Av. Yılmaz: ‘Gönüllü geri dönüş’ insan haklarına aykırı

Avukat Abdülhalim Yılmaz, Türk hükümetinin “gönüllü geri dönüş” adı altında Suriyelileri sınırdışı etmesinin insan haklarına aykırı olduğunu belirtti.

Yaklaşık 3 milyon Suriyeliye geçici koruma statüsü bakımından ev sahipliği yapan Türkiye’de Suriyelilere karşı nefret gün geçtikçe artıyor. Ülkede yaşanan neredeyse her şeyden Suriyeliler sorumlu tutulmaya başlandı. Dahası Suriyelilere karşı nefret birçok kez linç girişimlerine ve toplu hezeyanlara kadar varıyor. Suriyelilere karşı başlayan bu nefret aynı zamanda Arapların tümüne karşı olma durumuna da dönüştü.

Toplumun neredeyse her kesiminden yükselen nefret söylemleri, son seçimlerde AKP’nin kendi tabanından da Suriyelilere ilişkin itirazlar ve de İstanbul İkitelli’de yaşanan linç neticesinde Erdoğan ‘Suça karılan Suriyelileri sınır dışı edeceğiz’ dedi. Öncesinde içişleri bakanı Süleyman Soylu ise İstanbul’daki Arapça tabelaların kaldıracaklarını açıklamıştı.

Peki, geçici koruma statüsünde olan kişiler için sınır dışı etme süreci nasıl yaşanıyor? Suriyelilere karşı nefret söyleminin bu kadar yükseldiği Türkiye’de suç nasıl tespit edilecek? Bu soruların cevabını Avukat Abdülhalim Yılmaz’a sorduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan suç işleyen Suriyelilerin geri gönderileceğini söyledi. Peki, geçici koruma statüsündekiler için süreç nasıl işliyor?

Sınır dışı etme, ülkeden çıkarmak demektir. Geçici koruma veya uluslararası koruma kapsamındaki kişiler, hayatlarının ve özgürlüklerinin tehlike altında olacağı bir yere gönderilemez, sınır dışı edilemez. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan kişinin mahkemeye başvurma ve itiraz etme hakkı vardır.

Yabacılar ile vatandaşlar, ülkede kalmak bakımından eşit değildirler. İdare, adı suça karışsın veya karışmasın, gerekli gördüğü anda, istemediği yabancıyı (mülteci, göçmen, geçici koruma, turist veya düzensiz göçmen fark etmeksizin) sınır dışı edebiliyor. Buradaki sıkıntı, OHAL ilanından sonra 676 sayılı KHK ile idareye sınırsız sınır dışı etme yetkisi verilmesi… Geri gönderme yasağı kapsamında olan ve uluslararası koruma kapsamında olan kişiler dahi “usuli güvence” (hukuki güvence) olmadan derhal sınır dışı edilebiliyor. Yani idare, sınır dışı etmek istediği kişiyi gözaltına aldığında, dava açmasının bir faydası yok, idare istediği zaman gönderiyor, dava açsa ve daha sonra davayı kazansa (işlemin haksızlığı tescil edilse bile) faydası olmuyor.

Yani mahkeme de korumuyor…

Geçici koruma kapsamındakiler veya diğer göçmenler, bir suçtan mahkûmiyet, dava veya soruşturma dahi olması dahi gerekmeden sınır dışı edilebiliyor ki epeyce örnekleri var. Bunun hukuki dayanağı var, ancak OHAL KHK’sıyla getirilen düzenleme insan haklarına tamamen aykırı. Kısa süre önce Anayasa Mahkemesi de bu tespiti yaptı. Sorun şu ki, bir suç şüphesi dahi olmadan veya beraat / takipsizlik kararı olmasına rağmen, idarece suçlanıp sınır dışı işlemi yapılan kişiler var. Dahası, geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler hakkında sınır dışı kararı alınmadan veya “gönüllü (!) geri dönüş” adı altında zorla, hayati tehlike altında geri gönderme vakaları oluyor.

Birçok kez Suriyelilerin yaptığı varsayılan şeyler gündeme geliyor ve ardından linç, provokasyon başlıyor. Böylesi bir ortamda bu durum daha da sıkıntılı olacaktır sanırım?

Maalesef mağdur olmasına ve suça karışmamasına rağmen, birçok Suriyeli zorla gönderilme ile karşı karşıya kaldı. Zorla Suriye’ye gönderilip hayati tehlikeyle karşılaşanlar da oldu.

Öte yandan sosyal olaylarda, siyasetçi ve yöneticilerin daha sakin ve ılımlı bir dil kullanması, kelimeleri dahi özenle seçmesi gerekir. Yersiz ve yalan bilgilere kanarak galeyana gelenlerin gönlünü almak için göçmenlerin aleyhinde konuşmak, sığınmacıları oy ve siyaset malzemesi yapmak çok sıkıntılı sonuçlar doğurabilir. Linç ve provokasyonlarda, gerekli müdahale acilen yapılmalı, derhal soruşturma yapılarak sorumlular ortaya çıkartılması ve gerekli tedbirlerin alınması gerekir. Yalan haber yayanlar, provokasyon yapanlar derdest edilerek soruşturma ve kovuşturma işlemleri yapılması gerekir. Aksi halde, cezasız kalan provokasyonlar daha kötü sorunlara, kamu düzeni açısından ciddi tehlikelere neden olabilir.

Erdoğan aynı açıklamada sağlık hizmeti için belli bir ödenek isteneceğini söyledi yine Suriyeliler için. Peki, zaten Türkiye AB’den destek almadı mı?

Sağlık hizmeti için söylenen konu hakkında detaylı bilgi sahibi değilim. Ancak, Suriyelilerin çalışma izni konusunda çok zorluk yaşadıkları, ekonomik sorunlarla boğuştukları çok açık. Ekonomik durumu iyi olan Suriyelilerden sağlık hizmeti için katkı payı alınabilir, ancak bunu hepsine yaymak, sosyal devlet anlayışına aykırı olacaktır.

Diğer yandan, sığınmacılar bakımından AB ile Türkiye arasındaki anlaşmaların hukuki ve ahlaki açıdan sorunlu olduğunu dile getirmiştik. Ancak, mevcut durumda AB tarafı bu anlaşmadaki maddi taahhütlerini dahi yerine getirmedi. Sığınmacılar için külfet / yük paylaşımı sözünü tam olarak tutmuş değil. AB’nin sağlık konusunda ek taahhütte bulunmasını ve yerine getirmesini beklemek de hayal gibi görünüyor.

Son olarak Arapça tabelaları tepki topladı, bunların değiştirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Arapça tabelalı dükkânların müşterilerin çoğunluğu yine Suriyeli. Demokratik bir ülkede dil yasağı olmamalı. Kaldı ki, ülkemizde yerli (vatandaşlar) olarak ciddi bir Arap nüfusu var.

Belediyelerin yasak ve uygulamaları, genellikle milliyetçi ve Kemalist kesimlere hoş görünmek ve oy kaygısı ile yapılıyor. Belediyelerin, İngilizce ve Fransızca dilinde yazılı olan tabelalara ilişmemesi de buradaki ikiyüzlülüğü ortaya koyuyor.

Bir yandan Osmanlı bakiyesi olmakla övünüp, diğer yandan ulus-devlet formlarını katı şekilde savunmak bize özgü bir çelişki sanırım. Bu anlamda, mülteci kamplarında Türkçe, Arapça ve İngilizce bilgilendirme tabelaları olması iyi bir örnek. Türkiye, Osmanlıya öykünecekse veya tüm vatandaşlarına sahip çıkacaksa, Türkçenin yanında yerine göre Arapça, Kürtçe veya başkaca dilleri kullanmaktan endişe edecek bir şey olmadığını, tersine zenginlik olduğunu ve vatandaşı devletle bağını güçlendireceğini fark etmek lazım.