Bayık: HDP Türkiye’deki klasik iktidar bloklarından ayrıdır

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık: Önder Apo, HDP’nin konumunun Türkiye'deki klasik iktidar bloklarından ayrı üçüncü yol olduğunu belirtmiştir.

23 Haziran İstanbul seçimlerine ilişkin ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Türkiye'deki başkanlık sistemi bir demokratik sistemden öte herhangi bir savaş döneminde savaşı yöneten bir yönetim gücü olarak şekillendirilmiştir. Hem içe, topluma karşı savaş, hem de dışarıya karşı savaş biçiminde şekillenmiştir. Bunun sorunları daha da ağırlaştırdığı tartışmasız bir gerçektir” dedi.

Bayık’ın söyleşinin ikinci bölümü şöyle:

HDP, demokrasi referandumu ve demokratik ittifak ile sonrasında bunu geliştirerek demokratik anayasa sürecine kadar götürme perspektifine sahip. Sizce bu neden önemli ve nasıl örgütlenebilir?

Kuşkusuz Türkiye'nin temel sorunları siyasal sistemden kaynaklanmaktadır. Siyasal sistemin merkeziyetçi, otoriter, tekçi olması Türkiye'deki tüm sorunların kaynağıdır. Bu sistem Türkiye'nin sorunlarını çözmek yerine daha da ağırlaşmaktadır. Kürt sorunu, Alevi sorunu, Türkiye’de farklı etnik toplulukların sorunları, kadın sorunu, emekçilerin sorunları bu nedenle çözülemiyor. Toplumun iradesiz bırakılması bu nedenle oluyor. Toplum tamamen merkeziyetçi bir iktidarla iradesiz kılınıyor, toplum iradesi dikkate alınmıyor. Merkeziyetçi bir yönetim olduğu gibi bu giderek cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilerek merkeziyetçilik tek bir kişi elinde toplanmış bulunuyor. Dünyada ne böyle bir cumhurbaşkanlığı sistemi var ne de başkanlık sistemi var. ABD de başkanlık sistemi var. ABD’de deki başkanlık sistemi ilk önce eyaletlerin özerkliği temelinde kendi kendilerini yönetirken daha sonra bu sistemin üzerine bir başkanlık sistemi oturmuştur. ABD ilk önce başkanlık sistemi olmamış. İlk önce eyaletlerin demokratik iradesinin olduğu bir sistem olmuş, daha sonra bu sistem başkanlık sistemiyle koordine edilen ve bütünlüklü hale getirilen bir sisteme dönüşmüştür. Bu yönüyle ABD’de var olan başkanlık sisteminde demokratik değerler vardır. Zaten ABD’de eyalet sistemleri oluşurken gerçekleşen bir demokratik irade vardır. ABD’de devlet yoktur. ABD’ye giden topluluklar ilk önce çeşitli eyaletlerde kendi yönetimlerini kurmuşlardır. Bunlar belki devletçi zihniyetten ve devlet yönetimi anlayışından etkilenmiş olsalar da devlet haline gelmemişlerdir. Daha sonra bilindiği gibi Güney-Kuzey savaşında Kuzeyliler kazanmıştır. Hem kölelik kaldırılmıştır hem de eyaletlerin demokratik iradesi kabul edilerek bu temelde bir başkanlık sistemi kurulmuştur. ABD’deki başkanlık sistemi böyle bir sistemdir. Nitekim ilk başkan olan Abraham Lincoln ABD’nin en demokratik başkanı olarak bilinir. Hatta ilk dönemlerde devlet olmadığı için, toplum esas olduğu için ya da devletle yeni tanıştığı için toplum iradesi daha fazla öne çıktığından ABD’de 18.-19. yüzyılda önemli düzeyde demokratik değerler vardır.

‘FRANSA’DA HALK KENDİSİNİ İRADE KILMAK İÇİN BÜYÜK MÜCADELE YÜRÜTTÜ’

ABD’de bu demokratik iradeler ve değerler 20. yüzyılda kapitalizmin, emperyalizmin gelişmesiyle sınırlanmıştır. Ama bütün bu sınırlamalara rağmen temelinde yerellerin toplumun demokratik iradesi olduğu için başkanlık sistemi ne kadar merkezileşse de ne kadar bazı yetkileri kendi elinde toplasa da eyaletlerin ve toplumun demokratik iradesi bugüne kadar var olmaya devam etmiştir. Fransa’da yarı başkanlık sistemi vardır ama yarı-başkanlık sisteminin olduğu Fransa’da demokratik halk devrimleri gerçekleşmiş, halkların kendisini irade kılmak için büyük mücadeleleri olmuştur. Tüm bunlar oradaki sistem yarı başkanlık sistemi olsa da yerellerin, toplumun belli düzeyde demokratik iradesi var olmaya devam etmiştir. Bütün yetkilerin başkanlıkta toplandığı bir sistem yoktur. Belki Fransa’da bir merkeziyetçi eğilim olmuştur ama halkların da toplumun da demokratik mücadeleleri olmuştur. Kendi iradelerini kabul ettirme mücadeleleri olmuştur. Bunun sonucunda oluşan sistem belli demokratik değerler taşımaktadır.

‘TÜRKİYE’DEKİ BAŞKANLIK SİSTEMİ DÜNYANIN BAŞKA YERİNDE YOK’

İngiltere’de, İsveç’te, Norveç’te, Finlandiya’da, Belçika’da, Hollanda’da krallıklar olsa bile bunların yetkileri sınırlanmış, sembolik hale getirilmiştir. Bunlar da halkların demokratik iradesiyle sağlanmıştır. Kralın yetkilerini sınırlama mücadelesi buralarda yoğun yaşanmıştır. Bu yönüyle krallıklar var olsa da demokratik değerler güçlü biçimde var olmuştur. Dünyada başka başkanlık sistemleri de vardır ama bunların hiçbirisi Türkiye'deki gibi değildir. Genellikle başkanlık sistemlerinin olduğu yerlerde eyalet sistemi, yerel özerklikler vardır. Başkanlık sistemi bir nevi bütünlüğü ve koordinasyonu sağlayan, hepsinin ortak çıkarını temsil eden bir sistemdir. Ama yerellerin kendilerini ilgilendiren konularda yerellerin demokratik iradesi söz konusudur. Bu yönüyle Türkiye’deki başkanlık sistemi ya da cumhurbaşkanlığı denilen sistem bırakalım yerellerin demokratik iradesini tanımasını, geneli ilgilendirmeyen yereli ilgilendiren konuların yerele bırakılması aksine Türkiye'de geçmişten beri halkların demokrasi mücadelesiyle oluşmuş mevziler bile ortadan kaldırılarak tümüyle otoriter merkeziyetçi bir sistem yaratılmıştır. Bu da birkaç yılda görüldüğü gibi sorunları çözmemiş, ağırlaştırmıştır. Türkiye'deki başkanlık sistemi bir demokratik sistemden öte herhangi bir savaş döneminde savaşı yöneten bir yönetim gücü olarak şekillendirilmiştir. Hem içe, topluma karşı savaş, hem de dışarıya karşı savaş biçiminde şekillenmiştir. Bunun sorunları daha da ağırlaştırdığı tartışmasız bir gerçektir.

Bu açıdan Türkiye'de siyasi sistem sorunu temel sorundur. Bu da özünde anayasa sorunudur. Anayasanın demokratik olmaması, toplum iradesinin yansımadığı bir sistemin olmasıdır. Bu açıdan anayasa sorunu Türkiye’nin önünde durmaktadır. Zaten bu nedenle Türkiye’de sürekli anayasa tartışmaları yapılıyor. 1982 anayasası başından itibaren meşru görülmedi, kabul edilmedi. Hep buna itirazı oldu. Devrimci demokratik güçleri başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerinden, liberal kesimlerden, İslami kesimlerden itiraz oldu. Hiçbir anayasa Türkiye'deki anayasa kadar itirazla karşılaşmamıştır. Bu nedenle de kim iktidar olmuşsa kendisine göre bazı değişiklikler yapmıştır. Çünkü hiç kimse bu anayasayı beğenmemektedir. Bunun nedeni de halkın iradesiyle bir toplumsal sözleşme olarak, toplumsal kesimlerin bir konsensüsü olarak ortaya çıkmamış olmasıdır. 12 Eylül faşist darbesinden sonra bir cuntanın iradesiyle şekillenmiştir. Bu yönüyle de tabi ki toplum iradesinin yansımadığı bir anayasa olmuştur.

Hatta Türkiye'de özellikle sağ iktidarlar, egemen sınıflar ve burjuvazi 1961 anayasasını bol bulmuşlardı. Bu anayasada örgütlenme hakkının fazla olduğu, işçilerin örgütlendiği, herkesin örgütlendiği, bu nedenle mücadele içine girdiği, böylelikle Türkiye'de kapitalizmin gelişmesi önünde engel haline geldiği söylenmiştir. Demirel’in bu anayasa Türkiye'nin toplumsal ve ekonomik yapısına bol gelmiştir, demesi bundan kaynaklıdır. 12 Eylül askeri faşizmi gelir gelmez egemen sınıflar açısından bol olarak değerlendirilen bu anayasayı değiştirerek yeni bir anayasa yapmayı hedeflemiştir. 82 anayasası da tümden kapitalizmin gelişmesinin önünü açan, işçilerin ve toplumun örgütlenmesini sınırlayan, halkın iradesini tümden yok sayan bir anayasa olarak öngörülmüştür. Ama bu anayasa da topluma çok dar geldiğinden tüm toplumsal kesimler tarafından itirazla karşılaşmıştır. Şimdiye kadar onlarca değişiklik, belki de yüzlerce değişiklik yapılmıştır. 2010’da kimi anayasal değişiklikler yapılmıştır ama bu anayasal değişiklikler o zaman AKP’yle Fethullahçıların ittifakının öngördüğü sistem temelinde gerçekleşmişti. Toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan değil de siyasal İslamcı ittifakın kendi iktidarını güçlendiren, topluma nüfuz etmesini esas alan değişiklikler olmuştur. Bunun da sorunları daha da ağırlaştırdığı açıktır. Hatta bu anayasal değişiklikleri bir darbeye bile zemin olmuştur. 15 Temmuz’da bir darbeden söz ediliyor, bu darbeye katılanların bir kısmı Fettullahçılardır. Fettullahçılar da bu değişikliklerden yararlanarak kendilerini daha fazla örgütlemişlerdir. Demek ki demokratikleşmeye belirli zümrelerin çıkarlarını koruyan bir anayasa ile gerçekleşemez. Sonradan ilk önce AKP iktidarı daha sonra AKP-MHP ittifak tarafından başka değişiklikler yapılmıştır. Bu anayasa tamamen otoriter merkeziyetçi kurumsal faşist bir anayasaya dönüşmüştür.

TÜRKİYE’NİN BÜTÜN SORUNU ANAYASASINDAN KAYNAKLANIYOR

HDP’nin İstanbul seçimlerinden sonra toplumun demokrasi istemini, demokrasi özlemini dikkate alarak demokratik bir anayasanın yapılmasını gündemine alması bu gerçeklikten ileri gelmektedir. Çünkü Türkiye’nin tüm sorunları anayasasından kaynaklanmaktadır. Önder Apo temel sorunun anayasadan kaynaklandığını düşünerek bir demokratik anayasanın oluşturulmasını önermektedir. Tabi ki demokratik anayasa bütün toplumsal kesimlerle birlikte yapılacak bir toplumsal sözleşmedir. Ya bir demokratik devrim gerçekleşir ve bunun iradesiyle anayasa yapılır, ya da faşist askeri darbeler olur ve onlar kendi iradeleriyle anayasayı yaparlar. Şimdiye kadarki anayasalar hep askeri darbeler sonucu gerçekleşmiştir. Halka danışılmadan gerçekleşmiştir. Demokrasi güçlerinin demokratik devrim mücadelesi de bu anayasaların oluşumunda bir irade ortaya koyamamıştır. Şimdi gelinen aşamada Türkiye toplumunun özlemi demokrasi ve demokratikleşmedir. Kürtlerin, Alevilerin, farklı etnik ve dinsel toplulukların, emekçilerin, kadınların ve gençlerin beklentisi yeni bir anayasa yapılmasıdır. Bu açıdan HDP bütün herksin gündemine girecek bir proje ortaya koymuştur. Demokratik anayasa projesi herkesin projesidir. Çünkü anayasa bir kesimi ilgilendiren konu değildir. Bütün kesimleri ilgilendiren bir konudur. Bu yönüyle HDP demokratik anayasa gündemini ortaya koymasıyla sadece bir kesime değil bütün toplumsal ve siyasal kesimlere bir demokratik anayasa yapma çağrısında bulunmuş olmaktadır. Bu aynı zamanda bütün kesimlerle bir müzakereyi, uzlaşmayı ve konsensüsü gerektiriyor. Bu yönüyle demokratik anayasanın muhatabı bütün toplumsal kesimler ve bütün siyasal kesimlerdir. Bu açıdan bir dayatmayı değil bütün herkesin katılacağı bir demokratik anayasanın yapılması önerilmektedir. Böylelikle CHP’de AKP de MHP de İyi Parti de Saadet Partisi de ÖDP de EMEP de mevcut anayasadan memnun olmayan kesim varsa onlar da bu önerinin muhatabıdır. Öte yandan tabi ki bir konsensüsü gerektirdiğinden siyasal İslamcı kesimler de MHP gibi sağ kesimler de bu anayasa yapılma süreci içinde bu tartışmaya katılması gereken kesimlerdir.

TOPLUMUN TÜM KESİMLERİ İLE ANAYASA YAPILMALI

Aslında gerçek siyasal İslamcılar da bu anayasadan memnun değildir. Bu anayasa siyasal İslamcıları da memnun edecek bir anayasa değildir. Çünkü tamamen otoriter, bütün toplumsal kesimleri dıştalayan bir karakter taşımaktadır. Özellikle referandumda gerçekleştirilen başkanlık sistemi bunu ifade etmektedir. Bu sadece AKP içinde bir kesimin ve MHP’nin oluşturduğu bir anayasadır. Bu anayasa toplum tarafından kabul edilmiyor. Bu yönüyle tabi ki AKP-MHP muhatap derken AKP-MHP’ye sizin dayatmanızla bir anayasa olmaz, bir uzlaşma içine girmek zorundasınız; demokratik toplumla, Kürtlerle, Alevilerle, kadınlarla, emekçilerle, gençlerle, sosyalistler, sosyal demokratlar başta olmak üzere tüm siyasal kesimlerle uzlaşma içine girmek durumundasınız çağrısıdır. HDP’nin bu çağrısı sürece denk gelmektedir. Çünkü yerel seçimlerde halklarımız AKP-MHP ittifakından, bu ittifaka dayanan iktidardan memnun olunmadığını ortaya koymuştur. Bu doğrudan mevcut siyasal sistemden de memnuniyetsizliğin ortaya konulmasıdır. Bu siyasal sistemde Türkiye’de barış olmuyorsa, istikrar olmuyorsa; kutuplaşma ve kavga oluyorsa, sorunlar çözülmüyor ve ağırlaşıyorsa o zaman demokratik olmayan bir anayasaya vardır. Bu yönüyle demokratik anayasa yapılması çağrısı önemli bir adımdır. Gerçekten de kilit bir adımdır. Demokratik anaysa çağrısı bütün kesimlerle de bir uzlaşma çağrısıdır. Kavga ederek değil uzlaşarak Türkiye’de istikrar ve barışın sağlanacağı bir siyasal sistem kurma çağrısıdır. Böylelikle şimdiye kadar yaratılan kutuplaşmaların ve kavgaların bir tarafa bırakılması istenmektedir. Ya da belirli siyasal güçlerin sadece kendisini dayatması yaklaşımları kabul edilmemektedir. Topluma, farklı siyasal güçlere dayatma yapılamaz, farklı etnik ve dinsel topluluklara dayatma yapılamaz. Herkesle bir müzakere olması, müzakere ve bir konsensüs temelinde anayasa yapılması gerektiğinin ortaya konulmasıdır.

Tabi ki yeni bir demokratik anayasa sadece siyasal partilerin bir araya gelmesiyle yapılacak, oluşturulacak bir metin değildir. Demokratik anayasa böyle oluşturulamaz. Demokratik anayasa tabandan toplulukların tartışmasıyla, bütün sivil toplum örgütlerinin, örgütlü demokratik toplulukların düşüncelerini, iradelerini ortaya koyduğu ve bu temelde oluşması gereken bir anayasadır. Bu açıdan bu anayasayı bütün toplumsal kesimlerin tartışması gerekir. Emekçilerin, kadınların, gençlerin, iş çevrelerinin, Kürtlerin, Alevilerin, farklı etnik ve dinsel topluluklarının, cumhuriyetin kuruluşundan sonra dışlanan sosyalistlerin ve siyasal İslamcıların tartışması gerekir. Yine yerellerin, şehirlerin, kasabaların tartışması gerekir. Tabandan tartışılarak bütün toplumsal kesimlerin ve yerellerin iradelerinin yansıması ve bunların dikkate alınması temelinde bir konsensüsün, uzlaşmanın, bir toplumsal sözleşmenin yapılması gerekiyor. Yoksa sadece partilerin bir araya gelerek anayasa yapayım demeleri klasik bir anayasa yapımı olur ve eskide kalmıştır. Ama gerçekten bir demokrasi olacaksa örgütlü demokratik toplumun, halkların iradesi tanınacaksa anayasal yapma sürecinin nasıl gelişeceği de önemidir. Bu bakımdan anayasanın özünü belirlemede anayasal tartışmaların bu sürecin nasıl geliştiği, tartışmaların nasıl yapıldığı, iradelerinin nasıl ortaya konulduğu önemlidir. Toplulukların iradesinin nasıl ortaya konulduğu ve bunların nasıl bir konsensüsle bir metin, bir sözleşme haline getirildiği çok çok önemlidir. Böyle olursa o zaman demokratik anayasa yapılmış olur. Yoksa üstte siyasal partilerin, temsilcilerin bir araya gelmesiyle yapılacak bir anayasa eksik olur.

SEÇİMİ KAZANIRIM, İSTEDİĞİMİ YAPARIM BİÇİMİNDE BİR DEMOKRASİ ANLAYIŞI OLAMAZ

Kuşkusuz siyasal partiler önemlidir. Onlar da belli kesimlerin temsilini yapmaktadır. Ama gelinen aşamada, çağımızda, 21. yüzyılda toplumların iradesinin sadece siyasal partilere verildiği bir anlayış demokratik ve demokrasi olmamaktadır. Günümüzde demokrasi anlayışı değişmiştir. Öyle Erdoğan’ın düşündüğü gibi seçimde çoğunluğu alırım, istediğimi yaparım anlayışı demokrasi değildir. Öyle ki, batının kapitalist ülkelerinde de sadece dört yılda bir parlamento seçimlerine dayalı demokrasi anlayışı değişmiştir. Sivil toplum örgütleri, demokratik kurumlar, yumuşak güç denen basın, entelektüel kesim ve akademisyenler ne için vardır? Bu yönüyle tabi ki HDP gibi demokratik ittifakın çatısı olan bir partinin anaysa yapım sürecini klasik anayasa yapım süreçlerinden farklı şekilde ortaya koyması gerekiyor. Ya da bir demokratik anayasa yapımının geniş toplumsal kesimlere dayandırmak gerekiyor. Hatta genişletilecek bir demokratik ittifakla demokratik bir anayasa hareketinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Böyle olursa kuşkusuz o zaman gerçekten halkların ve örgüt demokratik toplulukların iradesinin yansıdığı demokratik bir anayasa yapılabilir.

Bu seçimde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın açıklamaları üzerinden çeşitli spekülasyonlar da yapılmak istendi. Öcalan’ın rolünü, bu sürecin somutunda da izah edebilir misiniz?

Önder Apo 8 yıldan sonra 2 Mayıs’ta avukatlarıyla görüştürüldü. Daha sonra da aileleriyle görüştürüldü. Önder Apo bu görüşmelerde çeşitli düşünce ve yaklaşımlarını ortaya koymuştur. Zaten ilk iki görüşme esas olarak ölüm oruçlarının bırakılması çerçevesinde olmuştur. Bu çerçevede Mahatma Gandi’nin sivil itaatsizlik eylemleri çerçevesinde demokratik mücadelelerin de demokrasi mücadelesinde önemli bir yer tutacağını vurgulamıştır. Geniş kesimlerin katılacağı demokratik mücadelelerden söz etmiştir. İlk görüşmede demokratik uzlaşı ve demokratik müzakereyi içeren 7 maddelik Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün temel parametrelerini ortaya koyan bir mesajı kamuoyuna sunmuştur. Daha sonraki üçüncü görüşmede de demokratik siyaset, toplumsal uzlaşmadan söz ettiği 7 maddelik bu deklarasyonu daha da açımlamıştır. Bütün diğer görüşmeler de bu 7 maddelik mesajın açılımı veya tartışılması çerçevesinde olmuştur. Hiçbir biçimde de seçimlerden söz edilmemiştir. Bazı görüşmelerin olduğunu, ama bunların bir çözüm süreci, bir müzakere olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Özellikle bu konuda avukatları uyarmıştır. Avukatlar da zaten her görüşmeden sonra Önder Apo’nun yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. Yine kardeşi Mehmet Öcalan gittikten sonra Önder Apo’nun yaklaşımlarını kamuoyuna yansıtmıştır.

2 Mayıs’taki avukat görüşmesinden sonra da bazı spekülasyonlar yapılmıştı. İstanbul seçimlerinin iptal edilmesiyle Önder Apo’nun avukatlarının açıklama yapmasının aynı güne denk getirilmesi; sanki Önder Apo’nun açıklamalarının ve yaklaşımının seçimlerle bağı varmış gibi ele alınması durumunu ortaya çıkarmıştı. Halbuki böyle bir durum yoktu. Önder Apo da avukatlar da daha sonra bunun savcılık tarafından ya da 7 maddelik mesajı dışarıya çıkaran ve avukatlara verilmesini isteyenler tarafından o güne denk getirildiği biçiminde ele alınmıştır. Çünkü 7 maddelik mesajın 3-4 gün önce avukatlara verilmesi gerekirdi. Ama savcılık geciktirmiş, bu durumda da avukatlar 6 Mayıs’ta açıklamak zorunda kalmışlardır. Avukatlar kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda bu görüşmelerin seçimlerle alakası olmadığını, açlık grevleriyle ilgili olduğunu, Önder Apo’nun bu görüşmelerde de demokratik siyaset, demokratik müzakere, toplumsal uzlaşmadan söz ettiği belirtmiştir. Yine Kuzey Suriye'de Suriye'nin sınırları içinde demokratik çözümden söz etmiştir. Ama seçimlerle ilgili herhangi bir şey dile getirilmemiştir.

Öte yandan Önder Apo görüşmede HDP’yi değerlendirirken HDP’nin demokratik müzakere partisi olduğundan söz etmiş. Türkiye'de bir Türk İslam sentezine dayalı siyasal AKP-MHP ittifakı olduğunu, bir de CHP gibi klasik iktidar bloklarının olduğunu, HDP’nin de bunlar dışında Türkiye'nin demokratikleşmesini hedefleyen üçüncü yol oluğunu belirtmiştir. Bunları HDP’nin misyonu çerçevesinde ortaya koymuştur. Avukatların kamuoyuyla paylaşmalarından bunları anladık. Ancak İstanbul seçiminden 3-4 gün önce avukatlar İmralı’ya götürülmüş, Önder Apo avukatlara kamuoyuna sunacakları mesaj vermiştir. Burada da yine 7 maddelik mesajında belirttiği çerçevede düşüncelerini belirtmiştir. Yine HDP’nin konumunun Türkiye'deki klasik iktidar bloklarından ayrı üçüncü yol olduğunu belirtmiştir. HDP’nin bu pozisyonunun ve üçüncü yol konumunun seçimler nedeniyle farklı olmaması gerektiğin belirtmiştir. Ama seçimlerde HDP’nin nasıl tutum alacağını, nasıl tutum alması gerektiğini de HDP’nin belirleyeceğini, kendisinin bir şey belirtmeyeceğini söylemiştir. Hatta kendi düşüncelerini kendileri belirlerler, sonradan Apo böyle dedi biçiminde herhangi bir yaklaşım olmasın, diyerek HDP’nin tutumunu kendisinin belirleyeceğini özellikle vurgulamıştır. Bu tutum HDP zaten kendi tutumunu belirlemiş, o zaman benim bir şey diyeceğim olmaz anlamına gelmektedir.

HDP’NİN KONUMU İKTİDAR KANATLARI, BLOKLARI KARŞISINDA ÜÇÜNCÜ YOLDUR

Bu mesajda da esas ortaya konulan Türkiye'de siyasetin nasıl yapılması, nasıl olması gerektiğine dair değerlendirmeleridir. Yoksa güncel siyaset çerçevesinde İstanbul seçimlerinde şöyle oy verin, şöyle oy vermeyin biçiminde herhangi bir tutum ortaya koymamıştır. Sadece HDP’nin konumunun tarihsel olarak bu iktidar kanatları blokları karşısında üçüncü bir yol, tarafsız bir yol ve kendi yolu olduğunu söylemek istemiştir. Ama seçim öncesine denk geldiği için bunu farklı yorumlamak ve farklı ele almak isteyenler olmuştur. İktidar da bunu kullanmıştır. MİT ve özel savaşçılar bunu kullanmak için büyük çaba göstermişlerdir. Öyle ki İmralı’ya hiç kimse gidemezken AKP iktidarının ve devletin Ali Kemal Özcan diye birisini götürmesi durumu olmuştur. Niye seçimden iki gün önce bu insan oraya götürülüyor? Niye avukatlar ya da başkasının haberi olmuyor? Gerçekten de bu durum herkes açısından kuşku uyandırıcıdır. AKP iktidarının bu görüşmeleri bir seçim oyunu ve aleti haline getirmek istediğini herkes anlamıştır. Öyle ben akademisyenim, ben başvurdum, bunun için beni götürdüler demesinin herhangi bir inandırıcılığı olamaz. Kesinlikle devlet, AKP iktidarı Ali Kemal Özcan’ı göndermiştir. Artık Ali Kemal Özcan’ı kim önermiştir, kim onun üzerinden Önderlikten mesajlar getirilmesini istemiştir bunu bilemeyiz. Ancak birilerinin önerdiği, AKP iktidarının da kabul ettiği açıktır. Yoksa kamuoyuna yansıtıldığı gibi bir akademisyen başvurmuş, Önderlik de kabul etmiş, öyle gitmiş değildir. Kuşkusuz Önderlik de kendi yanına giden her insanla görüşür, kendi düşüncelerini belirtir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Avukatlar gönderildiğinde Önderlik görüşmemezlik yapar mıydı, ya da aileler gönderildiğinde görüşmem demezdi. Hangi niyetle gönderilirse gönderilsin Önderlik tabi ki bu görüşmeleri gerçekleştirecektir ve gerçekleştirmiştir. Önder Apo öyle seçim öncesi avukatları çağırın ya da bu insanı çağırın konuşayım, mesaj vereyim dememiştir. Aksine AKP iktidarı göndererek seçim öncesi bazı algılar yaratmaya çalışmıştır. Ancak bunu herkes anlayabilecek durumdadır.

HDP bir siyasi partidir, Önder Apo her zaman HDP’nin kendi kararını kendisinin almasını bizzat istemiştir. Dışarda olanların günde kırk defa karar vermek zorunda kalabileceğini, bu yönüyle zindan koşullarında, İmralı koşullarında somut konularda kendisinin karar vermeyeceğini, vermesinin söz konusu olmayacağını belirtmiştir. Ancak kendi pozisyonunu da genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü sağlamada rol oynamak olduğunu her zaman vurgulamıştır. Bu çerçevede Önder Apo İmralı’da ne savaş hakkında değerlendirme yapabilir ne de savaş yürütülsün ya da yürütülmesin diye bir karar verir. Önder Apo’nun içerde bir mücadeleye, savaşa Önderlik ve öncülük yapacak, bu konuda şöyle böyle olsun diyecek durumu yoktur. Ama Önderlik konumu, halk önderi konumu, Kürt halkı üzerindeki, Özgürlük Hareketi üzerindeki etkisi nedeniyle Kürt sorununun demokratik müzakereyle çözümü konusunda katkı sunabilir. Zaten Önder Apo konumunu her zaman kendisi açısından demokratik çözüme yardımcı olma, demokratik müzakere yapma, barışı ve demokrasiyi sağlama yönünde rolünü oynama biçiminde değerlendirmiştir. Önder Apo’nun rolünü herkesin böyle görmesi gerekiyor. Önder Apo’nun İmralı’daki rolü barış ve demokratik çözümü sağlamadır. Demokratik müzakere duruşudur. Kürt sorunun çözümünde bir demokratik uzlaşı ve konsensüs sağlama konumudur. Önder Apo her zaman bu konumu çerçevesinde değerlendirmeler yapar. Bu konumu çerçevesinde sorunlara yaklaşımını ortaya koyar. Biz de her zaman barışın ve müzakerenin esas muhatabının Önder Apo olduğunu vurguladık. Önder Apo muhatap alınmadan ve demokratik müzakere yapılmadan Kürt sorununun çözülemeyeceğini hatırlattık.

Önder Apo Türkiye’ye demokratikleşme nasıl gelir, demokratikleşme çerçevesinde Kürt sorunu nasıl çözülür konularında tabi ki düşüncelerini ortaya koyacaktır. Kürt halkının özgürlük mücadelesine on yıllarca hizmet etmiş bir kişi olarak sıradan bir mahkum olmadığına göre siyasal düşüncelerini belirtecektir. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Bu yönüyle Önder Apo’nun demokratik müzakere, demokratik uzlaşı demesi kadar anlaşılır bir durum olamaz. Önder Apo ister ki demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda bütün partiler katkısını sunsun. CHP de AKP de MHP de İyi Parti de Saadet Partisi de bütün partiler de sunsun. Çünkü Kürt sorunu temel bir sorundur. Bu temel sorunun çözümüne de bütün partilerin katkı sunmasını ister ve bu temelde sorunun çözümünün daha kolay ve mümkün olacağını düşünür. Önder Apo her zaman esas olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde sorunun çözülmesini istemiştir. Türkiye demokratikleşmeden, demokratikleşme adımı atılmadan Kürt sorununun çözümünü beklemek yanlıştır. Bu yönüyle demokratik anayasadan söz etmektedir. Demokratik anayasa temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesinden söz etmektedir. Demokratik anayasa Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, emekçilerin, gençlerin ve farklı sorunların çözümü konusunda bir uzlaşma demektir. Bu bakımdan Önder Apo sürekli demokratik anaysa çözümünden, demokratik müzakereden, toplumsal uzlaşmadan söz etmektedir. Çünkü kutuplaşmanın, çatışmaların olduğu yerde çözüm yaratmak zordur. Bu yönüyle İmralı’daki pozisyonu nedeniyle sorunların uzlaşma ve demokratik uzlaşı temelinde, demokratik anayasa çerçevesinde çözülmesini istemektedir. Bu konuda da herkesin, bütün siyasal partilerin rolünü oynamasını istemektedir. Önder Apo’nun konumunu böyle değerlendirmek ve yaptığı tespitleri, analizleri de bu çerçevede ele almak gerekmektedir.

Sizce HDP ve demokrasi güçleri, bu büyük başarının hemen ardından kısa, orta ve uzun vadeli nasıl bir yol haritası izlemeli?

HDP’nin kısa, orta ve uzun vadede nasıl bir yol izleyeceğini biz bilemeyiz. Ancak şunu söyleyebiliriz; HDP kendisini Türkiye halklarının demokratik ittifak partisi, demokratik devrim partisi, Türkiye halklarının demokrasi mücadelesi ve kardeşliği temelinde Türkiye'nin demokratikleşmesi, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin tüm diğer sorunlarını çözme partisi olarak ortaya koydu. Tarih sahnesine çıkışı Türkiye'nin demokrasi birikimiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yarattığı demokratik birikimini birleştirme ve bu temelde de Türkiye’de demokratikleşme mücadelesinin motoru olma, Türkiye halklarına mevcut siyasal partiler dışında bir demokratik siyasal alternatif sunma partisi olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye'de halkların demokratik birikimini birleştirmeden, bir demokratik ittifak partisi haline gelmeden Türkiye'nin sorunlarını çözemeyeceği anlaşılmıştır. Türkiye'de bir demokratik birikim vardır. Hem Türkiye halklarının hem Kürt halkının birikimi vardır. Ancak bunlar birleştirilemediği için sonuç alınamıyor. Kürt halkıyla Türkiye'nin demokrasi güçleri birleşemeyince Türk devleti Kürt halkını yalnızlaştırıp özgürlük istemini ezme politikası izliyor. Türkiye’nin demokrasi güçlerini yalnızlaştırıp, güçsüzleştirip ezme politikası izliyor. İşte HDP Türk devletinin bu politikalarına karşı halkların demokratik gücünü birleştirip Türkiye’nin mevcut sınırları içinde demokratikleşme temelinde Türkiye’nin tüm sorunlarını çözme hedefini önüne koymuştur. Bu açıdan kısa, orta ve uzun vadedeki hedefleri de Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesi ve Türkiye'yi demokratikleşme ekseninde ele alınabilir.

HDP’nin temel misyonu Türkiye'yi demokratikleştirme mücadelesidir. Kuşkusuz bu demokratikleşme mücadelesi gerçek anlamda bir demokrasidir. Hem tabanda örgütlü topluma dayalı demokrasi mücadelesidir, hem de emekçilere, kadınlara, gençlere, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere Türkiye'nin eşit ve özgür olmayan etnik ve dinsel topluluklarına dayalı bir demokrasi mücadelesidir. Genel bir demokrasi kavramından söz edip Türkiye'nin temel sorunlarına dokunamayan demagojik bir demokrasi yaklaşımı yoktur HDP’nin. Bu açıdan da Türkiye’nin demokratikleşmesi derken halkın örgütlü demokratik toplum haline gelip tüm bu sorunları çözmesine talip olan bir demokratik partidir. Bu açıdan tabi ki bu seçim başarısından sonra ilk yapılması gereken şeyler vardır. Kuşkusuz bunların birincisi bu seçimlerde ortaya çıkan demokrasi ittifakını daha somut platform haline getirmek ve daha geniş toplumsal kesimleri kapsamasını sağlamaktır. Bu seçim sonuçlarından sonra yapılması gereken ilk iş budur. HDP’nin Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesinde çok önemli rol oynayacağı anlaşılmıştır. HDP ile diğer toplumsal kesimlerin, demokrasi kesimlerinin birliği ortak mücadelesinin çok önemli sonuçlar ortaya çıkardığı görülmüştür. Bu açıdan HDP’yi daha geniş kesimlerin demokratik ittifakı haline getirmek çok çok önemlidir. Öte yandan daha geniş demokratik ittifak haline gelen HDP ile bunun dışında kalan demokratik güçlerin birliğini, ortak mücadelesini sağlayan bir demokratik ittifak da yaratmak gerekmektedir. Hem iç demokratik ittifak güçlerini genişletmek hem de dıştaki demokratik güçlerle ittifak yapmak gerekmektedir. Bu seçim sonuçlarından sonra HDP’nin birinci görevinin bu olduğu anlaşılmaktadır.

TÜRKİYE’DEKİ SORUNUN KAYNAĞI MEVCUT SİYASAL, TOPLUMSAL, EKONOMİK VE KÜLTÜREL SİSTEMDİR

Öte yandan HDP’nin diğer bir temel sorunu ise Türkiye’deki siyasal zihniyeti değiştirmektir. Mevcut siyasal zihniyetin değişmesi çok çok önemlidir. Türkiye’deki siyasi zihniyet çarpık hale gelmiştir, demagojiktir. Tamamen bir söylem yarışı; ben senden daha iyiyim mücadelesi var. Bu yönüyle kendi projelerini ortaya koyma, bu temelde topluma seslenme değil birbirini kötüleme ya da ben senden iyiyim çekişmesi var. Türkiye'nin toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel sorunlarına çözüm üretmeyen bir siyaset anlayışı var. Türkiye'deki siyaset anlayışı bu çerçevede çözüm üreten değil de demagojik bir siyaset anlayışındadır. Öte yandan sorunları yaratan sistemi değiştirme değil de sistem içinde ben senden daha iyi yaparım yaklaşımı var. Halbuki sorunların kaynağı mevcut siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel sistemdir. Tıkanan bu siyasal sistem yerine, alternatif çözümler önerme yerine mevcut siyasal sistem içinde bir yarış var. Belki son başkanlık sistemiyle siyasal sistem konusunda farklılıklar ortaya çıkmıştır ama yine de özde çok köklü değişiklikler içermemektedir. Daha çok üst yönetimin nasıl olacağı, toplumu üstten yönetmenin nasıl olacağı konusunda farklılıklar ortaya çıkmıştır. Tabi ki bu siyaset anlayışının aşılması gerekiyor. Bu yönüyle klasik CHP zihniyetinden ve daha sonra ortaya çıkan siyasal İslamcı AKP, MHP, İyi Parti zihniyetinden, daha doğrusu klasik iktidar bloklarının, siyasi oligarşilerinin siyasi zihniyeti yerine yeni bir siyasi zihniyetin, söylemin, üslubun kurulması gerekiyor. Madem demokrasi ittifakı kazandı o zaman demokrasi güçleri en başta da siyaset tarzlarında, yaklaşımlarında değişiklikler ortaya koyması gerekmektedir. Tamamen çözüm üreten, sen şu kadar kötüsün değil de neyi iyi yapacağını söyleyen ve bunu açık ve somut ortaya koyan bir siyaset tarzına ihtiyaç vardır.

Öte yandan partiler arasında bir çekişme, bir karşıtlaştırma, kutuplaştırma vardır. Karşıtlaştırma, düşmanlaştırma, kutuplaştırma, bu temelde Türkiye'nin sorunları üzerinde bir tartışma yapan değil de birbirlerini kötüleyen yaklaşım yerine Türkiye açısından iyi olacak noktalarda uzlaşma arayan bir siyaset dilinin olması gerekiyor. Bunu söylerken tabi ki yanlışlıklara karşı mücadele edilecek ve eleştirilecek, yanlışlıklar kabul edilmeyecektir. Yanlışlıklar kabul edilmeyecektir, ona karşı mücadele verilecektir, yanlışlıkların düzeltilmesi mücadelesi verilecektir. Bunun için demokratik ittifaka dayalı alternatif demokratik siyasetler ortaya konulacaktır. Ama bunun yanında bütün siyasi güçlerle ilişki kurabilen, tartışabilen bir yaklaşımı da ortaya çıkarmak gerekiyor.

Kısa vadede şu da yapılabilir; hemen Türkiye'deki siyasal alanın normalleşmesi açısından tüm siyasetçilerin serbest bırakılması kampanyası başlatılması gerekiyor. Tüm HDP’lilerin, taraftarlarının, sempatizanlarının, demokratik siyasetçilerin, ya da demokratik mücadele veren insanların tümünün serbest bırakılacağı bir mücadelenin verilmesi gerekiyor. Bunun da adalet, vicdan, hak ölçüsü temelinde yapılması gerekiyor. Hak, adalet, eşitlik temelinde siyasetin normalleşmesini hedefleyen bir yaklaşımla demokratik siyasetçilerin bırakılmasının sağlanması gerekiyor. Çünkü toplum üzerinde baskı ortadan kalkmadan, demokratik siyasetçiler serbest bırakılmadan demokratik siyasal yaşamın normalleşmesi mümkün değildir. Çünkü şu anda Türkiye'nin ihtiyacı olan en temel konu siyasetin normalleşmesidir. Önderlik bunu kutuplaşmanın bir tarafa bırakılması ve demokratik uzlaşının ortaya çıkması gerektiğini, demokratik siyasetle, yumuşak güçle sorunların çözülmesi biçiminde ortaya koydu. Bunun için ilk önce demokratik siyasal alan üzerinde, siyaset üzerinde baskının ortadan kalkması gerekiyor. Bunu kısa vadede yapılacaklar içine almak gerekiyor.

Kuşkusuz bununla birlikte sadece HDP’nin değil çok geniş kesimlerin içinde olacağı halkın ekonomik sıkıntılarını gideren ekonomik programlar, reformlar yapılmasını gündeme koymak gerekiyor. Gerçekten ekonomik krizin bütün yükü halka yükleniyor. Ekonomik krizin yükünün herkes tarafından paylaşılması gerekiyor. Bu yükün en az şekliyle halkın sırtında olması gerekiyor. Zaten halk ekonomik sorunların yükünü üzerinde taşıyor. Krizin halkın sırtına yüklenmesini engelleyen adımların atılması gerekiyor. Bu konuda çok geniş siyasal kesimlere gidilerek ekonomik alanda reform paketinin olması gerekiyor. Bunu da ekonominin demokratikleşmesi çerçevesinde kısa vadede yapılacaklar olarak belirtebiliriz. Ekonominin demokratikleşmesi nasıl olur? Ekonomi alanında eşitlikler olur, halkın isteklerinin, taleplerinin dikkate alınmasıyla olur. Bunu da kısa vadedeki yaklaşımlar içinde görmek, değerlendirmek gerekiyor. Kuşkusuz ekonominin tümden demokratikleşmesi orta ve uzun vadenin konusu olarak her zaman gündemde tutulmalıdır.

DEMOKRATİK BİR ANAYASA GEREKİYOR

Orta vadedeyse bugünden başlayarak yapılması gereken çalışmalar vardır. Bunların başında da bugünden başlayarak demokratik anayasa yapma çalışması gelmektedir. Bunun hemen bir günde olması mümkün değildir ama çok zamana da yaymamak lazım. Bugünden başlayarak çok uzun olmayan zamanda, buna orta vade de denilebilir. Orta vadede Türkiye'yi bir demokratik anayasaya kavuşturma çalışması olmalıdır. Bu önemli bir çalışmadır. Türkiye’nin bütün siyasal aktörlerine yönelik demokratik anayasa çözüm çağrısı yapılabilir. Bunun için HDP içindeki ve dışardaki demokratik ittifaklarla birlikte kendi anayasal çözümlerini, taslaklarını ortaya koyup geliştirebilirler. Nasıl bir anayasa istediklerini ortaya koyabilirler. Bunu herkese, Türkiye'deki bütün siyasal partilere götürürler. Bizim anayasa çözümümüz budur derler. Böylelikle farklı anayasal çözümler arasında tartışma ve müzakere zemini ortaya çıkarılabilir. Kuşkusuz yeni demokratik anayasa yapımı sadece siyasal partiler arasındaki ilişkilerle olmamalıdır. Toplumsal tabana, yerele, mahallelere, kadınlara, gençlere ve emekçilere dayalı, yine Kürtler, Aleviler başta olmak üzere tüm etnik ve dinsel toplulukların yeni anayasa konusunda düşüncelerini almaya dayalı demokratik anayasa yapım süreci, oluşum sürecinin gerçekleştirilmesi gerekir. Zaten bunu HDP ortaya koymuştur. Bu doğru bir yaklaşımdır. Çünkü Türkiye'nin temel sorunlarını demokratik bir anayasaya kavuşturmadan çözmek mümkün değildir. Kuşkusuz kısa vadede hedeflenen bazı konuları kısa vadede yapmak gerekiyor. Örneğin dış ittifaklar konusu bugün gerçekleşmedi, hemen tümüyle gerçekleşmedi diye yarıda bırakmamak lazım. Ne kadar gerçekleşiyorsa bunu gerçekleştirmek, bununla da yetinmemek ve sürekli daha geniş kesimleri iç ve dış ittifak içine çeken bir çalışma yürütülmesi gerekmektedir.

SAVAŞ POLİTİKALARIYLA SORUNLAR ÇÖZÜLEMEZ

Orta vadede Türkiye'deki Kürt halkına karşı yürütülen savaşı, Suriye'ye, Başurê Kürdistan'a yönelik savaşı durduracak ve soruların savaşla değil demokratik müzakere ve siyasetle çözülmesini sağlayan bir kampanya yürütülmesine ihtiyaç vardır. Bugünden savaş politikasının bırakılması çağrısı yapılmalıdır. Savaş politikasıyla sorunların çözülemeyeceği söylenmelidir, ama AKP iktidarı bunu kısa vadede bırakır mı, bugünkü politikalardan vazgeçer mi bu kolay görünmüyor. Bu bilinemeyeceğinden bugünden başlayarak orta vadede kesinlikle Türk devletinin bu savaş politikalarını önleyen bir kampanyanın bütün demokrasi güçlerini ve savaş karşıtı güçeleri içine çeken bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Biz Türkiye gerçeğine baktığımızda bunların yapılması gereken görevler olduğunu düşünüyoruz, bunlar bizim düşüncelerimizdir. Kuşkusuz bunların hepsinin de yaratıcı biçimde pratikleşmesi gerekir. Sadece söylemek yetemez, bir de bu söylemlerin, politikaların yaratıcı biçimde ustaca pratikleşmesi gerekiyor. Bu bakımdan bazen doğru şeyler söyleniyor ama yaratıcı yol, yöntem, üslup kullanılmadığı zaman sonuç almak da mümkün olmuyor.

Tabi ki kısa ve orta vadede yürütülmesi gereken çabalar var. Yeni anayasa yapma konusunda bütün siyasal partilere gidilmeli, onlarla tartışmalı, onlara demokratik anayasal çözüm önerileri götürülmeli. Bu konuda da mecliste çalışmalar yapılmalı. Ama Türkiye'deki siyasal zihniyet dogmatik ve geridir, şoven ve milliyetçidir. Bu bakımdan Türkiye'nin sorunlarını belirli siyasal partilerle tartışmak, uzlaşma temelinde çözmek mümkün olmayabilir. Bu konuda hayalci olmamak, gerçekçi olmak lazım. AKP’nin, MHP’nin siyasal yaklaşımı belli. CHP’nin şimdiye kadarki yaklaşımları belli. AKP’ye koltuk değneği olma gerçeği var. Tüm bunlar dikkate alındığında HDP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda esas olarak kendi içindeki ve dışındaki demokratik ittifakı genişletmesi ve Türkiye'deki demokratik olmayan otoriter olan siteme karşı mücadelesini süreklileştirmesi gerekiyor. Diğer görevler yerine getirilirken demokratikleşme mücadelesi kesintiye uğratılmamalıdır. Demokratikleşme mücadelesi meclis dışında da yapılmalıdır. Toplumun temel sorunlarına sahip çıkılarak yapılmalıdır. Bu yönüyle demokratikleşme mücadelesi kesintiye uğratılmamalıdır. Demokratikleşme ancak demokrasi mücadelesiyle olur. Herhangi partinin, siyasi gücün insafına bırakılamaz. Demokrasi demek halkın yönetimi ise halk; kendisinin yönetim gücü olmasını herhangi bir siyasi gücün insafına, iradesine bırakamaz. Türkiye'deki mevcut siyasal anlayışın değişmeyeceği, Türkiye'yi normalleştirecek, belli düzeyde demokratikleştirecek bir anayasal sistemin kurulmasının kolay olmadığı düşüncesiyle uzun vade açısından da halkların örgütlü mücadelesiyle, demokrasi mücadelesiyle demokratikleşmeyi dayatan ve zorlayan, halkların inisiyatif alarak demokratikleşme mücadelesinde ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde belirleyici olacak bir noktaya gelmesi açısından örgütlenmesini geliştirmesi, mücadelesini yükseltmesi gerekir. Uzun vadede Türkiye'nin mutlaka demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen mücadele temelinde Türkiye'nin demokratikleşmesinin sağlanması gerekir. Bu uzun vadeli temel hedef olmalıdır. Uzun vadeli derken, çok uzun yıllara yayan bir yaklaşım olarak anlaşılmamalıdır.

Özcesi HDP’nin bu seçim zaferinden sonra kısa, orta ve uzun vadede yürüteceği politikalar bir bütün olarak demokratikleşme ekseni doğrultusunda olmalı. Mevcut baskıcı, otoriter, savaşa, şovenizme dayanan faşist karakterli politikaların ortadan kaldırılmasını sağlayan bir politikayı yürütmesi gerekmektedir.

Bu başarı, CHP’yi demokratik değişime, sorunlara daha fazla demokrasi, özgürlük ve barış penceresinden bakmaya zorlar mı, CHP’nin temel ideolojik kodlarını göz ardı etmeden demokrasi güçlerine dahili ne kadar mümkün?

CHP Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir. Türkiye'nin ilk kuruluş sürecinde politik yaklaşımları farklıdır. Yeni Türkiye'nin temel kimliği 1. Meclisin kuruluşunda ifadesini bulmaktadır. Bugün millet iradesinden, meclis iradesinden söz ediliyor, 1. Meclisin açılış günü 23 Nisan bayramı olarak kutlanıyor. Eğer gerçekten Türkiye'de meclis iradesi, millet iradesi, 23 Nisan bayramı olarak ifade ediliyorsa o zaman Türkiye’nin siyasal yapılanması ve kültürünün farklı olması gerekiyor. Çünkü 23 Nisan’daki mecliste geçen gün Binali Yıldırım’ın belirttiği gibi Kürdistan milletvekilleri de Lazistan milletvekilleri de Çerkez milletvekilleri de Dersim milletvekilleri vardı. Bu yönüyle Türkiye'nin bütün etnik dinsel farklı kültürleri bu mecliste temsil edilmiştir. Bir nevi 23 Nisan’da oluşturulan meclis bir demokratik ulus meclisiydi. Tüm kimliklerin farklılığına ve eşitliğine dayanan bir meclistir. Türkiye bu meclisle Kurtuluş Savaşını yürüttü. Bu meclisle sonuca gitti. Şimdi bu gerçek var. Ama bir de 1922’nin sonundan başlayarak 1923’te cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yeni bir siyasal yaklaşım ve anlayışın ortaya çıkması gerçeği vardır. CHP’nin anlayışı esas olarak bu çerçevede şekillenmiştir.

1920’ler, 30’lar, hatta 40’lı yıllarda 2. Dünya Savaşı sonuna kadar dünyada bir otoriter sistem eğilimi vardır. Ulus-devlete dayalı otoriter ve faşist rejimler dünyanın her yerinde kendini ortaya koymuştur. Türkiye’yi de şekillendiren 20’li, 30’lu yıllardaki 2. Dünya Savaşının sonuna kadarki bu süreçtir. Türkiye'nin temel ekonomik, toplumsal, kültürel politikaları, siyasal sistem anlayışı bu süreçte şekillenmiştir. Bu yönüyle CHP dünyanın herhangi bir yerindeki sosyal demokrat parti gibi tarih sahnesine çıkmamıştır. Ya da ulusal demokratik parti gibi tarih sahnesine çıkmamıştır. Tamamen devletçi bir zihniyetle ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi dünyadaki sosyal demokrat partilerin, özellikle batıdaki sosyal demokrat partilerin tümüne yakını eski komünist ve sosyalist partilerin reformize edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle kökünde, tarihinde toplumcu ve emekten yana bir karakter vardı. Çünkü eski komünist partilerin ismi sosyal demokrat partiydi. Daha sonra bu komünist partilerde çoğunluk eğilim reformist ve kendi devletinin burjuvalarının politikalarını esas alan bir yaklaşım gösterince bu eğilimdeki partiler sosyal demokrat parti olarak tarih sahnesinde yer almışlardır. Ama Türkiye'deki CHP’nin böyle bir sol demokrat geleneği yoktur. Yani o dönemin devletçi, milliyetçi paradigması esastır. CHP’nin ilkelerinde halkçılık olsa da bu halkçılık otoriter devletçilik altında bir anlam kazanmamaktadır.

1946’ya kadar tek partili sistem vardır. 1946’da içinde Sovyetler Birliği’nin de olduğu faşizme karşı demokrasi cephesi kazanınca Türkiye batı dünyasından kopmamak açısından iki partili sisteme geçmiştir. Burada iki partili sisteme geçiş bir demokratikleşme zihniyeti ve ihtiyacından dolayı olmamıştır. Daha çok dış politika, dış ilişki, dış dünyayla uyumlu olma adına iki partili sisteme geçilmiştir. Eğer dış dünyayla uyumlu olmazsa Türkiye'nin sorunlarının ağırlaşacağı düşünülmüştür. Çünkü bu dönemde yürüttüğü politikalarla Kürtler başta olmak üzere farklı etnik ve dinsel kimlikleri ortadan kaldırmak istemektedirler. Bu politikalarını sürdürebilmeleri açısından kendilerini gizlemeleri gerekiyordu. Bunu iki partili sisteme, sözde demokrasiye geçerek yapmak istediler. Böylece mevcut ideolojik-politik çizgilerini, devlet anlayışlarını korumayı esas aldılar. CHP’nin iki partili sisteme geçişi böyle olmuştur. Zaten 46’da iktidarı vermemişlerdir. 50’de CHP’nin içinden çıkan Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Demokrat Parti de aynı CHP gibi bütün demokrasi, sol, sosyalist güçler üzerinde baskıyı sürdürmüştür. Hatta sosyalistler üzerindeki baskılarını bir dönem sonra daha da artırmıştır.

CHP’nin belli düzeyde değişimi Avrupa ile ilişkileri geliştirme çerçevesinde ortaya çıkmıştır. 1960’ta yapılan askeri darbenin zihniyeti CHP zihniyetidir. Darbeciler Avrupa Birliği’yle, Avrupa’yla bütünleşmek açısından yaptıkları anayasada biraz insan haklarından, emek haklarından, biraz örgütlenme haklarından söz etmişlerdir. Ve CHP böyle bir anayasayı savunarak kendisini yeni bir kimliğe kavuşturmaya çalışmıştır. Ancak kısa sürede politik zihniyet değişmediği, devletçi zihniyeti bırakmadığından toplumcu, halkçı karakteri kavuşamadığı için Adalet Partisi şahsında Türkiye'de yeniden Demokrat Partinin zihniyetinin devamı iktidar olmuştur. Adalet Partisi’nde de bir demokratikleşme eğilimi olmadığından sadece iktidar olma, devleti kendileri yönetme anlayışına sahip olmuştur. Bu süreçte Türkiye'de gençlerin, işçilerin, emekçilerin dinamizmi ortaya çıktığında Adalet Partisi de bu toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarına cevap vermeyen otoriter yaklaşımını sürdürünce CHP, Ecevit şahsında o dönemde gelişen siyasal eğilim, gençliğin, halkın ve emekçilerin muhalefetini kendi etrafında toplamak için demokratik sol kavramını ortaya koymuştur. Gerçekten 70’lerde halkların, gençlerin uyanışı karşısında Ecevit’in bu söylemi etkili olmuştur.

70’lerde sol, sosyalistler daha fazla gelişebilirdi. Ecevit çizgisiyle bunlar sistem içinde tutulmuştur. CHP’nin halkçı, biraz emekten yana, biraz daha demokrasiden yana söylemleri o döneme aittir. Bir yönüyle de o dönemde sol, sosyalistler, demokrasi güçleri çok etkili olduğu için bu durum CHP’yi emekten yana, demokrasiden yana kimi söylemlerde bulunmaya yöneltmiştir. Bunun kesinlikle o dönemde demokrasi, sol, sosyalist güçlerin gelişmesi nedeniyle olduğunu görmek lazım. O söylemler o ortamda dile getirilmiştir. O dönemde Kürt halkının özgürlük mücadelesi adım adım gelişiyordu, Kürtler örgütleniyordu. CHP’nin mitinglerinde halklara özgürlük sloganları atılıyordu. Ecevit ve CHP yönetimi buna karşı çıkıyordu. O dönemde de sol, sosyalist tabanla CHP’nin tabanının yakınlığı vardı. Sol, sosyalistler bu yakınlık nedeniyle CHP mitinglerine gidiyorlardı. Özellikle milliyetçi cephenin sola ve demokrasi güçlerine karşı saldırgan politikalar izlemesi sonucu böyle objektif bir durum ortaya çıkmıştı. Ama halklara özgürlük sloganına da Ecevit ve CHP tepki gösteriyordu. Kuşkusuz o dönemde Kürtler ya da sol kesimler Adalet Partisinin ya da diğer partilerin mitingine gidemezlerdi. Halklara özgürlük gibi sloganlar atılsaydı tamamen bir savaş alanına dönerdi. CHP mitinglerinde ise esas olarak engellemeye yönelik yaklaşımlar olmuştur. Kuşkusuz bu engellemeler sürecinde küçük çaplı kavgalar da olmuştur. Ancak çok şiddetli çatışmalara dönüşmemiştir. Biraz daha demokrat, biraz daha emekten yana söylemlerinden dolayı o dönemde Amed, Mardin dahil Kürdistan’ın şehirlerinin çoğunluğunda CHP daha fazla oy alıyordu. Urfa’da da önemli oy alıyordu. Yine Hakkari’de o zaman CHP önemli oy alıyordu. Belli önemli yerlerde CHP’nin de etkisi vardı. Bunların başında da Amed geliyordu.

Bu dönemde şunu görmek lazım; 1980’lerde devrimci, demokratik mücadelenin gelişmesi sonucu CHP’nin sol ve kimi demokratik söylemlerde bulunması, CHP’yi Milliyetçi Cephe (MC) kurmuş AP’yle, MSP’yle, MHP’yle karşı karşıya getirmişti. O dönemde MHP’liler CHP’lileri de düşman ilan edip vuruyorlardı… CHP’lilerle sosyalistler arasında fark görmüyorlardı. Adalet Partisi de öyleydi. MHP tabanıyla Adalet Partisi tabanı yakınlaşmıştı. Genelde sağ kesimlerin CHP’ye tepkisi vardı. Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin diğerleri gibi açıktan, çok düşmanca değil ama yine de CHP karşıtlığı vardı. Bunları şunun için belirtiyoruz; CHP’nin bir devletçi karakteri vardır, bu değişmemiştir. 70’lerdeki değişim solun güçlü olmasından sonradır. 80’lerde askeri darbe gerçekleştikten sonra CHP yine klasik bir yaklaşım içine girmiştir. Kapanan CHP yerine Necdet Calp’ın Halkçı Partisi kuruldu. Daha sonra Ecevit ayrı bir parti kurdu, DSP. Tamamen milliyetçi bir sol söylem ortaya koydu. Daha sonra kurulan CHP’nin genel başkanlığını demokratik eğilimi olan Altan Öymen yaptı. Ancak Kürt halkına kirli savaş yürüten derin devlet bundan rahatsız oldu, bir seçim darbesiyle Deniz Baykal CHP’nin başına geçti. Deniz Baykal’la birlikte Kürt düşmanı milliyetçi politikalar devreye konuldu ve Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın ortağı olundu. Bu bakımdan CHP’nin durumunu çok dikkatlice değerlendirmek gerekiyor.

CHP’nin içinde, tabanında sola daha yakın, emekten ve soldan yana bir söylem tutturanlar var. Özellikle 1970’lerden başlayarak öyle bir gelişim ortaya çıktı. Bunun tabi etkileri var. Ama diğer taraftan da çok ulusalcı, çok klasik zihniyet de var. CHP’nin tabanında biraz daha demokratik, biraz daha sola yatkın kesimler ve emekçiler var. Onun etkilediği bir kesim var. Ama diğer taraftan da tamamen gelenekçi, geleneksel, demokratik olmayan, Kürt sorununda klasik Kürt’ü inkar politikalarını sürdüren bir yaklaşım da var. Ancak yerelde, toplumda biraz daha sol, demokratik, MHP’dir, AKP’dir bu çevrelere uzak kesimler, demokrasiye, demokratikleşmeye biraz daha yatkınlar. Bunlar Mustafa Kemal’in muasır medeniyet dediği batıya, yani modernizme yüz dönmüşler. Demokrasi, hak hukuk anlayışları biraz batının modernist anlayışlarının bir türevi, daha geri bir türevi olmaktadır. Bu açıdan CHP’nin demokrasiye, özgürlüklere duyarlı hale gelmesi çelişkili olacaktır. Bu bakımdan çok dikkatli yaklaşmak gerekir. Ne çok beklentili olmak lazım ne de çok karamsar. Bunlardan bir şey çıkmaz gibi dar, dogmatik yaklaşımlarla, on yıllardaki gelişimi görmeyen, yani 30-40 yıl önceki değerlendirmelerle bugün CHP’yi değerlendirmek de doğru olmaz. Onun da bir tarihi vardır.

Türkiye'nin geleceğini ve yönünü belirleyen, ekonomik, sosyal, kültürel, toplumsal olarak nereye yöneleceğini belirleyen büyük şehirler olan metropollerdir. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Eskişehir, Antalya, Hatay, Bursa gibi yerlerdir. Bunlar Türkiye’nin yönünü belirliyor. Buralarda da emekçiler, Kürtler, Aleviler, farklı etnik ve dinsel topluluklar, kadınların ve gençlerin daha fazla özgürlük arayışı var. Bunlar aynı zamanda birçok büyük üniversitelerin olduğu alanlardır. Bu açıdan CHP’nin toplumsal zemininde demokrasiye, özgürlüklere açık bir yapı da var. Bunun da görülmesi gerekmektedir. CHP’nin mevcut üst yönetimine, geçmişine bakarak yapılan değerlendirmeler eksik kalır. Bunun yanında şu anda büyük belediyelerin kazanıldığı yerlerdeki CHP’nin toplumsal yapısının karakterini, onlarda var olan dinamizmi de görmek gerekiyor. Bu yönüyle de eğer demokrasi güçleri bu büyük metropol şehirlerinde bu tabanla birleşerek ortak mücadele verirlerse, bu tabanı etkileyebilirlerse o zaman CHP’yi biraz daha demokrasiye, özgürlüklere, eşitliğe, hak adalete yakın hale getirmek mümkündür. Çünkü her parti dayandığı toplumsal zemine dayanarak şekillenir. CHP geçmişte toplumsal yapıdan çok devlete dayanıyordu. Tek parti ve tek siyasi güç olma karakterine dayanıyordu. Topluma dayalı bir siyasi anlayışı yoktu. Demokrat Parti ve Adalet Partisi bu yönüyle topluma daha yakındı. CHP’nin böyle topluma dayalı siyaset yapma yaklaşımı 70’lerden sonra gelişmiştir. Önceden devlet imkanlarına ve gücüne dayanarak; bürokrasiye, ordu içindeki kesimlere dayanarak ayakta kalan bir partiydi. Ama 70’lerde belli düzeyde bir toplumsal zemine dayanmak istemiştir. Zaten 70’lerde bürokrasi ve ordu içinde CHP’nin dışında da bir kesim ortaya çıkmıştır. Bugün de artık devlet büyük çoğunlukla AKP-MHP’nin eline geçmiştir. Artık CHP’liler bırakalım devlette bürokrasiyi arkalarına almayı, memur-işçi bile olamıyorlar. Bu gerçekler dikkate alındığında CHP’nin dayandığı toplumsal zemini görmek lazım. Özellikle de büyük şehirlerde ulusalcı, klasik anlayıştaki toplumsal yapı yanında demokrasiye, özgürlüklere, hak, adalet, eşitliğe açık geniş bir taban da bulunmaktadır. Bunu dikkate alarak, bu konuda dikkatli bir politika yürütülürse, karşıtlaşma değil de etkileme yönünde çalışmalar yürütülürse dayandığı toplumsal zemin nedeniyle CHP’nin demokrasi, özgürlük ve belli şeylere açık hale gelmesi mümkündür.

CHP demokratik ittifak içine gelir mi? Kısa sürede CHP’nin HDP ile bir resmi demokratik ittifak içine gelmesini beklememek gerekiyor. Kürt sorununa yaklaşımı bu konuda köklü değişime girmemesi kurumsal olarak ittifaka girmesi önünde engeldir. Birden CHP’nin köklü, keskin dönüş yapması zor görünüyor. Bu tür beklentilerle yaklaşmak yanlışlıklara da götürebilir. Ancak demokratik ittifakı CHP tabanına dayandırmak mümkündür. Sivil toplum örgütleri, sendikalar, çeşitli demokratik kurumlar, odalar, dernekler, yerel demokrasi platformları üzerinden CHP’yi böyle bir demokrasi ittifakı içine çekmek mümkündür. Sadece CHP kimliğiyle, tüzel kimliğiyle değil de ama CHP’den etkilenen, CHP’lilerin de içinde olduğu birçok kurum üzerinden HDP’nin dışa yönelik demokrasi ittifakı bu çerçevede genişletilebilir. CHP de dolaylı olarak böyle bir ittifakın içine çekilmiş olur. Bu temelde de CHP’nin bu demokrasi ittifakının ortaya koyacağı söylem ve politikalar temelinde etkilenmesi, yönlendirilmesi, bu demokratik ittifakın yürüttüğü mücadelenin belli düzeyde parçası haline getirilmesi mümkün hale gelebilir. Tabi ki bu yerel seçimlerin yarattığı objektif duruma dayalı iyimser bir değerlendirmedir. Bunu böyle görmek lazım. Ama CHP’nin devletle geçmişten beri bağı, ilişkileri, yetişme tarzı, özellikle eski CHP’lilerin olay ve olgulara bakış tarzı, ulus-devlet diyerek Kürt inkarcılığını yeni söylemlerle sürdürmek istemeleri CHP’nin demokrasi ittifakı içine girmesini engelleyen temel bir durumdur. Hala Kürt sorunu söz konusu olduğunda AKP ve MHP’yle ulusal tutum konusunda ben sizden daha ulusalcıyım gibi yaklaşımlar içine girmektedir. CHP söz konusu olduğunda bu kodlarını ve genlerini her zaman dikkate almak gerekir. İyimser yaklaşım da karamsar yaklaşım da yanlışlıklara götürür. CHP’nin bu ikili yanını görmek, buna göre de politik ve yaratıcı yaklaşımlarla yaklaşmak önemlidir. Bu yönüyle CHP’ye yaklaşırken katı, dogmatik bir yaklaşım içine girmeden, gerçekçi olarak ama demokrasi güçlerinin, toplumun gücünü kullanarak da demokrasi ve özgürlüklere yatkın, demokratik ittifaka yakın, demokratik ittifakın da değerlendirebileceği bir parti konumuna çekilebilir. Yoksa CHP ittifaka gelmez diyerek çok sert söylemler içine girmek yanlıştır. Gelmiyorsa bu tutumunun ve yaklaşımın eleştirilmesi gerekir. Eleştirmek bir yönüyle de belli bir sonuç alma konusunda beklentiyi ifade eder. Demokrasi güçleri açısından bazı sonuçların alınabileceği beklentisini ifade eder. Bu yönüyle de sürekli eleştirilmesi gereken bir parti olmaktadır.