Son Dakika: PKK sonuç bildirisi açıklandı: PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı
GÖRÜNTÜLÜ

Ayna: Kimse Kürtleri suçlayamaz; öz yönetim en acil ihtiyaç

DBP Eşbaşkanı Ayna, "Öz yönetim; insanların coğrafyalarına, ulusal, siyasal, kültürel, kimliklerine dair kendi sözlerini kendilerinin söylemesidir. Bu ne Türklüğe, ne Türklere ne de Türkiye'ye karşıdır" dedi.

DBP Eşbaşkanı Ayna, Türkiye'nin demokratik bir rejim ihtiyacının olduğunu belirterek, öz yönetimlerin önemine işaret etti. Ayna, "Öz yönetim; insanların coğrafyalarına, ulusal, siyasal, kültürel, kimliklerine dair kendi sözlerini kendilerinin söylemesidir. Bu ne Türklüğe, ne Türklere ne de Türkiye'ye karşıdır" dedi. Ayna, "AKP bugün zorla silahla zirvede olabilir ama bunun bir de yarını var, halklar unutmuyor. Çocuklar unutmuyor" diyerek, Kürtlerin teslim alınamayacağına vurgu yaptı.

DBP Eşbaşkanı Emine Ayna, öz yönetimlere ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...

'KÜRTLER, KAZANANA KADAR ÖZ YÖNETİMİN MÜCADELESİNİ VERECEK'

Öz yönetim yanlış mı anlaşılıyor ve Kürt halkı neden öz yönetim ilan etme ihtiyacı duydu?

İnsanlık tarihine baktığımızda en küçük kabile ve köy döneminden bu yana insanlar toplumsal anlamda birlikte yaşamak zorundaydı. İnsanlar bu yaşamı sürdürürken, sürekli kılarken bir yandan da yaşamı nasıl sürdüreceklerine dair karar almak zorundaydılar. Sürekli bir araya gelip geleceğe ilişkin karar alırlardı. Devletin ilk oluşum dönemlerine baktığımızda yaşamı nasıl inşa ettirebilirimden ziyade, bu toplumu nasıl yönetirim, nasıl yönlendiririm, diye yaklaşımı olan bir yapıydı. Halklar bugün bunun karşısında yer alıyorlar ve diyorlar ki: biz kendi yaşamımızı nasıl devam ettireceğimize kendimiz karar verebiliriz. Neden? Çünkü devlet denilen aygıt, yaşamı yok eden bir mekanizmaya dönüştü. Küçük bir elit grubun dünyayı yok etmek pahasına, insanları yok etme pahasına, toplumu yok etme pahasına daha fazla zenginleşmesini hedefleyen bir mekanizma haline dönüştü. Toplumlar artık bunu kabul etmiyor, buna karşı isyan ediyor. Bunun dünya üzerindeki en belirgin örneği, Kürdistan'da yaşanıyor. Kürt halkı hala en geri dönemde halkların yaşadığı kimlik sorununu yaşıyor. Tüm dünya halkları Kürtlerin bugün yaşadığı sorunu Orta Çağ'da yaşadı. Orta Çağ'da sömürgeydiler. Yani kimlik anlamında, kültürel anlamda sömürüden söz ediyorum. Yoksa devlet sömürgeleri bütün dünyada devam ediyor. Kürtler ulusal kimliklerinin yok edilmesi ve bir başka ulusun egemenliği altında ezilmesi anlamında tüm dünya halklarının Orta Çağ'da yaşadığını bugün hala yaşıyorlar. Bu anlamda Kürtler, tüm dünya halklarının ötesinde bir öz yönetim talebinde bulunuyorlar.

Öz yönetim bugün Kürt halkının özüyle, kendisiyle ilgili kararlarını kendisi almak istemesidir. Kürtler diyor ki; biz bir ulusuz, bir halkız. Bir halk ve ulus olarak ilk olarak şu hakka sahibiz: kimliğimizle bir irade olmak, kimliğimizin dünyadaki diğer haklarda olduğu gibi bir statüye kavuşmasını sağlamak ve dünyanın geri kalanın Orta Çağ'da çözdüğü bu sorunun dünyanın diğer ülkelerinin çözdüğü gibi çözmek. Uzun dönemdir Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Kürtler bir masada oturup Türkiye Cumhuriyeti'ni reddetmeden, devlet dediğimiz yapıyı kabul ederek bunun içerisinde nasıl bir statüye, nasıl bir kimliğe sahip olabileceğini konuştular. Buradan bir çözümün çıkmasını beklediler. Gelinen noktada demokratik siyaset, yerel demokratik yönetimler adıyla anayasa değişimi konuşuldu. Dolmabahçe görüşmeleri dendi, Dolmabahçe Mutabakatı denildi, deklarasyon denildi. Adına her ne denirse densin en son gelinen nokta şuydu: devlet ve Kürtlerin temsilcileri bir araya gelip bir masaya oturdular ve on maddelik bir deklarasyon ilan ettiler. O on maddelik deklarasyonda en temel vurgu anayasa değişikliğiydi. Neden? Çünkü birlikte yaşam dediğimiz Kürtlerin öz yönetime kavuşması yani kendisi ile ilgili karar verecek duruma gelmesi ancak anayasa değişimi ile barışçıl anlamda ifadesini bulacaktı. Devlet bunu kabul etmedi. Başta Cumhurbaşkanı, daha sonrasında da AKP hükümeti dediğimiz olgu bu masayı devirdi, deklarasyonu tanımadığını söyledi ve görüşmeleri kesti. Yani barışçıl çözümün önünü kesti. Şimdi bu noktadan sonra bugün Kürtler diyor ki: ben nasıl yüzyıllardır ulusal kimlik mücadelesi veriyorsam, nasıl yüzyıllardır statü mücadelesi yürütüyorsam ebetteki hedefim, amacım, isteğim bunu barışçıl yollarla yapmak, görüşerek yapmak, birlikte yapmak ama madem ki sen barış istemiyorsun, madem ki sen savaşı dayatıyorsun, madem ki sen Kürt kimliğinin ulusal bir statü kazanmasını istemiyorsun, o zaman ben bu mücadeleme devam ederim. İşte bugün yaşadığımız olay budur.

Kürtler bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin kabul etmediği statüsünü kabul ettirmeye ve korumaya çalışıyor. Bu yüzden kimse Kürtleri suçlayamaz. Bakın herkes son dönemde Leyla Zana'nın yeminini konuşuyor değil mi? Orada neden Türk milleti değil de Türkiye milletleri dediğini konuşuyor. Bugünkü Türkiye o günkü Türkiye değil. Aynı şey yaşandı demek ki o günkü Türkiye değişmedi. Değişmiş olsaydı bugün Leyla Zana'nın yemini geçerli sayılırdı. Demek ki 24 yıl önce Türkiye hangi faşizan ve ırkçı zihniyete sahipse hala aynı zihniyete sahip. 24 yıl önceki yeminle bugünkü yemin aynı. 24 yıl önce o Meclis'e giren Kürt, Arap, Laz büyük Türk milletine yemin ediyordu, bugün de. Oysa o bir Kürt ya da Arap, Süryani, Ermeni... Neden 'büyük Türk milleti'ne yemin etsin? Neden bir başka milleti kendi kimliğinden daha üstün tutsun? Türkiye neyi kapsıyor? Türkiye, bir coğrafik tanım. Orada 2Türkiye milleti' dediğinde kendi Kürt kimliğini ezmemiş olacak. Türk milletine yemin edip, Kürt kimliğini inkar etmeyecek. Bu yüzden Türkiye milletleri diyor.

Bugün öz yönetim dediğimiz şey Türkiye'nin en acil ihtiyacı. Öz yönetim dediğimiz şey insanların coğrafyalarına, ulusal, siyasal, kültürel, kimliklerine dair kendi sözlerini kendilerinin söylemesidir. Bu ne Türklüğe, ne Türklere ne de Türkiye'ye karşıdır. Kürtler bunun mücadelesini kazanıncaya kadar verecekler. Benim burada olma nedenim Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasıyla bana Türklüğü dayatıyor olmasıdır. Bu yüzden hiç kimse bugün tek dil, tek millet dayatmasıyla karşı karşıya kalan bu halk neden öz yönetim istiyor, diye sormasın. Mantığını ve duygularını konuştursun herkes. Kendisi bir Türk olarak aynı şeyi yaşasaydı bugün hangi noktada olurdu, bir düşünsün.

Kürtleri baskıyla, şiddetle, ölümle teslim almaları mümkün mü?

Bugün evinin üzerine yazılan "Türksen övün, değilsen itaat et" yazısını kim kabul ederdi? Kimse demokrasi adına konuştuğunu iddia etmesin. Eğer Kürtler öz yönetimleriyle var olmayacaklarsa mücadeleye devam edeceklerdir. Kimse sokağa çıkma yasaklarının, polis ve asker sevkiyatlarının Kürtleri korkutacağını düşünmesin. Zorla, katliamla bunu çözemezler. Evet, tarihin belli dönemlerinde zorbaların zirveye oturdukları zamanlar mutlaka olmuştur ama her zaman bu şekilde gitmemiştir. Hitler bunun en iyi örneği. Peki, bunca zulümden sonra ne oldu? Halklar kazandı.

Türkiye'nin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta övündüğü tek şey var; biz NATO'nun en büyük gücüyüz. AKP bugün zorla silahla zirvede olabilir ama bunun bir de yarını var, halklar unutmuyor. Çocuklar unutmuyor. Bu şiddete maruz kalan çocuklar bunun öfkesi ile büyüyecekler. Çocuk annesinin yani Selamet'in gözünün önünde nasıl katledildiğini gördü, bunu unutmayacak. Annesini kimin katlettiğini de unutmayacak. Ya da 20'li yaşlarda bir asker, polis vs. yakılan ve üzerine basılan gerilla cesetlerini gördükten sonra sivil hayatına nasıl dönecek, eşine çocuklarına nasıl yaklaşacak? Bugünün Türkiyesi'ni böyle örüyorlar işte. Böyle bir geleceği Türkiye halklarının önüne sunuyorlar. Bundan zarar gören Kürtler değil, Türkiye devleti olacak. Kürtler bu zamanları sürekli yaşayıp bu dönemlerle sınandıkları için bu zamanlardan mücadele ederek çıktılar. Öldüler, katledildiler, işkenceye uğradılar ama teslim olmadılar, direndiler. Bugün de direnecekler.

'ÖZ YÖNETİM; HEM KENDİNİ HEM DE DOĞAYI KORUMAKTIR'

Devlet, öz yönetim ilanlarını kendine alternatif olarak mı görüyor?

Yerelde halkın yani bir mahallenin, köyün, ilçenin ve ilin halkının kendi kararlarını alması durumu devlete alternatif olarak algılanabilir ama bu Türkiye Cumhuriyeti devletine alternatif değildir. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti devlet yapısı içinde bir statüye kavuşma yol ve yöntemi olarak ifade ediliyor. Devlete şu söyleniyor: sen beni kabul etmiyorsan, bu sorunu barışçıl yollarla çözmüyorsan ve anayasal güvence altına almıyorsan ben de kendi öz yönetimim ilan ederim çünkü sen bana yokluğu dayatıyorsun.

Ama diğer anlamda da öz yönetim şu haliyle devlete bir alternatiftir. Öz yönetimler, bir grubun halk üzerinde egemenlik kurma mekanizmasını ortadan kaldıran bir yoldur. Neden? Çünkü herkes yaşadığı yerden kendi kararlarını veriyor. Bu doğal olarak devlet dediğimiz olgunun buradan kilometrelerce metre uzakta olan Ankara'da buranın koşullarını yapısını bilmeden, ihtiyaçlarını bilmeden orada kendi siyasi, sosyal, ekonomik çıkarları için kararlar alma mekanizmasını ortadan kaldırıyor. Buradaki halk orada alınan kararın buraya zarar vereceğini düşünüyorsa kabul etmiyor. Örneğin HES'ler Ankara'nın aldığı bir karardır ama bu bölgenin doğasını ve tarihini tahrip ettiği için bölgedeki insanlar tarafından kabul edilmiyor. Bu anlamda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; öz yönetim halkların hem kendini hem de doğayı korumasıdır. Öz savunma da budur. Peki, kime karşı öz savunma? Kendinden uzak olanların kendisi ile ilgili karar verip onun yaşamına, nasıl yaşayacağına müdahale edenlere karşı bir öz savunmadır, öz yönetim.

Kürtler ulusal anlamda bir irade olmaya çalışıyor ve Türkiye Cumhuriyeti devletine de diyor ki; benim irademi kırma, benim irademi ortadan kaldırma, ben sana alternatif değilim ama bırak kendi ayaklarımın üzerinde durayım. Bu seni de güçlendirecektir.

Merkezi bir yapının hata yapma ihtimali çok yüksektir ama inisiyatifi ve kararları yerele dağıttığı zaman hata yapma olasılığı düşecektir. Çünkü yetkiyi paylaşacaktır. Bugün AKP'den bunu beklemek mümkün müdür? Değildir. AKP, bir koalisyon hükümeti kurma becerisi bile gösterememiştir. Koalisyonu istikrarsızlık olarak algılıyor. Bütün dünya devletleri koalisyonla yönetiliyor, hiçbirinde de istikrarsızlık olmuyor çünkü o dünya ülkelerinde demokrasi denen bir şey var. En aykırı ideolojik yapıya sahip olanlar bile bir araya geliyor. Çünkü ülkelerini ve halklarını düşünerek hareket ediyorlar. Ama AKP öyle değil ki. AKP diyor ki; verin bütün yetkiyi bana o zaman istikrar olur. Paylaşmayı bilmeyen bir zihniyetin öz yönetimi anlaması mümkün değildir. Bu anlamda Türkiye için AKP hükümeti çok büyük bir şanssızlıktan başka bir şey değildir. Umarım ki, Türkiye halkları bir gün öz yönetimin en demokratik ve en yaşamsal ihtiyaç olduğunu anlar, Kürtlerle birlikte el ele verip anayasa değişikliğinde öz yönetim anlayışına sahip bir anayasa şeklinde öngörür.

AKP halkların öz yönetim talebini tamamen reddederken başkanlık sistemi gibi bir yönetim değişikliği Türkiye'nin gündemine oturmuş durumda...

Cumhurbaşkanı ve AKP 'ben bu rejimi kabul etmiyorum' diyor. Başkanlık rejiminin Türkiye için en uygun rejim olduğunu söylüyor ve bunu tartışmanın demokrasinin gereği olduğunu belirtiyor. Karşı da çıkılsa başkanlık sisteminin tartışılması gerektiğini söylüyor ama Kürtler öz yönetimden söz ettikleri zaman bunu tartışılmaz kılıyor ve bunu talep etmeyi de 'terörizm' olarak görüyor. Bu bile ne kadar tekçi bir zihniyet ve yapılanma olduğunun en belirgin göstergesidir. Şu açık bir şekilde anlaşılmalıdır: bugün tartışılan başkanlık sistemi bir rejim değişikliği değildir. Rejim başka bir şeydir. Mesela demokrasi bir rejimdir ya da otokrasi bir rejimdir yani bakış açısıdır, perspektiftir. Bu demokrasi rejimi başkanlık da olabilir cumhurbaşkanlığı da olabilir. Bu yüzden Türkiye'de bir rejim değişikliği tartışmasının yürütülmesi lazım. AKP 'ben tek dil tek millet mantığıyla kendi devamlılığımı nasıl sağlarım' mantığı ile yaklaşıyor. Kürtleri siyasi irade olarak mecliste bulunmalarını nasıl önlerim, diye düşünüyor. Çok partili sistem Kürtlerin siyasi arenada bir parti çatısı altında Meclis'e girmelerine neden oluyor, o halde iki partili bir yapı ile ben tek dil tek millet mantığını yaşatırım, diyor. Böylece Kürtler ulusal kimlikleri için verdikleri mücadeleyi yürütemez hale gelir ve bu iki parti içerisinde erir yok olur.

Biz Erdoğan'ın başkanlık sistemini eleştirirken, 'şimdiye kadarki sistemden çok memnunduk' tarzı bir yaklaşım içerisinde değiliz. Sistem yani cumhuriyet 90 yıldır Kürtlerin inkarını zihniyet haline getiren sistemdir. O da otokratiktir. O da tekçiliği ifade eden bir sistemdir. Burada tartışacağımız şey, rejim değişikliği olmalıdır. AKP'nin yaptığı şey manipülasyondur. İnsanların bugüne kadar yürüttükleri mücadele ve yaşadığımız bu kaosun nedeni demokratik bir rejim ihtiyacıdır. Ama AKP manipüle ediyor. 'Kimse bugüne kadarki sistemden memnun değildi' diyor, 'bu sistem değişmelidir' diyor ama rejim değişikliğini ortaya koymuyor. Neden? Çünkü rejim değişikliğini ortay koyuyor olsaydı Türkiye'deki tüm halkların anayasada nasıl bir irade olabileceğini tartışmaya açardı.

'MERKEZİYETÇİLİK Mİ, ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK Mİ TARTIŞMASINI YAPMALIYIZ'

Merkeziyetçi olmayan, tek dil, tek millet esasına dayanmayan, demokratik bir cumhuriyet ve yine adem-i merkeziyetçiliği esas alan bir başkanlık sistemi mümkün mü?

Tartışacaksak bu sorular üzerinden tartışmalıyız. Çünkü öz yönetim dediğimiz şey cumhuriyette de mümkündür, başkanlık sisteminde de mümkündür. Önemli olan; yerelde ademi merkeziyetçi bir yapılanma olacak mı, olmayacak mı? Bugün tartışılması gereken konu budur. Burada tüm demokrasi güçleri olarak bizim yaşadığımız yanlış Erdoğan karşıtlığı ya da başkanlık sistemi üzerine kilitlemiş olmaktır. Bizim burada yapmamız gereken, bu tartışmayı başkanlık sistemi karşıtlığından çıkarıp merkeziyetçilik mi, adem-i merkeziyetçilik mi, çizgisine taşımaktır. İşte Erdoğan ve AKP'nin başkanlık sistemi ile ortaya attığı bu konuyu doğru bir zemine taşırsak belki o zaman bu konuyu Türkiyeli hakların bir kazanımına dönüştürebiliriz. Sonuçta bu anayasa değişecek, Ortadoğu ile ilgili Türkiye'den bağımsız yaşanan değişiklikler olacak. Türkiye'deki bu tekçi zihniyet bu değişikliği dar bir çerçevede cumhuriyet yerine başkanlık şeklinde bir yapıyla kurtarmak istiyor. Ve bu değişiklikle Kürtleri siyaset sahnesinden tamamen çıkarmanın yol ve yöntemlerini arıyor. Biz de Türkiyeli tüm demokratlar olarak bunun karşısında, 'Evet Türkiye'de bir rejim değişikliği olmalı ve bu demokrasi olmalı' diyerek bir araya gelmeli ve bunun mücadelesini vermeliyiz.