Dışarıda zayıflasa da Erdoğan’ı iç politika devirir

Fehim Işık, S-400 krizi ardından İdlip ile dış politika dengeleri değişen Erdoğan için “Süreci belirleyecek olan Türkiye’nin iç dinamikleridir. Erdoğan iktidarı, 31 Mart'ta tökezledi. Yere düşmesi durumunda bir daha kalkamaz” dedi.

AKP iktidarı ülke içinde baskı politikalarını artırırken, bu kavgacı siyaseti dışarıda gün geçtikçe onu daha da köşeye sıkıştırıyor. Özellikle ABD ve Rusya arasında sıkışıp kalan S-400 füzeleri konusunda nihai bir karara varamayan Türkiye, İdlip’te de zor günler yaşıyor. Bir yandan İdlip konusunda Rusya ile telefon trafiğine giren Erdoğan, diğer yandan ABD ile yeni bir düzleme giren ilişkilerini iyi bir konumda tutmaya çalışıyor.

Gazeteci- yazar Fehim Işık S-400 krizinin, Türkiye’nin Rusya ile Suriye üzerinden geliştirilen ilişkiyi Erdoğan’ın aleyhine çevireceği kanısında. Ama hala Erdoğan’dan yana bir umudu olan ABD ve Batılı ülkelerin alacağı pozisyonun da önemli olacağı düşüncesinde. Fakat Erdoğan’a aslı kaybettirecek gücün, iç politikada onu ve partisini tökezleten başka Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarıdır diyor.

Fehim Işık’la yeniden yeniden değişen Suriye politikası, Öcalan’ın mesajında yer alan Suriye vurgusu ve olası İran operasyonu üzerine konuştuk.

ABD’E VE BATI’NIN HALA ERDOĞAN’DAN YANA UMUDU VAR

Türkiye S-400 füzeleri yüzünden ABD ile epeydir gerginlik yaşıyor. Son gelişmelere göre ise füzelerin alımının erteleneceği konuşuluyor. Türkiye’nin füzeleri almama gibi bir hamlesi olur mu?

Türkiye’nin S-400 füzeleri alma yönündeki çabaları, Suriye krizi sonrasında Rusya ile geliştirdiği ilişkiler döneminin ürünüdür. İç dengelerin Avrasyacı olarak bilinen Ergenekoncularla yan yana getirdiği Erdoğan, Kürt düşmanlığı ile birlikte siyaseten kırılma yaşadığı Ortadoğu’da, “Çelişkilerden yararlanacağım” zannıyla yönünü Rusya’ya çevirdi. S-400 alma girişimini de ABD üzerinden NATO cephesine karşı bir tehdit olarak kullandı.

ABD ve NATO, Türkiye’nin S-400 alma çabasını ciddiye alsa bile NATO’ya dayalı savunma sistemini çok kolay değiştirebileceğine ihtimal vermiyor. Türkiye de bunu yapabilecek koşullara sahip olmadığının farkında. Son günlerde yaşanan gelişmeler, ardı sıra gelen açıklamalar da bunu gösteriyor.

İktidar kanadı iç kamuoyuna dönük mesajlarında hala S-400 üzerinden bir “yiğitlik” gösterisinde bulunsa bile, gelişmeler onun el altından süre kazanmaya dönük çabalarını artırdığını gösteriyor. Hala Erdoğan’a olan umudunu yitirmeyen ABD ve Batı ise Türk yönetimini tamamen kaybetmemek için zaman tanıma konusunda gereken opsiyonu tanıyacak gibi gözüküyor.

PUTİN İLE ERDOĞAN KARŞI KARŞIYA GELECEK

Peki, Türkiye S-400 almazsa, özellikle Suriye açısından bunun sonuçları ne olur?

Türkiye’nin S-400 hamlesinin, daha geniş anlamda da Rusya ile geliştirdiği ilişkinin önümüzdeki dönemde, özellikle Erdoğan’ın aleyhine döneceğine, inananlardanım. Putin, NATO cephesini kendi lehine bölmek için Erdoğan’ı çok iyi kullandı. Erdoğan ise Suriye’deki Kürt karşıtlığında Putin’in sunduğu olanakları kendi lehine dönüştürdü. Ancak Kürt güçlerinin Suriye’deki doğru tutumu, dönemlik çıkar peşinde koşan Türkiye ve Rusya’yı, dar anlamda ise Putin ve Erdoğan’ı en nihayetinde karşı karşıya getirecektir. Bu gelişmenin yalnız başına Türkiye’nin S-400 almaması ile görünür olacağı kanısında değilim. İdlib’deki gelişmeler, Erdoğan iktidarının başta El Nusra olmak üzere İdlib’deki çetelerle olan ilişkisi bir yerde patlayacak ve ‘çıkarcı müttefiklerin’ karşı karşıya gelmelerine neden olacaktır.

Tabii bu politikaların daha görünür olacağı bir dönemde bu kez Türkiye’yi kaybetmemek için başından beri Erdoğan iktidarının bir sürü ahlaksızlığına onay veren ABD ve batı devletlerinin, pozisyonu gündeme gelecektir. Onların yeniden Erdoğan’a el vermesi, göz ardı edilmemesi gereken bir olasılıktır. Tüm bu olasılıklara rağmen, esasen Türkiye’nin iç siyasetindeki gelişmelerin belirleyici olacağını görmekte yarar var. Bir diğer deyimle Erdoğan’ı iktidarının sonuna getirecek asıl nokta Türkiye halklarının, demokrasi güçlerinin sergileyeceği tutumdur.

Türkiye’yi korkunç derecede ırkçı, faşizan bir yönetimle savaş batağına sokan Erdoğan’a, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin gereken dersi vermesi durumunda, Erdoğan bir daha ayağa kalkmamak üzere batacaktır kanısındayım.

ER YA DA GEÇ TÜRKİYE EFRÎN’İ TERK EDECEK

İdlip’te rejimin belli bir bölgede hâkimiyet kurduğunu biliyoruz ve Türkiye bundan son derece rahatsız. Hatta Putin ile bir telefon trafiği gerçekleştirdi ama hala istediğini de alabilmiş değil gibi görünüyor. Rusya’nın bu hamleleri ABD ile yakınlaşan Türkiye sebebiyle mi, siz ne düşüyorsunuz?

Rusya'nın Astana toplantılarını başlatarak Türkiye’den umut ettiği noktalardan biri de çetelerin işgalindeki toprakları yeniden Suriye rejiminin hâkimiyetine sokmaktı. Bunu Halep, Hama, Humus ve Deraa’da başardı. Rusya ve Suriye rejimi açısından ele geçirilmesi gereken son kale ise İdlib.

Astana toplantısı gösterdi ki Rusya ve Suriye rejimi Türkiye’den arzuladığını alamadı. Bu nedenle İdlib’e dönük operasyon başladı ve giderek de sertleşecek. Türkiye’nin şimdiye kadar yaptığı tek şey kendini dinleyen çeteleri İdlib’den çekmek oldu. Bugünden sonra da Türkiye’ye yine bu yol bırakılır. Rusya’nın Erdoğan’a verdiği görev, çeteleri İdlib’den çıkarıp o bölgelerin rejime teslim edilmesini sağlamaktır. Efrin’in Rusya tarafından rüşvet olarak Erdoğan’a verilmesinin bir nedeni de budur.

Türkiye’nin, bu gelişmeleri hesap etmediği, söz konusu gelişmelerden sanıldığı kadar rahatsız olduğu inancında değilim. O adım adım İdlib’deki çeteleri, Efrin, bab, Azez ve Cerablus’a taşıyacaktır. Bu adım, Erdoğan’ın Kürt düşmanlığını esas alan politikalarının bir sonucudur ve köklü bir değişim yaşanmadıkça kolay ortadan kalkmaz. Türkiye, işgal ettiği bölgelerin demografisinin bozulmasına, Araplaştırılmasına, çeteleştirilmesine dönük tüm olanakları sonuna kadar kullanacaktır. İdlib’deki çeteler ise her geriledikçe tek sahipleri olan Erdoğan’a sığınacak ve İdlib’in temizlenmesi böylece sağlanacaktır diye düşünüyorum. Burada Kürtler açısından önemli olan, Efrin’in durumudur. Sıra Efrin’e de gelecek elbet. Ancak şu çok açık ki Türkiye Efrin işgaline dönük hala destekleniyor. Üstelik yalnız Rusya değil, ABD ve Batı da Efrin’in işgalinden rahatsız değil. Kürtler, Kürtlerin Suriye’deki dostları bu durumu kabullenmeyecektir. Belki çok kısa vade için bir şey demek mümkün olmayabilir ama çok da uzamayacak bir vadede, işgalci Türk devleti Efrin’i terk etmek zorunda kalacaktır. Bu konuda Türkiye’nin önünde bir başka seçenek yok.

ERDOĞAN’IN NE ADIM ATACAĞI ÖNEMLİ

Öcalan, avukatları aracılığı ile yazdığı mektupta Suriye meselesine özellikle değinerek Türkiye ile diplomatik ilişkileri işaret etti. Siz bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Tüm bu denklem değişiminde Suriyeli Kürtler nasıl bir pozisyonda ve onları neler bekliyor?

Erdoğan’ı 2013’te çözüm sürecine götüren etkenin de, ardından bu süreci bozup yeniden savaş tamtamları çalmasının nedeninin de Suriye krizi olduğu kanısındayım. Erdoğan, Kürt Özgürlük Hareketi’ni kendi çıkarlarına alet edebileceğine inanıyordu. Ancak dönemin görüşmelerinin ortaya çıkardığı sonuçtan biliyoruz ki Sayın Öcalan açısından da, süreçte rol alan diğer Kürt kesimleri açısından da Suriye politikası hep kırmızıçizgi oldu.

Sayın Öcalan’ın İmralı’da birlikte kaldığı tutsak yoldaşlarıyla kaleme aldığı ve avukatları aracılığı ile 6 Mayıs’ta kamuoyuna ulaştırdığı son ortak mektuptan da anlaşılıyor ki Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük kırmızıçizgi durumu devam ediyor. Yani AKP medyasının ya da işin asıl boyutunu görmek istemeyenlerin iddia ettiği gibi sadece Türkiye'nin çıkarlarına dönük bir bakış açısı değil, aksine ortak çıkarlara, demokratik dönüşüme, diyalog ve müzekereye dönük bir bakış açısı mektupta egemen.

Mektup sonrasında hem KCK yönetiminden, hem de Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminden gelen yaklaşımlar bu doğrultuda oldu. Dolayısıyla burada takip etmemiz gereken kesim sadece Kürt hareketi veya kuzey ve Doğu Suriye’nin yönetimi değil, aynı zamanda Erdoğan rejiminin de kendisidir. Yani, Erdoğan önümüzdeki dönemde nasıl davranacaktır, nasıl bir adım atacaktır, bu önemli. Siyasette her an her şey olabilir gibi bir kural olsa bile Erdoğan’ın son 3 yılda girdiği angajmanlar, daha da önemlisi bu sürede işlediği ağır suçlar, onu geri dönüşsüz bir noktaya taşıdı. Bu yetmez, Erdoğan her kesim açısından en güvenilmeyen siyasetçi konumuna geldi. Bu durum göz ardı edilemez. Hiç kuşku yok bu süreci belirleyecek olan yine Türkiye’nin iç dinamikleri olacaktır. Erdoğan iktidarı, 31 Mart'ta tökezledi. Yere düşmesi durumunda bir daha kalkamaz.

İRAN’A OPERASYON ÇOK OLASI DEĞİL

Son olarak Suriye’deki rüzgâr giderek İran’a doğru kaymaya başladı. Trump, İran’ın nükleer anlaşmasından çekildiğini söylediğinden bu yana olası bir operasyondan bahsediliyor. Hem tarihi arka plana hem de bölgenin durumuna da baktığımızda bu tarz bir hamle ne gibi sonuçlara yol açar, hem Türkiye, hem Kürtler, hem de Ortadoğu’daki birçok halk için?

İran’a dönük askeri bir harekâtın çok olası olacağına inananlardan değilim. Türkiye ve İran 600-700 yılı bulan yönetim deneyimine sahip köklü devletler ve bu devletleri savaşla istenilen çizgiye getirmeye kalkmak Ortadoğu’nun da, dünyanın da felaketi olur. Trump’ın tüm tehditlere rağmen böyle bir operasyona yönelmesini olası görmüyorum; umarım yönelmez de. Suriye gibi herkesin ‘çantada keklik’ gördüğü, üstelik ciddi bir muhalefetin de olduğu bir ülkede yüzbinlerce insanın ölümüne, onca yıkıma rağmen Batı istediklerini elde edememiş ise İran gibi daha köklü bir yönetimde Batı istediğini hiç mi hiç elde edemez. Bu ise yıkım ve ölümü büyütür, Ortadoğu'daki, hatta dünyadaki tüm kesimleri etkiler. Böyle bir savaş yerine ABD ve yandaşlarının bir yandan tehdit ve baskılarla İran’ı yalnızlaştırma politikası güdeceği, ardından baskılayıp iç dinamikler üzerinden bir değişime zorlayacağı inancındayım.

Eskiden olsaydı, bu olasılık için kısa bir zaman biçebilir ve mümkündür diyebilirdik. Ancak gelişmeler gösteriyor ki ABD’nin ya da Batılı devletlerin bu konudaki politikaları da o kadar kolay yaşama geçecek cinsten değil. Belirleyici olan, yine İran halklarının bizzat kendisi olacaktır. Ne yazık ki bu konuda da ciddi sorunlar var. İran muhalefeti ne yazık ki dağınık ve çok farklı uçlarda yer alıyorlar. Ülkenin içinde ise muhalefet tamamen bastırılmış. İran’da güçlü dinamik olarak öne çıkan kesim yine İran rejimine yandaş olan ve adına ‘ılımlı’ denen tırnak içindeki ‘muhaliflerdir’. Geriye kalan muhalefetin büyük çoğunluğu ise İran dışındadır.

İran’da başta Kürtler olmak üzere muhalefetin en geniş kesiminin bir araya gelmesi, ortak politikalar üretmesi, bu bağlamda çok önemlidir. Hatta öyle önemli ki muhalefetin ciddi bir biçimde bir araya gelmesi, ABD ve Batı’nın içinden çıkılamaz kötü sonuçlara yol açabilecek adımlar atmasının da önüne geçebilir. Bu olanak 2011 yılında Suriye’de de vardı. Ancak muhalefet bu noktada rolünü oynamadı, her biri bir devletin oyuncağı oldu. 3. yol politikasını önüne koyanlar ise ağır bedellere rağmen başarılı oldular ve en önemlisi de başkalarının politikalarına alet olmadılar. Bugün Kürtler Suriye’deki en önemli aktörlerin başında geliyor ise bu onların 3. yol politikalarından kaynaklanmaktadır. İran muhalefeti, Doğu Kürdistanlı siyasi hareketler Suriye’deki bu emsalsiz deneyimi mutlaka değerlendirmelidir.