bırakırım bunun arayışı içerisinde. Bunu gerçekleştirmenin de birçok yolunu yöntemini kullanıyor. Tutuklayarak, görevden atarak ve tehdit ederek devre dışı bırakıyor. Fakat bu devre dışı bırakmak istediklerini bir, iki, üç, bin kişi değil, binlerce, on binlerce kişi işten atıyor. Bir toplumsal kesimi direk karşısına alıyor. Bu kesimi karşısına aldıktan sonra da bunların hepsine birden yönelerek bastırmaya çalışıyor. Bir nevi hedef haline getirdiği kitleyi hedef halinde ortadan kaldırmak istiyor.

AKP-ERDOĞAN HER ŞEYİYLE TEKLİĞİ İFADE EDİYOR

Peki, bu uluslararası suç niteliği taşımıyor mu?

Tabi ki de siyasal literatür açıdan değerlendirirsen bir soykırımdır. Yani soykırım sadece kimliğinden ve etnik kökeninden ötürü bir toplumun ortadan kaldırmasına yönelik saldırı değil. Elbette bunu da içeriyor ama bununla birlikte siyasi düşüncesinden, kültürel yapısından, inanç sisteminden ya da herhangi bir grubun aidiyetinden ötürü bir topluluk hedef alınıyorsa bunlar devre dışı bırakılmak ve tasfiye edilmek isteniyorsa bunları da bir soykırım olarak görmek gerekir. Emek hareketi içerisinde de belirli bir düşünce yapısına sahip AKP-Erdoğan diktatörlüğüne muhalif olan tüm kesimler, şimdi böylesine bir kırım saldırısıyla karşı karşıya. Emekçiler Türkiye ve Kürdistan'da böyle bir saldırıya maruz kalıyor. AKP, dört tane prensip belirlediğini söylüyor. Tek dil, vatan, bayrak, millet diyor. AKP’nin tekliği bu dört başlıkla değil. O her şeyde tekliği istiyor. Devlet başkanlığı demesi de o tekliği ifade ediyor. Ardından tek parti diyecek oda tekliği ifade ediyor. Ardından tek din diyecek. Bunu da ifade ediyor. Tek dinin altından tek mezhep diyecek. O tek mezhebin altında da o hangi tarikattansa o tarikatın çıkarları diyecek. En son da tek ben diyecek. Her şeyiyle tekliği ifade eden diktatörlüğüyle hareket ediyor AKP-Erdoğan. Böyle bir tekliğin öncülüğünü yapıyor. Tabi bu teklik sadece bunlarla sınırlı değil. Aynı zamanda AKP’lilerden oluşan bir kamu çalışanı kitlesi oluşturmak istiyor. İşçi, esnaf, dernekler oluşturmak istiyor. Bunun ölçüsü de şu; zamanın adalet bakanı vardı, Mahmut Esad Bozkurt diye, onun söylemiş olduğu bir söz var. Diyor ki, ‘bu memlekette Türk olmayanların bir hakkı vardır, o da Türklerin kölesi olmak’,  AKP-Erdoğan'ın da yapmak istediği budur. Türkiye’de Kurdistan da AKP’li olmayanların bir hakkı var; yok olmaktır, bu coğrafyada ve topraklarda yaşamamaktır. Yaşayacaklarsa AKP Erdoğan kölesi olmak şeklindedir. Şimdi bunu uyguluyor AKP Erdoğan diktatörlüğü. Kendisini destekleyen insanlardan bir ülke yaratmak istiyor. Bu hedefin parçası olarak şimdi emekçilere yöneliyor. Çünkü kendisini en fazla sağlama almak istediği alanlardır.

AKP-ERDOĞAN DİKTATÖRLÜĞÜ, ÖĞRETMENLERE İDEOLOJİK VE SİYASAL OLARAK SALDIRIYOR

Başta öğretmenleri işten çıkarmasının nedeni bu mudur peki?

Elbette. Bu hedef içerisinde öncelik öğretmenlere veriyor. Çünkü öğretmenler bilginin doğrudan topluma ulaşmasını sağlayanlardır. Nesli, toplumu eğitmekle geleceğe taşımakla yükümlü olan kesimlerdir. Eğer sen burada kontrolü ve hakimiyeti sağlarsan toplumu da ona göre yönlendirirsin. Toplumun bilincini de ona göre yönlendirirsin. Erdoğan ne diyor: “düşünmüyorsan yoktur.” Bunun anlamı topluma sen nasıl bir düşünce vereceksen toplum her şeye ona göre düşünecek ona göre hareket edecek. Düşünmesen yoktur felsefesinin temel yönelim noktalarından bir tanesi öğretmenlerdir. Öğretmenlerden önce gazeteci ve basına yöneldi. Bilgiyi ve gerçekliği topluma ulaştıran gazetecilerdir. Burada kendisinden olmayan basın yayınlarını tırpanladı. Sanki siyah beyaz televizyonlar vardı. Türkiye ve Kurdistan toplumunu tekrar o yıllara götürdü. Oradan tek merkezden yayınlanan haberleri topluma sunuluyor. Toplumu bu şekilde kendisine göre bilgilendiriyor. Öğretmenlere yönelmesinin amacı da budur. Öğretmenleri, topluma bilginin sunulmasında yeni nesillerin eğitilmesinde kendisinin önünde engel olarak görüyor. Ya da bu engeli aşarak kendisinin istediği temelde bir kadrolaşmayı yaratmak istiyor. O kadrolaşmayı yarattığı zamanda diğer on yıl, yüz yıllara yayılacak şekilde kendi iktidarını ve hakimiyetini güvence altına almak istiyor. Öğretmenlerde bu gerçeği görerek AKP diktatörlüğün öğretmenlere karşı yönelimini ele almalı ve değerlendirmeli. Ve kendilerine karşı yaklaşımında temel amacı ve ölçüsü bu olduğunu bilmeli. Bu gerçek görülmeden öğretmenlerin kendilerine olan yönelimi sıradan ekonomik temellere indirgeme gibi bir durum ortaya çıkar. Zaten Erdoğan diktatörlüğün amacı budur. İnsanları baskıyla zorla yola getirmek buyken diğeri de kendisine muhtaç hale getirmek. Sen ekonomik sorunlarla soruna yaklaşırsan, AKP’nin asıl amacını burada göremezsen ona göre mücadele etmezsen ne yaparsın bir nevi kendi istek ve taleplerinle ona hizmet etme durumuna gelirsin. Bu pozisyonları belirlerken böylesi bir saldırıya karşı nasıl bir yaklaşım içeresinde olmalarını görmeleri gerekir. Orada ideolojik ve siyasal yönünü görmeliler. Çünkü AKP Erdoğan diktatörlüğü, öğretmenlere ideolojik ve siyasal olarak saldırıyor. Saldırılarını da yeni başlatmış değil.

AKP ÖĞRETMENLERİ AÇLIKLA TERBİYE EDEREK KENDİNE BAĞLAMAK İSTİYOR

Kürdistan’da sözleşmeli öğretmenler bunun bir parçası diyebilir miyiz?

Elbette. Kürdistan da bunu uzun süredir uyguluyor. Kürdistan da sözleşmeli öğretmen uygulaması yeni değil. Siz 11.500 civarında rakam verdiniz, bu daha fazladır. Bunların yerine de şimdi sözleşmeli öğretmen atayacaklar. Bu sözleşmeli öğretmenler atamaları yeni değil. Önceden uygulamaya koymuşlar. Bu sözleşmeli öğretmenlerde hep AKP’lilerdir. Ya da AKP tarafından referans verilen kişilerdir. Mesela Kürdistan'daki öğretmen sendikasının bu anlamda dokusuyla oynamışlardır. Eğitimbir-sen Kürdistan’da hızlı bir şekilde gelişiyor. Bu sözleşmeli öğretmenler oluşturuyor. KESK'İN faaliyetini bu anlamda engellemek ve son vermek istiyor. Doğrudan Eğitim-Sen’i ve KESK’i kapatamıyor. Doğrudan kapatıp faaliyetini durduramayınca da başka yöntemleri devreye koyuyor. Onların üyelerini orada işlevsiz bırakmak ve üye sayılarını bir nevi asgari düzeye indirmek onlardan oluşacak boşluğu da kendi uygun gördüğü personelle doldurarak kendi örgütünü Eğitimbir-seni oluşturmak. Sadece bu Eğitimbir-Sen'le de sınırlı kalmayacak. Yarın daha başka sendikalar oluşturacaklar. Sadece hedef olarak Eğitim-Sen’le de sınırlı kalmayacak. Yani burada öğretmenlerin kendilerine yönelik geliştiren yönelimi doğru olarak görüp ona göre tutum içerisine girmeleri gerekir. Şimdi öğretmenler çeşitli direniş biçimi içerisine giriyorlar. Bu önemlidir. Bu doğru okumak ve görmek gerekir. Ama sadece öğretmenlerin ekmekleri elinden alma olarak görmemek gerekir. Doğru ekmeğini elinden alınıyor ama açlıkla terbiye ederek kendine bağlamak istiyor. Eğer sen siyasal ve ideolojik yönünü görmezsen bu saldırıların onların bu amacını gerçekleştirmesine yönelik imkan tanımış olursun. O açıdan öğretmenler direnişlerini ekmek olarak görmemeliler. O da işin içinde var. Onu reddetmemek gerekir. Çünkü yaşamını onun üzerinden sağlıyor. Ama yaşam sadece karın doyurmak değil ki. İşin içine örgütleme, bilinç, siyaset ve kültür giriyor. Bunlar birleşirse yaşam olgusu ortaya çıkıyor. O açıdan direnişi bilinçle, örgütlemeyle, siyasal hedefle birleştirerek mevcut sorun içinde doğru yöntem olur. Şu unutulmamalı AKP-Erdoğan diktatörlüğü Kürt toplumuna yaklaşırken bir insan olarak yaklaşmıyor.

15 TEMMUZ SONRASI HEDEF DEMOKRATİK GÜÇLER OLDU

15 Ağustos darbe girişiminden sonra birçok işçi işten çıkartıldı ve bazı işçiler cemaatle ilişkisi olmadığı halde ‘ya istifa et ya da seni FETÖ ile ilişkili diye işten çıkartırız,’ diye tehdit ediliyor. AKP bu uygulamalarla ne yapmak istiyor ve işçiler bunu boşa çıkarmak için nasıl bir direniş sergilemeliler?

15 Temmuz sonrası yaşananlar farklıdır. 15 Temmuzdaki yaşananlara ilişkin toplumda bir algı geliştirmek isteniyor. Bu algıda yanlıştır. Sanki 15 Temmuzda yaşananlar ve ardı sıra gelişenler AKP Erdoğan diktatörlüğünün kendisine karşı darbe yapılmış oldu ona karşı kendi savunmasını yapıyormuş gibi değerlendiriliyor ve algı geliştirilmek isteniyor. Bu algı yanlıştır. 15 Temmuz yaşananlar AKP Erdoğan biliyorlardı. Hazırlıklarını ona göre yaptılar. O nedenle 15 Temmuzda olaylar yaşanmaya başlayınca harekete geçtiler. Polis mevzilendi, meydanlar dolduruldu, camilerde ona göre fetvalar verildi. O açıdan 15 Temmuz sonrası yaşananlar aslında AKP-Erdoğan’ın kendi sistemini kurumsallaştırmak için kendisi için fırsat olarak gördüğü bir ortamın yaratılmasıdır. Burada da temel yönelim öyle gösterildiği gibi Fettullah gülen ve etrafındaki yuvalanmış insanlara yönelik bir saldırı değildir. Onlara da yönelmiştir ama bu yöneldikleri kişiler kimlerdir. AKP Erdoğan diktatörlüğü ve Fettullah gülen düne kadar birlikte hareket ettiler. AKP Erdoğan diktatörlüğü devlet içerisinde Fettullah gülen kadrolarına dayanarak kendisini kurumsallaştırdı. Ergenekon operasyonları adı altında gördüğü ulusal kesimleri Fettullah gülene dayanarak tasfiye edildi. Ne zaman Fettullah gülen iktidarda asıl belirleyici ben olacağım dedi o zaman Erdoğan’la karşı karşıya geldi. Şimdi Erdoğan’ın yaptığı 15 Temmuz sonrası bunları tasfiye etmek için doğrudan bir imkana kavuştu. Yani kendi eliyle yerleştirdi onları oraya kendi eliyle yerleştirdiklerini sonra önümde engelsin deyip onları devre dışı bıraktı. Bu devre dışı bırakma girişimleri 15 Temmuzla birlikte başlamadı. Ondan önce bunun hazırlığını yaptı 15 Temmuz bunun bahanesi oldu.

ASIL HEDEF ÖNDER APO, KÜRTLER VE TÜRKİYELİ DEMOKRASİ GÜÇLERİ

15 Temmuz darbe girişiminden sonra asıl hedef Fethullah Gülen cemaati değilse kimlerdir?

15 Temmuz asıl yönelimi Kürtler ve Önder Apo’ dur. 15 Temmuz ilk icraatı Önder Apo üzerinde ağırlaştırılmış tecridin devam ettirilmesi oldu. OHAL’in ilanı Kürtlere ve Türkiye’deki demokrasi güçlerine yöneliktir. Bu gerçek görülmeden ‘Fethullah'a bağlı kişiler tasfiye ediliyor,’ diye bir yaklaşım içerisine girilirse bu yanlış bir değerlendirme olur. 15 Temmuzun asıl hedefinde Önder Apo, Kürtler ve Türkiyeli demokrasi güçleri vardır. Asıl etkisizleştirmek, tasfiye etmek ve kendi önünde engel olmaktan çıkarmak istediği güçler bunlardır. Şimdi bunun bir parçası olarak öğretmenlere yöneliyor. Öncesinde basın yayın organlarına yöneldi. Çünkü topluma doğrudan bilgilerin ulaşmasının önüne geçmek istediler. Öğretmenlere yöneldiler yeni nesil kuşakların eğitimindeki temel halkayı koparmak istediler. Ardından da Kürt siyaset kurumlarına yönelecekler. Milletvekillerine yönelecekler. Kayyum atamalar bunun bir parçasıdır. AKP Erdoğan diktatörlüğü kendi kurumsallaştırmasını oluştururken önünde kurulmuş olduğu engellere yönelmiş oluyor. Buralarda bir kırım saldırısı gerçekleştiriyor. Fethullah gülen ve çevresine yönelimle onlar çıkar gruplarıdır. Onlara yönelimiyle toplumun özgürlüğü ve demokrasi mücadelesinde rol oynayan kesimlere yönelim ve saldırılarını aynılaştırmamak gerekir. O nedenle bu işten çıkartmalar, tutuklamalar, gözaltılar, kapatmalar bir bütün olarak toplumu iradesiz hale getirme yönündeki saldırılar, buna göre belirlemek gerekir. Toplumun kendi özlerine sahip çıkma yönündeki direnişleri geliştirmektir. Öğretmenler şimdi direnişe geçmişler. Bu direnişi, toplum kendi direnişi olarak görmelidir. Ama toplum bu direnişi kendi direnişi olarak kabul ederken öğretmenler kendi işine dönsün diye olmamalıdır. Bununla sınırlı kalmamalıdır. Bu Kürt toplumunun kendi özgürlük sorunuyla birleştirecek bir direniş olmalıdır. Kürtlerin anadilde eğitim soruna var. Kendi eğitim kurumlarını oluşturma sorunları var. Şimdi kendi eğitim sorunlarını oluşturmadan anadil sorunlarını gündeme getirmeden Kürt öğretmenlerin sorununu dile getiremezler. O açıdan toplum kendi anadil ve eğitim kurumlarını sorunuyla öğretmenlerin sorununu birleştiren bir direniş içerisinde olmalılar. Öğretmenler de kendi halkının öğretmenleri olmalılar devletin öğretmenleri olmamalıdır.

KAMU EMEKÇİLERİ, TEMEL BESLENME ALANINI TOPLUM OLARAK GÖRMELİLER

Peki, bunu nasıl birleştirerek mücadele etmeliler?

Zaten kamu emekçilerin şöyle bir sorunu var bunu görelim. Bunlar kamu çalışanları, özellikle bu demokratik sendikalar içerisinde örgütlenmiş olanlar, toplumsal sorunları görüyorlar. Toplumsal sorunların nasıl çözüleceğini görüyorlar. Toplumsal sorunları görüyorsan, toplumsal sorunların nasıl çözüleceğini biliyorsan burada yapılması gereken bunun hangi yol ve yöntemlerle gerçekleşeceğini doğru tespit etmesi gerekir. Bir taraftan devletin memuru olacaksın diğer taraftan da buna karşı olacaksın mümkün mü? Devlet diyor benim memurumsan benim dediklerimi yapacaksın. Ama sen kendine kamu çalışanları diyorsan topluma hizmet için orada olduğunu söylüyorsan burada kendini devletin memuru olarak görmeyeceksin. Topluma hizmet eden olarak göreceksin. Topluma hizmet eden olarak kendini görüyorsan temel beslenme alanını toplum olarak göreceksin. Toplumsal sorunların çözümünde toplumun kendi dinamikleri üzerine yeniden örgütlenme mücadelesinin bir parçası haline getireceksin.  Eğer sen toplumun çocuklarını eğitiyorsan kendini besleyeceğin ve kendi yaşam kaynağı olarak göreceğin alan toplum olarak göreceksin.  Yine sen toplumun doktoru ve sağlıkçısı olarak görüyorsan aynı yaklaşımla da bunu gerçekleştirmek zorundasın. Ama kendini kamu çalışanı değil devletin memuru olarak görürsen orada devletin istediğini yaparsın.  Burada devletin memuru olmaktan kendini çıkartmak gerekiyor. Öyleyse yönünü kamuya, topluma çevirmen gerekiyor. Bu anlamda bir bakış açısındaki değişiklik ona göre kendini konumlandırmak, ona göre mücadele etmen burda asıl öne çıkarılması gereken hedef olması gerekiyor.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN KÜRT ÖĞRETMENLERİN SORUNLARI ÇÖZÜLMEZ

Nasıl bir mücadele izlenmesi gerekiyor?

Nasıl bir mücadele dediniz ya, nasıl bir mücadeleye sorusuna cevabı buradan aramak gerekiyor. Toplumla beraber toplumun sorunlarının çözümün bir parçası olarak kendini görmendir.  Yüzünü topluma çevirmendir.  Ona göre toplumsal örgütlenme içerisinde yer alarak görev ve sorumluluklarını yerine getirmendir. Kürt sorunun çözülmeden, Kürt öğretmenlerinin sorunları çözülmez.  Eğer Kürt sorunu çözülürse Kürt öğretmenleri de Kürtlerin bir öğretmeni konumu içerisinde yer alır.  Türkiye’de demokrasi sorunu çözülmeden Türkiye’deki öğretmenlerin sorunları çözülmez. Gelişmelere bağlı kalarak öğretmenlerin yüzü, Türkiye’de topluma döner.  Temel sorun burada başlıyor.  Özgürlük sorunları, demokratikleşme sorunlarıyla birlikte kendi gerçekliğine göre ele almak ona göre bir mücadeleye sahip olmaktır. Bu anlayışa sahip olunduğu zaman bu sorunlarında haliyle bir mesafe kattedilmiş olacaktır.

ÖZ SAVUNMA BELEDİYELERİNE SAHİP ÇIKMAKTIR

Geçtiğimiz günlerde HDP ve BDP’Lİ 24 belediyeye kayyum atandı. Bu belediyelerde çalışan emekçi, işçi kesimler kayyımlara nasıl bir tavır alıp ve direniş sergileyerek iradelilerine sahip çıkarlar?

AKP, hiç bir halk iradesine tahammül edemiyor. Bu halkın iradesinin gasp edilmesidir. Orada halk iradesi gasp edildiği zaman ne yapacaktır. Nasıl devlete yaklaşımında tek tipleştirmeyse belediylere de o türden bir yaklaşım olacak. Orada AKP’li olmayan  çalışanlara ne yapacak işten atacak. Kendi yakın çevresini bunların yerine getirecek. Orada ki işçilere oradan atacak. Belediye işçileri işten çıkaracak. Kendine hizmet edenleri oraya toplayacak. Yani burada AKP belediyelere yönelirken o tek tipleştirme stratejisinin bir parçası olarak onu ele alıyor. Ona göre belediyelere kayyım atıyor. Kayyım atadıkları kaymakamlardır.  Daha sonra bunu yaygınlaştırdığı zaman ne yapacaktır. AKP’de il başkanlarını atayacak yani AKP olarak bilinenleri atayacak. Bunlardan oluşan bir yönetim oluşturacak. Bunun Kürdistan somutundaki anlamı ne Kürdistan’da gelişen özgürlük ve demokrasi mücadelesi karşı kendi kurumlaşmasını yaratıyor. O kurumsallaşmaya bağlı olarak toplum yeni devletle ilişkilerini belirliyor. Kürt özgürlük mücadelesinin ortaya çıkarttığı toplumun kendi demokratik kurumlaşmasını ortadan kaldırmaktır. Devlet, o tek tipleşmeye bağlı Kürdistan’da kendini yeniden örgütlüyor. Bunu örgütlendirirken de Kürdistan gelişen demokratik kurumsallaşmanın önünü alıyor. Ya da bu yönde bir mesafe katledilmişse bunu tırpanlıyor. Kürdistan’da yapılması gereken bunun bilinciyle o kayyum atamalarına yaklaşım belirlemek ve onun yerine de kendi iradeleri sahip çıkmak gerekiyor. Belediyeleri teslim etmeyecek. Direnecek. Gerekiyorsa o belediye binalarından çıkmayacak. Aslında yerel yönetim seçimlerinde yapması gerekiyordu. Mesela Ceylan Pınar’da ne yaptı? El Nusra’cı Menderes Atilla’yı Ceylan Pınar’ın belediye başkanı yaptı. Orada yapılmaması gereken neydi. O Menderes Atilla’nın belediye başkanı olmasının önüne geçilmesiydi. Belediyenin onlara teslim edilmemesiydi. Yeniden adaletli hilenin karışmadığı bir seçimin gerçekleşmesini sağlayacak yeniden bir belediye başkanın seçilmesini sağlamaktı. O zaman yapılması gereken buydu. Olmadı. Bir nevi Ceylan Pınar’daki devletin ve AKP’nin müdahalesine imkan tanında. Aslında şimdide yapılması gereken budur. Eğer belediyeler o kayyımlar atayarak tekleştirme faaliyetini orada pratikleştiriyorsa, Kürtlerin demokratik kurumlaşmasının önüne geçiyorsa Kürtlerde Demokratik kurumlaşmasına sahip çıkmalıdır. Burada direnmek meşrudur, direnmek haktır. Oturacak teslim etmeyecek bu kadar. Polis geldiği zamanda savunacak. Öz savunma zaten budur. Kendi kendini kurumsallaştırırsın, kurumsallaşmana bir saldırı geldiği zamanda savunursun.  Şimdi yapılması gereken budur.  Onun Kürdistan’daki Kürt halkının demokratik kurumlaşmasına yönelik saldırısına o kurumsallaşmaların kurumlarını savunmalarıdır. Başka bir yolu yoktur. Muhatap alınmamasıdır. Devlet ve AKP nin kayyımına yok hükmünde saymalıdır. Yoksa başka türlü ben tanımıyorum demekle olmuyor. O tanımını pratik olarak göstermen gerekir. Direneceksin. O güne kadar kendi sorunlarını çözerken nasıl bir yöntem izlemişsen belediyelere nasıl bir rol vermişsen onu devletin kayyım atamasına rağmen pratikleşmene devam etmendir. Onun dışında başka bir yol yok. 

EMEKÇİLER, SENDİKALAR OLMAZSA DEVLET DE OLMAZ BİLİNCİNE VARMALI

Peki, sayın şerik işçi ve emekçilerin ülke konusunda çok etkili olduğunu biliyoruz. Mesela yurt genelinde toplu bir grev olduğu zaman ülke çok zorlanır. Hatta ekonomik bir krize bile neden olabilir. Emekçilerin ve işçilerin böyle bir önemi varken nasıl bu kadar devlete karşı mağdur olup hak ihlallerine maruz kalıyorlar?

Şimdi bu bir koz mudur? O tartışıla bilinir. Şimdi ben size bir örnek vereyim. Oradan yola çıkmakta yarar var. Arap baharı nasıl başladı. Tunus’ta başladı. Bir seyyar satıcının tezgahının zabıta tarafından kırılmasıydı. Oradaki seyyar satıcı bunu kendi onuruna yönelik bir saldırı olarak gördü, kendi yaşamının elinden alınması olarak gördü. Eylem gerçekleştirdi. Bu eyleminin ardından tüm Tunus halkı ona sahip çıktı. Sonuçta Zeynel Abidin diktatörlüğü yerle bir oldu. Ülkeyi terk edip kaçtılar. Şimdi bizim bundan doğru sonuçlar çıkarmamız gerekir. Burada o seyyar satıcının hayatına kastediliyor, onuruna sahip çıktı. Çünkü orada çalışarak karnını doyuruyordu, karnını doyurmayı kendisi için bir onur gördü tezgahının kırılmasını kendisi için bir saldırı olarak kabul etti. Orada direnişe geçti.  Kendi bedenini yakması bir direniş biçimiydi. Halk bu mesajı aldı. Ve Tunus’ta o Zeynel Abidin yönetimine son verdi. Bundan doğru sonuçlar çıkarmak gerekir. Onun üzerine Arap baharı diye bir eylemlilik yaşandı. Bunun doğru algılanması gerekir. Şimdi doğru işçiler, kamu çalışanları ülke ekonomisinin bel kemiğidir, onsuz ülke ekonomisi olmaz. Fakat o işçiler, emekçiler bunu nasıl algılıyor.  Bugün toplumda iş sahibi olmak demek ayrıcalıklı olmak demektir. Çünkü işsizlerin sayısı işçilerden çok çok daha fazladır. Ve bu ayrıcalığı elden kaçırmamak istiyorlar. O açıdan işlerine sıkı sıkıya sarılmışlar işlerini bırakmak istemiyorlar. Bu, onun devlete bağlılığını beraberinde getiriyor. Öncelikle burda bir zihniyet değişiminin gerçekleştirmesi gerekiyor.  Yani o olmazsa ben yaşayamam değil, ben olmazsam o servetine yeni servetler ekleyemez bunun bilincinde hareket etmesi gerekir. Burada çarpıtılmış bir bilinç var. Hem memurlarda hem de işçilerde var.  Öncelikle bu çarpıtılmış bilinci ortadan kaldırmak gerekiyor.  Ben olmazsam sen yoksun demeli.  Sen varlığını bana borçlusun demeli. Çubuğu tersinden bükerek buna göre bir düşünce yapısı ona göre bir yaklaşıma sahip olması gerekir. Bu nasıl gerçekleşecek.  Eğer bunun bilinci doğru oluşursa eylemlilikte buna göre gelişir. Eyleme geçtiği zaman işten atılma korkusuna kapılmaz.  Ben üretimden gelen gücünü kullanaraktan demokratik taleplerimin savunucusu halinde olurum ve onlarda benim demokratik taleplerimi kabul etmek zorunda kalacaklar der. Böyle bir zihniyet değişiminin öncelikli olarak gerçekleşmesi gerekir. Ama bu zihniyet değişimi gerçekleştirmeden olmuyor. AKP- Erdoğan diktatörlüğü işçilere, emekçilere birden yönelmedi bunu bilelim. Önceden bunun hazırlıklarını yaptı. Sendikaların içini boşaltmak istedi. İş kanunlarında kendine göre düzenlemeler yaptılar. Sendikaların etkili gücünü kırdılar. Mesela KESK’in ve DİSK’in üyesi bir kaç yüz bindir. Ama DİSK’in, KESK’in üyesi bu kadar alt sınırlara çekilirken bunun yanında KAMU-Sen’in ve Memur-sen’in üyesi fazlalaşmıştır. Bazı sendikalar, işçi sendikalar oluşturmuşlar. Hak iş ve işçi sendikaları gibi üye sayılarında önemli artışlar yaşanmıştır. Birçok iş kolunda demokratik işçi ve kamu sendikaların yetki gücü elinden alınmıştır. Böylesine sendikalar üye sayısı altlara çekilerek üretim alanları içerisinde de etki gücü azaltılmıştır. Bunun ardından kamu çalışanlarına yönelmiştir. İşçi sendikalarına yönelecektir. Böylelikle bunlar üretim gücüne daraltmış oluyorlar.

SENDİKALAR DİĞER İŞ KOLLARIYLA BİRLEŞİRSE ETKİLİ OLUR

Peki, demokratik sendikalar tekrar nasıl örgütlülüğünü büyütebilirler?

Şimdi burada devletin saldırılarına karşı çıkmalı. KESK ya da kamu karşı çıkmalı. DİSK ya da işçi sendikaları karşı çıkmalı. Fakat karşı çıkarken, işten çıkartma getirmemeli. Öncesinden bunu gündeme getirmeliler. Nasıl gündeme getirecek. Kendi örgütlülüklerini koruyarak getirecek. Üye sayılarını artırarak getirecek. Sadece kendi iş koluyla sınırlandırmayacak. Diğer iş kollarıyla da bir araya gelerek bunu gerçekleştirecek. Sadece iş kollarında işçilere, kamu çalışanlarına yönelik saldırılarla sınırlı tutulmayacaklar. Toplumu demokratikleştirmek sorunlarına sahip çıkacaklar, Kürt sorununa sahip çıkacaklar. Bunlara sahip çıktıkları zaman toplumun bütününe birleşik bir hareketin sahibi haline gelmiş olacaklar. Bunları gerçekleştirdiklerinde kendi sorunlarını çöze bilirler. Küçültülmüş bir sendika, iş kolunda üye sayısı azaltılmış bir sendika grev yapsa ne olur. Ama diğer iş kollarıyla birleşirse etkili olur. AKP-Erdoğan diktatörlüğü bu emek hareketinin karşısında varlığını sürdüremez. Üretim olmadan toplum olmaz. Üretimi de gerçekleştiren emekçilerdir. Burada ki gücünü kendisine yönelik saldırıları karşı kırmaya dönüştürmeliler.

 

...