Davutoğlu’nun tehlikeli savaş blöfü…-Cahit Mervan
Davutoğlu Ankara’da kulağını asfalta koyup dinlerse büyük ihtimalle 1 Kasım’da ‘Dünya Kobenê Günü’nde bütün Kürtlerin ve ilerici insanlığın çığlığını ve kararlı yürüyüşünü duyacaktır:
Davutoğlu Ankara’da kulağını asfalta koyup dinlerse büyük ihtimalle 1 Kasım’da ‘Dünya Kobenê Günü’nde bütün Kürtlerin ve ilerici insanlığın çığlığını ve kararlı yürüyüşünü duyacaktır:
Türkiye’de iç savaş olur mu, Türkiye tıpkı Irak, Suriye veya Libya gibi bölünür mü?
Bu sorulara ‘hayır’ demek artık çok zor.
Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere bekleyen ve çözümlenmeyen sorunlardan dolayı belirli ‘yarılmaların’ var olduğu biliniyor. Bu fay hatların zaman zaman harekete geçtiği de oldu. Ama hiç bu kadar kırılma noktasına gelmemişti.
7 Haziran seçimleri sonra Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve adamlarının başlattığı savaş Türkiye’de çözülmediği için, kırılmayı bekleyen fay hatlarını harekete geçirdi. Onları hiç olmadığı kadar kırılgan hale getirdi. Çünkü iktidarda kalmak için oynanan oyun kendi ‘normal’ sınırlarını aştı.
10 Ekim 2015 günü Ankara’da barış mitingine yapılan saldırı, Erdoğan başta olmak üzere rejimin sözcülerinin kullandıkları dil ve tuttukları yol, Türkiye’yi çok kısa bir zaman dilimi içinde-1 Kasım seçimlerinde önlenemezse eğer-iç savaş ve bölünmeden sonra ki son çıkışa getirip bıraktı.
Erdoğan ve Davutoğlu sadece içteki gerilimi kendileri için yeterli bulmamaktalar. Bir bahane bulup içteki, gerginlik kaos ve savaşı sınırların dışına taşımak çabası içindeler. Bu nedenle günlerdir Rojava Kürdistanı’nı sözle ve fiili saldırılarla taciz etmekteler.
Önce insansız hava araçlarıyla bunu yaptılar. Rojava üzerinde uçurdukları kendi insansız hava aracını-bilerek veya bilmeyerek- düşürdüler. Buradan bir kriz çıkarmaya çalıştılar. Ancak bu yeterince etkili olmadı.
Şimdi Türkiye’ye yönelik tek bir mantar tabancasından dahi açılmış bir ateş yokken YPG-YPJ mevzilerine tacizde bulunmaktalar. Zorla, aleni olarak Rojava Kürtleriyle savaş çıkarma peşindeler. Bunun için her türlü provokasyon yapmaya, yalan söylemeye ve dezenformasyon üretmeye hazırlar.
Türk cumhurbaşkanı avazı çıktığı kadar-sanki kendi toprağıymış gibi-‘Suriye'nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz’ diyor.
Atadığı başbakan Davutoğlu ise gerilerek, büyük bir mutlulukla ‘'Fırat'ın Kuzeyi'ne PYD'de geçmeyecek'’ dedik ve PYD'yi iki kez vurduk" diyor. Doğrusu bu iddiayı doğrulayan kimse çıkamadı.
Davutoğlu’nun Fırat’ın Kuzeyi olarak tabir ettiği yer; IŞİD işgalindeki Cerablus.
Cerablus Türkiye sınırları içinde mi?
Hayır.
Peki, Davutoğlu’nun ordusunun kendi sınırları dışında ve kendisine hiçbir şekilde ateş etmemiş bir güce karşı silah kullanması, saldırı yapması bir savaş ilanı mıdır?
Evet.
Ama buna rağmen istedikleri savaşı çıkaramıyorlar. YPG-YPJ güçlerini aleni olarak taciz ve kurşun yağmuruna tutmalarına rağmen karşı taraf, yani Kürt tarafı soğukkanlılığını kuruyor. Erdoğan ve Davutoğlu’nun derdinin ne olduğunu biliyor. Bundan dolayıdır ki, üretilen ‘krizin’ diplomatik yollarla çözümünü istiyor. Türkiye’yi makul, anlaşılır ama kararlı bir dille uyarıyor.
PYD ve Rojava yönetimi Ankara rejiminin kötü niyetini çoktan çözmüş durumda. Ne de olsa savaş simülasyonu yapan dört kişiden birisinin Ahmet Davutoğlu olduğunu, onun da Erdoğan tarafından atanan başbakan olduğunu bilmeyen mi kaldı?
Hatırlatmakta yarar var. Mart 2014’te bir ses kaydı deşifre edildi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasında bir savaş simülasyonunun ortam dinlenmesi sonucu elde edilen ses kaydıydı. O toplantıda MİT Müsteşarı Hakan Fidan aynen şunları söylüyordu:
'Ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim. 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem o değil. Gerekçe üretilir. Olay, böyle bir iradenin ortaya konması'
Aslında bu ses kaydının deşifre edilmesi Türkiye’nin ‘dört tane adam gönderip, 8 tane boş alana füze attırarak’ çıkarmak istediği savaş ve işgal planı suya düşürdü. Dünya âleme savaş çıkarmak için yaptıkları bu kirli plandan dolayı rezil-rusva oldular.
Bunun için kendileri giremediğinden dolayı, sahada Kürtlere karşı en etkili savaş yürüten El-Nusra ve daha sonra DAİŞ adlı çeteyi desteklediler. Onlarda başarısız kaldı. Daha da ötesi YPG-YPJ güçleri Suriye’de ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin ‘güvenilir partneri’ haline geldiler.
Şimdi Davutoğlu-Erdoğan ikilisi bu kirli ve kanlı yolu bir kez daha denemek istiyorlar. Bu kez açıktan, ortada hiçbir gerekçe yokken savaş çıkarmaya çalışıyorlar. Anlaşılan Kuzey ve Güney Kürdistan’a karşı 24 Temmuz itibariyle başlattıkları savaştan umduklarını bulamadılar. Suruç ve Ankara katliamıyla istedikleri kaos ortamını oluşturamadılar. Şimdi ise gözlerini Rojava’ya dikmiş durumdalar.
Rojava’nın savunma gücü YPG-YPJ güçleri hem sayı, hem de askeri teknik olarak Türk ordusundan mukayese edilmeyecek kadar azlar. YPG-YPJ güçlerinin elinde uçaklar, gelişmiş tanklar, füzeler, kimyasal silahlar, fosfor bombaları, sarin gazları, uçuk savarlar ve 1 milyonluk ordu yok.
YPG’nin elinde ise Suriye ordusu, DAİŞ ve El-Nusra çetelerinden alına birkaç tank, birkaç kilometre mesafedeki hedefi vuracak basit füze rampaları, ferdi silahlar ve birkaç bini geçmeyen savaşçı var.
Ancak bu askeri açıdan açık dengesizlik bile Davutoğlu’nun Rojava’ya yapacağı askeri seferin bir zaferle sonuçlanmasını garantilemiyor.
Doğru. YPG-YPJ sayı ve askeri donanım bakımında Erdoğan-Dovutoğlu ikilisinin ordusunda çok azlar. Ancak onlarda olmayan birkaç şeye sahipler. Kendi topraklarını savunuyorlar. Ölümüne kararlılar. Yalnız değiller. Kuzey Kürdistan, Türkiye ve Kürdistan diğer parçalarındaki Kürtler, dünya ileri insanlığıyla birlikteler.
Yani bu kez ateş sadece düştüğü yeri yakmamakla kalmaz. Her tarafı bir anda ateş topuna dönüştürür. Davutoğlu, Rojava’yı darbelerim derken birde bakmış ki Türkiye bir iç savaşa, Kürtler ise kopuşa gitmiş. Türkiye tıpkı Suriye, Irak, Libya gibi paramparça olmuş!
Davutoğlu belki ‘PYD’yi iki kere vurduk’ derken sevincinden Kürtlerin öfkesini duymamış, hissetmemiş olabilir.
Ama bilmesinde ve varsa yüreği hissetmesinde yarar var.
Davutoğlu savaş blöfünü ileri götürmeye ve gerçekleştirmeye kalkarsa, Kürtlerin öfkesinin fırtınadan öte kasırgaya dönüşeceğini söyleyebiliriz. Bunun ise zaten kırılgan olan fay hatalarını çökerteceğini, ayrılmanın dahi gündeme geleceğini söylemek için kâhin olmayı gerektirmiyor.
Davutoğlu Ankara’da kulağını asfalta koyup dinlerse büyük ihtimalle 1 Kasım’da ‘Dünya Kobenê Günü’nde bütün Kürtlerin ve ilerici insanlığın çığlığını ve kararlı yürüyüşünü duyacaktır:
‘Hele bir girin bakalım, boyunuzun ölçüsü kaçmış, görelim.’