Çözüme ihanet edenlere ders vermenin tam zamanı…-Cahit Mervan
Herşey çok açık. Tereddütte asla yer olmamalıdır. Ya Erdoğan ve onun ve onun vesayeti altındaki AKP’nin daha fazla kan ve gözyaşı demek olan politikasına ‘evet’ diyeceksiniz…
Herşey çok açık. Tereddütte asla yer olmamalıdır. Ya Erdoğan ve onun ve onun vesayeti altındaki AKP’nin daha fazla kan ve gözyaşı demek olan politikasına ‘evet’ diyeceksiniz…
Perşembe günü ANF’den Arzu Demir’in sorularını yanıtlayan HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş “AKP ve MHP'nin oyları düşerse savaşı sürdüremezler” dedi ve ekledi: ‘’Türkiye'de artık AKP baskısının, AKP zulmünün 1 Kasım itibariyle çok büyük darbe alacağını ve gerileyeceğini düşünüyorum. AKP içinden de büyük bir isyan başlayacaktır. Kimse bunu unutmasın. 5. parti mi olur, yeni bir kongre mi olur, bilmiyorum ama Edoğan'ın gücü artık sınırlanmış olacak. Davutoğlu'nun siyaset sahnesinden silineceğini düşünüyorum. Zaten umut vaat eden bir siyasetçi değil. AKP kendi içinden yeni bir dalga üretecek, bu da Türkiye'yi rahatlatacaktır.‘’
ARANAN HUZUR AKP’NİN GERİLEMESİNE BAĞLI
Demirtaş bu tespitleri sadece 1 Kasım seçimleri vesilesiyle rakibini ‘vurmak’ için yapmıyor. O kriz ve savaş ortamının bir şekilde yerini barış ve çözüm sürecine bırakması gerektiğine inandığı için son çıkışı işaret ediyor. Bunun için, Türkiye’yi rahatlatacak formülün Erdoğan’ın sınırlandırılması, AKP zulmünün darbe alması ve AKP’nin eğer siyaset sahnesinde kalacaksa, kendisine çeki düzen vermesinden geçtiğini görüyor.
Aslında sadece HDP Eşbaşkanı Demirtaş değil, aklı başında herkse bunu görüyor. AKP içinde Demirtaş gibi düşünen, ama büyük oranda sessizliğini koruyan bir gücün de olduğu biliniyor. Daha doğrusu ciddi manada kendisini hissettiriyor.
Eğer Erdoğan ve AKP barış ve çözüm sürecine ihanet etmemiş, savaş aygıtı, polis ve asker gücüyle barışı, huzuru ve çözümü esir almamış olsalardı Demirtaş’ın veya bir başkasının bu sözleri sarf etmesi siyasi nezaketin sınırlarını aşmak, bir başak partinin iç işlerine karışmak olarak yorumlanabilirdi.
Ancak Erdoğan ve adamları barışa, huzura ve çözüm sürecine ihanet ettiler. Kendilerini muhatap olmaktan çıkardılar. Kendilerini, bencil çıkarlarından dolayı çözümün, özgürlük ve demokrasinin karşısında konumlandırdılar. ‘Titreyip kendilerine gelmeleri için’ esaslı bir ders almaları gerekiyor. İşte 1 Kasım böylesine tarihi bir fırsat sunuyor.
2013 yılının ilk günlerinde çözüm sürecinin başladığı duyulduğunda herkes derin bir nefes aldı. Milyonlar bu kadar savaş ve çekişmeden sonra nihayet çözüm için ciddi bir adımın atıldığını, silahların sonsuzda dek susacağını düşündü. Hatta buna inandı.
ÇÖZÜM İÇİN KÜRT TARAFI ÇOK KARARLI DAVRANDI
Kamuoyu, halk inanmakta haklıydı. Çünkü Öcalan’ın girişimiyle özelliklede 2012 yılında her alanda Kürtlerin verdiği zorlu mücadele sonrası ortaya çıkmış bir süreçti. Süreç üç aşamadan oluşuyordu. Ve birçok kişiye garip ve gerçekçi gelmese de bir yıl gibi kısa bir dönemde herkesin özgür olacağı ‘normalleşmeyi’ öngörüyordu.
İmralı’da devlet heyeti ile Öcalan arasında yürütülen müzakereler sonucu varılan ‘Mutabakat Belgesi’ de bu sürecin yol haritasıydı.
30-31 Aralık 2012 gecesi Lice’de 10 gerillanın katledilmesi, 9 Ocak’a Paris cinayeti ciddi manada sorun yaratsa da Kürt tarafının çözüm konusundaki iradesini kıramadı. Kürt tarafı her bakımda kararlı ve ‘Mutabakat Belgesi’nin öngördüğü gibi tüm adımları atmaya hazırdı. Kaldı ki ateşkes ilan ederek ve ikinci aşamada olmasına rağmen gerilla güçlerinin sınır dışına çıkmasını başlatarak bu konudaki sağlam iradesini ortaya koydu.
O günlerde ’böylesine ciddi bir sorunu, bu kadar kısa zaman içinde yani 2013 yılının sonuna kadar sürecin her üç aşamasını da tamamlamak mümkün müdür’ sorusuna KCK Yürütüme Kurulu Üyesi Zübeyir Aydar ‘devlet isterse mümkündür. Mesele devletin sorunun çözümüne kararverip vermesidir. Eğer demokratik çözüme karar vermişse, çözüm sandığımızdan çok daha hızlı gelişebilir’ diyordu. Ve Güney Afrika’da ANC ile ırkçı rejim arasında yapılan görüşmelerin müzakereye, daha sonra ise karara dönüşmesinden sonraki hızlı süreci örnek olarak veriyordu.
ERDOĞAN ‘MUTABAKAT BELGESİ’NE SADIK KALMADI
Ne yaz ki Türk devleti, dönemin başbakanı ve şimdiki cumhurbaşkanı İmralı’da üzerinden anlaşılan ‘Mutabakat Belgesi’nin ruhuna, yol haritasına ve içeriğine sadık kalmadılar. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin attığı ciddi ve kalıcı olabilecek adımlara karşı söz söylemekten ve ‘halkla ilişkiler çalışması’ yapmaktan başka hiçbir şey yapmadılar.
Aksine çözüm sürecinin ve demokratikleşmenin ruhuna aykırı ne kadar adım varsa attılar. Kürdistan’ı yenden karakol inşaat alanına çevirdiler, askeri amaçlı barajlara hız verdiler, dahası eylemsizliği fırsat bilerek Kürtlere karşı Rojava’da El-Nusra ev DAİŞ eliyle örtülü, acımasız bir savaş yürüttüler.
Kürt sorunun çözümü için atması gerek demokratikleşme adımlarını ‘torba yasalarla’ hiçleştirdiler. Hatta İmralı’ya gidip gelecek heyete dahi görgüsüzce müdahale ettiler. Ve böylelikle çözüm sürecini bir oyalama, zamana yayma, yıpratama ve sonuç olarak ta PKK’nin tasfiyesine dönüştürmeye çalıştılar.
Kalıcı barış ve demokratik çözümde niyetleri olmadığı için son aşamanın meselesi olan ‘silahları’ getirip meselenin ‘anası’ yaptılar. Halbuki ‘MUtabakat Belgesi’nin hiçbir yerinde ‘PKK silahları bırakacak’ diye bir cümle dahi yoktu.
Olan şuydu:
Her iki tarafın attığı karşılıklı adımlar sonrası, demokratikleşmeye paralel olarak PKK silahlı güçlerini Türkiye sınırları dışına çıkaracak. 2013’ün ‘Mutabakat Belgesi’nde aşağı yukarı ‘silah meselesi’ böyle yer alıyordu.
Erdoğan ve adamlarının bu meseleyi herkese karşı bir psikolojik savaş aracı haline getirdiğini gören Kürt tarafı müzakerelerin tekrardan başlaması için ciddi bir basınç oluşturdu. Nihayetinde İmralı’da görüşmeler tekrardan başladı. Kamuoyunun yakından bildiği Dolmabahçe Deklarasyonu’ ortaya çıktı.
ERDOĞAN ÇÖZÜM SÜRECİNE İHANET ETTİ
Eğer Recep a Tayyip Erdoğan bu deklarasyona müdahale etmemiş, İmralı görüşmelerin önünü kesmemiş olsaydı bundan sonraki adım Öcalan’ın olası çağrısı üzerine PKK’nin ‘Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandıran’ kararı gelecekti.
Ancak olmadı. Erdoğan bizzat devreye girerek İmralı görüşmelerini sonlandırdı. 5 Nisan 2015 itibaren adaya gidiş gelişlerin olmaması yönünde talimat verdi. Dahası ‘Kürt sorunu yoktur’, ‘taraflar yoktu’, ‘masa yoktur’, ‘Dolmabahçe Deklarasyonu’ yanlıştır gibi çözüm sürecinin ve çatışmasızlık ortamının dibine dinamit koyan çıkışlar yaptı.
Erdoğan iktidarını sağlamlaştırmak, AKP’yi tek başına hükümet olarak sandıktan çıkarmak, Rojava Kürdistanı’nda ortaya çıkan kazanımı bertaraf etmek için çözüm sürecinin ruhuna ihanet etti. Hem de açıktan bunu yaptı.
Erdoğan’ın barış ve çözüm sürecinin ruhuna ihaneti, bir suikast gibi huzur ortamını vurdu. Yüzlerce kişi her iki taraftan Erdoğan’ın başlattığı savaşta öldü. Ölmeye devam ediyor.
Bu nedenle, başlatılan anacak kamuoyundan aldığı güçlü desteğe rağmen tamamlanamayan barış ve çözüm süreci için 1 Kasım stratejik önem sahip.
Çözüm süreci başlarken istikrarlı bir AKP hükümeti ne kadar ihtiyaç idiyse, bugün çözüm sürecinin tekrardan canlanması için o kadar ihtiyaç dışıdır.
HDP’YE ‘EVET’ MÜHRÜ BARIŞIN KAPISINI AÇACAK
Yani AKP’nin tek başına çoğunluğu sağlayacağı bir Türkiye’de çözümün olmadığı iki yıl içinde görülmüştür. Açıktan bir diktatör ve megaloman bir lider gribi davranan Tayyip Erdoğan’ın siyaset üzerindeki vasiyeti kırılmadan, AKP girdiği faşist ve ırkçı sokaktan geri dönemden tekrardan sürecin bir tarafı haline gelmesi mümkün değildir. Özellikle de AKP rejiminin Rojava halkına karşı giriştiği kalleşçe suikastlar ve saldıralar bırakın çözüm sürecinin yeniden canlanmasını, bütün her şeyin, Kürt-Türk ilişkilerinin köküne dinamit koymaktadır.
İşte tamda bu dikkat çektiğimiz noktalardan dolayı gelinen aşamada çözüm sürecini Erdoğan ve onun emir kulu durumundaki AKP ile düşünmek mümkün görünmüyor. Erdoğan ve AKP izledikleri Kürt düşmanı politika ile kendilerini çözüm sürecinin bir tarafı olmaktan çoktan çıkarmış durumdalar. Değişmedikleri müddetçe artık o trene binmeleri mümkün değil.
Bu nedenle 1 Kasım’da dersini almış, siyasetin şamarını yemiş bir AKP çözüme daha yakın olacaktır. Demirtaş’ında altını çzidiği gerçek budur. İkincisi çözüm süreci illaki AKP ilr olacak diye bir kaide-kural da yoktur. Pekala, 1999-2002 döneminde iktidarda AKP yoktu. MHP’nin koalisyon ortağı olduğu hükümet vardı. Bu dönemde dahi direk olmasa da Kürt sorununa etki yapan demokratik adımlar atılabilindi. Örneğin idamın kaldırılması gibi.
AKP ve Erdoğan çözüm sürecini utanmadan bir maske gibi kullanarak dolayı barışı rehin almış durumdalar. Barışı özgürleştirmenin, çözüm sürecini canlandırmanın, dolayısıyla huzur ortamına dönmenin tek yolu HDP’nin sandıktan 7 Haziran seçimlerini çok aşacak düzeyde güçlü çıkmasına bağlıdır.
Herşey çok açık. Tereddütte asla yer olmamalıdır. Ya Erdoğan ve onun ve onun vesayeti altındaki AKP’nin daha fazla kan ve gözyaşı demek olan politikasına ‘evet’ diyeceksiniz…
Ya da, evet ya da barış, eşitlik ve demokratik çözüm için 1 Kasım’da sandığa gidip HDP’nin altına çok güçlü bir ‘evet’ mührü basacaksınız.