Berfo Ana: Bir direniş simgesi
Berfo Ana: Bir direniş simgesi
Berfo Ana: Bir direniş simgesi
Berfo Kırbayır 13 Eylül 1980’de gözaltına alınan oğlu Cemil Kırbayır 8 Ekim 1980’de kaybedildiğinde 77 yaşındaydı. O günden 105 yaşında ölünceye kadar yılmadan mücadele eden Berfo Ana oğlunu bulmak için çalınmadık kapı, başvurulmadık makam bırakmadı. “Benim oğlumun kemiklerini bulmadan ve Kenan Evren hesap vermeden beni gömmeyin” diyen Berfo Ananın bu vasiyeti ne yazık ki henüz yerine getirilemedi. Ardahan Göle’de defnedilen Berfo Ana’nın yanında oğlu için ayrılan mezar yine açık kaldı. Yıllarca verdiği mücadeleyle Cumartesi Annelerinin ve tüm kayıp yakınlarının simgesi haline gelen Berfo Ana, bir anlamda oğlunun mezarı gibi gözleri açık gitti.
Berfo Ananın son 4 yılını "berxwedana 33 salan dayika berfo / 33 yıllık direniş - berfo ana" isimli belgeselle ekrana taşımaya hazırlanan Kürt yönetmen Veysi Altay, 13 Eylül 2013 tarihinde, yani Cemil Kırbayır’ın gözaltına alınışının 33. yıldönümünde yapılacak gala öncesinde ANF’ye konuştu. Berfo Ana ve Cumartesi Annelerinin toplumun vicdanı olduğunu vurgulayan Altay, “Annelerin acılarını sonlandıracak mekanizmaları hala hayata geçiremediysek bu toplumun ayıbıdır” dedi.
Bu proje nasıl başladı?
-Uzun süredir Cumartesi anneleri, gözaltında kayıplar ve toplu mezarlar ile ilgili çalışmalar yürütüyorum. İki yıl önce yine Cumartesi Annelerinin ve Şırnak, Diyarbakır, Batman ve İstanbul’da çektiğim fotoğrafların ve gözaltında kaybedilenlerin hikayelerinin yer aldığı Em ên Wenda ‘Kaybolan Biz’ diye bir kitap çalışmam vardı. Geçen yıl da Cizre’de 1990-95 arasında devletin katlettiği ve kaybettiği insanların hikayelerini anlatan ‘Faîlî Dewlet’ adında bir belgesel çektim. Ondan sonra yaklaşık 4 yıldır üzerinde çalıştığım Berfo Ana belgeselini bu yıl bitirdim.
BERFO ANA TOPLUMUN VİCDANI OLDU
- Berfo Ana‘yı seçmenizin nedeni ne?
Berfo Kırbayır hem Cumartesi Annelerinin sembolüydü, hem de kendi iradesi ve direnişiyle sembol bir kadındı. Oğlu Cemil Kırbayır 1980 askeri darbesinden bir gün sonra 13 Eylül tarihinde askerler tarafından gözaltına aldığında Berfo ana 77 yaşındaydı. Bu, insanlar için ortalama bir ölüm yaşı aslında. O dönemde oğlu gözaltına alınıyor ve 8 Ekim 1980 tarihinden sonra bir daha oğlundan haber alamıyor. Ve o tarihten geçtiğimiz Şubat ayında yaşamını yitirene dek aralıksız bir biçimde oğlunu arama mücadelesi veriyor. Yaşının ilerlemiş olmasına, hasta olmasına, yolda yürüyemiyor olmasına rağmen, gitmedik, çalmadık kapı, hesabını sormadığı devlet yetkilisi ya da sivil toplum örgütü bırakmadı. Her tarafı gezdi, dolaştı, müthiş bir mücadele verdi. Aslında bu inadıyla ve direnişiyle çocukları gözaltında kaybedilmiş diğer Cumartesi Anneleri ile birlikte toplumun vicdanı oldu. Çünkü toplum vicdanı taşlaşmış bir durumda. Maalesef bu ülkede on binlerce kayıp ve katledilmiş insan olmasına ve bu insanların öldürülmesinin devlet politikası olduğunun belgelenmesine rağmen toplumun bu konuda ciddi bir tepkisi yok. Aksine özellikle Fırat’ın batı yakası bu kaybetme politikasını onaylayan bir noktada kalmışken, Berfo ananın ve Kürdistan’da, Türkiye’de birçok annenin mücadelesi bu toplumun vicdanı olmuştu. Berfo ana da yaşıyla, sempatik olmasıyla, mücadelesiyle, kararlı duruşuyla ve 33 yıl boyunca tek bir adım geri atmayışıyla bu mücadelenin sembollerinden biriydi.
- Bu belgeseli 4 yıl süren bir çekim sonrası gerçekleştirdiniz, bu 4 yıl boyunca hep Berfo Ananın yanında mı oldunuz?
4 yıl boyunca onu çeşitli yerlerde takip ettim. Çünkü birçok yere gitti Berfo ana. Kimi zaman ambulansla, kimi yere tekerlekli sandalye ile, kimi yere sedye ile gitti. Ama gitti. O gittiği zaman ben de onu bir çok yerde takip ettim. Bu yerlerden biri Ankara’da Kenan Evren’nin yargılanmasıydı, çeşitli etkinliklerdi, Başbakan ile görüşmeye gittiğinde, Kars’ta oğlunun işkence görerek kaybedildiği okula gittiğinde, bir çok yerde onu takip ettim. Dönem dönem evinde onu ziyaret ettim. Onunla sohbet ettim, röportaj yaptım, günlük yaşamını çekmeye çalıştım. Nasıl bir kadın olduğunu öğrenmeye çalıştım.
“EVREN’DEN HESAP SORMADAN BENİ GÖMMEYİN”
-Neler gözlemlediniz ?
Berfo Ana 33 yıl boyunca hep oğlu Cemil ile birlikte yaşamış gibi. Sürekli yanındaymış gibi yaşıyordu. Onun için zaman zaman ağıtlar yakarak, ondan söz ederek zamanını geçiriyordu. O direnişi ve o iradesi zaten beni çok etkiledi. Hem çok duygusal, hem de çok komik bir anneydi. Espri yapan bir anneydi ama o esprilerin yanında çok büyük acılar ve çok büyük de öfkeler büyüten bir anneydi. Hayatta tek derdi Kenan Evren’den hesap sormaktı. Çünkü oğlunun kaybedilişinin sorumlusu olarak 12 Eylül ve Kenan Evren’i görüyordu. Bu işin sorumlusunun Kenan Evren ve devlet olduğunu biliyordu. Beni en çok etkileyen sözlerinden biri de, “Oğlumun kemiklerini bulmadan, Kenan Evren’den hesap sormadan beni gömmeyin” deyişiydi. 77 yaşındayken oğlu kaybediliyor ve bana göre 105 yaşına kadar Berfo ana inat ederek ölmedi. Bazen oğlunun kemiklerini bulma ve devletten hesap sorma inadı ve mücadelesinin onu bu yaşa getirdiğini düşünüyorum. Berfo ananın mücadelesi bugün ciddi anlamda yaşıyor ve mücadelesini yürüten yüzlerce, binlerce Kürt annesi var. Eminim ki Berfo ananın gözleri açık gitmemiştir. Berfo Ana yaşamını yitirdiğinde Göle ye gittik, Berfo ana mezarına kondu, üzeri örtüldü, yanda Cemil için açılan mezar yeri yine açık kaldı, kemikleri bulunana kadar da açık kalacak.
CEMİL KIRBAYIR DEVRİMCİ ve KÜRD OLMASINDAN DOLAYI HEDEF SEÇİLDİ
-Belgeselde kaybedilen Cemil Kırbayır’dan da bahsediyor musunuz?
Evet, zaten bu belgesel film Berfo ana kadar oğlu Cemil Kırbayır’ın da hikayesini anlatıyor ve Cumartesi Annelerinin yıllardır verdiği mücadeleyi de kapsıyor. Bu üçünü birleştirerek konuyu toparladım. Cemil Kırbayır’ı hem abisi Mikail Kırbayır anlattı, hem de bizzat Cemil Kırbayır ile birlikte gözaltında bulunan arkadaşı Çetin Aşula ile konuştuk. Birlikte gözaltında günlerce kalıyorlar, birlikte işkence görüyorlar. Cemil Kırbayır Göle halkı tarafından çok sevilen devrimci bir kişilik. Halka öncülük yapan, Göle derneğini kuran, çeşitli devrimci, demokrat, eylem ve etkinlikler yapan, Kürt halkıyla ilgili çalışmalar yürüten bir kişilik olduğu için hedef seçilmişti zaten. Gözaltına alınması ve gözaltında kaybedilmesi tamamen onun devrimci olması, Kürt olması, yurtsever olmasından kaynaklı. Onun gibi başka bir çok insan da o dönem ve sonraki dönemler aynı şekilde devlet tarafından kaybedilmiştir. Bir çok insanın faili meçhul, benim de faili devlet diye adlandırdığım binlerce cinayet var ortada. Bu Türkiye sistemine muhalif olan, devlete itaat etmeyen, devletin resmi zihniyetine karşı durup, resmi ideolojisini sorgulayan bütün insanların, özellikle de Kürtlerin başına geldi.
MESELE EVREN DEĞİL DEVLET ZİHNİYETİ
-12 Eylül yargılaması da göstermelik bir mahkeme izlenimi verdi, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Bir kere Türkiye’deki katliamların, Türkiye’deki devlet zihniyetinin ya da askeri rejimlerin başlangıcı 12 Eylül değil. Bu, Cumhuriyetten önceye uzanan ve cumhuriyet kurulduktan sonra da var olan zihniyettir. 1915’te de Ermenileri aldılar, Ermeni entelektüellerinden, şairlerinden, ressamlarından ilk etapta 200-250 insanı kaybettiler bugün hala onlardan haber alamıyoruz. 1980’lerde Türkiye devrimci hareketinden bir çok insan kaybedildi ve Kürdistan’da PKK ile devlet arasındaki savaşta devletin katletme ve kaybetme politikasının zirve noktası yaşandı. Kürdistan’da tabiri caizse devlet önüne gelen herkesi aldı, asit kuyularında yaktı, helikopterlerden attı, toplu mezarlara gömdü, infaz etti, kaybetti. Ve bugün bunun hesabını vermiyor. Öyle de bir niyeti ve derdi yok gibi. O nedenle 12 Eylül’ün hesabı sorulmadı ve sorulmayacak. Sorulabileceği inancında değilim çünkü, mesele sadece Kenan Evren ya da Evren gibi birkaç insanı yargılamak değil. Bu bir devlet meselesidir. Devletin zihniyetiyle ve halkına bakış açısıyla alakalı bir durumdur. Eğer 12 Eylül yargılanacaksa, askeri cuntayla beraber hareket etmiş, destek vermiş, işkenceleri meşru kılmış doktorlar, hakimler, avukatlar, sermayedarlar, politikacılar, gazeteler, gazeteciler, sanatçılar hepsi bu suçun, bu cinayetlerin ortaklarıdır. O nedenle bir hesaplaşmadan söz ediyorsak ciddi bir yargılama gerek.
DEVLET GEÇMİŞİMLE YÜZLEŞMEM DİYOR
- Bugün aynı şekilde Ergenekon davasına baktığımızda da hiçbir rütbeli işlediği insanlık ve savaş suçlarından ceza almadı. Ya da 1000 operasyona imza atan Mehmet Ağar gibi birisi 1 yıl yatıp çıktı.
Ergenekon yargılaması ve bu rütbelilerin ceza alması benim nezdimde şu anlama geliyor: Devlet diyor ki ben geçmişimle yüzleşmiyorum. Bu durum geçmişte yapılanları onaylayan bir durumdur. Çünkü ceza alanlardan çoğu Kürdistan’da yaşanan cinayetlerden, tecavüzlerden, yakılan köylerden, kaybedilenlerden ve zorunlu göçe tabi tutulan insanlardan sorumludur. Bugün hiç biri yaptıkları bu insanlık suçlarından ceza almadı. Ama bütün olay darbe teşebbüsü suçlamasına indirgendi. Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi demek , Türkiye’nin zihinsel olarak yerle bir olması demek.
-Başta Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti bu yargılamalar üzerinden kendini derin devletle ya da 12 Eylül ile hesaplaşan ilk hükümet olarak tanımlıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii AKP hükümeti derin devletle hiç hesaplaşmadı ki, sadece bir dönem kendisini hedef alan odaklarla hesaplaştı. Yoksa işlenen faili devlet cinayetler, toplu mezarlar, tecavüzler, bunların hiç birinin hesabı sorulmadı. Bırakın hesap sormayı, Gezi Parkı eylemleri sırasında gençleri öldüren polise “ Kahraman” denilerek sahip çıkılıyor. Hakkını arayanlar hapse atılıyor. Mantık aynı, değişen bir şey yok. Devlet nezdinde hiçbir şey değişmedi bence. Demokrasi geldi, ileri adımlar atılıyor gibi zırvalıklar o nedenle bana göre hiç de samimi söylemler değil. Evet bir şeyler tartışılıyor ama bunu devlet yapmıyor, ya Kürtler, ya da demokratik kitle örgütleri sayesinde bir şeyler tartışılıyor. Ama bu devletin değiştiği anlamına gelmez . Değişmiş olsaydı devlet önce kendi içinde Kürdistan’da yaşanan kayıplar, katliamlar konusunda hesap verirdi. Örneğin AKP ve CHP’de bire bir katliamlarda yer almış bazı şahıslar bugün belediye başkanı yada milletvekili. Cumartesi Anneleri bu isimleri her Cumartesi günü zikrediyorlar. Başbakan Erdoğan da birkaç yıl önce Cumartesi Anneleriyle görüştü. Ne oldu? Kaybedilenlerin katilleri belli olmasına rağmen, hangi katil yargılandı? Sen şimdi bu katilleri yargılamayıp, insanların kemiklerine ulaşmak için hiç bir şey yapmayıp, sadece bunun üzerinden siyaset yaparsan bunu adı yüzleşmek olmaz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri hep aynı zihniyetle yönetildi. Bir, TC devleti varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine kurdu, ikincisi de tekçi zihniyetle yönetildi. Varlığını birilerinin yokluğu üzerine kuran bir zihniyettir. Devlet bir yüzleşmeye gidecekse önce zihinsel olarak yerle bir olması gerekiyor. Çünkü yalanlar üzerine kurulmuş bir geçmişi var. Daha da acısı bu yalanlara toplumu da inandırmış. Basınıyla, okuldaki eğitimiyle, militarist yapısıyla insanları bu yalanlara ortak etmiş. Onun için bu zihniyet yerle bir olmadan, geçmişle yüzleşmek zaten mümkün değil. Yeni bir zihinsel devrim gerek, bunu da Kürtler ve devrimcilerin yapacağını düşünüyorum.
-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Cumartesi anneleri İHD öncülüğünde 1995 Mayıs ayından bu yana mücadele ediyorlar. Özellikle İstanbul, Diyarbakır, Batman, Cizre, Urfa gibi yerlerde etkinlikler yapıyorlar. Cumartesi Anneleri benim kahramanlarımdır. O anneler bu toplumun vicdanı ve onurudur. Biz onlara layık olabiliyor muyuz sorusuna ben hayır diyorum. Onların o kutsal, onurlu, direngen mücadelelerine layık olamıyoruz. Biz o annelerin acılarını sonlandıracak mekanizmaları hala hayata geçiremediysek bu toplumun ayıbıdır. Umarım bundan sonra verilecek mücadeleler ve yapılacak çalışmalar o insanların acısını kısmen de olsa hafiflettir.