Efrîn işgali 20. yüzyıl statükosunu koruma saldırısıdır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu'nun Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanan makalesi.

20. yüzyılda Kürtlerin soykırımı üzerine bir Ortadoğu statükosu oluşmuştu. Bu statüko İkinci Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş denen dönemde daha katı hale gelmişti. Ancak tarih boyu olduğu gibi statükolar bir dönemi kapsarlar. Ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi, askeri alanda yaşanan gelişmeler eski statükoların devam etmesini zorlar. Yeni ortaya çıkan ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi ve askeri gelişmelere dayalı yeni dengelerin ve statükonun kuruluş süreci ortaya çıkar. 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan ve Üçüncü Dünya Savaşı olarak tanımlanan Ortadoğu merkezli savaş sürecini, aynı zamanda yeni dengeler ve buna dayalı statükonun kurulma süreci olarak görmek gerekir.

20. yüzyılda Ortadoğu'da kurulan statükodan en fazla Kürtler zarar görmüştü. Türkiye ise bu statükodan yararlanarak Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütmüştü. Bu açıdan 20. yüzyıl statükosunun değişmesini en fazla isteyen ve bunun için mücadele veren Kürtler olurken, 20. yüzyıl statükosunu olduğu gibi koruma savaşı yürüten ise Türkiye’dir. Efrîn’deki savaş 20. yüzyıldaki statükoyu korumak isteyen Türk devletinin Ortadoğu'daki değişimin öncüsü olan Kürtlere saldırmasını ifade etmektedir. Bu açıdan Efrîn’deki savaşı, Ortadoğu'nun demokratikleşmesi için mücadele veren güçler ile bu demokratikleşmeye karşı direnen güçlerin savaşı olarak görmek gerekir. Efrîn şahsında Ortadoğu'nun temel değişim güçleri olan Kürtlerin iradesinin kırılması amaçlanıyor.

Türk devletinin Kürt düşmanlığında öncü olmasının en önemli nedenlerinden biri, Kürtlerin Ortadoğu'daki demokratik değişimin en temel gücü olmasıdır. Çünkü Ortadoğu'da demokratikleşme gelişirse ve bu temelde de Ortadoğu statükosu değişime uğrarsa Türk devletinin Kürtler üzerinde uyguladığı soykırımcı politikada kırılma yaşanacaktır. İşte bu nedenle AKP-MHP faşizmi Ortadoğu'da statükonun bekçiliğine soyunmuştur ve Kürtlere her yerde saldırmaktadır. Kürtler nerede biraz güçlenmişse, nerede bir kazanım elde etmişse saldırması bu nedenledir. Faşist şef Tayyip Erdoğan’ın “nerede olursa olsun saldırın” demesi de bu nedenledir.

AKP-MHP FAŞİZMİ ORTADOĞU’DA DEĞİŞİME DİRENİYOR  

Efrîn’e saldırısıyla birlikte AKP-MHP faşist iktidarının Kürt ve demokrasi düşmanı karakteri netleşmiştir. Eğer Efrîn saldırısıyla da bu anlaşılmamışsa, bunu anlamayanların ya kafasında ve yüreğinde sorun vardır, ya da AKP destekçisi ve yandaşıdırlar. AKP-MHP iktidarının içerideki demokrasi düşmanlığının nedeni ne ise, Ortadoğu'daki demokrasi düşmanlığının nedeni de odur. Kürtler, Türkiye içindeki en dinamik değişim gücü oldukları gibi, Ortadoğu'nun da en dinamik değişim gücüdürler. Buna saldıranlar da sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun da en gerici demokrasi düşmanı, karşı devrimci gücüdürler. Bunu dünya halkları da Ortadoğu halkları da önemli düzeyde anlamıştır. Bu açıdan dünyadaki tüm demokrasi güçleri ve Ortadoğu halkları Efrîn Direnişi’nin yanında yer almaktadırlar. Efrîn işgali ve direnişi etrafında Türkiye ve Ortadoğu'da değişim isteyen güçlerle değişim istemeyen güçlerin saflaşması yaşanmaktadır.

Türkiye, AKP-MHP iktidarı şahsında değişime direnerek aslında kendi sonunu getirmektedir. AKP-MHP faşizmi değişime direnerek mevcut sistemi ayakta tutacağını sanmaktadır. Bunun için her türlü kirli yol ve yöntemi denemektedir. Bu nedenle vatan millet söz konusu olduğunda gerisi teferruattır demektedirler. Ancak Türkiye içindeki ve dışındaki değişim ve demokratikleşme dinamiklerine karşı bu kadar direnmek, bu kadar eskide ısrar etmek büyük zararlar verse ve tahribatlar da yaratsa sonuç alamayacak bir direnç olmaktadır.

Türkiye aslında bir değişim sürecinden çok güçlü çıkabilir. Demokratikleşme ve değişim dinamikleri güçlü olan bir ülkedir. Özellikle Kürt sorununu çözüp Kürtlerin gücünü yanına aldığında demokratik karakteriyle öne çıkacaktır. Çünkü Türkiye'de Kürtlerin demokratik ve değişimci karakteri Türkiye'ye her bakımdan büyük avantajlar getirecektir. Ancak Türkiye'de güçlü bir demokratik hareket ortaya çıkmadığından Kürtlerin ve Türkiye'nin demokratik dinamizmi ve değişime öncü olacak potansiyeli değerlendirilemiyor. Böylece Türkiye'ye güç kazandıracak potansiyel kullanılamıyor. Hatta Türkiye'nin ve bölgenin en gerici güçleri olan AKP-MHP faşizmi, faşist ortaklarıyla birlikte bu dinamizm ve birikim ortadan kaldırılmaya çalışmaktadır.

AKP-MHP faşizminin bu düzeyde saldırganlığı, demokratikleşme ve değişime karşı direnişi, eğer iyi değerlendirilirse çok hayırlı sonuçlar da doğurur; bu faşist iktidarın yaşayacağı kırılma ile Türkiye çok köklü bir değişime uğratılabilir. AKP-MHP faşizmi Türkiye'yi böyle bir mecraya doğru sürüklemektedir. Tabii ki bu faşizme karşı direnilirse! Türkiye'nin demokrasi dinamikleri, değişim dinamikleri küçümsenemez. Bu birikim ve dinamizm saldırılarla kolaylıkla ortadan kaldırılamaz. Ya Kürtlerin tümden kökü kazınacak, Türkiye'nin onlarca yıla dayalı demokratikleşme birikimi ezilecek ya da bu iktidarın sonu gelecektir. Zaten saldırganlığın azgınlığı bu nedenledir. Ancak ne Kürtlerin kökü kazınabilir ne de demokrasi güçleri tümden ezilebilirler. Kuşkusuz böyle bir tehlike vardır. Ancak gösterilen direnişlerle belki acılar çekilecek, ama bu acılar güzelliklerin mayası olacaktır.

KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİ, KÜRTLERİ YENİLMEZ KILIYOR

Kürtler, kadın özgürlük çizgileriyle demokratikleşmenin kapsamını ve derinliğini öyle bir düzeye çıkarmışlardır ki, böyle bir demokrasi ve özgürlük bilincine kavuşan Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamdan vazgeçmeleri mümkün değildir. Kadın özgürlük çizgisiyle özgür ve demokratik yaşam iradesi Kürtlerin karakteri haline gelmiştir. Bu, bir iki toplantı ya da yürüyüşle sağlanan gelişme ve özellik değildir. Onlarca yıldır ağır bedeller verilerek yürütülen mücadeleyle yaratılan gelişmedir. Asırlık meşeler gibi köklerini derinlere salmıştır. Bu açıdan kadın özgürlük sorununu, kadınların özgürlük mücadelesini sadece kadında yaratılan değişim ve özgürlük düzeyi değildir. Tüm toplumdaki demokrasi ve özgürlük bilinci ve karakterinin kökleşmesi ve yenilmez kılınmasıdır. Bu nedenle Kürtlerdeki demokratik toplum bilinci en kötü despotizmleri ve gericilikleri yıkacak, söküp atacak bir güce sahiptir. Zaten Türkiye gibi karşı devrimci güçlerin etkili olduğu bir ülkede ve Ortadoğu'da kadın özgürlük çizgisine dayanmadan demokratikleşme sağlayıp değişim yaratmak mümkün değildir. Bu açıdan kadın özgürlük sorununa en başta da toplumların demokratikleştirilmesi ve özgürleştirilmesi sorunu olarak bakılmadan kadın özgürlük mücadelesinin anlamı ve değeri anlaşılamaz. Türkiye ve Ortadoğu'da demokrasi düşmanlarının yoğunca saldırdığı bir dönemde kadın özgürlük mücadelesinin anlamı ve değerinin daha kapsamlı ele alınması, değerlendirilmesi ve buna göre bir duruş ve tutum ortaya konulması gerekmektedir. Bu açıdan kadın özgürleşmesinin sadece kadını ilgilendirdiği gibi bir yaklaşım çok yüzeysel, geri ve gerçekleri görmeyen bir yaklaşım olmaktadır.

Şu anda Türkiye'deki AKP-MHP faşizmi dünyanın en yalancı ve en demagojik gücü haline gelmiştir. O kadar insanlık ve demokrasi düşmanı, özgürlük düşmanı karaktere sahiptir ki, bunu gizlemek için yalan ve demagojiyi en üst düzeye tırmandırmış bulunmaktadırlar. Türkiye'de özellikle son on yıllarda o kadar kadın ve çocuk öldürülmektedir ki, siviller öldürülmektedir ki, sivil öldürmek normal hale gelmiştir. Özellikle Kürtler insan yerine konulmadığından kadın, çocuk, genç, yaşlı Kürt sivillerini öldürmek normal hale gelmiştir. AKP iktidarı döneminde çok fazlasıyla sivil Kürt öldürülmesine rağmen “biz sivil öldürmüyoruz” demek, Kürtleri insandan saymamaktır. Kürt ölümlerini böcek öldürmek gibi sıradan bir hale getirmektir.

İnsan Hakları Kuruluşlarının arşivlerinde AKP iktidarının yüzlerce sivili katlettiğinin dokümanları vardır. Zaten birçok sivil ölümü, çocuk ve kadın ölümü Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin kafasına öyle kazınmıştır ki, bunları unutturmak mümkün değildir. Tayyip Erdoğan şefliğindeki AKP iktidarı tarihe sivil katliamlar yapan bir iktidar olarak geçecektir. Tayyip Erdoğan da bir ilk olarak açıktan kadın ve çocuk öldürme emri veren bir lider olarak tarihe geçecektir. Tayyip Erdoğan istediği kadar sivil öldürmüyoruz diye bağırsın. “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız” dedikten sonra birçok çocuk ve sivil öldürdüğünün üstünü örtmesi mümkün değildir. Şu anda öldürülen sivilleri, kadınları ve çocukları bir bir sıralamayacağız. Bunları ortaya koymak basının ve insan hakları kuruluşlarının birinci derecede görevidir. Onlar, AKP iktidarı zamanında ne kadar sivilin polis ve asker kurşunuyla, işkenceyle öldürüldüğünü ortaya koyabilirler.

TÜRK DEVLETİ SİVİL KATLİAMCISIDIR, SOYKIRIMCIDIR

Tayyip Erdoğan Avrupalıların geçmişte sivil öldürdüklerini dillendirerek, Doğu Guta’da Suriye rejimi ve Rusya’nın sivilleri öldürmelerini dillendirerek kendi öldürdüğü sivillerin üstünü örtmek ve bunların dile gelmesini engellemek istiyor. Aslında bu tür söylemler, ben sivilleri öldürüyorsam sizler de öldürüyorsunuz demektir. Doğu Guta’da sivillerin öldürülmesine ses çıkarmıyorsanız benim öldürmeme de ses çıkarmayın şantajı yapmaktadır. Doğrudur, Avrupalıların tarihinde sivil ölümleri vardır, Doğu Guta’da siviller öldürülmektedir. Ancak bunlar dillendirilerek AKP-MHP faşizminin Efrîn’de öldürdükleri sivillerin üstü örtülemez. Hatta başkalarının yaptığı örnekler verilerek Efrîn’deki sivil ölümlerinin üstünü örtmek özrü kabahatinden büyük olmaktır.

Şunu söyleyebiliriz; önceki yüzyılları bir tarafa bırakalım, ittihat terakkiden bu yana şekillenen Türk siyasetinde kadın da çocuk da öldürmek normaldir. Ermeni soykırımı, Süryani soykırımı ve diğer farklılıkların ortadan kaldırılması herkesin bildiği gerçeklerdir. İstediği kadar uğraşılsın bu soykırım gerçekliği örtülemez. Dersim’de de 1937-38’de soykırım uygulanmıştı. Bir zamanlar Tayyip Erdoğan CHP’yi Dersim soykırımını dillendirmiyor diye eleştiriyordu. Aslında açık olmasa da Tayyip Erdoğan Dersim’de kadın ve çocuk dahil on binlerce sivil öldürüldüğünü kabul etmişti. Arşivlerde Tayyip Erdoğan’ın Dersim soykırımını kabul eden konuşmaları vardır. Şimdi bu bukalemun “bizim karakterimizde sivil öldürmek yoktur” diyerek ittihat terakkiden bu yana yapılan tüm sivil katliamlarını, kadın ve çocuk ölümlerini üstlenmiş durumdadır. Bu katliamların üstünü örtmek üstlenmek anlamına gelmektedir.

Türk devleti sivil katliamcısıdır. Türk devleti soykırımcıdır. İttihat terakki böyle bir siyaset geleneği ve karakteri yaratmıştır. Şimdi ittihat terakkinin kimliğini Erdoğan üstlenmiştir. Tayyip Erdoğan hem Abdulhamitçidir hem de Enver Paşacıdır. Hatta Enver Paşacı karakteri daha ağır basmaktadır. Tayyip Erdoğan ikinci Enver olma yolundadır. Akıbeti de büyük ihtimalle Enver Paşa’nınki gibi olacaktır.

İttihat terakkiden beri Türkiye'nin siyasi karakteri kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapmak biçiminde olmuştur. Yüz yıllık pratik bunun en somut kanıtıdır.