MAKALE

Daha çok ve etkili mücadele gerek

İmralı’da uygulanan rehine ve tecrit politikalarına karşı mücadele etmemiz, daha çok ve etkili mücadele yürütmemiz gerekiyor. Kürt gençleri ve kadınları sürekli bir eylemlilik içindedir. Fakat açığa çıkmaktadır ki, yeterli değildir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit dördüncü yılına girdi. HDP Heyeti’nin görüşmek üzere İmralı’ya son gidişi 5 Nisan 2015 tarihinde olmuştu. Önder Abdullah Öcalan o zaman artık “Masanın devrilmiş olduğunu” belirtmişti. Geçen üç yıllık süre içerisinde sadece bir kez ve 11 Eylül 2016 günü kardeşi Mehmet Öcalan ancak yarım saat görüşebilmişti. O tarihten bu yana hiçbir aile ferdi de görüşme yapamıyor. Avukatları ise 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana müvekkilleriyle hiçbir görüşme yapabilmiş değil. Çok açık ki, İmralı’da tarihin tanık olmadığı bir baskı ve tecrit sistemi uygulanıyor.

Kuşkusuz bu durumun hiçbir özgürlük ve demokrasi anlayışında yeri yoktur. Bırakalım özgürlük ve demokrasiyi, sıradan bir faşizm de bile yeri yoktur. Bu uygulamanın açık bir rehine düzeni olduğu tartışmasızdır. Rehine uygulamasının da en ağır terör ve baskı sınıfına girdiği açıktır. Belli ki bu tür uygulamalar her yerde yapılmaz ve görülmez. Bunu ne birileri aklından geçirebilir, ne de çevre kabul edebilir. Bu tür rehine uygulamasının sömürgecilik ve soykırım ile bağlantılı olduğu ortadadır. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmi Kürdistan üzerindeki küresel sömürgecilik ve soykırımcılık sistemine dayanarak söz konusu rehine politikasını böyle açık uygulayabilmektedir.

Dahası Kürdistan’da yoğunlaşan savaşa bağlı olarak İmralı’daki baskı uygulamalarının daha da artmış olduğu belirtilmektedir. Peki artan baskı nedir? Herhalde yıllar sonra verdikleri radyo ve TV’yi geri almışlardır. Psikolojik baskı ve tehditleri artırmışlardır. Dikkat edilirse, sadece bir artıştan söz ediyoruz. Çünkü söz konusu baskı ve tehdit yeni bir şey değildir. Zaten İmralı sisteminin kendisi ağır baskı ve tehdit sistemidir. Böyle bir ağır baskı ve tehdit tam yirmi yıldır İmralı’da uygulanmaktadır. Şimdi ise, Kürdistan ve bölgede yoğunlaşan savaşa bağlı olarak İmralı’daki baskı ve tehdidin artmış olması ifade edilmektedir. Yani bilinen deyimle tahmin edilenin ilan edilmesi gibi bir durum olmaktadır.

Burada yapılan uygulamaların alçakça ve insanlık dışı olduğunu belirtmek belli ki fazla anlamlı değildir. Çünkü sömürgeci-soykırımcı bir faşist diktatörlükten zaten başka bir uygulama beklenemez. Kürdistan’da her gün onlarca insanı katleden, çocuk-kadın demeden herkese saldıran, tarihi ve doğayı vahşice yok eden, tüm insanlık değerlerini ayaklar altına alan bir faşist-soykırımcı rejim belli ki bu tür baskı ve tehdit uygulamasında da bulunur. Faşizm yıkılmadıkça ve demokratik sistem kurulmadıkça da söz konusu uygulamalar devam eder.

Bunlar zaten bilinen ve tahmin edilen gerçeklerdir. Burada amacımız bunları yeniden tekrarlamak değildir, esas amacımız bu tür insanlık dışı uygulamaların neden yapıldığını ve nasıl önleneceğini yeniden değerlendirmektir. Burada da hemen “Kürt sorununun karakteri gereği” cevabı verilebilir. Bu doğrudur, ancak tam yeterli değildir veya bunun çok önemli ayrıntıları vardır. Dikkat edilirse, İmralı sisteminin özü baskı ve tecride dayalıdır ve artırılan da baskı ve tecrit uygulamaları olmaktadır. Yani rehine politikası, bir kişi üzerinde siyasal görüşlerini değiştirmeye zorlamak için uygulanır. Tecrit politikası ise, bir kişinin görüşlerinin başkalarına ulaşmasını engellemek ve ilişkisiz kılmak için uygulanır. 

Belli ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde hem rehine ve hem de tecrit politikası uygulanmaktadır. Rehine politikasının amacı, Kürt sorunu üzerindeki demokratik çözüm siyasetini ve projesini değiştirtmektir. Bu açık ve anlaşılır bir durumdur. Tecrit politikasının amacı ise, görüşlerinin Kürt toplumuna ve insanlığa ulaşmasını engellemektir. O halde sömürgeci-soykırımcı TC faşizmi, hem Önder Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü için ortaya koyduğu demokratik özerklik projesinden korkmaktadır, hem de tüm ezilenlerin kurtuluşu için ortaya koyduğu demokratik modernite çizgisinden korkmaktadır. Çünkü onlarca yıldır her kritik konuda hep Önder Abdullah Öcalan’ın görüşü doğrulanmaktadır. 

Örneğin 1989 yılında “Saddam cephesinde olay var” dedi ve daha sonra yaşananlar bu görüşü tüm boyutlarıyla doğruladı. 1990’da Sovyetler Birliği çözülüş ve çöküşü yaşadığında çok sayıda çevre bunu bir “ABD zaferi” olarak tanımlamıştı. Hatta ABD’nin bir dünya imparatorluğu kurmakta olduğunu söyleyenler bile oldu. Fakat Önder Abdullah Öcalan bunun tersini ifade etti; “çöken Sovyetler Birliği gerileyen ABD olacak” diyerek, artık ABD’nin de gerileyeceğini belirtti. Geçen süreç bu görüşü de önemli ölçüde doğruladı. ABD değil imparatorluk kurmak, eski etkinliğini bile koruyamadı. Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nda gelinen nokta ve ABD’nin yaşadığı başarısızlık bu durumu açıkça gösteriyor.

Aslında Önder Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği kâhince sözler saymakla bitmiyor. Örneğin Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü gerçekleştirilmezse, bundan herkesin zarar göreceğini açıkça ifade etti ve bu çerçevede herkesi uyardı. Demokratik siyasi çözüm olmazsa çok tahripkâr bir savaşın gelişeceğini ifade etti ki, son üç yılda Kürdistan’da yaşananlar bunu açıkça doğruladı. Kendisiyle görüşen HDP Heyetine birer uyarı olarak ifade ettiği her şey bir bir yaşanır oldu. Bu çerçevede PKK’yi uyardı, HDP’yi uyardı, Kürt halkını uyardı, hatta görüşme heyetini bile uyardı. Geçen üç yıl içerisinde bu uyarıların hepsi yaşandı ve de yaşanmaya devam ediyor. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, görüşmelerde yaptığı değerlendirmelerde sadece Kürt tarafını değil, aynı zamanda Türkiye toplumunu ve TC yönetimini de uyardı. Eğer Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşmezse, bunun bedelinin Kürtler kadar Türkiye’ye de fatura edileceğini belirtti. Türkiye’nin felâket düzeyinde olaylar yaşayacağını, hatta bölünmeye uğrayacağını ifade etti. Şimdi tüm bu sözler de doğrulanıyor. Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşmediği için, Önder Abdullah Öcalan’ın belirttikleri bir bir yaşanıyor. Mevcut savaş ve faşist terör ile Türkiye tam bir felaketi yaşar hale getirilmiş bulunuyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğü altında söz konusu felakete sürüklenme dolu dizgin devam ettiği gibi, Türkiye neredeyse bir bölünmenin eşiğine de getirilmiş bulunuyor. Herhalde son ABD-Rusya çelişki ve çatışma sürecinde iki arada bir derede kalarak tam çöküşü ve parçalanmayı yaşayacak.

Herhalde İmralı’da yirmi yıldır uygulanan ağır tecridin nedenlerini şimdi daha iyi anlamış oluyoruz. Bu temelde Önder Abdullah Öcalan’ın hep doğrulanan görüşlerinin Kürt halkına ve insanlığa ulaşmasının engellenmek istendiğini açıkça görüyoruz. Yani Kürtler ve insanlık söz konusu öngörülerden mahrum bırakılmak isteniyor. 

Peki bu dehadan mahrum kalmamak için ne yapmalıyız? Çok açık ki, İmralı’da uygulanan rehine ve tecrit politikalarına karşı mücadele etmemiz, daha çok ve etkili mücadele yürütmemiz gerekiyor. Kuşkusuz bu temelde Kürt halkının ve dostlarının çok önemli ve kesintisiz bir mücadelesi var. Kürt gençleri ve kadınları bu temelde sürekli bir eylemlilik içindedir. Bu açık bir gerçektir ve de çok önemli ve anlamlıdır. Fakat açığa çıkmaktadır ki, yeterli değildir. Hem Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin insanlığa yayılıp örgüt ve eyleme dönüştürülmesi yetersizdir, hem de İmralı işkence sistemini parçalamak için mücadele yetersizdir. Dahası böyle bir mücadele AKP-MHP faşizmini yıkma mücadelesi ile tamamen iç içe geçmiş durumdadır. Önder Abdullah Öcalan buna da dikkat çekmiş, “Benim için değil, kendi özgürlüğünüz ve kurtuluşunuz için mücadele etmelisiniz” demiştir. O halde hem kendi özgürlüğümüz ve hem de Önder Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması için hepimiz daha çok ve etkili mücadele etmeliyiz. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA