Ayata: Kürtler kongre tarzı birlik oluşturmalı

Ayata: Kürtler kongre tarzı birlik oluşturmalı

PKK’nin kurucu kadrolarından Muzaffer Ayata, DAİŞ saldırıları karşısında Kürtlerin her zamankinden daha fazla birliğe muhtaç olduğunu ifade ederek “Kürtlerin kaderi bu kadar birbirine bağlıyken Kürdüm diyen herkesin ciddi bir cephe birliğine, ortak bir parlamento, kongre tarzı birlik oluşturmaları gerekiyor“ dedi.

Medya Savunma Alanlarında konuştuğumuz Ayata, DAİŞ’in son dönemde Kürt halkına yönelik olan saldırıları ve buna karşı Kürt halkının geliştirmesi gerekenleri değerlendirdi. Ayata bütün demokrasi güçlerinin, farklı inançların, dinlerin el ele bu faşizmi, katliamı, terörü durdurması, ortak bir insanlık cephesi, barikatı oluşturmak gerektiğini belirtti.

DAİŞ nasıl hortlatıldı? Küresel ve bölgesel güçler DAİŞ çetelerini Kürtlere saldırtarak neyi hedeflemektedirler? Bütün bunların arka planını nasıl okumak lazım?

DAİŞ, Ortadoğu’da aniden ortaya çıkan bir çete değildir. Don Kişot gibi her tarafa saldırıp, bütün rejimleri, sınırları ve iktidarları tanımayan, olağan üstü ya da doğaüstü bir şeymiş gibi yere inmedi. Ortadoğu’nun yığılmış sorunlarını, emperyalizm eliyle tasarlamak isteyen iktidarlar ve iktidarların; halklara karşı milliyetçi, otoriter, istihbarata ve baskıya dayalı iç sömürge yönetim tarzıdır. Amerika ve Batılı güçler tarafından desteklenmesi sosyalist- devrimci- demokratik düşüncelere sahip muhalefetin gelişmemesi içindir. Geleneksel gerici egemen sınıflar, din olgusu da dâhil hepsi bunun için kullanıldı. İstihbaratlar, devletler, çelişki ve çıkar çatışması olanlar bu boşluklardan yararlanarak DAİŞ’e imkân sunup alan açtılar. DAİŞ’i destekleyip, yönlendirdiler. Bu devletlerin başında da Türkiye geliyor.

DEVŞİRME ÇETELERE AKP DESTEĞİ

Rojava’yla Suriye sorunu gündeme gelince Türkiye’de çıkarları için çetelere destek vermeye başladı. Nasıl olsa Esad gidecek, batılı güçler Esad’ı götürecek, bizde sınırları açalım, bunu hızlandıralım biçiminde yaklaştılar. Amaçları Suriye yeniden düzenlenirken etki ve yetki paylaşımındaki yerlerini almaktı. 1990’lardaki Körfez savaşında Türkiye Amerika’yla hareket etmeyince Güney’de Kürt Federasyonu oluştu. Türkiye bundan korktu ve rahatsız oldu. Aynı durumun bir daha olmaması için hızlı davranarak sınırlarını açtı. Suriye’yi kanlı bir girdaba, savaşa sürükledi. Çünkü Suriye muhalefeti iç savaşa, silahlı savaşa hazır değildi, örgütlü değildi. Suriye’de hala da ciddi bir muhalefet yoktur. Türkiye devşirilmiş İslam’ı kullanan bütün çetelere sınırlarını açtı, hepsini Suriye’ye soktu.

TÜRKİYE’NİN DAİŞ’LE PAZARLIĞI KÜRTLER

DAİŞ çevreleri rejimle savaşmak, muhalefet etmek, demokrasi cephesinde yer almak yerine Türkiye’nin yönlendirmesiyle Kürtlere yöneldi. Kürtler üçüncü bir yolu kanlı iktidar kavgalarına girmeden hem kendini savunarak hem de demokratik bir rejim inşa ederek tercih etti. Olası yeni bir anayasada ya da demokratik bir Suriye’nin oluşumunda hem örnek olmak, hem de kendi yapıları ve öz kimlikleriyle içinde yer almak istedi. Türkiye bunu baştan beri reddetti kırmızıçizgi olarak ilan etti. Bunlar çok geçmişte kalan olaylar değil. Çok yakın tarihteki olaylar ve bunu herkes hatırlar. Suriye muhalefetini İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da ağırladılar. Kürtleri dışında tutmaya çalıştılar. Dini ve milliyetçiliği kullanan çevreleri topladılar.

Demokratik değerleri en çok temsil eden Kürtlerdi. Kürtler, Kanton sistemini, demokratik halk meclislerini kurdu. Kadınlar yönetimlerde yer aldı. Doğal olarak Batılılar tarafından Kürt hareketinin desteklenmesi ve sahiplenilmesi gerekiyordu. Türkiye’nin ve KDP’nin çabalarıyla Kürt hareketi Batı tarafından çok da resmikabul görmedi, desteklenmedi. Cenevre görüşmelerine de gidiş engellendi. Bu olaylar olurken, haziranın başında Musul, DAİŞ tarafından ele geçirildi. Hedefleri 36. paralelin aşağısında kalan her tarafa saldırıp, ele geçirmekti. Suriye ve Irak’ta İslami bir devlet kurma projelerini açıkladılar.

SURİYE VE IRAK DAİŞ’E TESLİM EDİLDİ

Maliki’nin ordusu ne savaştı ne de direndi. Bütün ordu silahları, cephanelikleri DAİŞ’in eline geçti. Rakka gibi yerlerde ordu cephaneliği ellerine geçti. Öyle oldu ki Irak’ta, Suriye’de DAİŞ baskın güç haline geldi. Önünde durulmayan, karşısında savaşılmayan bir duruma getirildi.

Batılı güçler bütün olanları seyretti. Obama, ilk açıklamasında bunun askeri bir sorun değil, siyasi bir sorun olduğunu açıkladı. Maliki’nin Irak’ı yönetemediğini, Sünnileri kucaklayamadığını bu yüzdende DAİŞ gibi çetelerin Baasçı’larla ittifak yapıp, iktidarda söz sahibi olmak istediklerini var saydılar. İran’da fazla tepki göstermedi. KDP’de kendi bölgelerine karışmama temelinde buna razıydı. Belliydi ki bu güçlerin çoğu olan bitenden haberdardı.

Şengal’deki katliamlar gündeme gelince, HPG, YPG müdahale etti. Bütün Suriye koridorunu DAİŞ’in eline geçmesini önledi. Katliamları önlemeye çalıştı. Ancak, Ezidi halkı tarihinin en büyük katliamlarından biriyle karşı karşıya kaldı. Gerillanın müdahalesiyle belki fiziki olarak öldürülme sayısı önlendi ya da sınırlandı ama Ezidiler köklerinden koparılıp, dağıtıldılar. Topraklarından koparıldılar. Topraklarından koparılan yoksul bir halkın, değişik ülkelere dağılıp tekrar geri gelmesi, kendini güvende hissetmesi çok zordur. Ne Irak yönetimi ne de PDK bu güveni geri verebilir. Zaten KDP bu katliamlara zemin oldu.

KDP en azından çatışarak, oyalayarak sivilleri çekebilirdi. Sivillerin onların elinde kalmasını engelleyebilirdi. Bunların hiç birini yapmadı. Daha sonra Amerika baktı ki Güney’de gidiyor, uçak kaldırıp DAİŞ hedeflerini bombalayacağını açıkladı. İngiltere hızla harekete geçti. DAİŞ’in tehlikeli olduğunu NATO zirvesine getirdiler.

Aktif bir biçimde Amerikalıların, Batılıların gündemine DAİŞ diye bir oluşum girdi. Bütün örgütler istihbaratlar dünyanın dört bir yanından devşirilmiş bu çetelerin Türkiye üzerinden oraya aktarıldığını biliyordu. Rojava’ya, Kobanê’ye saldırılarını bir yıldır herkes seyretti. Hiç müdahale etmeyip, rahatsız olmadılar. Sonuç olarak bu gün baktığımızda Suriye’de, Irak’ta DAİŞ’le savaşan, ona karşı duran tek güç PKK, HPG ve YPG yani Kürtler oldu. Bir yerde Ortadoğu’nun kanlı, rezil, pis işi Kürtlere havale edildi. Kürtlerin enerjisi gücü bu biçimde tüketilmeye çalışıldı.

KOBANE SINIRINDA BEKLETİLEN SÖZLEŞME

Amerika, Suriye’deki DAİŞ hedeflerini de bombalayacağız diyor. Cidde’de toplantı yapıldı, kendi çıkarlarına göre kararlar aldılar. Toplantıda 40 ülke bu operasyonlara destek vereceğini söyledi. Son bir haftadır DAİŞ bütün gücüyle üç koldan Kobanê’ye saldırırken, ağır silahlarıyla beraber açık hedef halindeyken Amerika neden bombalamıyor? Neyi bekliyorlar? Burada görülen şudur; Kürtler savaşacak, güç kaybedip zayıf düşecekler ve KDP üzerinden Kürtler kontrole alınacak.Zayıflatılmış, alternatif olmaktan çıkarılmış bir Kürt halkı ve Kürt hareketi dışında Ortadoğu’yu, halkları zayıflatarak yeniden kendilerine bağlayacaklar.

Birçok devletin farklı hesapları var. Bu güne kadar herkes diyordu ki; Suudi Arabistan, Katar DAİŞ’e destek veriyor,DAİŞ’i finanse ediyor. Ama BM güvenlik konseyi kararlar aldıktan sonra Amerika harekete geçip, destek veren ülkelere yaptırım uygulanacağını söyledi. Bunun üzerine Katar ve Suudi Arabistan, destek vermediklerini açıkladılar. Suudi Arabistan diyor ki; “DAİŞ çok tehlikeli iki aya kadar terör Avrupa’nın kapılarına dayanır. Sonra Amerika’ya dayanır”. Herkes birden ayrıldı. Peki, bu DAİŞ nereden geldi? Bu kadar insanı, silahı, finansmanı ve uluslararası giriş çıkışı nasıl sağladı? Söylenenlere göre hiçbir devlet yardım etmemiş. Türkiye kabul etmiyor. Ellerinde rehinelerimiz var bazı ittifaklara katılamıyoruz ama biz DAİŞ’i desteklemeyiz. Ama her şey ayyuka çıktı.

Türkiye’de muhalefet partileri, basın gündeme getirdi. Sadece Kürtlerin iddiası değil. AKP’nin sınırlarını DAİŞ’e açtığını her tür giriş çıkışa kolaylık sağladığını hastalarını, yaralılarını getirip tedavi ettiklerini hiç birinin yaptırıma tabi olmadığını, tutuklanmadığını serbest hareket ettiğini bilmeyen kalmadı. Bölge halkıda biliyor, dünya alemde biliyor. Dünya basını yeni yeni yazmaya başladı. Türkiye’de agresif bir şekilde yalanlayarak işi kurtarmaya çalışıyor. Ama manzara ortadadır. Bu kadar gücün girip çıkması devletlerin desteği, toleransı olmadan mümkün değildir.

Türk devletinin DAİŞ’le ortaklığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye diyor ki; biz sınırlarımızı korumak için tampon bölge oluşturacağız. Herkes biliyor ki bu iyi niyetli bir davranış, politika değil. Madem sınırlarını korumak içim tampon bölgeye ihtiyaç duyacak kadar bu gün kaygılısın neden şimdiye kadar sınırlarını korumadın. Sınırlarını sonuna kadar açtın. Hatay’da halk, esnaf rahatsızdı. Diyorlardı ki, “bunlar gelip bizden haraç alıyor. Suriye’den gelen silahlı gruplar gelip baskı yapıyor”. Sınır kapısında araba yüklü bombalar patlatıldı. Onlarca insan öldürüldü, imha edildi. Türkiye yeni mi bunun farkına vardı. Türkiye hem kirli geçmişini perdelemek, hem de Kürtlerin hareket ve başarı ortamını zehirlemek, müdahale etmek kontrolü kendince elinde tutmak istiyor. Ciddi bir devlet politikası değil.

TÜRKİYE’NİN PLANLARI SUYA DÜŞTÜ

Davutoğlu’nun, Erdoğan’ın çizdiği komşuya sıfır problem politikası sonucu ortada komşu da kalmadı. Türkiye ile hareket eden kim kaldı ki? KDP’yide yalnız bıraktılar. DAİŞ Hewlêre 20 km. yakınlaşırken Türkiye kılını bile kıpırdatmadı. KDP bunu gördü. Bundan dolayı Türkiye’ye güvenmiyor. Türkiye komşularına hiç güven vermedi. Onları dikkate almadı, çıkarlarını onlarla paylaşmadı. Son derece bencil, Batıcı, egemenlikçi Osmanlı hortlatması bir zihniyetle herkesi kullanmaya, kontrolü altına almaya çalıştı ama bu planı tutmadı.

AKP’nin çözüm sürecine yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barış süreci işliyor, sahip çıkıyoruz diyorlar ama önderliğimizin yıllardır büyük bir sabırla, metanetle savaşa son vermek, Kürt-Türk ilişkilerine demokratik bir içerik kazandırmak, halkların barış içerisinde bir arada yaşaması için harcadığı emeği, birikimi görmezden geliyorlar. Türkiye hala bir gafleti yaşıyor ve bunun farkında değil. Tarihi bir sorunu kökten çözmek yerine hala küçük kurnazlıklar, iktidar hileleri oyunlarıyla seçim kazanma, zamana yayma meseleleriyle boğuşuyor.

AKP’NİN KÜRT’E TAHAMMÜLÜ YOK

AKP’nin Kürt okullarını mühürlemesi ne anlama geliyor?

Türkiye’de bin beş yüzün üzerinde okul var. Kürtler üç beş okul açmış eğitim görmüş ne olacak yani. Türkiye’nin taşlarımı yerinden oynayacak. Eskiden yasaktı. Bazı alanlarda şimdi serbest bırakıldı ne oldu. Neyini eksiltti? Karadeniz’de balıklar mı eksildi? Konya ovasında ekinler mi yetişmez oldu? Halkları bu kadar katı bir imhaya, inkâra, soykırıma almak bu çağda onursuzluktur. Hala Klasik değimlerle toplumu oyalamaya, zaman öldürmeye barış fırsatlarını tehlikeye atmaya çalışıyorlar. Sorun çözülmez ve zamana yayılırsa barış karşıtları da daha çok sabote edici harekete geçecek. Kürtler ne zamana kadar dirayet gösterip sabredecek.

Türkiye’de özel televizyonlar açıldığında hatırlanırsa televizyonlar yasası yoktu. TurgutÖzal başbakandı. O televizyonları mühürlemedi. Anlayış gösterildi. Televizyonların yayınları sürdü ta ki kamuoyu oluşana kadar. Ve yasa çıkarıldı. Türkiye bu yasalara sığınamaz. Üçtane Kürt Okulu açılmış toplasan üç okulda iki yüz Kürt öğrenci yok.

Yirmi milyon Kürt’ten 200 öğrenci anadil eğitimine başlamış tankları, panzerleri kapıya götürüp bunları mühürlemenin ne gereği var. Türkiye’nin neyi tehlikeye girdi ki bu kadar polis gücüyle kapılar mühürleniyor. Sen hala bir halkın diline, kültürüne, ağzına mührü vuracaksın kendini ifade etmesine, dilini öğrenmesine tahammülsüz olacaksın arkasından diyeceksin ki işte ben tarihi barış yapıyorum ya da Kürtlerle müzakere masasındayım. Diğer eylemler için şiddet içeriyor diyorlardı. Ama bu gayet meşru şiddet içermeyen bir hak ve inşa eylemliliğidir. Türkiye diyor ki: biz okullarda, enstitülerde Kürtçe öğretmen yetiştiriyoruz. TRT 6 i açtık. Kürtçeyi de o kadar devletleştirmen gerekmiyor. Bırak Kürtler de kendi okullarını açsın. Türkiye’de özel okul yasaları da var. Özel okullar da açılıyor. Kürtler de kendileri için bazı okullar açarsa ne olur. Kürt gençlerini askere alıyorsun, Kürtlerden topladığın paralarla Kürt çocuklarını Türkleştiriyorsun, zoraki Türkçe eğitim veriyorsun. Kürtçe eğitim mi zoruna gidiyor.

ANADİLDE EĞİTİM SEÇİM YATIRIMI

Bugün resmi dil Türkçedir. Kürtler bunu inkâr etmiyor. Ama kendi dillerini de öğrenmeleri en doğal haklarıdır. Bütün uluslararası yasalar, çağdaş görüşler bunu doğal bir hak olarak görüyor. Anadil hakkı pazarlık konusu bile edilemez. Ama işte Türkiye’nin çözüm sürecine dönük plan ve projesinin olmadığını, oyalama amaçlı olduğunu, topluma güven vermediğini gösteriyor. İşte en son tartışıyoruz, görüşüyoruz. Eylül sonuna kadar heyetler belirlenecek, görüşmeler başlayacak ama hala HDP heyeti dışında kimse İmralı’ya gitmiş değildir. Açık şeffaf bir görüşmenin yürütülmesinin önünde hükümetin kendisi engeldir. Türk halkı ve muhalefet de engel değildir. Eylül ayının sonu da geliyor ama ortada çözüm adına hiçbir şey yok

Kuzey ve Rojava Kürdistan’ında askeri, ideolojik, psikolojik birçok açıdan Kürtlere yönelik sürdürülen saldırılar karşısında Kürdistan parçaları, halkı nasıl ortaklaşabilir ve demokratik inşaya katkı sunabilir?

Kürtler büyük bir halktır. Sömürgeciliği ve soykırımı istemiyorsa savaş gerçeğine göre kendini örgütlemelidir. Kırk yıla yakın Kuzey Kurdistan’da bir direniş mücadelesi var. Daha savaş bitmemiş. Çatışmasızlık ortamı var ama barışın ne olacağı belirsiz. Kürtler uluslararası herhangi bir destek görmüyorlar. Güçlü ittifakları yok. Ekonomik, siyasal, askeri, diplomatik destek almıyorlar. Bütün bu alanlarda mücadele ediyor. Sürdürdüğü savaşta ayakta kalabilmesi için üretim de yapması gerekiyor. Güçlü destekleri yoksa ne yapacaklar. Direniyorlar. Direnen bir halkın da en başta bir savaş ekonomisi olmalı, savaş gerçeğine göre kendini koruması gerekiyor. Bunun yolu da üretimden kopmamaktır. Bunu yaparken de kapitalist sistemin talana, sömürüye dayalı sistemi yerine daha halkçı daha demokratik, komünal ekonomiyi inşa etmesi gerekiyor.

Kürtler bir yandan savaşırken aynı zamanda nasıl bir toplum projeleri varsa ertelemeden çok hızlı biçimde hayata geçirmelidir. Tabi şuanda tüm sorunlar çözülmüş, barış yapılmış bir ortamdaki inşadan söz etmiyoruz. Savaşan bir halk gerçekliği içerisinde bir inşadan bahsediyoruz. Savaşın kaybedilmemesi, direnişin devam etmesi lazım. Kazanımların korunması gerekiyor. Bu kazanımları ve

Yeni sistemi korumada ideolojiye uygun olmalıdır.
Artık iki devrim iç içe geçmiş, sınırlar kalkmıştır. Zaten suni sınırlardı. Halkımız parçalanmıştı. Hep böyle tanımladık. Şimdi fiili olarak da sınırlar kalktı. DAİŞ iki taraftan saldırıyor. Türkiye yine öyle. Suruç’la Kobanê’yi birbirinden nasıl ayırabilirler ki Kobanê savaştayken Suruç nasıl seyredecek. İlgisiz kalacak. Eski devir kapandı.

Kuzey ve Rojava devrimi iç içeydi Güneyde eklendi

Kobanê ya da Rojava yeni devrimin içine girmemişler ki Önderliğin o alana geçmesiyle binlercesi Kuzey devrimine katıldı. Şehit verdiler. Gerillada eğitim gördüler, oradaki halk mücadelenin içerisinde yer aldı. Politik bilinç ve birikim kazandılar. Belki orada savaşmadılar. Ama zaten devrimin içerisindeydiler. Bugünkü devrim, mücadele birden ortaya çıkmadı. Bu birikimin devamıydı. Zaten Rojava ile Kuzey devrimi iç içe geçmişti. Bugün işte Güney’de buna eklendi. Üç parçanın iç içe geçmişliği var. Önemli olan parça halklarının birlik sağlamaları, Kurdistan demokrasisini, özgürlüğünü, kimliklerini korumalarını, kendi topraklarını sahiplenmelerini kabul etmeleri çok önemlidir.

Kurdistani olduğunu söyleyen çevreler, örgütler, gruplar da artık eski boş tartışmaları bırakmalıdır.Bulundukları cephelerden birbirini karalayan değerlendirmeler yapmaktan vazgeçmelidirler. Bütün bunlar anlamsızlaştı. Toplumlar tehlike altındadır. Parçalar imha ile karşı karşıyadır. Bir çırpıda Hewlêr gidiyordu. Bütün Güney kazanımları elden gidiyordu. Sözüm ona devlet ilan edeceklerdi. Petrol satacaklardı, dünya onları tanıyordu. Birçok Kürt çevresi onlara hayranlık belirtiyordu. Ama bir baktık Hewlêr’e 20 km girmişler. Hewlêr boşalmaya başladı. Hükümet ortada görünmedi. Gerilla müdahalesi olmasaydı Hewlêr gitmişti. Herkes bu kadar tehlike altındayken, Kürtlerin kaderi bu kadar birbirine bağlıyken Kürdüm diyen herkesin ciddi bir cephe birliğine, ortak bir parlamento, kongre tarzı birlik oluşturmaları gerekiyor.

Önderliğin, Partimizin uzun yıllardan beri kongre için çağrıları vardı. Bizzat Önderlik Barzani’nin yanına heyetler göndermeye çalıştı. Ama bir türlü olmadı. Şu anda da görülüyor. Önündeki tek engel PDK zihniyetidir. Yoksa bütün Kurdistani güçler böyle bir kongreyi savunuyor. Karşı çıkan yok. Ama nedense bir türlü toplanamıyor. Kürt hareketleri istemiyor diyemeyiz. Sadece PDK’nin Türkiye, İran’la olan ilişkileri ve iktidar anlayışı buna engeldir. Kürt birliğinde bağlayıcı, demokratik bir sorumluluk altına girmek istemiyor. İstediği gibi yönetmek istediği gibi anlaşma yapmak, Şengal’de olduğu gibi istediği zamanbırakıp çekilmek istiyor.
YAŞAM İÇİN ÖZ SAVUNMA

Katliam ve kültürel soykırım karşısında öz savunma Kürtler için ne anlama geliyor?

Öz savunma Kürtler için yaşam anlamına geliyor. Kürtler kimin himayesine girecek, kimden icazet alacaklar, hayat çok somut. Çok fazla eğmeye bükmeye gerek yoktur. Türkiye Kürtlerin savunmasını üstlenmiyor. Bağdat da üstlenmedi. Şam da üstlenmiyor. Egemen ülkeler bunlar. Kendileri Kürtlerin yaşam varlığını uzun yıllardır tehdit ediyor. Uzun yıllar Kürtleri tanımadılar, yok saydılar, zulümle yönettiler. Bu başkentler bugün bundan vazgeçmiş değiller. Dikkat edelim batı Güney Kurdistan yönetimine silah verelim kendini korusun diyor. Türkiye yardım edeceğine Batı’ya,“hayır silah vermeyin, bu silahların PKK’nin eline geçme tehlikesi var” diyor. Peki, PKK senin düşmanınsa sen hala PKK’yi bir düşmanın olarak görüyorsan Güney’deki Rojava’daki Kürtlerle nasıl dost olacaksın. Ya da Kuzey’deki Kürtler sana nasıl güvenecektir. O zaman güvenliğini sana nasıl havale edecek. İşte KCK operasyonlarında gördük. Her sabah operasyon haberleriyle uyandık. Binlerce insanımız tutuklandı. Panzerler sokakta kol geziyor. Onlarca insan panzerlerin altında ezildi. Kurdun kuzuya girmesi gibi sürekli tutuklanmak, talan olmak, Şengal’deolduğu gibi yerini yurdunu terk etmek katliama uğramak Kürtlerin kaderi olamaz. Bütün bunlar gösteriyor ki Kürtler bir yere sefer düzenlemek için değil sadece yaşamak için her canlının hakkı olan savunma hakkını kullanmalıdır.

Bütün canlıların öz savunması vardır. Kürtleri bundan düşürmüşlerdi. Kürtler yeni yeni öz savunma temelinde örgütlenmeye başladılar. Hala tam örgütlenememişken, imhayı bertaraf edememişken sanki dünyanın en kötü işlerini yapıyormuşlar gibi Türkiye gibi devletler yaygara yapıyor. Kendileri NATO’nun en büyük ordusunu beslemekle övünüyor, Kürtlerin birkaç bin kişilik gerilla örgütlenmesine de kıyamet koparıyor. Burada dürüstlük, eşitlik, halklar arası güven yok ki. Bunu kimseye anlatamazlar. Türkiye’nin zihniyetini değiştirmesi lazım. Türkiye gibi düşünen devletlerin, örgütlerin zamanı geçti. O kafadan vazgeçmeleri gerekiyor. O kafa bölgeye hep yasak, savaş ve felaket getirdi. Hep baskı getirdi. İran’a bakalım. Şeriat dediler ülkeyi ne hale getirdiler. İran’da demokrasi, özgürlük yoktur. Refah düzeyi çok düşüktür. İran halkı mevcut rejimden memnun değildir. Bu tür yönetimlerle nereye kadar gidebilirler.

KADIN VE GENÇLİĞİN GÜCÜ SINIR TANIMAZ

Kadın ve gençliğin bu süreçte eylemlilikleri istenilen boyutta mıdır? Değilse hangi yöntemler değerlendirilmelidir?

Yeterli değildir. Türkiye’de yirmi milyon Kürt var. Yirmi milyon insanın yaş ortalamasının büyük çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Uzun yıllara dayalı bir gençlik ve kadın hareketi deneyimi de oluştu. Toplumun ve siyasetin bütün kademelerinde kadın ve gençlik aktif rol alıyor. Yönetimde yer alıyor. Bugün Kürtlerin askeri gücüne ve nüfusuna baktığımızda hem gerillaya katılımın az olduğunu hem de demokratik direniş ortamında da nüfusa göre fazla etkili değiller. Bugün Kürtler katliam altındayken, Şengal hala göz önündeyken bütün gençlerin, kadınların ayaklanması gerekiyor. Halk ayağa kalkmalı, sınır diye bir şey kalmamalıdır. Gerilla saflarına her gün yüzlerce binlerce insan akmalıdır. Onun dışında özgürlük nasıl kazanılır, imhalar nasıl durdurulur?

Kadın ve gençlik kesimi harekete geçmezse katliamların hesabını sormazsa halkımız her zaman katliamların ardından gözyaşı döker. Bunları yaşamamanın tek yolu örgütlü olmaktır. Örgütlü bir direnişte de gençlik ve kadın daha çok seferber olmalıdır.

Kürtler Türkler, Araplar ve Farslar iç içe yaşıyorlar. Ortak sorunları ve tarihi ortaklıkları vardır. Hepsi faşizmden, katliamlardan, işkencelerden nasibini almışlar. Ortadoğu yüzyıllardır bu acı, gözyaşı savaş ve yıkımlar deryasından süzülerek geldi. Bu açıdan bütün demokrasi güçlerinin, farklı inançların, dinlerin el ele bu faşizmi, katliamı, terörü durdurması gerekir. Ortak bir insanlık cephesi, barikatı oluşturmak gerekiyor.