Barışı örgütlemek - İrfan Babaoğlu

Son iki haftadır tekrar savaş kapımıza dayatıldı. Bombalar patladı, operasyonlar, kara ve hava saldırıları daha fazla can almaya başladı. 90’lı yılları çağrıştıracak birçok olay ortaya çıktı....

Son iki haftadır tekrar savaş kapımıza dayatıldı. Bombalar patladı, operasyonlar, kara ve hava saldırıları daha fazla can almaya başladı. 90’lı yılları çağrıştıracak birçok olay ortaya çıktı. Her geçen gün 90’lı yıllara mı dönüyoruz kaygısını arttırdı. Özellikle o yıllar yaşayan Kürdistan ve Türkiye halkları ve devrimci demokrat kamuoyu haklı olarak bu endişelerini dile getirdiler.

90’lı yılları yaratan devlet de böyle bir algının oluşması için elinden geleni yaptı. Sadece 90’lı yıllardaki devlet terörü deneyimini değil, 12 Eylül darbe geleneğini ve tecrübesini de kullanarak 15 gün içinde ortamı değiştirdi.

Darbecilerin yaptığı gibi muhalif basını bir gecede susturdu. Bilgiyi, iletişimi tek elden yöneterek yapacakları katliamları gizlemenin, yaratmak istedikleri ortamı psikolojik savaş için ve güncel deyimle “algı operasyonları” için kullanıma hazır hale getirdi.   

Son 15 günde yapılanlar AKP’nin zorla hükmetme (hükümet olma) isteği olarak gündeme gelse de özünde bu bir devlet politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. 12 Eylül darbesi gibi, 90’lı yıllar da bir devlet uygulaması olarak gerçekleşti.  

Şimdiki saldırı seçim öncesi başlamıştı. Elde etmeyi umdukları seçim sonuçları ile birlikte bu yeni saldırı politikasını pekiştirmeyi umuyorlardı. Bu amaçla tecridi devreye koydular. IŞİD eli veya adı ile toplumu yıldırma ve umutsuzluğa sevk etme planını acımasızca uyguladılar. Dayanışma ruhlu gencecik insanlar katledildi. Ev infazları başladı. Elleri arkadan bağlı İnsanlara Türkçü ve ırkçı tehditler savurdular. Şehirler baştan sona “özel harekatçı”, “özel tim”lerle dolduruldu. 90 yılların mimli subay ve üst rütbelileri tekrar aynı illerde görevlendirildi.  

Uygulamalar ve yansıyan görüntüler tam da 90’lı yılları ve 12 Eylül askeri darbe günlerini aratmıyordu.

Ama şimdiki durumu farklı kılan yanlar da var. Halkın direnişi, barışa olan duyarlılığı ve bilinç durumu, Kürt halkının tüm dünyaca bilinen meşru özgürlük ve demokrasi mücadelesi de bir gerçeklikti.

Tam da böylesi bir ortamda Demokratik Toplum Kongresi tüm delegelerinin katılımı ile olağanüstü Genel Kurulunu topladı. Olağanüstü döneme, olağanüstü kongre ile yanıt olmaya çalışan DTK bir gün süren toplantısında yaşanan gelişmeleri tartıştı. Kongre kendi tartışmasının sonucunu bir sonuç bildirgesi ile kamuoyu ile paylaştı.

Bir gün sonra da İstanbul’da barış bloğunun savaşa karşı, anlamlı bir kalabalıkla, barış mitingi yapıldı. Aynı gün İmralı heyeti de bir açıklama yaparak müzakere koşullarının yeniden sağlanması için temel bazı notları kamuoyu ile paylaştı.   

DTK olağanüstü kongresinde, barış bloğunun mitinginde ve İmralı heyetinin açıklamalarında dikkat çeken bazı notları burada dile getirmek hem kongre ve mitingin havasını hem de dönemsel olarak içinde bulunduğumuz süreci anlamamız açısından önemli olacaktır.

Birincisi; tecridin başlaması ile bu son saldırıların başlaması bir ve aynı planın bir parçasıdır. Dolayısı ile tecridin sonlandırılması, PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan ile doğrudan temasın sağlanması, en azından Dolmabahçe mutabakatında dile getirilen koşulların oluşturulması barış sürecini eskinin bir tekrarı olarak değil, daha ileri ve samimi boyutta yerine getirilmesi, barış ortamının yeniden tesisi için önemli bir koşuldur.

İkincisi; bu saldırılara karşı hiçbir zaman karamsarlık ve umutsuzluk içine girmememiz gerekiyor. Zaten devletin bu saldırılardaki en büyük amacı da halklarda ve devrimci demokratik kamuoyunda umutsuzluk yaratmaktır. Sayın Demirtaş’ın Van mitinginde bu duruma dikkat çekmesi önemliydi.

Üçüncüsü; AKP paradigmasında yeni Osmanlı bir politika izlediği artık açığa çıkmış bulunuyor. Bu paradigmada Türkçü ve Sünni İslamcı bir çizgi tüm Türkiye’ye ve çevre halklara dayatılmak isteniyor. Buna karşı halkların ortak devrimci dayanışması önem kazanıyor. Bu açıdan HDP mantalitesinin başarısı bu gerici paradigmayı boşa çıkaracaktır.

Dördüncüsü,  AKP 7 Haziran sonuçlarını bu Türkçü İslamcı yeni Osmanlı paradigmasına ulaşmada bir engel olarak gördü. Bu sonuçları hazmedemedi. Bu andan itibaren de b ve c planlarını devreye koyarak yeni bir seçimi gündeme getirdi. Bunun için de tüm Türkiye’nin ucu belirsiz bir savaş içine çekmek gerekiyordu ve bunu tam da ara bir dönemde, düşük bir iktidar ile yaptı.

Toplumsal barış ve siyasal çözüm için koşullar bu kadar olgunlaşmışken devlet, bu sonsuz gibi görünen çözümsüzlüğü ve kaos ortamını bilerek tercih etti. Zoru, işkenceyi, kara ve hava saldırılarını, psikolojik savaşı, algı operasyonlarını devreye soktu. 

Barış mücadelesi zor ve uzundur. Her bakımdan savaşa, silaha başvurmaktan daha zordur. Devlet aklı ve mantığı, hep yaptığı gibi zor olanı değil, kolay olanı tercih etti. Öyleyse, buna karşı halkların da barışı örgütleyerek, barışta ısrar ederek tüm bu uygulamaları boşa çıkartabilir. Halklar adına hareket eden sivil, siyasi kişi ve kurumlar, halkı her düzeyde temsil edenler de barışı örgütleyerek barışı günlük yaşamın bir parçası haline getirebilirler. Bunun için her düzeyde halkın içinde olmak, bilinç ve bilgi paylaşımını doğrudan sağlamak, irili ufaklı sayısız toplantılarla AKP’nin planlarını teşhir etmek halkta demokratik bir güç birikimine neden olacaktır. Bu bakımdan halka gitmek sadece mitinglere ve seçim zamanlarına bırakılamaz. Bugüne kadar hep barış çağrısı yapıldı. Basın toplantıları düzenlendi. Ama o barış isteyen metinlerde yazılı olanları gerçekleştirmek için de güç ve enerji harcamak gerekecektir. Barışı örgütlemek dönemin zorlu çelişkisini çözmek için önemli bir adım olacaktır.

Demokratik Toplum Kongresini olağanüstü genel kuruluna ve İstanbul barış bloğunun mitingine damgasını vuran da bu olgu oldu.