Ayata: Örgütlülükle katillerden hesap sormalıyız

PKK MK üyesi Muzaffer Ayata, bütün demokrasi güçlerini Kürdistan’da ve Türkiye’de kol kola omuz omuza antifaşist barikatları örerek daha bilinçli daha örgütlü bir direnişe geçerek katillerden hesap sormaya çağırdı.

Büyük davaların kolay çalışmalar olmadığını sıradan yaşam tarzı ile devrim yapılamayacağını ve Haki Karer gibi devrimci olunması gerektiğini söyleyen PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata, insanlık değerleriyle dolu hedefler önüne koyan Önderliklere ihtiyaç vardır dedi.

PKK’nin çıkış koşullarını değerlendiren Ayata, PKK direniş geleneğine yeni bir boyut kazandırdığı için saldırılar altında olduğunu söyledi. Haki Karerlerin yarattığı direniş geleneğinin bugün de Kürdistan ve Türkiye’de devam ettiğini söyleyen Muzaffer Ayata, Faşist Türk Devletine ve AKP faşizmine karşı Hakilerin İboların direniş ruhuyla mücadele ile karşılık verilmesi gerektiğini kaydetti.    

Ayata, faşist cephenin devrimci cepheden önce birleşerek halka savaş açtığını kaydederek şunları söyledi: “Geçte olsa faşizme karşı Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) kuruldu. Bunda ısrarlı olunursa, doğru işletilir bütün alanlarda büyük bir gelişme sağlayabilir.”

Ayata, Halklara kırılan inancın tazelenmesi için HBDH’nin vereceği mesajların önemli olduğunu söyledi.

Haki Karer’in Katledilmesinin ardından PKK'nin direniş geleneği nasıl gelişti?

Başta Haki Karer, Deniş Gezmişler, Mehmet Karasungurlar şahsında devrim şehitlerini saygıyla anıyoruz.

Bütün büyük davalar kolay, sıradan yaşam ve önderliklerle yürümez. Tarihsel ve toplumsal sorunlar ne kadar ağırsa, çelişkiler ne kadar yoğunsa buradan çıkış için ona göre güçlü düşüncüler, insanlık değerleriyle dolu hedefler önüne koyan önderliklere ihtiyaç var. Önderler adı üzerinde önde olmazsa, arkasından kimseler gelmez. Zaten mevcut sistem içinde toplumumun ağır sorunları var kitleler tek başına önünü göremez, yolunu bulamaz. Tarihte oluğu gibi bugünde devrimci örgütlere ihtiyaç var. Tarihe mal olmuş büyük devrimler, Spartacüs’ten Hz. İsa’ya kadar zalimin zulmüne karşı halkların umudu olma, ezilenlerin gelecek hayallerini canlandırma ve harekete geçirmekten sonra insanlık böyle mücadele sürecinden sonra gelişebildi. Demokrasiler, hukuk, insan hakları ve özgürlükler toplumlara böyle mal oldu, bilince dönüştü. Her zaman unutulmayan, eskimeyen aşılmayan değerler ve kavramlar oldular.

Kürdistan’da da özellikle 1940’lara kadar Kürt kültürü kimliği ve iradesi tanınmadı saygı gösterilmedi. Hep şiddetle talanla soy kırımla karşılandı. Güçlü olan taraf, orduyu, devleti ve iktidarı elinde tutan Ankara’daki egemenler Anadolu’daki Mezopotamya’daki halkları bir nesne gibi gördüler. Yani alacaklar, istediği gibi işleyecekler, biçimlendirecekler ve ırkçı faşist bir Türk ulusçuluğu içerisinde eritecekler. Gayri insani tamamen jenosit, soykırım eksenli insanlığın en büyük suçlarından biri sayılan halkları, kültürleri yok etme strateji temelinde devlet ulus inşa etme çalıştılar. Buna çok güveniyorlardı, başardıklarını inanıyorlardı. Ama 60’lardan sonra Dünya’daki ve Türkiye’deki sosyal yapılar ve siyasal değişimler, arayışlar ve ayrışmalar toplumsal muhalefetin, özgürlük arayışlarının ortaya çıkmasıyla bu ırkçı Kemalist sistem ideolojik olarak epey hırpaladı ve deşifre edildi. Devlet de buna misilleme ile karşılık verdi. Her zaman Türkiye devletine toplumuna biçim veren, makasla fazlalıkları kesen devlet eksenli toplum, devlet eksenli milliyetçilik, devlet eksenli kültür ve siyaset hep o sınırlarını içine çekmeye çalıştılar.

ONLAR DEVRİMİ SEÇTİLER

Mahir’ler, Deniz’ler 68 gençlik kuşağı ve sonrası özgürlükçüler onlara göre aşırıydı. Bu aşırılıkların temizlenmesi ve biçilmesi gerekiyordu. Mahir’ler 30 Mart’a katledildi. Onlar Deniz’lerin idamlarını durdurmak için THKO ile ortaklaşmışlardı. Ortak eylem, ortak devrimci ruh ve ortak sorumlulukla hareket ettiler. 6 Mayıs’ta da Deniz, Hüseyin ve Yusuf idam edildi. Aslında mevcut yasalara göre de idamlık bir suçları yoktu. Amaç gözdağı vermekti, muhalefeti biçmek, toplumların canlanmasını özgürlük tohumlarının yeşermesini engellemek istediler. Devleti tanrı bilen, kutsal bilen devlete sığınmış, devletin kuru nizamı dışında hak istemeyen, talep etmeyen bir sömürü nesnesi köleleştirilmiş bir toplum istiyorlardı. İşte Deniz’ler ve Mahir’ler buna isyan ettiler. Bu sisteme meydan okudular. Sistem içi demokratik sol hareketleri de eleştirdiler, aralarına mesafe koydular. Daha ihtilalci, düzeni tümden hedefleyen devrimi geliştirmeye çalıştılar.  

BAŞKAN APO DENİZLERİN BAYRAĞINI YERE DÜŞÜRMEDİ

Bu Önderler çok genç yaşta olmalarına rağmen buna cesaret ettiler. Hayatlarını ortaya koydular. Bu kadar inançlı ve bağlıydılar. Halkların birliğine özgürlüğüne inandılar. İşte bu geleneğin devamı olarak Başkan Apo bayraklarını yere düşürmemeye, devrimi Türkiye ve Kürdistan eksenli yürütmeye başladı. Eksik olan Kürdistan ayağıydı. Bunu tamamlamaya çalıştı. Ama Türkiye solu bir türlü klasik ve dogmatik sosyalizm anlayışını aşamadı. Türkiye bakışını, Kürdistan’ı çok içermeyen bir düşünce yapısıyla kendini aslında biraz da sınırlandırdı. Fakat Başkan Apo bunu aştı. Kürdistan örgütlenmeden, özgürlüğüne kavuşmadan Türkiye’de sağlıklı bir devrim gelişmeyeceğini gördü.

BİREYSEL TÜM ARAYIŞLARINDAN FERAGAT ETMİŞLERDİ

Liderleri katledildikten sonra üç örgüt DHKP-C, TKPML THKO onlarda her biri kendi içinde birkaç parçaya bölündü. Hepsini toparlayacak güçlü bir önderlik de ortaya çıkmadı. Önce Önderlik Kürdistan sorunu üzerine yoğunlaştı. Ama daha çok Mahir’lerin, Deniz’lerin yolundan devrimci tarzından taviz vermeden onu daha da güçlendirerek, zenginleştirerek yürümeye çalıştı. İşte Kemal Pir ve Haki Karer gibi arkadaşlar o zaman Önder Apo ile birlikte çalışıyorlardı. Ankara üniversitelerinde gençlik hareketlerini toparlamada öncülük ediyorlardı. Onlar tercihini başkanla yürümekten yana yaptılar. Çünkü ondaki devrim kapasitesi, ciddiyeti, yoğunlaşması, önderlik tarzı onlara güven veriyordu, onları tatmin ediyordu. Çünkü onlar sıradan bir çalışmayla tatmin olacak insanlar değildi. Kaderlerini Önder Apo ile birleştirdiler ve Kürdistan’a hareket taşırıldı. 1976’daki ülkeye dönüş kararıyla beraber Kürdistan’a ilk dönen kadrolar Kemal ve Haki Karer gibi arkadaşlar oldu. Çalışmaları çok coşkuluydu. Tamamen devrim eksenliydi. Halkların birliğini ve kardeşliğini inanıyorlardı. Bireysel tüm arayışlarından feragat etmişlerdi. Kayıtsız şartsız hiçbir kaygı gütmeden tamamen devrimle doluydular ve örgütlemelere ve çalışmalara başladılar.

PKK’NİN KAFASINA SİLAH DAYADILAR

Hareketinizin öncü kadrolarından Haki Karer 1977’de Sterka Sor tarafından katledildi. HAKİ Karer’ e özel olarak mı saldırıldı? Bu katliamla ne yapılmak istendi, amaçları nelerdi?

Evet. Antep’te ve diğer alanlarda gelişme görülünce unutulmuş, yok edilmiş, kendi olmaktan çıkarılmış Kürtlüğün canlanacağına inanmayan devlet güçleri kokular aldılar. Bir hareketlenme canlanma vardı. Onun üzerinden devletin komplolara ve şiddete klasik yöntemlerine başvurdular. Ajan bir örgüt olarak kurdukları Sterka Sor eliyle bir komployla Haki arkadaşı 18 Mayıs 1977’de katlettiler.

Bu PKK’nin kafasına silah dayama anlamına geliyordu. O dönem Apocular grubunda henüz silah işin içine girmemişti, askeri bir örgütlenmede yoktu. Daha çok ideolojik propaganda ve örgütlenme safhası gençlik hareketi vardı. Ne olup olmayacağı da çok belli değil. Bu aşamada insanlar öldürülürse doğal olarak ürkme, geri çekilme, sinme, dağılma parçalanma olabilirdi. Bunlar Türkiye solunda da görüldü. Osmanlıdan beri Türkiye bu yöntemler ile haşir neşir bir ülke. Bunların yabancısı değil, sonuç almıştır. Devlet, kendi halkına her zaman açıktan mücadele ederek siyaset yürütmemiştir. Türkiye iktidar tarihi çok kanlıdır. Osmanlıda kardeş katli vacip görülmüştür. Mustafa Kemal’in etrafındakilerde öyle, Mendereslerin idamından tutalım Deniz’lere kadar bu gelenek devam ettirilmiştir. İşçi sınıfının hareketi güçlendikten sonra 1977 1 Mayıs katliamı gerçekleştirildi.

HAREKET KARAR VERMEK ZORUNDAYDI

Harekete Ölüm gösterildi. Sarsıntı geçirdi. Atık karar vermesi gerekiyordu. Eğer geri adım atılırsa gelişmek çok zor olurdu. Hareketin bir arada kalıp kalmayacağının garantisi kalmazdı. Önderlikte oradan çıkış yaparak düşüncelerini daha derli toplu, daha derinleştirerek cevap verdi. Mücadeleyi daha üst boyuta taşırdı. Bu saldırılar mücadelemizi engellemek içindi. Ama hareket onları gelişme gerekçesi yaptı. Atılım, ivme kazandı. Böyle bir diyalektik ortaya çıktı. Bizim direnişimizle şahadetlerle devletin beklediği arasında ters bir orantı ortaya çıktı. Ne kadar öldürdülerse harekette daha üst bir atılımla mücadeleyle onların beklentilerini tuzaklarını kırmaya bozmaya çalıştı.

ŞEHADETLERİ DAHA BÜYÜK ÖRGÜTLENMELERİN İVMESİ OLDU

Tabii devrimi çok anlamayanlar PKK’nin bu yanını birçok çevre de hep ürkütücü buldu. Sol demokratik çevrelerin bir kısmı dahil devletle böyle mücadele etmeyi çok tehlikeli buluyorlardı. Bu tür mücadeleyi göze almıyorlardı. Göze alsalar bütün yaşam alışkanlıklarını düzenle bağlarını koparmaları, ölümü göze almaları gerekiyordu. Böyle sert bir çatışma onlara ağır geliyordu. Onun için PKK’ye bir türlü ısınamadılar. Reformist işbirlikçi düzen içileşmiş sol sosyalizm maskesi ya da Kürt milliyetçiliği, reformist çevreleri PKK militanlığı Hakilerin ve Kemallerin şahsında hem enternasyonal karakteri, hem de büyük direniş, kendini adanmışlık ve derin bilinçle örgütsüz nefes alınamayacağını gösterdi. Şahadetleri de daha büyük ve güçlü örgütlenmelerin her zaman ivmesi oldu.

DEVRİM ÖNDERLİKSİZ VE ÖRGÜTSÜZ OLMAZ

Büyüme, atılım yapma ve partileşmeniz bütün bunlar Haki Karer’in şahadetiyle birlikte ortaya çıktı. Bunu bir tür erken doğum olarak mı görmek gerekiyor? Yoksa daha önceden böyle bir kararınız var mıydı?

Tabii ki, önceden her şeyi bile bilmek tahmin etmek zordur. Fakat devrim yapma hedefi vardı. Devrim de Önderliksiz ve örgütsüz olmaz. Hareket zaten örgütlü bir çalışmaya girmiş. Ankara’dan Kürdistan’a faaliyetleri taşırmış. İnsanları aydınlatarak, ikna ederek, örgütlüyordu, bir araya getirerek, ortaklaştırarak ortak amaçlar doğrultusunda da harekete geçiriyordu. Bir örgütlülük oluşturuluyordu. Zaten tehlikeli görülen ve hedef olan da buydu. Ama Hakilerin vurulmasıyla şu anlaşıldı; daha güçlü örgütlemeler, tepkiler harekete geçmeli. Daha güçlü tedbirler alınmalı. Mevcut durumuyla devlet rahat bırakmaz önünü keser. Bu bizi hızlandırdı ve uyandırdı. Hareketi bir yerde daha tedbirli olmaya militanlarını buna göre şekillendirmeye, motive etmeye ve yönlendirmeye götürdü. Bir de Kürdistan’da çalışma pratiği deneyimi oluştu. Daha önce böyle bir potansiyel yoktu. Ne kadar tutacağı çok bilinmiyordur. Ama ipuçları ortaya çıkmıştı. Fakat bu çalışmalar devletin kan dökmeye kadar gitmesi anlaşıldı ki, bu iş olur tutar. Mevcut haliyle cevap olamayız daha ileriye götürmemiz lazım, daha çok hızlandırmamız lazım. O zaman devletin oyunlarını boşa çıkarırız. Yem olmaktan kurtuluruz diye anladık.

Bir yıl sonra 18 Mayıs 1978’de Haki Karer’in Kürdistan’da tanıtılması üzerine afişlerinin yapılması, güçlü sahiplenilmesi faaliyetleri sırasında da Halil Çavgun Hilvan’da katledildi. Sonradan görme iktidara, paraya ve devlete bulaşmış MHP’lileşmiş Süleyman’lar ailesi devletin polisin yönlendirmesiyle arkadaşlara saldırarak Halil Çavgun’u katlettiler.

YOL AYRIMI…

Halil’in şahadeti de aynı Haki Karer’in şahadeti gibi bir yol ayrımı durumu yarattı. Bu defa Kürdistan’daki yerli işbirlikçi feodal aşiretler, aileler hareketin üzerine saldırtıldı. Bize şu mesaj verildi; Kürdistan mayınlı bir tarladır, her yerde sizde patlayabilir. Yani ayağınızı bu topraklara basmayacaksınız bu topraklar sizin için tehlikelidir. PKK’nin devrimci tarzı aşiret ve aile davalarına ters geliyordu. Ezmek istediler. İşte hareket buna da mücadeleyi üst boyuta taşırarak cevap verdi. Böyle olmasaydı yerelde halk için de güven veremez gelişemezdik. Halk zaten büyük oranda sinmiş. Ona karşı yapılan misillemeyle, Süleymanlara vurulan darbe ile belediye başkanlığından istifa ederek sonrada teslim oldular.

ŞEHİTLER PARTİSİ OLARAK YAŞAMAK

Gerçek anlamda ne zaman hareket olmaya başladınız?

Evet, Apocular gurubu gerçek anlamda Hilvan’da hareket olamaya başladı. Daha önce ağırlıkta gençlik hareketiydi. Hilvan mücadelesiyle beraber kırsal da dahil yoksullar, köylüler, ezilenler sistemsel baskı gören bütün kesimler silkindi. Kürdistan’da bildiğimiz klasik köylü ayaklanmaları da yok. Ama bu bir yerde öyle bir isyanı da ayaklanmayı da içeriyor. Hepsi iç içe gelişiyordu. Halk demokrasisi, devlet otoritesinin giderek güç kaybetmesiyle gelişiyordu. Halkın bütün sorunları orada çalışma yürüten örgütlerimize geliyordu. Karakollar ve mahkemeler iş görmediği gibi boşalmıştı. Şehirde, kırsalda kadın grupları ve ilk halk belediyeciliğinin örneği de orada verildi.

Kürdistan’da bu bir geleneğe dönüştü. PKK 30 Mart, 6 Mayıs ve 18 Mayısı mücadelesinin gelişmesinin gerekçesi yaptı. PKK bu hatta giderek bir direniş geleneği çizgisi oluşturdu. Şehitler partisi olarak anılmasının, isimlendirilmesinin asıl nedeni de budur.

ÖNDERLER TOPLUMLARA VAR OLMALI

Apocu militan çizgisinin göstermiş olduğu direniş geleneği PKK militan çizgisinin özünü oluşturduğunu söylüyorsunuz? PKK ile diğer hareketler arasındaki temel fark nedir?

Tabii her ülkenin farklı koşulları var, farklı çelişkiler ve farklı Önderlik şekillenmeleri vardır. Her yerde devrimler zorlu süreçlerdir. Bu güçlü kişilikler gerektiriyor. İslam devriminde Hz. Muhammed ideolojik, siyasi, askeri ve örgütsel her konuda önderlik ediyor. Mao’nun Çin devrimindeki rolü, Lenin’in Sovyet devrimindeki rolü yani devrimle anılan, devrimle bütünleşen Önderler bunlar. Bu önderler toplumun çelişkilerini çözebildiği kadar topluma ve tarihe mal oluyorlar.

Kürdistan’da da zorluk şuydu; halk ulusal bilinç ve ulusal kurumlar ve örgütlenmeler etrafında bir arada değildi. Zihinsel, ruhsal ve kültürel her yönüyle dağılmış sömürgecilik vardı. Yürekler, beyinler işgal edilmişti. Kendisi olmaktan çıkarılmıştı. Toplumu uyandırmak, silkelemek, sarsmak kendine getirmek, Kürde Kürtlüğünü kabul ettirmek bir sorundu. Devletin bir de yarattığı tahribatlar vardı. Baskı terör aygıtları, şiddet aygıtları Kürdistan’da hep öndeydi. Daha sonra kültürel, siyasal şekilde yaygınlaştırıldı. Kürdistan’a girmedikleri yer kalmamıştı. Kürtlerin sadece toprakları, şehirleri, köyleri işgal edilmemişti ki, boydan boya bütün kültürel değerleri, bütün iş gücü talan edilmişti. İstediği gibi askere alıyor, istediği gibi işçi yapıyor, istediği gibi memur yapıyor, zenginliklerini istediği gibi kullanıyordu. Kürde ait bir alan bırakmıyordu. Böyle bir toplumda yetişen birinin kendisi olması, güven kazanması ve zor aygıtlarına, sömürü çarklarına karşı durabilmesi,  bütün bunları bilince çıkarması, onun dışına çıkması, onun karşısında güç oluşturması, onunla mücadele gücü göstermesi olağanüstü bir durumdur. Onun için Kürdistan’daki diğer örgütler bunu başaramadılar.

PKK DÜNYA EGEMENLERİNE KARŞI SAVAŞTI

Başkan Apo’nun ayrıcalığı buydu. Direnişçiliğimizin farkı hem görme, cesaret etme ve hem de mücadeleye karar vermesiydi. Önderliğimizin farkı buradadır. Ve bu ispatlandı. Kendi militanını, kendi direnişini ve stilini yarattı. Onun için Kürdistan tarihinde ilk defa kesintisiz yenilmeyen, dünyaya karşı duran, savaşan bir PKK hareketi oluştu. PKK sadece Türkiye ile savaşmadı dünya ile savaştı. Türkiye NATO üyesiydi. Amerika’nın İsrail’in stratejik ittifakıydı. Bölgedeki sömürgeci devletler ile Kürdistan üzerinde ortak anlaşmaları vardı. Kürdistan’ın içi paramparçaydı. Devrimci harekete karşı herkesi kullanmaya mevzilendirmeye çalışıyorlardı. Böylesine bir uluslararası ulusal kuşatılmışlık içerisinde nefes alabilmek, yaşayabilmek, kendini koruyabilmek ve üstelikte gelişme sağlamak bir nevi mucize gibi bir durumdu. Ama PKK gerçek anlamda 20. yy mucizesidir. Bunu öyle değerlendirmek gerekiyor.

PKK DENİZLERİN ÇİZGİSİNE HEP SADIK KALDI

Şimdi bir Sovyet devrimi güçlü bir Rus edebiyatı üzerinden gelişti. Bir Fransız devrimi gelişen bir kapitalizm, değişim güçlü bir Fransız edebiyatı üzerinden gelişti. Ama Kürdistan’da ise, dünya gericiliğiyle bütünleşmiş NATO üyesi ırkçı faşist bir Türk devleti vardı. Yine Kürtler üzerine Irak, Suriye ve Türkiye kapan kurmuş. Herkes dört parçayı içinden paramparça ediyor kendine göre şekillendiriyor, yönetiyor, asimile ediyor sömürüyor. İşte böyle bir yok edici çark içinde yaşam belirtisi göstermek, yaşama tutunmak olağanüstü bir irade gerekiyordu. İşte bu da PKK’nin direnişçiliğinin ayrıcalığını, farkını ortaya çıkardı. Bütün bunlara karşı direnilmeseydi PKK olmazdı. Böyle bir direniş hareketi Kürdistan’ın tüm parçalarına yayılmış büyük toplumsal kesimleri kapsamış, dünya ya ve bölgeye mal olmuş dengeleri etkileyebilen bir aşamaya gelemezdi. Tamam, bugün Kürt sorunu halen çözülmemiş ama çözümün bütün unsurlarını da ortaya çıkardı. Türkiye gibi sömürgeci devletlerin katı inkârından ötürü çözülmüyor. Yoksa sorun bilince ve açığa çıkarıldı. Kürt sorunu, varlığı ispatlandı. Halkların birliğine dayalı ortak bir çözümü Kürtler her zaman esas aldı. Hareketin başından beri Hakilerle beraber Kürt, Türk birliği var. PKK Denizlerin çizgisine hep sadık kaldı. Basit klasik milliyetçiliğe çok pirim vermedi. Bu hareketin önderliği enternasyonal, devrimci, eşitlikçi, özgürlükçü karakterini harekete hep yedirdi.

18 MAYIS HAKİLERİN VE İBOLARIN GELENEĞİDİR

18 Mayıs 1982’de aynı lanetli tarih tekrar hortlatıldı. Sıkıyönetim faşist askeri cunta kalanları hapishanelerde silmek ve bitirmek istiyordu. Kürdistan’ı tekrar mezara gömme istiyordu. İşte bunu yıkmak, durdurmak için de insanların canını ortaya koymasından başka da bir araç kalmamıştı. Bütün başvurular, diyalog yolları direniş yolları kullanıldı. Ama bu faşist cuntacıları durdurmaya yetmedi. Yaşamın bütün alanları işkence alanına dönüştürüldü. Böyle olunca Newroz’da Mazlum Doğan arkadaşın eylemi, 18 Mayıs’ta Dörtlerin güçlü bir eylemle kendini alev topu yaparak o karanlıkları aydınlatarak yıkmaya yol açmaya çalıştılar.

BİZİ ÖLDÜREBİLİRSİNİZ AMA BİZİ TESLİM ALAMAZSINIZ

Mazlumların eylemi, 18 Mayıs Dörtlerin eylemi daha sonra büyük ölüm orucu direnişçileri 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır zindanın da katledilmesi var. 18 Mayıs niye tercih edildi? Hakileri ve İboların geleneğinin devamı, direniş halkalarının birbirinden koparılmaması, birbirine eklenmesi, sürekli ona vurgu onu hatırlatmak, onu öne çıkarma onunla yol alınabileceğini göstermek içindi. Bizi öldürebilirsiniz ama bizi teslim alamazsınız.  Topluma da bize güvenin inanın, Ölüm pahasına özgürlüğü savunuruz çıkışıydı. PKK direnişçiliğinin tarihin güncel boyutuyla Mazlum Doğan, Demirci Kawa’nın çıkışının güncellenmiş halini dile getirdi. Diğer direnişlerde birbirini tamamlayan tarihsel ve güncel direniş geleneğini de PKK şahsında direnen canlanan direnişçilik birbirine bağlandı.                 

PKK dünya emekçi ve sosyal hareketlerinin damarı ve mirası üzerinden yürüdü. Egemenlerin ve zalimlerin safında yer almadı. Tarihsel direniş geleneğini temsil edenlerin PKK tarafından da yeni halkalar ekleyerek ve bunu güncele taşıyarak güncelde umut, direniş örgütlenme ve özgürlük hayallerini çiğnetmeye izin vermeme bu bayrağı yükseltmeyi gerçekleştirdi.

18 Mayısları birçok yönüyle incelemek lazım. Cezaevindeki o teslimiyeti yıktı. Bu direniş PKK’nin zindanlarda tasfiyesini durdurdu. 12 Eylülü boşa çıkarmanın startını verdi. Peyderpey direniş geleneği Kürdistan’a yayıldı. Gerillalaşma gelişti.

PKK KENDİ KAHRAMANINI YARATTI

Karasungur, Kemal Pir beraber direnişin aktif biçimde örgütlenmesine katıldı, gerilla hazırlığı için de bulundular. Karasungur, Güney Kürdistan’da Komünist parti ile YNK arasındaki çatışmayı durdurmak için arabuluculuk sırasında şehit düşürüldü. PKK’nin sürekli ders çıkararak kendisini güçlendirerek bunu siyasal ve örgütsel boyutlarını yeni kadrolarına yeni nesillerine taşırmasıyla binlerce direnişçi militan yarattı. Kobane’den  Şengal’le kadar, Zilanların, Beritanların, Arinlerin, Gelhatların ve Zınarların şahsında bütün Kürdistan gençliği ve toplumu için dört parçada sembole dönüştüler. Kendi kahramanlarını yarattılar. Dört parçada Kürdistan halkı mevcut dünya gerçekliğine Kürdistan toplum gerçeğine cevap verebilecek özgürlüğü demokrasi ve eşitliği yakalayabilecek direniş sembollerini yarattılar. Kendi kendine yetecek kadar önderliğini direnişçisi kahramanı militanı kendini feda etmiş, adamış ülkesine ve halkına sahip çıkabilecek ve dar milliyetçiliğe de düşmeyecek şekilde diğer halklarla da birlik ve kardeşlik içinde yaşayacak Ortadoğu çapında devrimci bir hareket bir alternatif bir umut yaratmayı başardılar.

FAŞİZME KARŞI İBOLARIN RUHU: HBDH

PKK’nin yarattığı Kürdistan devriminin değerlerine dört parçada halen saldırılar devam ediyor. Bugün açısından değerlendirdiğiniz Kürdistan devrimi ve Türkiye solunun geldiği boyut HBDH kuruluşuyla birlikte yeni bir sürece girdi. Bu süreç Türkiye’yi ve Kürdistan’ı nasıl etkileyecek dersiniz?

Sol’un liderleri katledilince Türkiye devrimi aslında tasfiyeye uğradı. Sonra gelişen süreç bölünmelerdi. Kürdistan devriminin rolünü yeterince kavramama darbe öncesi ittifak çağrılarına cevap olmadılar. Darbeden sonrada 82 ve 83’ler de büyük çabalar sergilendi. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi oluşturuldu. O dönemin en güçlü hareketlerinden biri DEV-YOL’du. Ama DEV-YOL’un liderlerinin çoğu hapisteydi. Onlar içerden de bir çıkış yapabilirlerdi, bir direniş cephesi örebilirlerdi fakat öyle bir kavrayışları olmadı, öyle bir çıkışları olmadı. Dışarda da Taner AKÇAM gibileri DEV-YOL’u tasfiye ettiler. Faşizme karşı birleşik direniş cephesini anlamsızlaştırdı. Avrupa’ya insanların yüzünü çevirterek mültecileştirmeye çalıştılar. PKK içinde de bunu yapmaya çalıştı. Giderek devrimden koptular. Kürdistan’daki gerilla savaşına karşı tavır alacak hale geldiler. Daha sonraki girişimlerde sonuç vermedi. Sol gerçekten çok zayıf düştü. 12 Eylül darbesi dozer gibi ezdi geçti. PKK tutununca, dağlarda gerilla savaşını güçlendirince Türkiye ayağı zayıf kaldı. Buna karşı da Türkiye sürekli ırkçılığı, milliyetçiliği körükledi. Dini daha çok siyasete alet etti. Türk İslam sentezini geliştirdi. Günümüze kadar da Türk devletini AKP’ye teslim edecek kadar tarikatlara gerici güçlere teslim ettiler. Sol çok iflah olmadı. Çoğu da asimile edildi. Binlerce kadrosu hapisten çıktı ama nereye gidecekti. Güçlü bir önderlik, güçlü bir örgüt ve direniş yoktu. Birçoğu sistem içinde eridiler. Evlendiler, işe güce karıştılar. Kendisine sosyalistim dese de sosyalistliği topluma mal olmadı, emekçilere taşımadı, halkın için örgütlenmeye dönüşmedi. Kitlelerden kopuk salonlara bazı sendikalara hapsolmuş tıkanmış Kürdistan devrimiyle bağ kurmayan, bütünleşmeyen, Kürdistan devrimini Türkiye devrimi olarak görmeyen Türkiye ayağını oluşturmak için çabalamayan bir sol vardı.

Günümüz Açısından Solu Nasıl Değerlendiriyorsunuz?

Evet. Günümüzde özellikle Ortadoğu’daki DAİŞ saldırıları bütün halklara, inançlara düşman gericiliğin hortlamasına karşı PKK direnişçiliğini görünce biraz sarsıldılar. Ondan sonra böyle bir ittifaka ihtiyaç görüldü ve geldiler. Geçte olsa faşizme karşı Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) de ısrarlı olunursa, doğru işletilir ve örgütlenirse, yasal demokratik bütün alanlarda büyük bir gelişme sağlayabilir. Halklara kırılan inancın tazelenmesi mesajı verilebilir. Bunlar birleşmezler, bir araya gelemezler eleştirileriler ile bir birini kemirirler, gelişmelerine engeller halkların genel demokratik talepleriyle birleşmiyorlar, marjinal kamışlar böyle topluma mal olmuş kanıyı kırmak gerekiyor. Psikolojik savaşın Kürdistan’da yıkımlar, ırkçılık faşizm horlatılması ve yaygınlaştırılması, dinin aşırı derece siyasallaştırılması, kutuplaşmalar devletin belirleyici yanı ile psikolojik savaş mekanizmaları çalıştırıyorlar. Eğer Sol görevini yapmasa karşıtlarını suçlayarak kendini haklı çıkaramazsın. Mazeretle devrim yapılmaz. Güçlü mevziler kazanılsaydı bugün mazeretleri değil zaferi konuşurduk. Onun derslerini konuşur olurduk. Geç de olsa böyle bir direniş cephesinin oluşması Mahirlerin, Denizlerin Hakilerin anısında doğru bir cevaptır. Onların hayallerini özlemlerini amaçlarına günün ihtiyaçlarına göre sabır gösterme ve cevap vermek olur.

FAŞİST CEPHE SOLDAN ÖNCE BİRLEŞTİ

Ayrıca Türkiye’de kaos var. Bütün gerici faşist cepheler birleşti. Soldan önce birleştiler. AKP güya İslami geleneği temsil ediyor. Birkaç yıl önce ordu ne diyordu? Bu mücadele bin yıl sürecek diyordu. Sonra Çankaya’dan başlayarak bütün devleti teslim ettiler. Güya Kemalist kanat olan ordu karşıydı. Bugün kontur gerilla unsurları Ergenekoncular, mafyacı ülkücüler MHP’liler AKP’ de hepsi birleşti. Evet, doğru. Ortak hareket ediyorlar. Kürdistan’daki savaşı Türkiye’deki demokratik hareketi bastırmak için Erdoğan milli başkanlık, iktidar ve parlamento milli muhalefet bunun açılımı faşizmdir, faşist ittifaktır. Milliğin başka anlamı yoktur. Daha önce birbirinin boğazına sarılanlar şimdi Kürtlere ve demokratik muhalefete karşı milli cephe kuruldu, birleşildi. Bu faşist cephedir. Gericiler ve egemenler bu konuda daha önce örgütlendiler. İktidar bilinçleri daha keskindir. Kendi aralarındaki çelişkileri bir kenara bırakıp halklara düşmanlıktan sınır tanımazlar. Bugün Kılıçdaroğlu diyor ki, Erdoğan faşist bir diktatörlük kurmak istiyor bunu Türkiye’de yapamazsın diyor. Kan dökmen lazım diyor. Zaten Kürdistan ve Türkiye kan içinde. Ama toplumda doğru bilinç oluşmasın diye CHP gibi kendini sosyal demokrat sanan bir parti bu akan kanı görmüyor. Kürtlerin öldürülmesini görmüyorlar. Kürtler ile savaşı Türkiye’ye ait görmüyor. Onlar Kürtleri dıştalanmış ötekileştirmiş. Ama sen iktidarı diktatörlüğü tek başına eline alırsan ben buna karşıyım diyor. Zaten bunu yapmak için 24 Temmuz 2015’ten itibaren saldırdı. 9 ay için de şehirler yıkıldı kadın çocuk genç asker polis öldürüldü. Suriye savaşına bulaştı.  

KÜRTLERİN İMHASINA KILIÇDAROĞLU EVET DİYOR

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını Kürdistan’daki savaşı gizlemeye dönük olduğunu mu söylüyorsunuz?

Evet doğru. Onu söylüyorum. Bu siyasete karşı Türkiye solu açsından çok geç kalınmış bir çıkış, birleşmeydi. Aslında demokrasi ayağı güçlü olsaydı, CHP bir muhalefet hareketi olarak böyle ortada olmazdı. Türkiye’de düzen partileri, sosyalist hareketler Kürt’leri üvey evlat olarak bile görmediler. Hitler faşizmini aşan bir faşizm vardır. Devlete hakim olma noktasında muhalefet güçleri ortada kalmadı. CHP içinde daha demokratik çevreler var ama yeterli değil. HDP parlamentodan atılacak bununla başkanlık sisteminin önü açılacak ve bunun anayasaya göre aykırı olmasına rağmen Kılıçdaroğlu diyor ki, dokunulmazlığın kaldırılmasına evet diyeceğiz diyor. Faşizme, başkanlık sisteminin de olduğu her şey dahil olmak üzere Kürtler imha edilmek isteniyor Kılıçdaroğlu evet diyor. Diktatör bozuntusu dediği Erdoğan’a gitti payende oldu. Herkes de biliyor ki, hedef olan, atılacak olan HDP’dir. AKP’nin hırsızları mahkemeye çıkacak değil ya. Bahçeli Erdoğan’la anlaştı. Nasıl ki Dersim katliamı onayladılar, Ermeni katliamını onayladılar topluma kabul ettirdiler. Şu anda Kürt katliamını bu İslamcılar bu kesimler birleşerek yapmak istiyorlar. İslamcılıkla işbirlikçi çevrelerini Kürt direnişçilerine karşı çıkarmaya çalıştılar. AKP yeni bir işbirlikçi sınıf ortaya çıkarıyor.

Kürdistan’da gerçekten de devlet bitti. Sadece işgalci ve sömürgeci güçler kaldı. Polis ve bürokrasi kaldı. CHP, MHP  hepsi silindi. İslam adına AKP cilalandı öne sürüldü. Çözüm barış, Kürtleri tanıyoruz söylemleriyle Kürtleri yumuşatmaya, bazı çevrelerin çıkar göstermeye oraya çekmeye çalıştırlar. Kürdistan’da işbirlikçilik ve ihanet damarı her zaman vardı. Devrimci otoritenin mücadelenin gelişmediği yerde devrimci otoritenin gelişmesinden korkan çevreler her zaman çıkarını devlette gördüler. Kürdistan da bütün direniş geleneğinden sonra teslim çağrılarını yapılırken devlet hep şunu der; devletin şefkatli kollarına teslim olun der. Her zaman Kürtlere tanınan teslimiyettir. Direnene ne diyor; devletin şiddetini göreceksiniz.  

BİAT ETMEYEN HERKES HAİNDİR ÖLDÜRÜLÜR

Mayıs şehitlerinin büyük bir tarihsel direniş geleneğinin yarattığını bu zulme ve haksızlığa karşı yaşamlarını feda ettiği onların mirası üzerinden söz sahibi olabildiğimizi ayakta kalabildiğimizi, dünya toplumları huzuruna çıkabildiğimizi unutmamamız lazım.  Kendimizde çok fazla keramet aramak yerine bu işe kanını ve emeğini vermiş insanların kahramanlıklarını her zaman anmak ve sadık kalmak lazım. Bizde biraz yetenek, akıl, estetik direniş özgürlük tutkusu varsa halkımızla, arkadaşlarımızla paylaşarak onların hizmetine sokarak bu direniş insanlık davasını özgürleştirmemiz lazım. İhaneti ve faşizmi yenmemiz lazım. Kürdistan ve Türkiye’de faşizm yenilmeden demokrasi ve özgürlükler egemen kılınmadan bileceğiz ki, her zaman birileri öldürülecek, hapislere atılacak zulüm olacak işkence olacaktır. Çünkü egemenlerin başka bir modeli, tarzı yoktur. Biz olmazsak başkasına yapacaktır. Onun için tümden kan dökümünü zulmü, haksızlığı, adaletsizliği durdurmak için direniş saflarını Kürd’üyle, Türk’üyle Arap’ıyla Asuri’siyle Alevi’siyle Türkiye’nin bütün sahipleriyle direnmek lazım. Devlet Kürtleri ülkenin sahibi saymıyor. Erdoğan diyor; biz burada kan döktük kimseye vermeyeceğiz. İşgal etmiş kan dökmüş kimseye vermeyeceğiz diyor. Biz başka yerden gelmedik ki; Kürtler başka yerden gelip sığınmadı. Burası Kürtlerindi. Onlar sonradan geldi gasp etti. Kürtler de kendi ülkesini bu zalimlerden kurtarmak için direniyor kan döküyorlar. Türkiye’nin devrimci demokrasi güçleri de bedel ödediler. İşkence gördüler, hapiste çürüdüler ve maalesef Türkiye’de egemenler yönetim sorununu her zaman böyle kan dökme sorunu haline getirdiler. Demokratik dönüşümlere halkın taleplerine devleti duyarlı açık hale getirmediler. Devlet dedin mi onların özel mülkü parsellediği olan alan oluyor. Halkta devlete çalışan makinanın dişleri, köleleri, hizmetkarları biat edenleridir. Halka biat düşer.  Biat etmeyen herkes haindir öldürülür. Bu iktidar delilerinin aklını başına getirmek gerekiyor. Bütün demokrasi güçleri başta da kadın ve gençliğin Kürdistan’da ve Türkiye’de kol kola omuz omuza antifaşist barikatları örerek daha bilinçli daha örgütlü bir direnişe geçmeli, geliştirmeli ve bu katillerden hesap sormalıdır.