Efrin’deki savaş ve direnişin denklemi ve olasılıklar

Efrîn’e Türk devletinin işgal saldırısının en temel yönü; Türk devletinin Kürt düşmanlığını içeren tarihsel ve güncel politikası. Bu politikaya göre Kürtlerin her kazanımı tekçi Türk ulus-devlet rejiminin kabus ve korkusu.

Türk devletinin Efrin’e işgal saldırısı ne anlama geliyor? Bu saldırı konseptini hangi güçler neyi hedefleyerek oluşturdu? Türk devleti neden Ocak ayının sonuna doğru Efrin’i hedefledi? Bu soruları daha da çoğaltıp, yanıtlarını da doğru yöntemle bulmak gerekli. Efrin’e işgal saldırısının boyutlarını ve Efrin’deki direnişin karakterini anlamak önemli.

Efrin’e Türk ordusunun 72 uçak, onlarca topçu bataryası ve tanklarla saldırdığı 21 Ocak’ta Kürdistan dağlarında gerilla alanlarındaydım. TV ekranlarından önce “Amed’den çok sayıda savaş uçağı kalkış yaptı” son dakika haberini okuyoruz. Çok az bir süre sonra savaş uçaklarının Efrin’i bombaladığını, bombardımanın yaygın bir şekilde devam ettiğini öğreniyoruz. Onlarca savaş uçağının bombardımanı devam ederken, dağ koşullarında Efrin’den bilgi almak için hareketleniyoruz. Türk devleti, Rusya’nın Suriye hava sahasını Türk devletine açık hale getirdiğini, Tayyip Erdoğan ve ekibinin içinde bulunduğu zor durumu kurtarmak ve Kürt düşmanı politikaları hayata geçirmek istediği alan bu kez Efrin...

“Neden Efrin’e Türk ordusu böylesi bir güçle saldırdı?” sorusunu sorduğumda, meselenin Efrin’le sınırlı bir saldırı olmadığını, Türk devletinin inkar ve imha politikalarını Efrîn ile sürdürmek istediğini, ancak bunun çok ortaklı bir planın parçası olarak ele alınması gerektiğini belirten cümleler kuruluyor.

Mesele sadece Suriye meselesi ile de sınırlı görülmüyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin temsilcileri 2017’nin sonlarında Rakka’nın Demokratik Suriye Güçleri ve uluslararası koalisyon tarafından özgürleştirilmesi ile bölgede yeni bir dönemin başladığının tespitini yapmışlardı. Rakka’nın özgürleştirilmesi ve Musul’dan da DAİŞ’in temizlenmesi bölge dengelerinin yeniden kurulmasını sağlamıştı. Katar, Suudi Arabistan, Yemen Krizi ve diğer bölge ülkelerinde de o dönem görülen sorunlar da Rakka’nın düşüşü sonrasındaydı. Ve Rakka sonrası Ortadoğu’da sular durulmadı. Irak ve Güney Kürdistan’da “25 Eylül 2017 Referandumu” sonrası ortaya çıkan kriz, Kerkük ve Germiyan bölgesinin Güney Kürdistan’dan idari olarak kopartılması, Güney kentlerindeki ekonomik ve siyasi krizle bağlantılı gösteriler, İran’da 2018 yılının ilk ayında ortaya çıkan gösteriler, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma süreci, Tayyip Erdoğan’ın Zarrab meselesi, rüşvet ve yolsuzlukları vb. bütün bu gelişmeler kaba bir komplo teorisi ve tesadüfi gelişmeler değildi...

Peki bu karmaşık gibi görünen ve birbirini tetikleyen olaylar süreci Efrîn’e nasıl ulaştı?

Efrîn’e Türk devletinin işgal saldırısının en temel yönü; Türk devletinin Kürt düşmanlığını içeren tarihsel ve güncel politikası. Bu politikaya göre Kürtlerin her kazanımı tekçi Türk ulus-devlet rejiminin kabus ve korkusu. Ancak Türk devletinin bu saldırısının önünü açan ise Suriye’de nüfuz sahibi olan Rusya’nın Suriye hava sahasını Türk ordusuna açması. Hatırlayalım, Efrin’de sembolik de olsa bulunan Rus askerleri, Efrin işgal hareketi öncesinde Tıl Rıfat’a çekildi. Rusya bu politikası ile Türk devletinin ABD ve NATO ile çelişkisini artırmak, Türk devletinin desteklediği çetelerin İdlib ve çevresinden çekilmesini sağlamak, Türk devletini Rusya’ya bağımlı hale getirmek, Suriye’deki savaş harcamalarını da Türk devletine ödetmek istiyor. Ancak Rusya’nın bu politikası çok uzun vadeli olma özelliği taşımıyor. Çünkü Rusya, Türkiye’nin Suriye’de güçlenmesini istemiyor. Bunun kanıtı, Rusya’nın Türkiye’nin istemediği temel güçleri Suriye’de esas alması. Suriye’nin mevcut rejimi, İran ve Arap ülkeleri de Rusya’nın Suriye’yi kendi oyun alanı olarak tanımlamasına karşı. Dolayısıyla Rusya ile Türk devletinin Efrîn üzerindeki işbirliği kırılgan ve yeni çelişkiler yaratma potansiyeli taşıyor. Rusya ile aynı blokta yer alan ABD karşıtı cephenin parçası olarak görünen Suriye rejimi ve İran’ın Türk devletinin Suriye’deki politikasına stratejik ve taktik olarak karşıtlığını da iyi görmek gerekiyor. Zaman zaman konjöktürel ortaklaşma çabaları kısa vadeli özellikler taşıyor. Türk devletinin desteklediği çetelere karşıtlık taşıyan bir başka Suriye dinamiği ise diğer muhalifler. Bu dinamiklerin toplamda Efrîn’e yapılan saldırıların sonuçlarının Türkiye aleyhine dönüşebileceğinin çok önemli göstergeleri.

Halep’teki kısa gözlemlemelerimde bu durumu bizzat gördüm. Suriye’nin Kürtler dışındaki diğer muhalif grupların temsilcilerinin Türk devletinin Efrîn’i işgal etme girişimine tepkisi sadece sözlü uyarılar biçiminde değil. Bu durumun savaş sahasına da yansıyabileceğini gösteren sözleri de Halep’te duyabilirsiniz. Tabii ki bölgedeki Mısır, Suudi Arabistan vb. Arap ülkeleri de Türk devletinin Suriye’ye askeri olarak girişini hiç de olumlu karşılar durumda değiller.

ABD açısından Efrîn’e yapılan saldırı ise çok yönlü özellikler taşıyor. ABD, Türkiye’nin Rusya’nın oyununa geldiğini iyi biliyor. Tayyip Erdoğan ve ekibinin ABD’yi sürekli tehdit edip, kendi lehine pozisyon almasını sürekli dillendirmesi, ABD içinde bazı tartışmalar yaratsa da Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginliğin hemen giderilemeyeceği görülüyor. Erdoğan ve ekibi ABD ile “eski stratejik müttefiklik ilişkisini” Kürt karşıtlığı üzerinden tazelemek istemektedir. ABD ise sahadaki durumu gördüğünden ne Kürtlerin bölgedeki gelişen gücünü görmezden geliyor; ne de Türkiye’yi Rusya’nın yanına itmek istiyor. Dolayısıyla ABD içindeki bu durumu gören Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türk devleti; ABD’yi kendi lehine seçeneğe zorlamak için Suriye’de, Rojava’da provokatif girişimlerini sürdürüyor. ABD’nin bu konudaki politika değişikliğinin Türk devletinin ve Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi sonuçlar doğuramayacağı tespitini de Efrîn’e bakarak görmek gerekli. Çünkü, eğer ABD, Türkiye’yi eskisi gibi desteklerse, Rusya-İran-Irak-Suriye ile görece oluşan ittifak, Türk devletine ağır bedeller ödetecek bir potansiyele sahip. Yani Türk devletinin ABD’yi Kürt düşmanlığı politikalarına ortak edip aktif kılma çabası da istediği sonucu vermeyecektir. AB ve diğer koalisyon güçleri de Türk devletinin Efrîn saldırısını kabul etmemekle birlikte, sessiz kalarak sürecin uzamasına, savaşın derinleşmesine neden olmaktadırlar. Türkiye’nin Efrîn’e saldırıları ile birlikte Suriye’de DAİŞ, El Nusra vb. çete örgütlerinin yeniden canlanabileceğini gören bu güçler, kendilerini daha fazla etkisiz pozisyonda tutamayacaklardır. Ve dünya kamuoyunda Türk devletinin Efrîn’e saldırılarına karşı önemli bir güç birikiminin devlet politikalarına etkide bulunma durumu da giderek güçlenmektedir.

Efrîn’e yapılan işgal girişiminin Kürdistan’ın bütün parçalarında Türk devletine karşı büyük bir öfkeye dönüştüğünü de belirtmekte fayda var. Güney Kürdistan’da Süleymaniye ve Hewlêr’de kiminle bu konuyu konuşursanız, “Efrin Kerkük gibi olmasın” sözlerini, daha sonra da “Efrin’deki direnişin kazanacağını” içeren cümleleri duyacaksınız. Ve önemli bir nokta olarak Güney Kürdistan’da Türk devletine karşı Kürt toplumunun büyük bir öfkesinin yeni bir duruma işaret ettiğini de not etmekte fayda var. Yani Türk devletinin Efrîn’e yaptığı saldırının aynı zamanda Güney Kürdistan’a yapılan bir saldırı olarak ele alındığını hem her siyasetçiden hem de sokaktaki halktan duyabilirsiniz.

Doğu Kürdistan’dan Efrîn’e gelen ve buradaki direnişe katılanlarla konuştuğumda da bu direnişin Kürdistanî karakter taşıdığını ve Kürtler için onur savaşı olduğunu belirttiler. Yani Doğu Kürdistan da Efrîn’e hiç kayıtsız değil. Bakûr Kürdistan için de benzer durum var. Her ne kadar AKP-MHP faşizmi, Erdoğan diktatörlüğünün baskıları nedeniyle sokakta istenilen tepkiler olmasa da Bakûrê Kürdistan’ın öfke birikiminin her an kendini dışa vurabileceğini ve 6-7 Ekim Kobanê serhildanlarını da aşan bir potansiyeli taşıdığını da tespit etmek gerekli. Tabii ki de bu süreçte Kürt Özgürlük Hareketi’nin tutumu oldukça önemli. Kürt Özgürlük Hareketi, Türk devletinin Kürdistan’da uygulamak istediği planları tahlil etmiş ve özellikle Tayyip Erdoğan ve ekibinin Rojava, Başûr ve Bakûr’daki Kürt kazanımlarını nasıl hedefleyeceğini tahlil ederken; Efrin’e yapılacak saldırıya dikkat çekmişti. Kürdistan’ın tüm dinamikleri; mevcut durumda Türk devletinin inkar ve imha üzerine şekillendirilen Kürt politikasına karşı bu süreçte tarihsel bir bütünlük taşımaktadır. Bu birlik ve bütünlüğün sahaya, savaş alanına, diplomasiye yansıması Türk devletine çok büyük ve tarihi bir darbe vuracaktır. Türk devleti Efrîn’e saldırısını devam ettirir ve işgale dönüştürürse, Türkiye’nin hiçbir kenti hiçbir şekilde güvenlik içinde olmayacak. Savaş ekonomisi Türkiye toplumunu daha fazla çöküntüye uğratacaktır.

Türkiye’de AKP-MHP ve Ergenekon’un her halinin faşist ittifakı kendi içinde büyük bir yarılmaya gidecek; ilk kırılma ve boşlukta, 15 Temmuz 2016’daki darbeden daha beter birbirlerini boğazlayacaklar. Yani Türk egemen elitinin AKP-MHP ve Ergenekoncular; Fetullahçılarla girdikleri çatışmalı hali kendi içinde daha kanlı ve sert yaşayacaklar. Bunun emareleri her zamankinden daha fazla var. Türk devleti merkezine aldığı Kürt düşmanlığı politikaları üzerinden bölgesel ve küresel güç odakları ile içine girdiği ilişki biçimi ile kendi iç siyasetinde görece “milliyetçi birlik” oluşturuyor. Ama bu güçlerin her biri bölgesel ve küresel olarak farklı güç odaklarına bağlı. Herhangi bir farklılaşmada birbirlerine darbe, komplo ve hileler yapıp kendilerine kaosun içinde bulabilirler. Ve bu kaos süreci de Türk devletini Suriye’den daha beter bir hale getirebilir. Efrîn direnişi, işte bu noktada her güç açısından gidişatı belirleyecek bir karakter taşımaktadır. Kürtlerin her koşulda kazanacakları, Türkiye’nin ise her koşulda kaybedeceği bir savaş gerçekliği şu an Efrîn’de sürmektedir.