Duran Kalkan'ın dilinden PKK
27 Kasım 1978’deki kuruluş kongresine katılan, 40 yıllık PKK’nin mücadele tarihinde kesintisiz yer alan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK'yi anlattı
27 Kasım 1978’deki kuruluş kongresine katılan, 40 yıllık PKK’nin mücadele tarihinde kesintisiz yer alan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK'yi anlattı
PKK, kurulurken amacı neydi? PKK’nin kuruluşunda PKK’yi "ajan, provokatör" olarak niteleyen çevreler kimlerdi? PKK neden "Terör örgütleri" listesinde?, "PKK’ye hayır, Kürt sorununa evet ya da PKK’ye evet, Apo’ya hayır!" söylemi kaynağını nereden alıyor? PKK’nin değişen paradigmasını geçmişte ve günümüzde kim nasıl yorumladı? Özyönetim Direnişleri’ni PKK nasıl değerlendirdi? PKK’nin Rojava ve Suriye’deki gelişmelerdeki rolü nedir? ABD ve Almanya PKK’yi nasıl değerlendiriyor? PKK’nin Türkiyeli devrimci örgütlerle geçmişteki ve günümüzdeki ilişkisini kim nasıl yorumluyor, PKK’nin bu yorumlara yanıtı nedir? Devrimci Yol, ÖDP, Devrimci Sol ve DHKP-C ve diğer örgütlerle hangi noktalar üzerinden tartışmalar yürütülüyor? PKK’nin Türkiye’de HEP’den HADEP ve HDP’ye kadar devam eden demokratik siyaset alanına ilişkin görüşleri neler? PKK, HDP’nin gelişmesinden nasıl etkileniyor, HDP’nin gelişmesi PKK için ne anlam ifade ediyor? PKK’nin AKP ve Türk sömürgeciliğine karşı geliştirdiği mücadelenin özellikleri nelerdir? Bu ve daha da çoğaltabilecek soruların tamamını PKK’nin kurulucularından ve yarım yüzyıla yakındır Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki hareket içinde kesintisiz yer alan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’a sorduk.
PKK’nin kuruluşunun üzerinden 40 yıl geçti. Sayın Kalkan, öncelikle 40. Yıla girerken Türk devleti, "PKK’nin 2017 baharında esamesi okunmayacak" diyordu. Ama görkemli kutlamalar yapıyorsunuz, gerillanın 2017 yılında hiç durmayan büyük eylemleri oldu. 40. Yıla girerken neler söylemek istersiniz?
Öncelikle PKK’nin 39. kuruluş yıl dönümünü başta Önder Apo olmak üzere bütün yoldaşlara ve halkımıza ve dostlarımıza kutlu olsun. 40. Yılında bu mücadeleyi yürüten herkese üstün başarılar diliyorum. Yine Önder Apo’nun "Gizli Ruhum" dediği Haki Karer yoldaştan başlayan; son Delal Amed ve Azê Malazgirt yoldaşlara kadar gelen mücadele şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Bu şehitlerimizin izinde yürüme, başarı kararlılığımızı yineliyorum.
Başlangıçta bir iddia ve bir irade beyanı olarak ortaya konulan bu durumun, günümüzde 40. Yılına girerken, dünyada eşi bulunmaz biçimde gerçekleştiğini görüyoruz. Hiç kimsenin aklından geçirmediği bir gelişme ile bugüne gelindi.
PKK, düşmanları da çok olan ama dostları, yandaşları ve militanları daha fazla bulunan bir hareket. Hiç kimsenin aklından geçirmediği, ön görmediği tarihi bir gelişme gösterdi PKK. Doğruları ortaya çıkaran bir harekettir. İnsanlık adına yargılama ve sorgulama yapan bir harekettir. Fedai militan çizgiye sahiptir. PKK, Kürt halkı olduğu kadar, kadınlar, gençler ve bütün ezilenler için bir hakikattir. PKK’yi böyle görmek gerekir. PKK, bir önderlik ve şehitler partisidir. Önder Apo, PKK’yi şehitlerin anılarının örgüte ve eyleme dönüşmesi olarak tanımladı. Biz "Önderlik Hareketi“ diyoruz. Halk, "bizim kimliğimiz ve irademiz“ diyor. Bir gençlik ve kadın partisidir PKK. Ama özellikle de kadın özgürlük çizgisini geliştiren ve kadın partisini ortaya çıkaran bir partidir. Kuruluşundan itibaren aydın gençlik hareketidir PKK. Özgürlüğü ve eşitliği ve sadeliği esas alıyor. Bugün 40. Yılına girerken Merkez Komite toplantımız 40. Yıl hedeflerini belirledi. Hareket ve halk olarak hazırlıklı ve planlı olarak 40. Yılına giriyoruz. Özellikle son Besta Şehitlerimiz bu kararlığın uygulanma iradesi ve andı oldu. Özellikle Delal Amed yoldaşı her zaman hareketimiz, halkımız, gençler ve özellikle kadınlar minnetle anacak. Partimizin Yürütme Kurulu Üyesi, uzun yıllardır ideolojik ve pratik ölçülerini uygulamada büyük emeği oldu. Delal Amed yoldaşımız, Devrimci Halk Savaşı döneminde en önde rol oynadı. YJA-STAR bizim mutlak özgürlük çizgimizi ifade ediyor. Kadın özgürlük çizgisinin öz savunma gücüdür. Böyle bir özgürlük çizgisinin ve eyleminin öncüsü oldu. Hepimiz üzerinde emeği ve katkısı var.
AKP-MHP faşizmine karşı en önde Botan gibi bir sahada mücadele yürüttü. Onun duruşu ve mücadelesi hepimiz için bir emir ve talimattır. Biz bütün komuta ve savaşçılarımız olarak bu çizgiyi esas alacağız. PKK’nin 40. Yılını Delal Amed yılı olarak ilan ediyoruz. Nasıl DAİŞ faşizmini YPJ yerle bir ettiyse AKP ve MHP faşizmini de YJA-STAR güçleri yerle bir edecektir. 40. Yıl hedefimiz bu temeldedir. Ben Besta Şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum, tüm kadınlar ve gençleri bu direniş çizgisini doğru anlamaya ve faşizme karşı mücadeleye aktif katılmaya, Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulması için mücadele yürütmeye çağırıyorum.
PKK VE 40 YILLIK KAZANIMLARI
PKK 40 yıllık süre içinde büyük kazanımlar elde etti... Bir sosyologun, PKK’nin 40 yıllık mücadelesi sonucunda ortaya çıkan bu kazanımlardan PKK’nin karşıtlarının ve farklı güçlerin faydalandığını ama PKK’nin kendisinin bu sonuçlardan yeterince faylanamadığı tespiti var. Bu tespite katılıyor musunuz?
Bu görüş, biraz iktidarcı ve devletçi zihniyetin yansıması oluyor. Yararlanmaktan kastı maddi yaşam imkanları belli bir statüko kurması olarak anlıyor. Bu devletçi ve mülkiyetçi bir anlayış oluyor. PKK, diğer ülkelerdeki devrimci ve ulusal kurtuluşçu hareketleri gibi erkenden bir sonuca ulaşamamış olarak anlıyor. Böyle değil PKK. PKK’nin büyüklüğü yarattığı büyük bürokrasi, mülkiyet ve statüko oluşturmasından gelmiyor.
PKK’nin büyüklüğü, doğruluğu temsil etmesinden, sözünü eyleme geçirmesinden geliyor. PKK’nin büyüklüğü yanlışları, suçu, günahı, baskıyı, yalanı, hurdayı, sömürüyü ortadan kaldırma hareketidir. Bu kıyamet denilen dönemde kapitalist modernitenin bütün insanlık değerlerini ortadan kaldırmaya çalıştığı dönemde bu değerleri koruyan, Kürdistan'da bu değerlerle birlikte toplumsallığı koruyan ve yeniden yaratan bir harekettir. Büyük gelişmeler yaratıyor. Bunların bir kısmı maddi gözle bakılırsa görülmez. Bunlar dıştan bakılarak görülmüyor. PKK’nin yarattığı değerleri gelecekte daha iyi görecekler. Yani bu iktidarcı devletçi güç, o kadar insanlık düşmanı ve toplumsallığı ortadan kaldırmak istiyor, tabii buna karşı mücadele öyle kolay olmuyor.
Öyle hemen istediğin gelişme olmuyor... Evet bazıları bu değerlerden maddi olarak yararlanmak istiyor. PKK’nin sırtını sıvazlayan, geçmişte bunu yapmak isteyen oldu. Geçtmişte de bunu yapanlar oldu. Biz bunun farkındayız. Kıs kıs gülenler oldu. Şimdiye kadar böyle yaklaşanlar sonunda hep yanıldılar. PKK’nin öyle yararlanılacak bir hareket olmadığını gördüler. Onlar PKK’nin çizgisi karşısında pes ettiler. Eğer Apocu çizgi sürdürülürse yine aynı sonuç olacak.
PKK VE PROVOKATİF YAKLAŞIMLAR
PKK ortaya çıkışında bazı çevreler vardı. Doğu Perinçekçiler ya da bazı Kürt örgütlerinin temsilcileri, PKK’yi "ajan-provokatör" olarak tanımladılar. Sert mücadele yürüttünüz... Aynı güçler 1990’lı yıllarda PKK ile ittifak arayışına girdi. Şimdi PKK’ye karşı başlangıçtaki tutumlarını sürdürüyorlar. Bu çevrelerin amacı neydi? PKK ile ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi şöyle bir durum var: Kürdistan'da öyle bir sömürü ve statüko yaratılmış ki! Kürtler eğer çok bilinçli örgütlü ve planlı olmazlarsa verdikleri mücadeleden hep yararlanmak isteyen çevreler çıkar. Bunun için geçmişte "herkesin askeri" denilmiş Kürtlere... Kürtler savaşıyor ama başkaları kazanıyor, geçmişte bu böyleydi ama bilinmeli ki; Apocu Hareket bunun bilinci ile ortaya çıkmış bir harekettir. PKK de bunun farkındadır. Hala PKK’yi geçmişteki hareketler gibi ele alanlar var. "Kürt'tür saftır, kandırırız" gibi ele alanlar var. Bunun politikasını yapmak isteyenler vardı. Hile hurda çeviren, dostça olmayan yaklaşımlar vardı. Ama Önder Apo’nun çizgisi bunları boşa çıkardı. Bütün hesapları başarısız kıldı. Evet, Doğu Perinçek çizgisi biliniyor. Çok fazla şey söylemeye gerek yok. Mahir Çayanlar 1970’lerde ortaya koymuşlardı. Yine TKP çizgisi de Perinçek’in çizgisini biliyor. Ona sistem bir misyon vermiş. O da belirtilen gibi yapmak istedi. Eskiden diyordu "İki kurşun var birini bana sıkın" ama şimdi "bütün kurşunları Kürtlere sıkın“ diyor. Nereden nereye geldi. İncelensin bütün söyledikleri bütün gerçekler ortaya çıkar.
PKK VE TÜRİKE DEVRİMCİLERİ
Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) ve PKK ilişkisi de çokça değerlendiriliyor. Avrupa’da bazı Kürt aydınları ya da siyasi çevreler "PKK, neden Türk solunun küçük gruplarının peşine takılıyor, bundan bir şey çıkmaz“ diyor. Yine tersi durum olarak da "Türkiye devrimcileri PKK’nin peşine takılmış“ diye söylemler var. Siz bu söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Böyle şeyler var. Tersi de var. Bazıları da diyor ki, Türkiye’nin devrimci örgütleri PKK’nin kuyruğuna takıldı. Birileri de PKK, onların kuyruğuna takıldı, diyor. Bunu söyleyenler kuyruğa takılmaya alışan kişilerdir. Kendileri kuyrukçu oldukları için devrimcileri de PKK’yi de birbiriyle ilişki kuran ittifak, güç birliği, birlikte eylem yapmak isteyenleri hep birilerinin birilerine hile yaptığı, kuyruğuna takıldığı sanılıyor. Burada hep menfaatçılık var. Karşıdakinden faydalanma eğilimi var. Bu ruhu ve anlayışı görmek lazım. Ruhları öyle olmuştur. Bilinçleri öyledir. İnsanlara ve başkalarına yaklaşımlar böyledir. Bunların özünde hırsızlık, çalma, aldatma var. PKK’de böyle bir şey yoktur. PKK’yi öyle sananlar oldu. Belirttiğiniz gibi o Kürt çevrelerinden başlangıçta da vardı. ADYÖD’e giren tek Kürt örgütü 1974’te Apocular oldu. “Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği“ kurulduğunda diğer bir sürü Kürt örgütü, derneği, grubu, partisi vardı. Hiç birisi katılmadı. Apocular katıldı. O zaman da “Bu ne biçim Kürt, Kürt değildir“ diyorladı. 12 Eylül’den sonra 1981-82’de “Faşizme Karşı Direniş Cephesi“nin kuruluşuna PKK katıldı. Yine 12 Eylül faşizmine karşı direnmek üzere oluşan cepheye katılan tek Kürt örgütü PKK oldu. O zaman da “solcuların, sosyalistlerin kuyruğuna takılıyorlar, Kürlerin onlar ile işleri yok“ dediler. En son Rojava gençlerinin Reqa’da Arap toplumunun DAİŞ faşizminden kurtuluşu için yürüttüğü savaş için “Kürtlerin Rakka’da, Kürtlerin Ankara’da, İstanbul’da ne işi var, PKK oralarla niye uğraşıyor“ dediler.
"PKK büyük bir güç neden böyle küçük ittifaklar yapıyor?“ diye tartışmalar da yürütülüyor.
Büyüklük ve küçüklük görecelidir. Biz hiç kimseyi küçük görmüyoruz. Bir kişi bile çok büyük bir değerdir. Önder Apo bize bunu öğretti. İnsana değer vermeyi, insanı doğru anlamayı öğretti. Bir kişi eğer doğru düşünüyor, düşündüğünü uyguluyor ise bu konuda samimi ve tutarlıysa çevresini aydınlatabilir; iki kişi olabilir, 20 kişi olabilir, 2 bin kişi olabilir, milyonlara ulaşabilir. Önder Apo gerçeği bunu zaten doğruluyor. Bu PKK’de gerçekleşmiş bir durumdur. Onun için öyle birini küçük ya da büyük görmüyoruz.
Burada şu var: Dikkatli olalım. Aslında çok fazla kendisini esasa alan, abartan veya kendisini doğruyu temsil ediyor gibi görünen bir yaklaşım var ama bunun içinde çıkarcılık var. Dolayısıyla büyük bir yanılgı var. "Rakka’da işi nedir, İstanbul’da Ankara’da işi ne?" diyenlere soruyoruz. Peki Kürt sorununu nasıl ve neyle çözecekler? Onu söyleyenlerin hepsinde ABD’nin bayrağı var. Onunla çözecekler. Şu büyük güç, bu büyük güçten icazet alarak, onların desteğini alarak çözebileceklerini sanıyorlar. PKK öyle bir hareket değildir. PKK baştan itibaren insanın gücüne, halkların gücüne, kadınların ve gençlerin gücüne güvenen ve dayanan bir harekettir. Önder Apo “En büyük güç insandır. En büyük teknik insandır“ dedi. Doğru düşünen, düşündüğünü yapan insanın gücünden daha büyük güç yoktur. Bu insan yenilmezdir. En büyük güç toplumsal duruştur. Toplumsal dokudur. Toplumsal örgütlülüktür. Bu düşünce şimdiye kadar doğrulandı. PKK ilişkilerine bu telede yaklaştı ve yaklaşıyor.
Tersinden söyleyenler de oldu. Türkiye’de de "PKK’nin kuyruğuna takıldılar" diyenler var. Bizimle ilişki kuran birlikte çalıştığımız örgütler için bu tür suçlamalar yapılıyor. O yoldaşlara sorulabilir. Her birinin değerlendirebilecek gücü de düşüncesi de var. Tutarlılıkları da vardır. Bunu buradan net söyleyebiliriz. PKK’de sandıklarından, bildiklerinden, yaptıklarından farklı bir şey var. PKK bir çıkar hareketi değildir. Önder Apo savunmada “Ben hiç kimseye parti içi de dahil çıkar vaat etmedim, hiç kimseye çıkar çağrısı yapmadım, özgürlük için doğru bilinçlenme, örgütlenip mücadele etme, özgür yaşamını kendi gücüyle kurma çağrısı yaptım. Eğer bilinçlenir ve inanırsa bunun mümkün olduğuna inandım ve bunu söyledim“ dedi. PKK toplumu böyle eğitiyor. Dolayısıyla bütün ilişki ve ittifakları böyledir.
“HBDH, HDK hemen dağılır“ diyorlardı. Dağıtmak için zaten AKP-MHP faşizmi hem baskıyı hem de her şeyi kullandı. Onların dışında da bir sürü kendisini farklı eğilimde göstererek benzer çabalar harcadılar. Fakat yapamadılar. Neden yapamadılar? Onların o sözlerinin yalan olduğu, hile olduğu ve PKK gerçeğini yansıtmadığı açığa çıktı. PKK ile donanmış, örgütlenmiş Kürtler ve Kürdistan’a gelenler, Kürt halkının içine girenler, mücadelesini görenler bu tür sözlerin, davranışların ne kadar büyük yalan olduğunu gözleriyle gördüler, aydınlandılar ve inandılar. Gerçek böyledir. Bu herkese sorulabilir.
DEVRİMCİ YOL VE DEVRİMCİ SOL İLE TARTIŞMALAR
Bu konu ile bağlantılı olarak iki soru sormak istiyorum. Daha sonra DAİŞ ile mücadele bölümüne geçmek istiyorum. HBDH ve HDK cephe hareketi, biri radikal devrimci örgütler ile bir de Türkiye Demokratik Siyaset alanı ile ilgili. Demokratik siyaset alanında DEV-YOL- ÖDP çizgisi bu tür ortaklığa pek gelmiyor. Gelmemesinin nedenin de bu tür çalışmalarda genellikle PKK’nin etkisini gerekçe gösteriyor. Bu yaklaşımı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? İkincisi de HBDH’de DHKP-C, DEV-SOL çok fazla bir şekilde belirttiğiniz eleştirileri yapıyor. Bu eleştiriler karşısında sizin görüşleriniz nedir?
Gerçekten de büyük bir yanlış ve haksızlıktır. Bu hareket açısından da şunu söyleyebilirim: Önder Apo hiç çekinmeden “Ben Kürt sorununu Mayir Çayan’dan duydum. Kürt sorununa ciddi yaklaşılmalıdır“ dedi ve “Ben Kürt sorununu duyunca Kürt olarak irkildim ve bu davaya böyle girdim“ dedi. Bunlar savunmalarda ve Önder Apo’nun çözümlemelerinde, değerlendirmelerinde bir çok kez geçiyor. Bu bir gerçektir. Şimdi Mahir Çayan böyle bir önderlikti. Deniz Gezmiş idam sehpasında “Türk ve Kürt haklarının kardeşliği“ dedi. Son nefesini bu kardeşlik üzerinden verdi. Bunun yaratılmasını ön gören mücadele üzerine verdi. 1971 direnişçiliği, devrimciliği böyle bir devrimcilikti. Türkiye’de devrimi, sosyalizmi temsil eden önderlikler, böyle önderliklerdi. Şimdi bunların içerisinden bu tür hareketlerin çıkması gerçekten de üzüntü vericidir, acı ve olumsuz bir durumdur. Ama ne yazık ki, bir realitedir. Kendileri değerlendirsinler. Mahir Çayan’ın anlayışı, ruhu, çizgisinin neresindeler? Bunu herkes değerlendirsin, ben sadece bunu hatırlatmak istiyorum.
Fakat HDK, AKP-MHP faşizminin kurumlaştırmaya çalıştığı faşist diktatörlüğe karşı bir demokratik alternatifi temsil ediyor. Özgür birey, demokratik topluma dayalı demokratik alternatiftir. Yeni bir Türkiye’yi, demokratik Türkiye’yi temsil eden bir güçtür. Onu örgütlenmeyi esas alıyor. Gerçekten ’ben demokratım, demokratik bir Türkiye’de yaşamak istiyorum’ diyen herkes HDK’ye katılabilir. Gerçek demokrat ise demokratlığı laf olarak söylemiyorsa HDK’de yer almalıdır. Parçalamamalıdır, faşizm karşısında parçalı duruş ile başarılı olamaz. Çünkü faşizm karşısında demokratik birliğe girmiyor, parçalıyor ise faşizme hizmet etmiş olur. Sonunda yaptıklarından faşizm faydalanacaktır. Bunu bilmek gerekiyor.
Bu çevreler ile yeterince bir tartışma yürüttüğünüzü düşünüyor musunuz? Bu çevreler ile diyalog var mı?
Biz her zaman diyaloğu arıyoruz. Özellikle HDK-HDP oluşumunda bunlar oldu. Bildiğimiz kadarıyla tartışmalar yürütüldü. Ama biz, HBDH çerçevesinde bunu yapmaya çalıştık, HBDH’de yer alan örgütler bu konuda hepsi duyarlı ve istekliler. HBDH’de şöyle bir anlayış yoktur: Biz üç ya da beş örgüt bir araya geldik biraz yakınlaştık bir olalım, bizim dışımızdakileri yok edelim! Kesinlikle baştan itibaren ilkeli bir birliktir. İlkeleri vardır. Önemli ilkelerinden biri, birliğin herkese açık olmasıdır. Herkesi katmak için birlik içerisinde çalışmaktır. Böyle bir ilkesi ve çabası vardır. Bu anlamda çağırılar oldu. Sadece Dev-Sol değil, devrimci demokratik çevrelerde yer alan herkese çağrılar oldu. Sadece illegal çevrelerden yer alması da gerekmiyor. Legal bir biçimde çalışıyor da olabilir. Bütün o çevrelere HBDH’de bir biçimde yer alabilecekleri yönünde çağrılarımız, irtibatlarımız oldu. Hala bu çağrılar ve çabalar sürüyor. Biz bu konuda açığız, yine de çağırıyoruz.
Ben şunu söylemek istiyorum: Bu birliğe gelinmeyişinin altında ince bir yanılgı yatıyor. Kompleks gibi bir yaklaşım var. Kürtler doğruyu söylemiş, biraz gelişme yaratmışlarsa her şeyi tekellerine almadılar ve böbürlenmiyorlar. Biz öncüyüz, mutlakız demiyorlar. Kazanan Türk, kazanan Kürt, kazanan Ortadoğu halkları ve insanlık oluyor. Böyle bir yaklaşımları var. Biz kazanalım başkası kaybetsin diye bir yaklaşımları yoktur. Bu açıdan PKK’ye, Kürt devrimciliğine böyle sanki bireyci, menfaatçı, grupçu bir eğilim varmış gibi yaklaşmak kesinlikle yanlıştır. Gelip görsünler, ilişki kursunlar yanılgılarını görecekler. Doğruyu görüp doğruya gelmeyi bilecekler. Çünkü gün gibi bir gerçektir. Bu inceltilmiş milliyetçi etkilerden kurtulmak gerekiyor.
Bu konuda söyledim ve şimdi de söyleyebilirim. CHP çok olumsuz rol oynadı. Türkiye devrimci sosyalist hareketinin yönlendirilmesinde, bir irade ve etkinliği olmasın diye çok olumsuz rol oynadı. 1971’de devrimci önderleri bu devlet katletti, ondan sonra “Orta sol!“ diye CHP’yi ortaya sürdü. Anlayış kayması oldu. Ruhta, düşüncede kayma yaratarak, solu bağımsız özgür iradeli, topluma alternatif bir güç haline gelmekten çıkartmak istedi. Bu gerçeği görmek lazım. CHP gerçekten de olumsuz rol oynuyor. Çeşitli mücadelelerde CHP ile ilişkiler olabilir, ittifak yapılabilir. Biz buna bir şey demiyoruz ama ince Kürt karşıtlığı böyle Kürt'ün gelişmesinden korkan durumun altında inceltilmiş Türk milliyetçiliği vardır. Bu da soykırımcı sistemle bağlantılıdır.
CHP ve FETHULLAHÇILARIN ERDOĞAN'A DESTEĞİ
Çok radikal eleştirdiniz. Şöyle bir durum da var. Özellikle devlet güçleri ya da Tayyip Erdoğan'ın psikolojik savaş ya da başka bir nedenle Fethullah Gülen, CHP, PKK ortaklaşması gibi sürekli bir söylemi var...
Bunu Tayyip Erdoğan söylüyor. Tayyip Erdoğan kimin koltuğunda büyüdü yetişti? Fethullah Gülen ile yıllarca ittifak yapan, “Ne istediler de vermedik“ diyen kimdi? Biz değildik. Tayyip Erdoğan’dı. CHP’den destek alarak HDP’lileri tutuklatan, OHAL ilan eden herhalde biz olmadık. CHP desteği olmasaydı Tayyip Erdoğan olamazdı. Deniz Baykal olmasaydı Tayyip Erdoğan milletvekili bile seçilemezdi. Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önünü Deniz Baykal açtı. İktidara gelmesinin, iktidarda kalmasını da Kemal Kılıçdaroğlu sürdürüyor. Tayyip Erdoğan “Böyle muhalefet dostlar başına“ dedi. Şunu söylemek istedi: Kendi gücümle var olmuyor, muhalefetimin güçsüzlüğü, beni destekleyen konumu ile var oluyor. Bunu söyleyen Tayyip Erdoğan’dı. Peki, böyle bir şeyin PKK ile bağlantısı nerededir. Bir tane Fethullahçı 4-5 yıllık bu son mücadele içerisinde PKK ile herhangi bir ilişkisi oldu mu? Kaldı ki, olabilirdi de, Tayyip Erdoğan böyle diyor olmamalıdır diye bir şey yoktur. Ama pratik gerçek durumu söylemek istiyorum. Böyle bir durum oldu mu? Hayır, olmadı. Ama Fethullahçılar Tayyip Erdoğan’ın çevresinden çıkıyor, yakınından çıkıyor hala çıkmayanlar belli bile değildir.
PKK VE DEMOKRATİK SİYASET ALANI
Demokratik siyaset alan üzerinde sürekli bir tartışma var. 40 yıllık bir deneyim var. PKK’nin bu alanı açması dikkat çekici. Daha çok serhildanlar sonrasında bu alan gelişti. HEP-DEP döneminden beri Sayın Öcalan’ın da bu alana ilişkin önemli değerlendirmeleri ve perspektifleri vardı. Özellikle 7 Haziran seçimlerinin sonrasında bir tartışma vardı. HDP geliştiği zaman PKK’nin siyaset alanı daralıyor mu?
HDP demiyelim, demokratik siyaset alanı diyelim. Çünkü HDP, DEHAP-HADEP-HEP’ti, yani bir demokratik siyaset alanı açıldı. Şöyle açıldı: Demokratik siyaset alanı, PKK’nin 12 Eylül faşist askeri diktatörlüğüne karşı 15 Ağustos 1984’te başlattığı ve ısrarla binlerce şehit ile mücadeleyi sürdürdüğü gerilla direnişinin ortaya çıkarttığı şerhildanlar oldu. Kitle tabanı o serhildanlardır. Yani, Kürdistan Diriliş Devrimi, Türkiye’de demokratikleşmenin önünün açılması oluyor. Demokratik siyaset denen alan bu alandır. Demokratik toplum denen alan da bu alandır. Bu nasıl oldu? PKK’nin gerillasının direnişi ile oldu. Alanı PKK açtı. PKK dışındaki devlet siyaseti, diktatörlüğü ifade ediyor. PKK mücadelesi ise onun alternatifi oluyor. Türkiye de bu alternatif demokrasiyi var etti. Demokratik siyasetin önünü açtı ve onu ortaya çıkardı. PKK, demokratik siyasetin karşıtı değildir. Demokratik siyaset ve demokrasi alanı PKK düşüncesi ve gerillasının eylemi üzerinden var oluyor. PKK burada bir nüfus peşinde değildir. Sadece faşizme karşı demokratik Türkiye’nin yaratılmasından yanadır. Baştan beri mücadelesi, Kürdistan özgürlük, bağımsızlık mücadelesi ise Türkiye içerisinde demokrasi mücadelesidir. Özgür Kürdistan’ın demokratikleşmiş bir Türkiye’de birlik içerisinde var olacağına 1974’te grubu oluştururken ADYÖD içerisinde bunu Önder Apo kanıtladı ve gösterdi. Tutumun böyle olduğunu ortaya koydu. Hiç kimse başka bir şey söyleyemez.
Şunu söylemek istiyorum: Bir karşıtlık yoktur. Ama dikkat edelim, HEP-DEP demokratik siyaset alanında biraz güç oldu, hemen kim saldırdı? Çiller-Güreş-Demirel-Ağar çetesi 1994’te saldırıp yok ettiler. Şimdi HDP-HDK belli bir gelişme sağladılar 7 Haziran 2015 seçiminde demokratik siyaset güçlü bir hamle yaptı, HDP’ye kim saldırdı? PKK’mi daraltıyor? Selahattin Demirtaş'ı, Figen Yüksekdağ’ı PKK mi hapiste tutuyor?
Selahattin Demirtaş ile ilgili de “PKK, Selahattin Demirtaş’tan rahatsız!“ söylemi üretildi. Bazıları böyle bir tartışma da yürüttü...
Türkiye siyasetinde bir tartışma kültürü yoktur. Özeleştiri kültürü de yoktur. Gerçekten de çok yuvarlık, çok genellemeci bir de aşırı derece mahkum edici bir tartışma dili, eleştiri dili var. Bu konuda gerçekten de geçmişin Rus devrimciliği örnek alınacak bir güçtür. Her şeylerini toplumun önünde yaptılar. Basın üzerinden yaptılar, parti içerisindeki sorunları bile toplumun önünde açıkça eleştirdiler. Özeleştiri yaptılar, değerlendirler. Topluma açık bir devrimcilik yürüttüler. Ne zaman açıklık kapandı, aleniyet yok oldu; Sovyetler Birliği, Kominist Partisi daraldı, içinde bir sürü kastlar oluştu. Sovyet bürokrasisi açığa çıktı ve çöktü.
Şimdi Türkiye’de devrimcilik, sol-sosyalizm böyle algılanıyor. Siyaset böyle algılanıyor. PKK bunu kırmak istedi, en zor ortamda 1987’de 3. Kongrede ortaya çıkan kapsamlı tartışmaları, eleştiri ve özeleştirileri Önder Apo yayınladı. “Bütün halka açıktır“ dedi. Böyle yaparak açıklık getirdi. Neyiz ve ne yapacağız? Bunu toplum bilmelidir. Toplumu çekebilmemiz, katabilmemiz ve kendimizi topluma kabul ettirebilmemiz için açık olmamız gereklidir. Bunun için PKK kendi içerisinde eleştiri ve özeleştiri yaparak yürüyor. Onun temel gücü, yürüyüş gücü eleştiri-özeleştiridir. Kendi içerisinde bu kadar eleştiri ve özeleştiri yapıyor. Türkiye siyasetine dönük, demokratik siyasete dönükte bunu geliştirmek istiyor. Ufak bir eleştiri yapmak, biraz özeleştirel yaklaşım istemek kıyamet ile karşılaşılıyor. Bu demokratik olmayan bir siyaset kültürüdür. Zihniyet tarzıdır. Bunun kırılması ve aşılması gerekiyor.
DEMİRTAŞ ÜZERİNDE SÜRDÜRÜLEN TARTIŞMALAR
Sizin açısından Selahattin Demirtaş’ın gelişmesinden rahatsızlık duyulacak bir yön yoktur. Sanki Demirtaş gelişiyor, lider olacak, PKK bundan rahatsız oluyor gibi tartışmalar da var. Bunu nasıl değerlendiriyorunuz?
Selahattin Demirtaş nereden ortaya çıktı, buraya kadar nasıl gelişme sağladı? Gökten düşmedi. Bir başkası da getirip oraya koymadı. Kendi kendine de gelmedi. Amed’e doğdu, Kürt siyaseti ve mücadelesi içerisinde gelişti. Demokratik mücadele içerisinde çabası ve düşüncesiyle belli bir yeri oldu. Tamamen bu mücadelenin çıkartmış olduğu bir kişiliktir. Başkası mı çıkardı? Tayyip Erdoğan’mı atadı? Selahattin Demirtaş ile kimin ne alakası var ki! Bu kadar ilgileniyorlar bunu anlamadık. Amed’in aydınları içerisinde, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi içerisinde ortaya çıkmış, gelişme sağlamış bir yurtsever aydın, siyasetçi olmak istiyor, çaba harcıyor, daha fazla yaparsa toplum daha çok destekler ve ne mutlu kendisine; ancak bu söylenebilir. Bunu PKK ile karşıtlaştırmak, özel savaş ve psikolojik savaş yöntemidir.
Bunların hepsi artniyetli yaklaşımlardır. Düşman; vuruyor, kırıyor, saldırıyor, küfür ediyor ama başaramıyor. Bu sefer de karşıtlık yaratmak istiyor. İsim verildiği için söylüyorum, belki isimlendirmek çok iyi değildir. Her birimiz için neler yazıp söylemiyorlar ki. Hiçbir zaman buna itibar etmedim, dinlemedim. Herhalde en çok benim için yazıp söylediler. Boşuna nefes tüketiyorlar, çaba harcıyorlar, emek tüketiyorlar hiçbirisini incelemiyorum. Hiç haberim de yoktur. Hiç etkilemiyor. Yoldaşlarımı da etkilemiyor. Boşa çalışıyorlar. Bunlar bilinmeli ki, psikolojik savaş unsurudur. Yani hileli bir savaş tarzıdır. Evet, bizi etkilemiyor ama toplumu etkilemek istiyorlar. Bilmeyenleri etkilemek istiyorlar. Bizler hakkında, partimiz hakkında, Özgürlük Hareketimiz hakkında şaibe yaratmaya çalışıyorlar. Yanlış, yalan bilgiler ile insanların kafasını karıştırarak mücadeleye katılmalarını engellemek istiyorlar.
Ben buradan çağrı yapıyorum: Gençler, kadınlar, tüm emekçiler, Kürt halkı, Türkiye halkları, bütün insanlık bu tür özel savaş söylemlerine, psikolojik savaş yalanlarına inanmasınlar, aldanmasınlar. PKK açık bir harekettir. Kendi içerisinde ne varsa dışta olduğu kadardır. İçte olanı olduğu gibi dışarıya yansıtıyor. Çünkü PKK aleniyet üzerine kurulmuş bir harekettir. Bunu herkes bilmelidir. Devletin, faşist soykırımcı sistemin söylediklerinin hepsi yalandır, hiledir, psikolojik savaş kapsamındadır. Hiç kimse itibar etmesin.
KÜRTLER, PKK VE ÖCALAN İLİŞKİSİ
Şöyle bir denklemle ya da geçmişteki "PKK’ye hayır Kürt sorununa evet“, "PKK’ye evet, Apo’ya hayır“ söylemleri vardı. Uluslararası alanda, Türkiye’de de böyle, hatta Türkiyeli ve bazı Kürt aydınlarında da böyle bir yaklaşım var. Biraz önce belirttiğiniz gibi demokratik siyasetle ilişkinizi de böyle değerlendiriyorlar. Bu söylemlerin kaynağı nedir ve nasıl değerlendirdiniz şimdiye kadar?
Bu nereden ortaya çıktı, PKK bütün saldırılara karşı yenilemeyince, gerilla bütün saldırılara ve imhalara karşı ezilmeyince, yani yok edilemeyince bu hareket için başka arayışlara girildi. Bu başka arayışlar içerisinde bu tür eğilimler çıktı. PKK, Kürt sorununu gündemleştirdi. Kimse Kürt sorununu inkar edemez hale geldi. PKK bu hale getirdi. "Kürt yoktur“ deniliyordu, bunun yalan olduğu açığa çıktı. O halde "Kürt sorununu inkar edemiyorsak, PKK’ye karşı yeminli düşmanlığı nasıl yapalım? Kürt sorununa evet, PKK’ye hayır diyelim". PKK’nin Kürt gerçeğini ve sorununu gündemleştirmesi ve gerçeği aydınlatması Kürt sorununu görünür hale gelmesinin sonucunda ortaya çıktı. Yani bir gelişmenin sonucu. Buna karşı da mücadele edildiğinde PKK’nin de buna rağmen gerilemediği ve ezilemediği ortaya çıkınca bu sefer PKK yok edilemiyor, o halde ne yapılmalı ince bir şekilde özel savaş yeniden bir arayış yaptı. "PKK’ye evet, Apo’ya hayır diyelim" denildi.
PKK içindeki bazı eğilimler bazı dönemlerde de buna yatanlar vardı. 2003-2004 dönemindeki eğilimler gibi...
Evet iç tasfiye ve sapkın eğilimler zaman zaman ortaya çıktılar. Onlar da bunu bir gerçekmiş gibi gördüler. Böyle olabileceğini sandılar. Aslında faşist soykırımcı zihniyet siyasetle eğitilmişler ve asimile edilmişlerdi. O gerçeklikleri açığa çıkmışlardı. Esas ruh ve duygu olarak özümsendikleri yere gittiler. Bu bir yanılgıydı yani. Sanıldı ki Aposuz bir PKK, PKK’siz bir Kürt sorunu varmış ve çözülebilecek.
Uluslararası güçlerde de bunu telafuz edenler vardı. Şimdi de var mı?
Evet, Almanlar öyle güya şirin görünüyorlardı, Türk devletine karşı çıkıyorlardı, PKK ile ilişki kuruyoruz ama ne oldu geçen gün gördük. Kürt halkı, Önder Apo’nun posterlerini kaldırınca, Alman devleti nasıl vahşice saldırdı! Öyle olmadıkları açığa çıktı. Hareket Önder Apo’yla bütünleşince; Önderlik, hareket ve halk bütünlüğü net ortaya konunca maskeleri düştü.
Böyle bir durum ABD’nin yaklaşımlarında da var mı?
Evet, ABD’de de var. Kürt toplumu bu konuda bilinçli ve uyanık fakat böyle provokatif işbirlikçi çevreler var. İçten sürekli etkilemeye çalışıyorlar. Dışta işbirlikçi siyaseti, sürekli hareketin içine ve çevresine pompalamak istiyorlardı. Bu tür etkilemeler elbette var. Önder Apo’nun düşünceleri, gücü karşısında; ortaya çıkardığı büyük direniş karşısında bunu yapmak istiyorlar. Yine PKK militanlığı ve fedailiğinin ortaya çıkardığı gelişmeler karşısında. DAİŞ faşizmine karşı durabildiler mi, bir kişi bile kurşun sıkabildi mi, şimdi kalkmışlar bir sürü yalancı, sahte kabadayı ve kahraman kalkmış DAİŞ’e karşı böyle savaş yürüttük, böyle yaptık diyor. Ama DAİŞ’e karşı şehirleri terk ettiler, kaçan orduları gördük ve örgütleri gördük. Bunlar sanki hiç belgelenmemiş ve görülmemiş gibi ortalıkta kahramanlık yapıyorlar. Herkes biliyor ki; DAİŞ’i Önder Apo’nun düşünceleri yıktı. Bu her parçada böyle oldu. DAİŞ’in alternatifi olan bir siyasi duruşu ve gelişmeyi ortaya çıkardı.
PKK VE DAİŞ'E KARŞI SÜRDÜRÜLEN SAVAŞ
Ben tam da onu soracaktım. Şimdi deniliyor ki; Reqa’da, Rojava ve Suriye’deki gelişmelerde PKK’nin etkisi nedir? BBC haber yapt; işte DAİŞ’le anlaşılıp Reqa öyle alındı, diye...
DAİŞ’liler her zaman bazı sivilleri kalkan yapıyor. Eğitimlerini Erdoğan’dan almışlar. AKP eğitimlidirler. Onlar da sona doğru geldiler mi böyle yapıyorlar. Bizim bildiğimiz kadarıyla Demokratik Suriye Güçleri (QSD), YPG-YPJ birçok kentte son anda sivillerin ölümünü engellemek için sivillerin çıkışına izin verdi. İçlerinde bazı DAİŞ’çiler gittiler tabi. Buna izin verdi ve herkes de gördü. Bütün dünyada bu böyle oluyor. Böyle yapmayan tek güç TC faşizmi ve Tayyip Erdoğan'dır. Cizre, Sur, Nusaybin'i yaktı. Bu anlayış yüzlerce ve binlerce sivili katletti. Aylarca 70 yaşındaki kadınların, bir yaşındaki bebeklerin cenazesini sokakta bırakıldı. Bu Tayyip Erdoğan’ın kültürüdür. En temel savaş kuralı ve hukuku var, sivillere zarar verilmemesi konusunda. Şimdi kalkmışlar "Demokratik Suriye güçleri sivilleri niye vurmadı!" diye propaganda yapıyorlar ve suçluyorlar. Bundan dolayı DAİŞ’le PYD arasında bilmem işbirliği varmış. Bir DAİŞ’çi vuracağız diye 7 sivili öldürmeliymişler. Bunu istiyor Erdoğan, çünkü kendisi bunu yapıyor. Derler ya; özrü kabahatinden büyük. Böyle söyleyenler, söylemleri ne kadar suç teşkil ettikleri açık. Sivil insanların katlini nasıl doğru gördükleri açık. Kürdistan’da insanlık suçu işliyorlar, bir gün gelecek bu gerçekler açığa çıkacak ve herkes hesabını verecektir. Şu an ellerinde güçleri var duruyorlar ama hesap verecekleri zaman yakındır.
PKK, SURİYE VE ABD İLİŞKİSİ
Suriye, Rojava ve Kuzey Suriye’de bütün gelişmelerde PKK’nin rolü ve payı nedir. ABD ile ilişki ya da koalisyon güçleriyle ilişki dolaylı ve direk ilişkisi çokça tartışılıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK ilk programında şunu ortaya koydu. Bir Kuzey Kürdistan örgütlenmesi olarak gelişti ama Kürdistan örgütüydü. Dört parçaya ilişkin özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi düşüncesi verilmesi gerektiğini belirtti ve temel ilke olarak şunu aldı. Her parçanın kurtuluşu o parçanın halkının öz gücüyle gerçekleşecektir. Böylece her parçada halkın öz gücünü kullanacağı özgürlük hareketinin yaratılmasını istedi. Buna destek verdi ve bu yönlü bilinç verdi. Önder Apo, Kürdistan bütünlüğünde teorik gelişme ortaya çıkardı. İdeolojik, politik çizgi oluşturdu. AHİM savunmasında Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa başlıklı kitabında dört parça Kürdistan’ın özgünlüklerine göre özgürlük hareketleri nasıl olabilir, demokratik çözüm nasıl gelişebilir, bunun çizgisini ve programını ortaya koydu. Bu da bütün parçalardaki halkları etkiliyor. Buna Kürt gençleri, kadınları, halkları kendilerini eğitiyorlar. Diğer yandan Kürdistan bir bütündür herkesin bunu bilmesi lazım. Kuşkusuz PKK çağrı yapınca Kuzey'deki sınırı tuttu, dört parça Kürdistan’daki gençler Kobanê’ye aktı. Bir de parçaların birbiriyle dayanışması da vardı. PKK de buna destek verdi. Kobanê’ye pêşmergeler de gitti. Kobanê’de Kürtlerin, AKP/Erdoğan destekli DAİŞ faşizmine karşı direnip ve faşizmi yenebilecekleri anlaşılınca o zaman herkes oraya destek verdi. KDP, ABD ve Avrupa da destek verdi. Kobanê direnişi, 1 Kasım Dünya Kobani Günü’nü yarattı. Küresel bir özgürlük ve demokrasi gücü ortaya çıkardı.
DAİŞ’e karşı en etkili mücadeleyi yürüttünüz. Bu ortaya çıkan gelişmere rağmen hala ABD’nin terör örgütü listesindesiniz.
YNK ve KDP de ABD’nin terörist listesindeymiş. 1991’den beri ABD tutup getirdi, o kadar ilişkileri var o kadar desteğine sahipler ama yine de terör listesindeler. Bu terör listeleri ve kavramının Türkçede ve Türkiye’de dolayısıyla Kürdistan’a yansımaları çok ters oluyor. Özgür Kürt, Alman devletine göre teröristmiş ve Kürdistanın özgürlüğünü isteyene terörist diyorlar. Alman savcılığı bize karşı açıkça söyledi, "Almanya’nın dış çıkarlarına zarar veriyorlar, onun için teröristtirler". Karşıtlıkları Türk faşizmine, sömürgeciliğe karşı değil. Teröristlik şuna indirgemiş: Silahlı siyasi gücü değerlendirmeye indirgenmiş. Siyasi mücadelenin bir aracı olarak kullanılıyor "terörist“ kavramı. Biz de çok hassasiyet gösterdik zamanında. Ama baktık ki silahlı örgüte değil, PKK’nin ideolojik çizgisine karşıdırlar. Toplum bunlara çok itibar etmesin. Biz bizeyiz. Bunların çok değeri yok. PKK’ye "terörist“ diyenlerin, Kürt soykırımını destekleyenler olduğunu görmeliyiz.
PKK VE ALMANYA'NIN TUTUMU
Nedir Almanya’nın dış çıkarları? PKK, Almanya'nın dış çıkarlarına niye zarar veriyor ki?
Türkiye'ye zarar veriyor. Türkiye'den destek görüyorlar, 12 Eylül faşist darbesini yapan Almanya’ydı. Faşizmi yöneten Alman devletiydi. Yıllarca Almanya’dan yönetildi. Türkiye'de o kadar sömürü yapıyorlar. Mevcut sistem, Alman devletine o kadar çok hizmet ve sömürü ediyorlar ki oradan kazanç sağlıyorlar.
PKK VE AKP İLE MÜCADELE
AKP ile ilgili bir soru sormak istiyorum. PKK’nin 39 yıllık mücadele döneminde son 16 yılı AKP ile mücadeleyle geçti. AKP ile mücadele sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne diyeyim. Çok kolay yanıtı kolay ama aynı zamanda zor bir soru. AKP’nin böyle duruma gelmesinde bizim sorumluluğumuz var. AKP başlangıçta çok zayıftı. Necmettin Erbakan’ın bir çabası vardı. Önleri 1990’lı yıllarda açıldı. İkincisi, bu süreçte Uluslararası Komplo oldu. Komployu yapanlar PKK’ye 6 aylık ömür biçmişlerdi. PKK’ye zaman biçenler gördü ki; 39 yıl geçti. Tayyip Erdoğan, boşluktan doğdu. Aslında Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi sonucunda Türkiye’de demokratik, sol bir iktidarın ortaya çıkması gerekiyordu. Sol, demokratik güçler bunu yapamadı. Biz de bunu tam olarak yapamadık. Bizim için de özeleştiri konusudur. Tayyip fırsatçılıkla bunu yaptı. Tabii ABD’nin de desteği sözkonusuydu.
AKP’ye karşı mücadelenin süreçleri farklı oldu. Önder Apo önce 3 aylık fırsat tanıdı, sonra bu süre uzundur, dedi ve etkili mücadele edilmesi gerektiğini söyledi. Ama bunun gereklerini yerine getiremedik. Bu da özeleştiri konusudur. Başta AKP zayıfken etkili mücadele edilmeyince AKP bu hale geldi. 1 Haziran 2004 Hamlesi, 2007 gerilla eylemleri, Zap süreci vb mücadele süreçleri vardı.
ÖZYÖNETİM DİRENİŞLERİNİN YERİ
AKP ile mücadele süreçleri ve ortaya çıkan sonuç neydi? Özyönetim direnişleri bu sürecin neresindedir?
2009 seçimlerini referandum olarak tanımladılar. Bunu demokrasi güçleri kazandı. Biz de seçimde ortaya çıkan sonucu çok önemsedik. 13 Nisan’da yönetimimiz özel olarak toplandı; ateşkes ilan etti, siyasi çözümün önünü açacağız, sonuna kadar destek vereceğiz, dedi. Yerel yönetimler oluştu, bir siyasi çözüm havası vardı. Gerçekten de bir çözüm havası vardı. Ertesi gün 14 Nisan 2009’da bir açıklama yapıldı, soykırım ilan edildi. Siyasi çözüm yapacağını sandığımız, seçimle gelmiş güçleri tutuklamaya başladılar. Seçilmiş yeni belediye başkanlarını tutukladılar. Süreç DTP’nin kapatılmasına kadar gitti. AKP, parti kapattı.
Arkasından gelen 2010 stratejik değişimi var. Devrimci Halk Savaşı stratejisiyle mücadele etmek gerekti. Önder Apo bütün hassasiyetine, siyasi çözüm çabasına rağmen adım atılmadığını görünce ‘Geri çekiliyorum’ dedi. 1 Haziran 2010’dan itibaren yeni bir süreç başladı. Bu süreç AKP’yi her zorladıkça hileyle müdahalede bulundu. 2011-2012 savaşında zorlanınca, bu kez zindanlardaki direnişi bahane etti. Önder Apo’yla yine ilişki kurup o çözüm süreci denen süreci geliştirmeye çalıştı.
Önder Apo, Sara arkadaşların katledilmesine rağmen savaşta zorlanan AKP yönetimine ‘belki bir siyaset değişikliği yapar’ diye yine şans tanımak istedi. Önder Apo’nun AKP’ye verdiği bu şansı şu şekilde değerlendirdik; ‘her türlü imkanı kullanalım bu konuda. Öyleki net olalım sonrasında. Bunlar yapılabilirdi de yapmadık demeyelim. Çözüm olmadı diye pişmanlık duymayalım. Şu imkan vardı yapsaydık belki olurdu, ne varsa hepsini kullanalım, olmuyorsa bundan sonra kendimizi yeni bir sürece hazırlayalım.’
2015’te gelinen süreç o oldu.
Rojava Devrimi, Kobanê direnişi; bütün buzların gelişimi ve 7 Haziran seçimine doğru gidilince, biraz siyasi yaklaşım olsaydı 7 Haziran seçimine herkesin razı olması gerekiyordu. Önder Apo da bunu önemsedi, partimiz destekledi. 7 Haziran seçimine gidildi. Demokratik siyaset seçimden büyük bir başarıyla, zaferle çıktı. Tayip Erdoğan iktidarı, AKP yönetimi yenildi; tek başına iktidar olmaktan düştü. Görevi devretmesi gerekiyordu. Yeni bir hükümet kurması lazımdı.
Tayip Erdoğan 7 Haziran gecesi seçimi kazansaydı, 8 Haziran’da PKK’yi imha ve tasfiye etmek için saldırı başlatacaktı.
Nasıl bu kadar eminsiniz? Çok tartışılıyor...
Bundan çok eminiz. 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısı bu kararı aldı. Tayyip Erdoğan süreci 8 Haziran’da bozmadı. 24 Temmuz 2015’te bozmadı. 2015’in Newroz’undan sonra bozdu. Dolmabahçe diye bir şey yok, dedi. Mütabakat diye bir şey yok, dedi. Bütün milletvekillerini, yardımcılarını azarladı, görevden attı. Hükümeti bile düşürdü sonunda. Ahmet Davutoğlu hükümetini bundan dolayı düşürdü. Çünkü Ahmet Davutoğlu yani koalisyona hazırız, demişti, 7 Haziran seçiminden sonra ama Tayyip Erdoğan dikkat edin süreci daha Newroz’dan itibaren bozdu. 2015 Nisan’ından beri Önder Apo ile herhangi bir görüşme olmuyor. 5 Nisan’dan bu zamana kadar bütün yolları engelledi, kapattı. Artık ona göre şuydu:'PKK buraya kadar geldi, seçimi kazanır hamle yapar saldırır, PKK’yi ezer kurtuluruz.'
Nasıl Fettullahçı’lara diğer muhaliflere karşı benzer biçimde mücadele ediyorsa PKK’ye karşı da bu temelde mücadele etmeyi ön gördü. Yani bu bir Tayyip Erdoğan yöntemidir. Mücadele ediyor, kesinlikle böyleydi. Bir kanıtımız da şu: Niye 24 Temmuz’da saldırdı? Yani seçimde kaybetmişken o zaman ona göre davranması, siyasi tutum göstermesi, koalisyon araması gerekirken mesela koalisyon arayışlarını Tayyip Erdoğan durdurdu, sabote etti aslında. Bir yandan Davutoğlu'na hükümet kur diye görev verdi ama aslında kurma diye görev verdi. Davutoğlu’nun her hükümet kurma çabalarında sabote eden Erdoğan oldu. Ve hızla MHP ile anlaştı, Amerika ile anlaştı, 24 Temmuz saldırısını geliştirdi. Şimdi sorulan soru şu; 24 Temmuz saldırısı geliştiğinde tabi biz 2002’deki gibi değildik. Yani 2002’de Önder Apo, İmralı mücadelesini kazandı, direndi İmralı’da. Ama dış hareketli değildi. Mücadele edilmemişti. Devrimci güçler ile ilişkiler zayıftı. Fakat 2015’te durum farklıydı tabi. Biz de büyük bir mücadele deneyiminden geçmiştik, toplum donanmıştı, sol sosyalist güçler AKP’nin durumunun farkına varmışlardı. Şunu söylemek istiyorum, yani 2002’de boşluk bıraktık. 2015’te yapılması gereken, 24 Temmuz saldırısı olduğunda buna karşı en aktif başkaldırıydı olması gereken oydu. Doğru devrimci tutum, devrimci çizgi kesinlikle buydu. AKP’nin bütün devrimci gelişmeleri ezmek için başlattığı topyekun faşist soykırımcı özel savaş saldırılarına karşı Kürdistan ve Türkiye devrimcilerinin, halklarının özgürlükçü demokratik güçlerin takınması gereken tavır, faşizme karşı başkaldırı olmalıydı. Doğru çizgi kesinlikle buydu. Bunun zemini de, yapılabilirliği de vardı.
AKP 7 Haziran’da yenilmişti. Amerika’dan, MHP’den, DAİŞ’ten destek alıyordu ama seçimde de yenilgi almıştı. Karşıt bir demokratik güç vardı ama yeterince hazırlık yoktu. Süreç doğru değerlendirilemedi. Tam yeterli olamadık ve dikkat edilirse o düzeyde bir direniş gösterilemedi, direnişçi tutuma girildi. Birçok muğlaklıklar oldu; direniş olur mu, olmaz mı, diye. Direniş eğilimini zayıflatan yaklaşımlar oldu. Onların hepsi gerçekten de yanlış yaklaşımlardı. Olması gereken daha aktif bir direnişti. Ona hazırlıklı olamayınca şöyle bir durumla karşılaştık biz. Yani hazırlıkla mı bakacağız, yoksa faşizmin saldırısı karşısında özgürlükçü, devrimci duruş nasıl olur ona mı bakacağız. Özgürlükçü, devrimci duruş ne olur, baktığımız zaman ne olursa olsun direnmek gerekiyordu. Direnmeyen teslim olurdu. Teslim mi olacaksın yoksa hiçbir eksikliğe bakmadan direnerek var olmaya mı çalışacaksın? Eksikliğini direniş içerisinde mi gidereceksin? İşte bizimki ikincisi oldu tabi.
Direnmek ve eksikliği direniş içerisinde gidermek. Ve o yönlüde tabi sürecin doğru, yeterli anlaşılmasında ve yönetiminde zayıflığımız oldu. Yani o söylediklerimiz bir özeleştiriydi, özeleştiri gerekiyor da. Bunu çeşitli değerlendirmelerde, toplantılarımızda partimiz kararlaştırdı. Çeşitli toplum örgütlerimiz bu temeldedir. Bazıları bunları çekiştiriyorlar ama onlar özeleştiriye giremeyen güçler. Kendilerini yenileyemeyen, aslında bu işten daha çok sorumlu olan ama sorumluluklarının gereğini yerine getiremeyen güçler. Özeleştiri yapamayanlar, yetersizliklerini görüp gideremeyenler, bundan sonraki mücadeleyi doğru ve başarılı yürütemezler. Tayyip Erdoğan yönetimi saldırıp şöyle diyor: ‘Yanılttım PKK’yi, hazırlıksız yakaladım, ben vurdum, ben başarılı oluyorum .'
Ben de şunu söyleyebilirim. En büyük yanılanlardan bir tanesi Tayyip’in kendisidir. Belki şimdi biraz daha başta kalıyor ama sonunda en büyük yanılanın Erdoğan olduğu da açığa çıkacak. Yani Hitler gibi Saddam Hüseyin gibi bir sonuç ile karşılaşabilir. Her zaman diyor ya musalla taşına çıkınca bir top bezden başka neyiniz olacak. Böyle gidişle Tayyip Erdoğan’ın belki bir top bezi bile olmayacak, Saddam Hüseyin gibi.
ÖZYÖNETİM DİRENİŞİ TARTIŞMALARI
Şimdi bu konu ile ilgili bir algı oluşturulmak isteniyor ama böyle bir tartışma söz konusu. İşte özyönetim direnişleri oldu. Bakur’da, Türkiye’de toplum bir sendrom bir sinme mi yaşıyor. PKK açısından siz tabloya böyle mi bakıyorsunuz ya da bu değerlendirmeler zamanı değildir, yani böyle bir algı oluşturulmak isteniyor. Sanki toplumda mücadele etme yetisi ya da ayağa kalkma yetisi gitmiş. 2017 Cizre Newrozu bu söylemlerin tersiydi ama sizin de yorumunuzu almak istiyorum. Çünkü böyle bir tartışma var...
Bu tartışmalar, maddi yaşama çok bağlanmış çevrelerin öne sürdüğü yaklaşımlar işte. Zarar görüyoruz böyle olmasa imkan verilse, fırsat olsa her zaman değer yaratılsa biz de bunu kullansak, diyenlerin yaklaşımları. Yani onlar kesinlikle doğru görüşler değil, neden doğru değil? O görüş sahipleri AKP gerçeğini, Tayyip Erdoğan gerçeğini doğru okuyamıyor. AKP-MHP ittifakının geldiği noktayı iyi çözümleyemiyor. AKP-MHP faşizminin kurumsallaşma çabalarını, kurumsallaşmasını Türkiye için, Kürdistan için, Ortadoğu ve insanlık için nasıl büyük bir tehlike arz ettiğini göremiyor. Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzının bir özelliği de şu: Yani böyle kabadayı gibi çıkıyor ama durum öyle değildir. Yani karşısındakini yanıltıcı özelliği vardır. Çok beklenti yaratıyor karşıda. Söylemleri sert olsa da kendisini böyle güçlü göstermiyor. Hep bir şeyler yaratacakmış beklentisi yaratıyor. Yani sürekli yanıltıyor, vurup geçiyor. Hala böyle bir beklentide olanlar var. Yani yanılgı burada. Bu faşist diktatörlüğü; onun soykırımcı, sömürgeci zihniyetini ve siyasetini tam göremiyorlar. Tayyip Erdoğan çizgisi tam İttihat ve Terakki çizgisidir. Bu çizgi, dünyada faşizmin zihniyet ve siyaset olarak geliştiği, siyasi örgütsel zemindir. Aynı zamanda savaşçıdır. Dünya savaşını onlar çıkardılar. Ve aynı zamanda da soykırımcıdır. Kapitalist Modernite’nin soykırımcılığını onlar uyguladı, geliştirdi. 100 yıldır Kürt’lere karşı uyguluyorlar. Ermeni, Rum, Süryani toplumu üzerinde uyguladılar, uyguluyorlar. Tayyip Erdoğan çizgisi tamamen böyle bir soykırımcı çizgi.
Aslında Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile CHP arasındaki çelişki İttihatçılar ile Kemalistler arasındaki çelişkidir. Mustafa Kemal, Enver Paşa’yı maceracı gördü. O maceracılık yerine belli bir zeminde siyasi bir sistem kurup fırsatlar buldukça yayılma emellerini gerçekleştirmeyi öngördü. İşte Hatay emeli vb. Bu tür siyasetleri yürüttü. Enver Paşa ise tüfeğini sırtlamış, Orta Asya’ya gitmişti. Türklük kuracağım, diye. Afrika’nın her tarafını gezdi. İslamları birleştireceğim, diye; onun siyaseti de öyleydi. Yani şunu söyleyeceğim, zihniyet ve ideolojik olarak fark yok. Sadece tarzda fark var. Yani saldırı tarzında, savaş tarzında farklılar. Mustafa Kemal daha dar, daha gerçekçi somuta geçmek istedi ve Enver Paşa’yı maceracı gördü. Şuanda AKP ve CHP arasındaki fark sadece bu temeldedir. Başka hiçbir farklılık yoktur.
Dolayısıyla karşımızdaki devlet gücünü iyi anlayalım, iyi tanıyalım. Bu siyaseti ve zihniyeti değiştirmek için mücadele etti PKK, 40 yıldır. Hiç değişmedi mi? Tabi Türkiye toplumuna tanıttı. Birçok siyasi çevreye tanıttı. Herkes zaten biliyor. Aslında epeyce darbeledi de fakat Erdoğan-Bahçeli ittifakında ortaya çıkıyor ki, bu zihniyeti temelinde baskıyla, zulümle ayakta tutarım sanıyor. Bir de işte bununla beslenmişler, bununla var olmuşlar. Eldeki herşeyi kaybederiz kaygısı, korkusuyla toplumun geleceğini, imkanlarını bu savaşa sürüp yok ediyorlar.
DEVLET OLGUSUNA YAKLAŞIM VE REFERANDUM
Son iki sorumuz uzun oldu, koşullarımız da belli ama PKK bu 40 yılda neyi ne kadar başardı, ne oldu tartışmaları çok yönlü sürebilir ama eylem örgütü, mücadele örgütü olarak tanımladınız. İdeolojik tartışma boyutuyla temel bir soru. Şimdi PKK bağımsız birleşik demokratik bir Kürdistan olarak çıkmıştı. Sonra ideolojik değişim ve dönüşüm ile paradigma değişikliğiyle iktidar ve devlet karşıtı toplumsal örgütlenmeyi ele aldı. Rojava’da öncülük ettiği devrim gösteriyor kendisini; işte demokratik ulus. Ama en son Güney Kürdistan’da 25 Eylül referandumunda başka bir gerçek de ortaya çıkardı. Yani Barzani’nin öncülük ettiği referandum sürecini işte bağımsız devlet olacak hiç tartışmaya götürmeden Bakur’daki bazı örgütlenmeler, toplum ya da medyada devlet deyince başka bir şey oluyor, farklı hisler ortaya çıkıyor. “PKK devlet kurmuş olsaydı başımıza bunlar gelmez” diyenler de vardı. Bu referandumdan çıkan sonuç nedir? Devletin yaklaşımı, bağımsız Kürdistan kavramı, gerçekliği, diğer parçalar açısından da PKK’nin önemi, bu bağlamı değerlendirirsek çünkü bu çok tartışıldı medyada.
Şimdi 40 yıllık mücadele tabi büyük bir aydınlanma ve aydınlatma hareketi oldu. Büyük bir bilinç ortaya çıkardı. Bu 21. yüzyılı aydınlatacak felsefe ve teorik çözümleme gücü yarattı. Önder Apo’nun Demokratik Toplum Manifestosu adıyla yayınlanan 5 ciltlik kitabında bunlar teorik ifadeye, yazılı ifadeye kavuştu. Demokratik Modernite Kuramı olarak somutlaştı. Toplumsal ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum, demokratik ulus çizgisi oluyor. Böyle büyük bir aydınlanma ortaya çıktı. Yeni bir insanlık, yeni bir düşünsel senteze kavuştu Önder Apo ile, bu gerçeği görelim. Bu anlamda birçok kavramda değişiklik oldu, yeni tanımlamalar oldu, birçok kavramı daha iyi anlar hale geldik, bilinçlendik mesela. Büyük yanılgılardan bir tanesi neydi, bağımsızlığı siyaset olarak görmekti. Önder Apo, bunu aydınlattı ve dedi ki; siyasette böyle bir şey yoktur. Bağımsızlık ruhtadır, duygudadır, düşüncededir.
İdeolojik bağımsızlık, düşünsel bağımsızlık önemli. Yani bağımsızlık bunda olur. Siyaset ise karşılıklı ilişkilenmedir, bağımlanmadır. Bu nedenle bir siyaset kurulu olarak devlet, baskı ve sömürü siyasetinin kurulu olarak hiçbir zaman bağımsız olamaz, tekil de olamaz. Yani ayrı ayrı da olamaz. Tek devlet var, diğerleri bunun şubeleridir. Tarih boyunca kar topu gibi büyümüş, bugünkü halini almış, dedi. Bu ciddi bir değerlendirmeydi, aydınlatmaydı yani. Bu anlamda evet PKK’nin düşüncelerinde bir gelişme oldu, değişim oldu. Daha iyi anlar, kavramları daha doğru kullanır, kendisini daha iyi tanımlar hale geldi. Bir yönü budur, bunu görmemiz lazım. Bu bakımdan PKK bağımsızlıkçıydı, bağımsızlıktan vazgeçti, demek doğru değil. Hayır. Önder Apo dedi ki: Bağımsızlık benim kendi karekterim.
Mesela işte 2009’da hazırladığı Yol Haritası'nda bunu çok güzel inceledi. İdeolojik bağımsızlık, düşünsel bağımsızlık dedi. Politik çözüm yollarını koydu. Şimdi bu çizgidedir PKK. Şimdi buradan bakınca öyle ezberlenmiş, anlamını bilmeyen kavramları kullanıyor insan. Bu doğru değil, bir defa bunu görmek lazım.
İkincisi bir düşünce gücü yok, bir bağımsızlığı yok, hiçbir irade yok, yaratıcılığı yok ama bağımsızlıktan bahsediliyor, siyasetten bağımsız olacağını bahsediyor insanlar. Böyle olmaz yani. Böyle bir siyasi bağımsızlık, böyle bir devlet olma, irade olma gerçekleşmez. Bağımsız irade, düşüncede olur. İdeolojik olur. Bağımsız düşünemeyenler, düşünce gücü olamayanlar, düşünsel iradesi olamayanların siyasi bağımsızlığından, özgürlüğünden söz edilemez. Onlar bağımlıdırlar, köleliği ifade ederler. Başka hiçbir şey değil. Bu noktada PKK iç çelişkilerini aştı. O ezberlenmiş kavramlardan kendisini kurtardı. Kavramlara daha doğru, anlaşılır anlamlar verdi ve kendisini daha iyi tanımladı ve daha iyi anlaşılır hale getirdi. İşin bir yanı bu bilelim. Bu önemli bir gelişme, değişim oldu.
Önder Apo’nun dehası bunu tanımladı, kavramları yeniledi. İnsanlığa büyük bir hazine sundu. PKK’nin 40 yıllık mücadelesi, 40 bin şehit kanıyla gerçekleşen bu mücadele, bugün insanlığa bu düşünce ile bir hazine sunuyor. Yeni bir düşünsel sentez sunuyor. Bütün ezilenlere kurtuluşun yolunu gösteriyor. İnsanlık için özgür ve demokratik yaşam yolunu gösteriyor. Bundan daha büyük kazanım ve gelişim olamaz. Bu silahla, parayla, iktidarla, maddi şeylerle ölçülebilecek bir şey değil. En büyük gelişme, en büyük değer, ortaya çıkan bu gelişmedir. Bunu herkes böyle bilmeli.
Diğer yandan şimdi devlet gerçeğinde de çözümlendik. Gerçekten PKK bu konuda ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşadı. İktidar odaklı, devlet endeksli bir parti olmaktan çıktık yani. Kadın özgürlüğüne, toplumsal ekolojiye dayalı bir demokratik toplum hareketi haline getirdi. Demokratik ulus çözümünü ön gördü.
Yani ulus devleti, sömürgecilikten, baskıdan kurtuluşun bir yolu ve aracı olarak görmedi. Demokratik ulusu esas aldı. Şunu gördü yani devlet herkes de tanımlıyor, sol-sosyalist güçler bu konuda biraz daha gerçekçi olmalı. Yani biz böyle söyledik, doğru budur, diye inat ve ısrar etmeye gerek yok. Herkes tanımlıyor; devlet bir baskı ve sömürü gücü, diye. Devlet yönetimden çıkıyor, toplumun içine giriyor, bir kere kurumlaştı mı toplumun başında bir baskı, ezme ve sömürü gücü oluyor. Eğer böyle bir güç ise bu güç ve araçla özgürlük, eşitlik, demokrasi, paylaşım ve dayanışma olmaz. Bunda hile, hurda, çalma, sömürü, baskı vardır. Bu çok açık yani. Sosyalizm ile devlet bir olmaz. Devlet sosyalizmi olmaz.
Sosyalizm ilkeleri eğer eşitlik, paylaşım, özgürlük, dayanışmaysa bu ilkeler, devlet ile gerçekleşmez yani. Baskı ve sömürü aracı olan devlet aygıtı ile bu ilkeler gerçekleşir mi? Devlet ile ancak baskı ve sömürü gerçekleşir. Yoksa dayanışma ve paylaşım gerçekleşmez. Bu son derece açık ve anlaşılır bir durum. Bu bakımdan yani sosyalist partiler devlet endeksli ve odaklı olamazlar. İktidarı hedeflemezler. İktidar sömürü demektir. Tekel demektir. Tekelcilik. En büyük tekelcilik iktidardır. Önder Apo paradigma değişikliğiyle sosyalist harekette çok köklü, tarihi bir yenilenme ve değişimi gerçekleştirdi. Bu gerçekten de büyük bir değişim. Büyük bir kazanım. Bütün ezilenlerin kurtuluş hareketi için büyük bir kazanım. Kadın özgürlüğü için de böyle, emekçilerin demokratik eylemi ve hareketi için de böyle. Gençlik mücadelesi için de böyle. Bütün sorunların çözümü açısından da bu böyle. Yani sorunların çözümü için sosyalizmin ilkeleri esastır. Bu ilkelerin hangi araçla gerçekleşeceği önemli. Araç – amaç bütünlüğü gerçekleşmiş oluyor böylece. Devlet ve Sosyalizm amaç – araç çelişkisini ifade ediyor. PKK buna büyük bir mücadeleyle ulaştı.
Bir şey daha söyleyeyim yani PKK bizzat kendi karekteri gereği ulaştı. Yani PKK sözü ile eylemi tutarlı ve bütünlüklü olan bir hareket. Baştan itibaren zaten PKK’nin farklılığı, temel özellikleri ve karekteri bu. Önder Apo’nun bu kadar inandırıcı olması buradan ileri geliyor. Bu bir önderlik ilkesi ve duruşudur. Bunu herkes böyle bilmeli. Bu gerçeklik şimdi yani amaç-araç bütünlüğünün, uyumunun sağlanmasıyla ortaya çıktı. Oraya götürdü Önder Apo ve PKK’yi. Bu çok önemli bir değişim ve gelişme oldu. Yani bunlar yeni düşünsel gelişmeler. Mücadelede yeni bir ufuk açtı ve yön verdi. Yeni bir yol ve yeni bir aydınlatıcılık. Bu temelde biz inanıyoruz ki; tüm ezilenlerin kurutuluş hareketi daha çok gelişecek.
Sınıflar ve kadın özgürlük mücadelesi bu çizgide çok daha güçlü bir biçimde gelişecek. Daha fazla yayılacak. Diğer türlü çözüm yoktur. Kadınlar iyi tespit etmişler. Mesela erkek egemenliği ile devletçi sistemin bağını çok iyi koyuyorlar. Faşizm ile erkek egemen zihniyetin bağını çok iyi kuruyorlar. Bunlar çok önemli yani. Demek ki erkek egemenliğinin sistemleşmiş olduğunu çözümün de bunun yıkılışında olduğu, devletçi kurumlaşmanın yıkılışında olacağı bilinmelidir. Yani kadınlar kendi devletlerini kurarak özgür olamazlar. Böyle bir şey yok. Kürtler de kendi devletlerini kurarak özgür olamazlar. Özgürlük ancak onu yok eden aracın yok edilmesiyle var olacaktır. Yani iktidar ve devlet tekelinin yok edilmesiyle olacak.
DURAN KALKAN’IN PKK TANIMI
Apocu Hareket’in ilk grup döneminden bu yana 45, PKK’nin kuruluşundan bugüne 40 yıl oldu. Siz, bu tarihsellik içinde kesintisiz yer aldınız. PKK’nin önemli süreçlerini bizzat yaşadınız. Büyük acılar, askeri, siyasi zaferler gördünüz. Sizin için PKK nedir?
Suruç’ta Şahin yoldaş vardı. Birkaç yıl önce kanserden şehit düştü. En son açıklaması ‘bir daha doğarsam PKK’li olurdum’ oldu. Yani PKK’lilik kolay bir iş değil tabi. PKK’ye katılmak, mücadele etmek zor bir iştir. Bunu net söyleyebilirim. Öyle ucuz bir yaklaşımla, başarılabilecek, gerçekleştirilebilecek bir şey değil yani. Ama "acıyı bal eylemek“ kavramı var ya PKK’de zorluk ve acı sevince dönüşüyor. Tada dönüşüyor. PKK, zorlukları ve acıları buna dönüştürmeyi, dolayısıyla iyiliği , güzelliği yaratmayı başaran bir hareket. Felsefesi böyle, kurgusu böyle. Bu da bir önderlik karakteri ve kişiliği. Bu bakımdan insan zorlandığında daralabiliyor, tepki gösterebiliyor bunlar pratiğimizde ortaya çıktı.
Eğitim, eleştiri ve özeleştiri bu tür durumları aşmak için var zaten. PKK mücadelede bunların ortaya çıkabileceğini değerlendirdiği için bunun aşılması yönünde sistem olarak bunları geliştirdi. Bu durum PKK’yi sürekli olarak ileri götürdü. Bunu zayıflatmadan güçlü bir biçimde kullanmamız gerekli. Acılar ve zorlukların aşılması için bu yol ve yöntemler devreye konuluyor. Şimdi o zaman yeni bir çoşku, duygu oluyor. Yani şunu söyledi Önder Apo: Büyük yüce amaçlar söz konusu olmazsa bir damla kan akıtmak cinayettir. Bu mücadelenin bir saniyesine bile dayanmak zordur. İmkansızdır...
Ama büyük sevinç, coşku ve heyecanları olduğu için şimdi bunları ortaya çıkardığı için bu zorluklar aşılabiliyor. İnsan, yeniden yeniden kendisini yaratabiliyor. Bu konuda da Önder Apo şunu diyor: PKK’lilik her gün yeni başlangıç yapabilmektir...
PKK kendini yenilemek ve geliştirmek demek. Yaşamdan ve olaylardan ders çıkarmak demektir. Önderlik gerçeği bu. Mücadele tüm bunlar ile başarıya doğru gitti. Şimdi böyle olduğu için insan hep kendisini yenileyebiliyor.
Zorlukları yenebiliyor, acıları bal eyleyebiliyor. Büyük sevinç, ortak sevinç, ortak coşku, ortak heyecan, her şeyde ortaklaşan ve bir amaç için birlikte yürüyen yaşam, her türlü olumsuzluğu yenmeyi sağlıyor, bunu rahat söyleyebilirim. 40. Yıla bu heyecanla, dikkat edelim her gün şehitler veriyoruz. Acılar yaşıyoruz, düşmanımız zaten vahşi, gerçekten de TC faşizmi gibi, AKP-MHP faşizmi gibi bir soykırımcılık, vahşilik, saldırganlık yok ortada. Her gün her türlü zulmü ve hakareti yapıyor. Bu bize zarar veriyor. Halk olarak, birey olarak zorluyor ama dikkat edelim işte en son Besta’da şehitlerimiz oldu. Delal yoldaşı yine saygıyla anmak istiyorum. Buna karşı daha fazla direniş, daha çok düşmanın üzerine gitme, daha çok doğruları esas alma, Apocu çizgide daha kararlı yürüme, dedi PKK ve 40. Yılın önünü böyle açtı. Şunu söylemek istiyorum. Bunlara karşı mücadeleyle bütün bu zorluklar yenilebiliyor. Zulüm yıkılabiliyor yani. Zulmün kaleleri yıkılabiliyor, 40. Yıla bu temelde böyle bir giriş yapıyoruz. Bu zihniyet, bu duygu ve bu kararlılık ile 40. Yıla giriş yapıyoruz. Önderlik ve şehitler gerçeği yolumuzu aydınlatıyor. 40. PKK Yılı zulmün kalelerinin daha fazla yıkıldığı, özgürlüğün ve özgür yaşamın daha çok geliştiği, ezilenlerin daha çok kurtulduğu, daha fazla yaşam alanlarının açıldığı, insanların daha rahat nefes aldığı, coşkuyla, heyecanla kadın, genç, yaşlı kardeşçe yaşayabileceği gelişme yılı olacağına inanıyoruz. 40. Yılı böyle bir yıl yapma kararlılığındayız. Bu temelde ben bir kez daha Önder Apo, yoldaşlarımızın, dostlarımızın, halkımızın parti bayramını, özgürlük bayramını kutluyor, şehitlerimi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. 40. Yılı daha büyük bir özgürlük yılı, daha büyük direnme ve daha büyük kazanım yılı haline getireceğimizi, Delal Amed çizgisinde herkesi büyük 40. Yılın özgürlük yürüyüşüne davet ediyorum.