Bu devlet canlı bomba sever...-Cahit Mervan

Aslında Davutoğlu ve Erdoğan’ın nefret ettiği, her defasında hedef gösterdiği ve düşman hukuku uyguladığı insanların katledildikleri yere karanfil bırakmaları akıllara mafya lideri Al Capone’yu getirdi.

Önce atanmış Başbakan Ahmet Davutoğlu, daha sonra onu atayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan onlarca kişinin vahşice katledildiği yere karanfil bıraktılar. Kendi tetikçi medyasının dışında bu günahtan arınma seremonisine gazetecileri almadılar. Yüzlerce koruma ile gittikleri olay yerinde görüntü verdikten sonra apar-topar ayrıldılar. 

Aslında Davutoğlu ve Erdoğan’ın nefret ettiği, her defasında hedef gösterdiği ve düşman hukuku uyguladığı insanların katledildikleri yere karanfil bırakmaları akıllara mafya lideri Al Capone’yu getirdi. O da öldürttüğü insanların cenazelerine ‘karanfil’ olmasa da devasal büyüklükte çelenk göndermekle meşhurdu.  

Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin ‘karanfil seremonisi’ sahteydi.    Çünkü nerEden bakarsanız bakın, hangi verilerle yola çıkarsanız çıkın katilin ayak izleri bu ikilinin kozmik odalarına çıkıyor. Bunu sadece bizler iddia etmiyoruz. Dünyadaki genel kanı da bu. 

DÜNYA ERDOĞAN’I AKAN KANDAN SORUMLU TUTUYOR

Ankara’daki vahşi saldırıdan sonra dünyanın önde gelen televizyonları, radyo, ajans, gazete ve internet siteleri saldırıya ilişkin sayısız haber ve yorum geçtiler. Hepsinin ortak kanısı bu saldırıların arkasında şu veya bu şekilde Türk istihbaratının ve Erdoğan’ın yer almasıydı. 

Haksızda sayılmazlar. Türk yönetimi son birkaç yılda, özellikle de Suriye savaşı ile birlikte aldığı tutum, onu sadece Kürtlerle karşı karşıya getirmedi. Aynı zamanda NATO içindeki dostlarını ve müttefiklerini de kızdırdı. Türk devleti tercihini halkların eşit, özgür ve demokratik geleceğinden yana değil, ülkeyi ve bölgeyi Ortaçağ karanlığına mahkûm etmek isteyen faşist-selafist güçlerden yana yaptı. Onları destekledi. Örgütledi. Silah ve personel yardımı da bulundu. Hatta istihbarat elemanlarıyla bu kanlı örgütleri sevk ve İdare etmeye kalktı. Kısmen ediyor da. 

ABD başta olmak üzere kürsel güçlerden gelen sert eleştiriler sonrası yarım ağızla bu grupları yatıkları onca vahşi saldırıdan sonra ‘kınamak zorunda’ kaldı.  Birkaç yıl önce dışişleri bakanı olan, şimdi ise atanmış başbakan Davutoğlu DAİŞ adlı katiller ve tecavüzcüler ordusunu ‘bir grup öfkeli kitle’ olarak tanımladı. Onlara karşı her türlü hoşgörüyü gösterdi. Bu nedenle Türkiye bu kanlı çeteler için vazgeçilmez müttefik ve en kolay hareket ettikleri alan haline geldi. 

KÜRTLERE KARŞI KATİLLER ORDUSU TERCİH EDİLDİ 

Bu gruplar AKP rejiminin kendilerine sağladığı desteğe karşılık onun adına Kürtlere karşı Rojava’da vekalet savaşı yürüttüler.  İlk önce El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra çetleri devreye konuldu. Başarısız kalınca bu kez DAİŞ cepheye sürüldü. DAİŞ çetelerinin Şengal’den ta Kobanê’ye kadar Kürtlere karşı yürüttüğü acımasız ve her türlü ahlakı bir taraf iten savaşı en çok Erdoğan’ın yönetimde olduğu Türkiye destekledi. 

Öyle ki sadece Türkiye, Kürdistan, Suriye ve Ortadoğu’da değil tüm dünyada ‘ha AKP, ha DAİŞ, ha Erdoğan, ha el-Bağdadi’ diyenlerin sayısı hızla artı. Tüm dünyada DAİŞ’in vahşi, insanlık dışı saldırılarını, katliamlarını izleyen insanlar, neredeyse çetenin lideri Bağdadi’yi unutup Erdoğan’ı onun yerine koydular.     
Erdoğan ve adamlarının Kobanê kuşatmasında kirli hesapları ayyuka çıktı. Dünya âlem Türk devletinin Kürt düşmanı politikası net ve anlaşılır bir şekilde gördü.  Erdoğan’ın beklentisinin aksine, kucağında büyütüp, beslediği çeteler Kobanê’yi düşürmeyi beceremeyince her şey alt-üst oldu.    

ERDOĞAN’IN DAİŞ SEVGİSİ CANLI BOMBA OLARAK GERİ DÖNDÜ

Bunun la birlikte Erdoğan ve adamlarının DAİŞ, El-Nusra ve Ahrar eş-Şam gibi radikal selefist çetelerle derinlemesine içli dışı olduğu gerçeği ortaya çıktı. 

Herkesin sorduğu soru şuydu: Erdoğan ve adamlarının bu çete elemanlarına gösterdikleri hoşgörünün, verdikleri destek ve sağladıkları olanaklarının Türkiye’de karşılığı ne olacak? Bu beslenen ve eğitilen, sevk ve idare edilen katiller ordusu kimin canına kıyacak, hangi siyasal düzenleme için tetikçi olarak kullanılacak? Ve bu çete elemanları birer canlı bomba olarak nerde patlatılacak? 

Bu konuda yazılan, söylenen ve yapılan açıklamaların haddi hesabı yok. Aklı başında herkes Erdoğan ve adamlarının için girdiği bu ilişkin kanlı ve tehlikeli sonuçlarının olacağına dikkat çektiler. Dünya basınında bu konuda sayısız haber yayımlandı. ABD, Fransa, Almanya, İngiltere gibi Türkiye’nin en yakın müttefikleri bazen kamuoyu önünde açıktan, bazen ise asker-siyasi-ekonomik güçlerini kullanarak uyardılar. 

Ancak Erdoğan’ın hem Kobanê direnişi sahsında aldığı ağır yenilgi ve hem de 7 Haziran seçimlerine giderken gördüğü manzara onu kirli ve kanlı bir kuyuya atan stratejisini devreye koymaya itti. Yani daha önce ses kayıtları basına düşen dörtlünün yaptığı savaş simülasyonu bu kez Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da uygulamaya konuldu. 

AMED’DE YÜZLERCE KİŞİYİ ÖLDÜRMEK İSTEDİLER

7 Haziran yaklaşırken Erdoğan, önüne gelen anketlere göre şiddetin dozunu artırdı. HDP’nin barajı aşması halinde AKP’nin hükümet kuracak çoğunluğu yakalamayacağı görülünce Adana ve Mersin’de katliam girişiminde bulunuldu. HDP binalarına eş zamanlı bomba koyuldu. Bir tesadüf veya takdiri ilahi sonucu katliam girişimi ‘başarısız’ oldu. HDP çalışanları, yöneticileri ülkenin her yerinde saldırıya uğradı. Binaları, seçim büroları MİT’in bindirilmiş kıtaları tarafından yakılıp-yıkıldı. Bütün bunlar HDP’nin önünü kesmeye yetmedi. 

Bu kez hedefte 5 Haziran günü Amed’de yapılan miting vardı. Yüz binlerce insanın hıncahınç doldurduğu alanda, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 15-20 metre yakınında bomba patlatıldı. Sahne sunucusunun basiretli tutumu, kitlenin disiplinli davranması beklide yüzerce insanın ölmesini engelledi. Bombayı bırakanlar yüzlerce insanın ölümünü hesaplamışlardı. Ve bu nedenle polis ambulansları engelliyor, alandan disiplinli bir şekilde ayrılan kitleye tomalardan gaz yağdırıyordu. 

AMED BOMBACISINDAN DAVUTOĞLU HABERDARDI

Çok geçmeden Amed’te bombalı saldırı yapanın Orhan Gönder olduğu anlaşıldı. Katilin yoları MİT ve Emniyetle kesişiyordu. Gönder’in ailesi defalarca MİT ve emniyete çocukları için başvurmuş ve her seferinde eli boş dönmüştü.  Çocuklarını DAİŞ’in pençesinden almak için çırpınan Gönde ve üç aile daha bu kez AKP’nin Adıyaman 5’inci Olağan İl Kongresi sırasında Başbakan Ahmet Davutoğlu görüşüyorlar. Bir anlamda bu ve benzer ‘eylemcilerin’ varlığından başbakan Ahmet Davutoğlu bizzat ailesi tarafından haberdar edilmişti.

Bundan daha korkunç olan şey ise bombacı bir gün önce Diyarbakır’da ‘asker kaçağı’ olduğu için polis tarafından gözaltına alınmış ve serbest bırakılmıştı. Yani ‘buyur git, bombayı patlat’ denmişti.

Diyarbakır mitingini kana buladığı için tutuklanan Orhan Gönder’in annesi hem CHP heyetine, hem de basına yaptığı açıklamalarda Suruç ve Ankara’daki vahşi saldırıların kimler tarafından organize edildiğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Kendisi ve çevresinde birçok kişinin HDP’ye oy verdiğini söyleyen anne Hatice Gönder şu açıklamada bulunuyor: 

 “Başbakan buraya geldiğinde ben ve üç aile, Başbakan Davutoğlu’yla yüz yüze görüştük. Başbakan bize MİT’e talimat vereceğini, hatta bu konuyla bizzat ilgileneceğini söyledi. Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın’la da görüştüm. Çocukların ismini yazıp cebine koydu. Bir daha haber alamadık. Daha sonra bize çocukların 18 yaşını doldurduklarını ve bir şey yapamayacaklarını söylediler. Çocuğumun beynini yıkadılar. Çocuğumu Suriye’ye götürenlerin isimlerini bile emniyete verdim ‘’

Anne  Gönder sadece Adıyaman’da değil, oğlunu Hatay’dan Akçekale’ye kadar her yerde arıyor. Gittiği her yerde emniyete bildiriyor. En son Akçe kale emniyet müdürlüğüne oğlunun fotoğrafını, ismini ve ilişkide olduğu kişilerin listesini veriyor. 

Başka bir şey daha vardı. CHP heyeti Diyarbakır bombacısı ile cezaevinde görüştü.  Amed’te 4 kişiyi öldürmekle suçlana zanlı ise CHP milletvekili Veli Ağbaba’nın aktardığına göre suçlamaları kabul etmiyor ve DAİŞ’le ilişkisinin olmadığını iddia ediyor. 

MİT’İN İÇLİ DIŞLI OLDUĞU CANLI BOMBALAR

7 Haziran akşamı sandıklar açıldığında AKP tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamadı. Böylelikle ‘400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün’ diye Erdoğan B ve c planını devreye koydu. 

Bu kez hedefte Türkiye’nin farklı şehirlerinden Kobanê ile dayanışma amacıyla Suruç’ta toplanmış sosyalist gençler vardı. Türk istihbaratının, polisinin cirit attığı Suruç’ta 20 Temmuz günü 300 aşkın sosyalist gencin Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde ortak açıklama yaptıkları esnada bomba patladı. Veya patlatıldı.  34 kişi vahşice katledildi. Yüz kişi ise yaralandı. 

Saldırıyı gerçekleştiren kişi DAİŞ üyesi Şeyh Abdurrahman Alagöz’du. Canlı bombanın kimliğine ilk Dicle Haber Ajansı (DİHA) ulaştı. Alagöz de tıpkı Amed'de HDP mitingine bomba koyan Orhan Gönder gibi Adıyamanlıydı. Ve aynı ekiptendi.  DİHA’ya konuşan Alagöz’un annesi Semüre Alagöz ‘her iki oğlunun altı ay önce yurt dışına gittiğini’ söylüyordu. Alagöz Ailesi de polise çocuklarının akıbetine ilişkin bilgi verdiklerini söylüyorlardı. 

Yani Türk istihbaratı tıpkı Amed’deki HDP mitingini kana bulayan Orhan Gönder gibi Suruç’ta vahşi saldırıyı yapan Abdurrahman Alagöz’den de haberdardı. Tanıyordu. İlişki içindeydi. Dahası her iki ‘eylemcinin’ Adıyaman’da nasıl ve kimler tarafından örgütlendiğini, Suriye nasıl ve kaç kez gidip-geldiklerini, muhtemel eylem planlarını da biliyordu. 
Bu her iki isim ve Adıyaman’daki MİT denetimindeki DAİŞ hücresi 3 ay sonra bu kez Ankara’daki barış mitingini kana bulamak için iş başındaydı. Aslına bakarsanız bu önceki iki katliamdan daha zor bir işti. Ankara gibi istihbarat ve polisin vızır vızır kaynadığı bir yerde, bilinen ve tanınan iki intihar bombacısının eylem yapması zordu, hatta imkânsızdı.

Ama patron ‘400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün’ diyen olunca, işin rengi değişiyordu.   

Vahşi saldırıyı yapan iki kişiden birisi Suruç Katliamı'nın gerçekleştiren Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün ağabeyi Yunus Emre Alagöz çıktı. Bu kimseyi şaşırtmadı. İkinci canlı bomba ise  Ömer Deniz Dündar’dı.  Bu şahısta Adıyamanlı ve aynı gruptandı.

Daha öncekiler gibi Ömer Deniz Dündar’ın ailesi de defalarca çocuğu için emniyete başvurmuş. Radikal gazetesine konuşan baba Dündar ‘oğlumu Suriye'den geri getirmek için defalarca emniyete gittim. Oğlum 2014 yılında Adıyaman'a geldi. 8 ay yanımda kaldı. Ben oğlumu Emniyet'e şikayet ettim. Emniyet'e, 'Bunu alın cezaevine atın' dedim. İfadesi alındıktan sonra oğlum serbest bırakıldı. 8 ay sonra Suriye'ye gitti’ diyordu. 

Bu kadar açık. Bunların hepsinin bir tesadüf olduğunu söylemek sadece aptalların işi olabilir.   

Kesin olan şudur: Amed, Suruç, Ankara ve belki yarın başka bir yerde patlayan bu ‘canlı bombalardan’ MİT hem haberdar, hem onları koruyor, hem de uygun zamanda sevk ve idare ediyor.  

Başından itibaren bu katiller biliniyor. Korunuyor. İhtiyaç halinde ise harekete geçiriliyor. 

Adıyaman’daki DAİŞ hücresi tamda böyle. MİT’in sevk ve idare ettiği bu DAİŞ hücresine Türk medyası hemen bir ad buldu. Ve ‘Dokumacılar grubu’ dedi.  Bununda bir karatma olduğunu söylemek gerekiyor. 

Ankara saldırısından sonra bizzat Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi, havuz medyası, vicdanını satmış kiralık kalemler gerçeği karartmak için çok çaba sarf ediyorlar.  Ancak her şeyi ellerine-yüzlerine bulaştırmış durumdalar.  DAİŞ ile bunları birbirinden ayırt etmek sadece Kürdistan ve Türkiye kamuoyu için değil dünya içinde zorlaşıyor. Çünkü Erdoğan ve adamlarının DAİŞ, El-Nusra ve Ahrar eş-Şam gibi radikal selefis t çetelerle içine girdikleri ilişki öyle bir noktaya geldi ki kimin kimi kullandığı bilinmiyor. 

Ancak bilinen gerçek şudur: Bu devlet katil ve canlı bombaları seviyor. 

Bilinmeyen ise sıradaki ‘canlı bombanın’ nerede patlayacağı değil, patlatılacağıdır.