Babahan: HDP'ye hem sandık hem de kamuoyunda sahip çıkılmalı

Gazeteci-Yazar Ergun Babahan, gündemdeki gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtladı...

Gazeteci-Yazar Babahan, 1 Kasım'ın önemine dikkat çekerek, "Barış ve savaş referandumu yapılacak" dedi. HDP'nin hem sandıkta hem de kamuoyunda desteklenmesi gerektiğini belirten Babahan, AKP'yi 'su alan gemi'ye benzetti.

1 Kasım seçimlerine baskının, yasakların ve şiddetin dozu artmış bir Türkiye; komşunun sorununu evin içinde patlatan bir ülke fotoğrafı ile giriyoruz. 

Sabah ve Star gazetesinden sonra yoluna Millet gazetesi ile devam eden Ergun Babahan, gazetedeki köşesinde, Türkiye’de son dönemde yaşananlar üzerine “Bence bunlar daha iyi günler, daha da kötüsünü yaşamamız muhtemel” diyerek karamsarlığını belirtti. Bir başka yazısında ise “1 Kasım’da sağlıklı demokratik bir hukuk devleti arzulayanların sesinin daha da gür çıkacağına ben de inanıyorum. Ama yetecek mi" diye sorarak, yarım da olsa iyimser olmak gerektiğine inandığını söylüyor. Ergun Babahan, son dönemde artan şiddet ve medyaya baskı/baskınlarla umutsuzlaşan gazetecilerden olmasa da, 1 Kasım seçiminin önemli kırılmaları yaşatacağını düşünüyor.

Gazeteci-Yazar Ergun Babahan, gündemdeki gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtladı...

'AKP ARTIK SU ALAN BİR GEMİDİR'

Türkiye eşit olmayan koşullarda seçime gidiyor. Seçim öncesi durumu nasıl görüyorsunuz?

Türkiye, tarihinin en eşitsiz seçimine gidiyor. Bir yandan devlet gücü ve imkanlarını arsızca kullanan bir AKP, diğer yandan IŞİD’lilere en hafif tabirle gösterilen hoşgörü sonucu ard arda patlatılan bombalar sonucu meydanlara çıkması engellenmiş bir muhalefet. Bir tarafta paranın gücü, diğer tarafta inancın, organizasyonun direnişi. Her insanı satın alınacak nitelikte gören bir anlayışla, insanlığın onuruna sahip çıkan bir zihniyetin çatışması. Medyası, yasakları, baskılarıyla yapabileceğinin en fazlasını yapıyor AKP. Yalanlar üretiyor, iftiralar atıyor. Bundan öte köy yok. Bu büyük seferberliğin istedikleri sonucu almaya yetmeyeceğini hep birlikte bir kez daha göreceğiz. 

AKP içinde Arınç ile başlayan itirazların bir karşılığı olur mu?

AKP artık su almakta olan bir gemidir. İktidarın olanaklarıyla kapatılmaya çalışılan delikler birer ikişer tekrar patlıyor. Doğan Grubu’nun seçime beş kala daha muhalif bir tavır alması, Bülent Arınç’ın CNNTürk’e çıkıp Erdoğan’a yüklenmesi çok önemli işaretler. Parti içinde de tek adamlığa, herkesin piyona çevrilmesine tepkiler olduğu ancak bastırıldığı biliniyordu. Arınç’ın çıkışı bu devrin kapandığının göstergesi. Bence bu seçim AKP’nin Türkiye’nin en büyük partisi olmasının sonuna gelindiğinin ilanı olabilir.

'BU SEÇİM SAVAŞ VE BARIŞ REFERANDUMUDUR' 

Her seçim öncesinde “bu seçim kader seçimi” diye sıklıkla duyarız. Oldukça iddialı gibi de gelir. 1 Kasım seçimi için siz ne diyorsunuz? Aslında seçmen neyi seçmiş olacak 1 Kasım’da?

Bu seçim, Türkiye’nin savaşı mı yoksa barışı mı tercih ettiğine ilişkin dev bir referandumdur. Türkiye, etkin kökeni, inanç ve yaşam biçimi birbirinden çok farklı insanlar bir uyum içinde yaşama yolunu mu, yoksa Suriye olmayı mı tercih edecekler. Bu açıdan Cumhuriyet’in kendini günün koşullarına uygun bir şekilde yenileyip yoluna Fransa, Almanya, İspanya gibi bir ülke olarak mı, yoksa Yemen, Suriye, Sudan gibi bir ülke olarak mı devam edeceğine ilişkin tarihi bir referandum olacaktır. Sandıktan yolsuzluk, hırsızlık ve hukuksuzluklara, keyfiliğe, tek adamlığa, sultanlığa onay mı çıkacak; yoksa yeter artık diyenler çoğunlukta mı olacak? Birinci şıkkın ağır basması Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır koşulları daha da ağırlaştıracak, kanlı çatışma ortamını yükseltecek ve olası bir iç savaşın taşları döşenecektir. Ama ben ikinci şıkkın ağır basacağına, barışın, hukukun ve demokratik ilkenin kazanacağına inanıyorum.

'HDP’YE SAHİP ÇIKILMALI'

Yazılarınızla oyunuzu HDP’ye vereceğinizi söylüyorsunuz. HDP’nin sizdeki karşılığı nedir?

HDP her şeyden önce bir mağdur hareketi. Kendisine demokrat diyen, insanların ve halkların eşitliğine inanan herkesin böyle bir hareketin yanında durması bir insanlık görevidir. İkinci olarak HDP barışı en yüksek sesle dile getiren ve bu söylemi hayata geçirme şansına sahip kilit bir partidir. Bir arada yaşayacak, birbirimize saygı içinde bir uyum tutturacaksak, HDP’nin güçlenmesi gerekmektedir. Soma katliamından Roboski bombardımanına, Suruç katliamından Ankara bombalarına kadar devlet kokan eylemlerin hesabının sorulması için de HDP’ye ihtiyaç vardır. Herkesin güçlünün, devletin, işverenin yanında yer aldığı bir dönemde, kimsesizin sesi olacak bir parti olmuştur HDP. Ayrıca AKP ve Saray seçim öncesi HDP’yi ve Selahattin Demirtaş’ı kriminalize etmek, yasadışı işlerin odağı göstermek için büyük bir çaba sarf etmiş, HDP’ye oy verecek insanları korkutmaya çalışmıştır. Bu tavır, AKP ve Saray’a bir meydan okuma ve HDP’ye sadece sandık başında değil, kamuoyu önünde de sahip çıkma tavrıdır. 

'TUTUKLAMALARLA KÜRTLERDEN İNTİKAM ALMAK İSTİYORLAR'

HDP üzerindeki baskılar ve belediye başkanlarının tutuklanması HDP’yi kriminalize parti olarak gösterme çabası mıdır? Bu gözaltı ve tutuklamalarla verilen mesaj nedir?

Birden fazla amacı olan bir operasyon. Birincisi Kürtlere, sandıktaki iradelerinin bir anlamı olmadığı mesajı. Bu mesaj, çözümü şiddette arayan kesimlerin elini güçlendiren bir mesaj. Sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun, Ankara’nın bölge halkının iradesine saygı göstermeyeceği ve kendi bildiği biçimde yönetime devam edeceği mesajı olması açısından çok tehlikelidir. 

İkincisi HDP teşkilatına, seçim organizasyonuna darbe indirmek, seçimde etkin çalışmalarının önüne geçme çabasıdır.Üçüncüsü ise tek adamlık hayallerine set çeken Kürtlerden intikam alma duygusudur.

1 Kasım akşamı nasıl bir sonuç çıkmasını bekliyorsunuz?

"Bir şeyle fazla oynarsanız, onu bozarsınız.” Murphy’nin ünlü yasalarından biri budur. AKP sistemle aşırı oynayarak bozmuş bir partidir. Gittikçe faşizan bir renk alan, bölgede açıkça faşistleşen bu parti ve uygulamalarının ne kadar risk taşıdığının açık göstergesi. Enerjiden inşaata uzanan ve milyarlarca dolarlık rantın döndüğü bir sistemi kendini, damadını, eniştesini, bakanlarını zenginleştirmek için kullanan bu zihniyet için yolun sonu görünüyor gibi. Oy oranı düşmeye başlayan bir partinin, seçime hile-hurda karıştırmadan veya çok büyük bir kadro değişimine gitmeden kendini toparlaması mümkün değildir. Beklentim birinci çıksa bile biraz daha zayıflamış bir AKP’dir.

'HDP BASKILARDAN DOLAYI HAK ETTİĞİ YERDE DEĞİL'

HDP’nin kamuoyu araştırmalarında devlet baskısı nedeniyle tam hak ettiği yerde olmadığına inanıyorum. Koalisyon çıkması kaçınılmaz. Ancak sadece en tepenin değil, şu an Saray’a biat etmiş çok ismin de yolsuzluk iddialarına karışmış olduğu bir partinin sağlıklı bir koalisyon hükümeti kurup yürütmesi ne kadar mümkün olacak bu bir soru işareti.

Ayrıca hükümeti oluşturan koalisyon ne olursa olsun, Meclis’te CHP, HDP ve MHP arasında bambaşka bir koalisyon oluşacaktır. Yolsuzlukları didikleyecek bu işbirliği Saray’ı ve AKP yönetimini rahatsız edecektir. Altı ay sonra yeni bir seçim gündeme gelebilir. Elbette AKP çatlayıp beşinci bir parti sahneye çıkmazsa. Seçim sonrası AKP’nin çatlamaması pek mümkün görülmüyor çünkü.

Seçim sonrası AKP tek başına iktidar olmazsa ne olur? Koalisyon hala pek istemedikleri bir seçenek, zorunlu kaldıklarında nasıl bir koalisyon çıkabilir?

Saray bu seçimde hükümet kurulmasını hemen engelleyecek hamleler yapmaz diye düşünüyorum. CHP’nin hevesli tavrı, bir AKP-CHP koalisyonunu mümkün kılacaktır ama Erdoğan’ın partiye hakimiyeti ve bilinen siyasi üslup ve yöntemleri bu iktidarın uzun ömürlü olmasına izin vermeyecektir. Erdoğan, siyasi hayatının kalan bölümünü koalisyon=istikrarsızlık formülünü kanıtlamaya adayacaktır. Bu süreçte AKP içinde çatlakların büyümesi ve 5’inci partinin kurulması gündeme gelebilir. Bülent Arınç’ın CNNTürk’te yaptığı açıklamalar, yeni partinin altyapısı için bir girişim olduğunu gösteriyor ancak parti içi muhalefetin birinci önceliği AKP yönetimini ele geçirmek olacaktır. Bu başarısızlıkla sonuçlanırsa, yeni parti gündeme gelebilir.

'ERDOĞAN ASKERLE UZLAŞTI'

İktidarın “savaş halindeyiz” dediği askeri operasyonlar sürüyor, KCK’nin eylemsizlik kararına rağmen. İktidar mı istiyor bu çatışmalı ortamı, asker mi?

Savaş konusunda karar verme yetkisinin bu dönemde askere geçtiğini düşünüyorum. Askeri bürokrasi, barış müzakerelerinden hoşnutsuzdu ve bunu her fırsatta dile getiriyordu. Kırmızı çizgilerini bile ilan etmişti. Erdoğan’ın yolsuzluk iddiaları sonucu yalnızlaşıp askeri bürokrasiyle uzlaşmaya gitmesi ancak Kürt politikasında 180 derecelik dönüş yapmasıyla mümkün oldu. Erdoğan, bir bakıma barış sürecini kurban etti. HDP nedeniyle siyasi hayallerine gem vurulması nedeniyle de bölge halkına öfkeli olduğu anlaşılıyor.

Ankara barış sürecinin PKK ve PYD çizgisini güçlendirdiğine inanıyor gözüküyor ama öte yandan da savaşarak kazanılamayacak bir savaş içerisinde olduğunu biliyor. Meclis aktif olarak devreye girmediği sürece çatışma ortamının sürmesi kaçınılmaz görünüyor. Çatışmanın şiddet ve boyutunu elbette seçim sonuçları belirleyecek.

'EYLEMSİZLİĞİN AÇIKLANDIĞI GÜN KATLİAM OLMASI TESADÜF DEĞİL'

Türkiye’de kamuoyunun ve aydınların eylemsizliğe yeteri kadar sahip çıktığını düşünüyor musunuz?

KCK’nin çatışmasızlık kararını açıkladığı gün Ankara bombalamasının gerçekleşmesi elbette tesadüf değildi. Bombaların bir amacı da bu kararı gölgede bırakmaktı ve bunda da başarılı oldu. Kamuoyunun büyük bölümü çatışmasızlık kararını öğrenemedi. Bir kısım aydınlar ise çatışmaların sürdüğü bir ortamda PKK ile aynı cephede görünüyor olmak istemedi ve bu konu büyük bir sessizlikle örtüldü açıkçası.

'SARAY ÇATIŞMA İSTİYOR'

AKP neden bu defa eylemsizlik değil de çatışma isteyen bir yerde duruyor?

Aslında çatışma isteyen Saray. Erdoğan, barış müzakeresinin bittiğini, masayı devirdiğini açıkladığında en büyük tepkinin dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan geldiğini görmüştük. Davutoğlu ve ekibi, sürecin devamından yanaydı ancak Saray’ı aşma güçleri yoktu. Aynı güçsüzlük koalisyon görüşmelerinde de ortaya çıktı. Çatışmanın tek sebebi, Saray ile asker arasında oluşmuş olan yeni ittifaktır. AKP, Saray’ı aşamadığı sürece de bu iklimin sürme ihtimali yüksektir.

'MECLİS'İN DEVREYE GİRMESİ LAZIM

Sorunun çözümü için neler lazım?

Öncelikle çatışmanın kazananı olmadığının tüm kamuoyu ve siyasi kadrolar tarafından açık bir şekilde görülmesi lazım. İkinci olarak, Meclis’in aktif şekilde devreye girmesi ve çatışmasızlık ortamının Meclis’in katılımıyla sağlanması lazım. Kürtlerin taleplerinin hemen karşılanabilecek olanları ivedilikle hayata geçirilip silah kullanımının devre dışı bırakılmasını sağlamak gerekir diye düşünüyorum. Daha çetrefilli konuların, gerçek akil adamlar gözetiminde yapılacak görüşmelerle çözülmesini taraflara kabul ettirmek en akıllıca iş olacaktır. Ankara’nın müzakerenin sonucunun illa da bölünme olmayacağını görmesi ama 2105 Türkiye’sini 1923 paradigmasıyla yönetemeyeceğini anlaması lazım.

'IŞİD ÜZERİNDEN BÖLGEDE ETNİK TEMİZLİK PLANI YAPILDI'

Erdoğan, Ankara Katliamı için 'PYD, PKK ve DAİŞ yaptı' diyor. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan ve AKP hükümeti neden ısrarla DAİŞ’i koruyan bir yerde durma ihtiyacı hissediyor?

Suriye savaşı başladığından bu yana AKP’nin radikal dinci unsurlarla yakın işbirliği içinde olduğunu biliyoruz. IŞİD’in Adıyaman’da güvenlik güçlerinin gözü önünde örgütlenip insan toplaması bunun en açık göstergesi. Meşhur MİT Tırları, bu karanlık ilişkinin bir başka boyutu. Irak merkezi hükümetinin Şii yanlısı politikaları, Türkiye-Suudi Arabistan ve Katar’ı bölgede Sünni bir yapılanma konusunda işbirliğine itti. Çıkacak yapının IŞİD olması ne kadar bekleniyordu emin değilim ama başını Vahabi Suudi Arabistan’ın çektiği siyasi ittifaktan başka ne beklenebilirdi, o da ayrı bir soru.

Suriye Kürtlerinin örgütlenip bölgede varlığını hissettirmesi üzerine IŞİD devreye sokuldu ve IŞİD üzerinden bölgede bir etnik temizlik yapılması planlandı. Bunlar açık bir işbirliği sonucu oldu. ‘‘Bize ne Kobane’den’’ sözü de bunun bir başka boyutuydu. Amerika’nın aktif biçimde devreye girmesi planları bozdu ve Türkiye sınırında Türkiye’ye sığınmış Sünni Araplardan oluşacak müstakil bir yapı yerine, Kürt kantonları ortaya çıktı. IŞİD’i koruyup kollayan tavır İslami akrabalık duygusu kadar, bu ilişki ağının sonucudur.

Türkiye’nin Suriye politikasının çöktüğü söyleniyor. Bu doğruysa bunun Türkiye bir maliyeti olacak mı? 

Şimdiden bir maliyeti olmuş durumda. Türkiye’de dinci terör örgütü hücrelerinin sayısını bilmiyoruz. Her an eylem yapacak kapasitedeki bu gruplar, orta vadede ülke güvenliğine çok ciddi bir tehdit.

‘Altı ayda Şam’da cuma namazı’ hayaliyle Türkiye’ye kabul edilip kaderine terk edilen Suriyeliler ayrı bir sorun. Evsiz, işsiz, umutsuz ve çaresiz bu insanlar içinden nasıl mafyatik yapılanmalar çıkacağını zaman içinde göreceğiz. Türkiye ekonomisi bozuldukça, bu insanlar ırkçı saldırılara daha fazla muhatap olacak ve iç barışı bozan bir başka unsur ortaya çıkacak.

Suriye savaşının kısa vadede bitmesini beklemek gerçekçi değil. Beyaz Saray yeni sahibini buluncaya kadar bu sürünceme devam edecektir ama yeni başkan göreve başladığında Rusya, ülkenin gidişatını önemli ölçüde biçimlemiş olabilir elbette.

'KÜRTLER, KARTLARINI ANKARA'DAN DAHA AKILLI OYNUYOR'

Önümüzdeki dönemde nasıl bir Suriye ve Rojava göreceğiz?

Suriye’nin geleceğini net bir şekilde görebilen kimse olduğunu sanmıyorum. An itibarıyla, en örgütlü ve dış ilişkileri en başarılı grup Kürtler. Türkiye’nin şu anki Suriye politikası Esad’ın gitmesinden çok, Kürtlerin kantonları birleştirmesini engellemeye yönelik. Bunu bir süre geciktirebilir ama engelleyemez. Kuzey Irak’taki gelişmelerin benzeri Suriye’de yaşanacaktır çünkü bölgenin tek seküler gücü olarak kalmış olan Kürtler, kartlarını Ankara’dan daha akıllı ve ustaca oynuyor. Ayrıca tarihin gidişatı da bize bunun en güçlü olasılık olduğunu söylüyor.

Davutoğlu 'Rojava'ya iki defa saldırdık' dedi. Erdoğan 'saldıracağız' diyor...

Uluslararası sistem Türkiye’nin Suriye Kürtlerine yönelik açık bir saldırısına bir kaç nedenden izin vermez. Birincisi Kürtler, bölgenin IŞİD’e karşı savaşan tek gücü. Kürtlerin zayıflaması IŞİD’in serbestçe at koşturması anlamına gelir. İkincisi PYD’ye yönelik bir saldırı, Türkiye Kürtlerinin tepkisine yol açar ve tüm ülkeyi kapsayan şiddetli bir iç/bölgesel savaşın kapılarını aralar. Bu zaten hassas olan bu coğrafyada işleri daha da karıştırır. Balkanlardan Avrupa’ya Kafkaslara kadar uzanan bölgede istikrarsızılığa neden olur. Üçüncüsü, sonuç itibariyle Suriye hala Birleşmiş Milletler üyesi, meşru bir yönetimi olan bir ülke. Türkiye’nin malı veya sömürgesi değil. Nasıl ve kim tarafından yönetileceğine karar vermek, Suriye halkının tercihidir. Kürtler orada var, örgütlü ve silahlılar. Tarihin kendilerine sunduğu böylesi büyük bir fırsatı Erdoğan veya Davutoğlu rahatsız oluyor diye tepmeyeceklerdir. Ankara, Kürt realitesinden endişe etmek, rahatsız olmak gibi, günümüz dünyasında bir anlam ifade etmeyen duygulardan arınmalı ve Kürtlerle hukuk ve demokrasi kuralları için de bir arada yaşamanın yolunu bulmalı. Suriye’deki Kürtleri bir tehdit değil, birlikte zenginleşme ve güçlenmenin yeni bir yolu olarak görmeli. Unutmasınlar ki, o insanlar bizim insanlarımızın akrabaları. Onları vurmakla, bölge halkını vurmak açısından duygu açısından herhangi bir fark yok.

Zaten Türkiye’nin vurduk dediği eylemin, seçim öncesi oy devşirmeye yönelik, çok sınırlı bir operasyon olduğu anlaşılıyor. Savaşı yaygınlaştırmak ve yangını büyütmek, Suriye krizinin tarafı hiçbir aktörün işine gelmez. 

Koza Medya Grubu'na yapılan saldırı bize ne diyor? Ülkenin geleceği açısından nasıl riskleri ifade ediyor?

Koza-İpek Grubu’na yapılan baskın, bu ülkede mal güvenliğinin ortadan kalktığının açık göstergesi. Son zamanlarda Kürtsen, Alevi isen, muhalif isen can güvenliğin zaten ortadan kalkmıştı. Bugün devlet olmanın temel ön iki koşulundan biri olan mal güvenliği de ortadan kalkmış bulunuyor. Toplum sözleşmesi kuramına göre, insanlar özgür hayatlarından can ve mal güvenliklerini sağlamak koşuluyla vazgeçmiş ve devlet çatısı altında toplanmıştır. Bir toplumda yaşayan insanların can ve mal güvenliği ortadan kalkmışsa, toplum sözleşmesinin geçerliliği kalmamış olur ki, bu çok tehlikeli bir durum arz eder.

'AKP DERİN DEVLETİ KALDIRMADI; SAHİBİNİ DEĞİŞTİRDİ'

Peki, hukuki olarak karşı karşıya kaldığımız durum nedir?

Hukuksal açıdan baktığımızda, yargının bağımsızlığının tamamen ortadan kalktığını görüyoruz. Yargı kararı olmadan terör örgütü ilan edilen bir yapıya, nasıl bağlı olduğu bilinmeyen dev bir grup var ortada. Cirosu milyarlarca dolarla ifade ediliyor. Yani mahalle bakkalı değil. Böylesi dev bir gruba, bir savcının talebi, nasıl atandığı belli bir Sulh Ceza Mahkemesi hakiminin kararıyla el konuluyor.

Ayrıca grup, HDP de dahil tüm muhalif seslere yer açan, platform sunan azınlıktaki medya organlarından biri. Kürtlerin de, milliyetçilerin de seslerini duyurmasında önemli bir platform. Habertürk’teki altyazıya müdahale eden Erdoğan’ın böylesi bir bağımsız duruş sergilemeye, ittifaklar oluşturmaya çalışan güçlü bir medya grubundan rahatsız olmaması mümkün değil. Alo Fatih yönteminin olmadığı, ihale karşılığı patronunun iradesinin satın alınamadığı bir medya grubu, hukuk dışı yollarla susturuldu. Muz Cumhuriyeti’nde görülebilecek cinsten bir olay. Gerçeklerden korkunun bir başka dışavurumu.

Bu da gelecek için çok sıkıntılı bir durum. Çünkü, seçim sonucu ne olursa olsun, Erdoğan Saray’da oturmaya devam edecek ve başta yargı olmak üzere etkisini sürdürecek. Wikileaks belgelerinde dönemin Amerikan Büyükelçisi’nin ‘‘Türkiye’de Derin Devletin başı cumhurbaşkanıdır’’ dediği iddiası yer almıştı. AKP, Derin Devlet’i ortadan kaldırmadı, sadece sahipliğini değiştirdi. Bunun da riskleri ortada.

Ancak asıl sıkıntı, bugüne kadar AKP’nin yolsuzluk ve hukuksuzlukları karşısında susan, sessiz kalan varlıklı-kapitalist kesimde. Hepsinin malvarlığı, geleceği, bir kişinin iki dudağı arasında. Bir toplumun yöneten diyebileceğimiz bu kesimi, yönetilenler kadar rahatsız olmaya başlamışsa, o toplumda düzen ciddi risk altında demektir.