Av.Turgut: CPT’nin pasif tavrı İmralı tecridini derinleştiriyor

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Turgut, iç hukuk mekanizmalarının tıkandığı salgın döneminde, CPT’nin kuruluş değerlerine aykırılık oluşturan pasif tavırlarının İmralı tecridinin derinleşmesine ve kaygıların artmasına neden olduğunu kaydetti.

Salgın açısından hem yaş itibariyle en riskli kategoride yer alan, hem de 21 yıldır tutulduğu ağır tecrit koşulları nedeniyle kronik rahatsızlıkları bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 27 Nisan’dan bu yana haber alınamıyor. Müvekkilleri Öcalan’a yönelik hukuk ve ahlak ölçülerine sığmayan tecride, bir de salgın tehdidinin eklenmesinin kaygılarını her geçen gün daha da derinleştirip artırdığını vurgulayan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Turgut, ANF’ye konuştu.

Turgut, Covid-19 virüsünün Türkiye’de baş gösterdiği 11 Mart 2020 tarihinden beri Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulunarak gerekli tedbir ve önlemler alınmasına ve uygun koşullarda görüşmelerin sağlanmasını talep ettiklerine ancak cevap alamadıklarına dikkat çekti.

BU KAYITSIZLIK KABUL EDİLEMEZ!

Müvekkilleri Abdullah Öcalan ile birlikte Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım’ın cezaevinde yaşadıkları olumsuz koşulların tüm kamuoyunun malumu olduğunu hatırlatan Turgut, durumu şöyle özetledi: "Müvekkilimiz Sayın Öcalan’ın cezaevinde kalma süresinin uzunluğu, bu süreye bağlı kronik hastalıklarının varlığı, yaş ve fiziksel durumları, ada hapishanesinin iklim koşulları, cezaevi dışında tam teşekküllü bir sağlık kuruluşuna erişim imkansızlıkları, ziyaret ve telefon konusunda uygulanan tecrit nedeniyle yaşanan iletişim imkansızlıkları ortada.

Durum böyle iken Covid-19 hastalığının İmralı Adası’na bulaşmasının önünü alma amaçlı bir dizi tedbirin alınması ve bu hususta tarafımıza bilgi verilip, müvekkillerimizin aileleri ve avukatları ile telefon görüşmelerinin sağlanması talebi karşılığındaki kayıtsızlık kabul edilemez."

BURSA İNFAZ HAKİMLİĞİ BÖYLESİ CİDDİ BİR DURUMDA SORUMLULUK KABUL ETMEDİ

İmralı cezaevinde salgına karşı alınması gereken tedbirler konusundaki taleplerinin Bursa İnfaz Hakimliği’nce “infaz hakimliğinin görevi kapsamında olmadığı” gerekçesiyle reddedildiğine dikkat çeken Turgut, "Halbuki Anayasa Mahkemesi Sayın Abdullah Öcalan ile ilgili olarak 2018 yılında vermiş olduğu bir kararda kurum uygulamalarında ve dışarı ile ilişkilerinde ilk itiraz merciinin infaz hakimliği olduğunu belirtmişti. Böylelikle yasal olarak kendini muhatap kılan infaz hakimliği müvekkillerimizin sağlık durumu, gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı bilgisinin verilmesi gibi böylesi ciddi bir durumda sorumluluk kabul etmedi" dedi.

Turgut, aile ve avukatları ile derhal telefonla iletişim kurulması taleplerinin de her dört müvekkil hakkında 6 ay süre ile telefonla görüşme kısıtlamaları gerekçesiyle reddedildiğine işaret etti. İnfaz Hakimlikleri’nin bu kararlarının Ağır Ceza Mahkemesi’nce onandığını belirten Turgut, bu hususu tedbir talepli olarak 19 Haziran'da Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdıklarını anlatarak, "Tedbir talebi pandemi koşullarıyla birleşen ağır tecrit ve iletişimsizlik halinin yaratmış olduğu kötü muamele koşullarının kaldırılmasına dönük acil bir talepti. Ancak acilen karar verilmesi gereken tedbir talebimize aradan 1 aydan fazla süre geçmiş olmasına rağmen hala yanıt verilmedi" diye konuştu.

İmralı Adası’nın nemli, rutubetli iklim koşullarına sahip olduğuna; bu yüzden de yaz ve kış mevsimlerinde sağlıklı bir havalandırma ortamı bulunmadığına dikkat çeken Turgut, bu durumun 21 yıldır tecritte tutulan müvekkilleri Öcalan’ın sağlığını olumsuz yönde etkilediğini, üst solunum yolu rahatsızlıkları baş gösterdiğini ve nefes alıp vermede zorluklar yaşadığını belirtti.

Turgut, müvekkilinin kaldığı hücre şartları, havalandırmadan ve güneşten yeterince yararlandırılmaması, yaş durumu ve solunum yolları ile ilgili kronik rahatsızlıkları birlikte düşünüldüğünde ise, Covid-19 açısından en ağır risk grubu içerisinde olduğunu vurguladı. Turgut, ayrıca İmralı'da hastalığın yayılımına zemin oluşturacak şekilde dışarıyla temas halinde olan bin civarı personelin yanı sıra, kantin vb. ihtiyaçlar için sürekli olarak kara ile bir sirkülasyon söz konusu olmasının risk durumunu daha da artırdığına işaret etti.

Aynı durumun 2015 yılında İmralı adasına getirilen ve zaten uzun yıllardır cezaevlerinde kalan müvekkilleri Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım için de geçerli olduğunu dile getiren Turgut, Hamili Yıldırım’ı örnek göstererek, 30 yılı aşkın bir süredir cezaevinde olduğuna dikkat çekti.

TECRİT SALGIN SÜRECİYLE BAŞKA BİR BOYUTA EVRİLDİ

Var olan mutlak tecrit durumunun salgın süreciyle birlikte başka bir boyuta evrildiğini belirten Turgut, şunları kaydetti: "Bilindiği üzere, Sayın Öcalan İmralı’da 10 yıl boyunca tek başına bırakıldı. Toplumla bağı koparılarak, iradesi teslim alınarak tasfiye edilmek istendi. Tabi bununla Kürt iradesi de bastırılmak istendi. Bu gerçekleşmeyip boşa çıkarılınca, bu sefer yeni ve daha da derinleştirilmiş, yoğunlaştırılmış bir tecrit devreye konuldu. Zaman içerisinde tecrit yetmiyormuş gibi disiplin cezaları da verildi, fiziki müdahale ve ölüm tehditleri oldu.

Düzenli de olmasa aile ve avukat ziyaret görüşleri aksaklıklara rağmen yapılıyordu ama 2011 yılından itibaren avukat görüşüne izin verilmedi ve 2016 yılına gelindiğinde bu durum mutlak tecrit halini aldı. Dış dünya ile bağ tümden kesildi. Aile ve avukat görüşünün engellenmesinin yanı sıra her türlü iletişim ve haberleşme tümden kesildi. Avukatların dosyalara erişimi engellendi.

Mutlak bir haber alamama durumu gelişti. Bu durum 7 Kasım 2018 yılında Leyla Güven öncülüğünde gelişen açlık grevleri ve kamuoyu baskısıyla kısmen aşılabildi. Ancak 7 Ağustos 2019 tarihli avukat ziyaretinden sonra avukat görüşmeleri yeniden engellenmeye başladı. İmralı adasında bulunan diğer müvekkillerin ise bütün taleplerine rağmen beş yılı aşkın süredir henüz hiçbir avukat görüşü gerçekleştirmelerine müsaade edilmedi."

HUKUKSUZLUĞUN VE KEYFİYETİN AÇIK RESMİ!

Müvekkilleriyle son etkileşimin aileleri üzerinden telefon aracılığıyla 27 Nisan 2020 tarihinde gerçekleştiğini hatırlatan Turgut, o tarihten itibaren haber alamadıklarına işaret etti. Müvekkilleri Öcalan’ın 27 Nisan tarihinde 21 yıl sonra ilk defa aile ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğine dikkat çeken Turgut, bu durumun süregelen hukuksuzluğun ve keyfiyetin açık resmi olduğunu vurguladı. Turgut, Öcalan’ın kardeşiyle yaptığı bu ilk ve son telefon görüşmesinde belirsizlik ve öngörülemezlik durumunu ise, "Şu an sağlık durumum iyi ama ileride ne olacağını bilemem" diyerek ifade ettiğine de dikkat çekti.

İmralı’yı hukuksuzluk ve keyfiyetin maksimum, hukuki güvenlik ve öngörülebilirliğin minimum olduğu bir hapishane olarak tarif eden Turgut, İmralı cezaevinin uluslararası komplonun amaçladığı çözümsüzlük politikalarının bir ürünü olduğunun altını çizdi. Turgut, bu ada hapishanesinde yeni bir sistem yaratıldığını ve bu sistem doğrultusunda giderek dozu artırılan bir tecridin devreye sokulduğunu hatırlattı. Adanın yasak bölge kapsamında olduğunu belirten Turgut, müvekkillerinin hiçbir temel haktan faydalandırılmadığı gibi dışarısı ile mutlak bir bağlantısızlık durumunun hakim olduğunu söyledi.

CPT ACİL BAŞLIKLI ÇAĞRIYA DA SESSİZ KALDI

Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) salgın sürecinde 20.03.2020 tarihindeki "İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur Kırıcı Muamelenin veya Cezanın Önlenmesi ile Koronavirüs hastalığı bağlamında Özgürlüklerinden Yoksun Bırakılmış Kişilere Karşı Muamele ile İlgili İlkeler Beyannamesi"ni hatırlatan Turgut, bu beyannameyi referans alıp Asrın Hukuk Bürosu olarak 18 Nisan tarihinde CPT’ye acil çağrısıyla bir başvuru yaptıklarını belirtti.

Turgut şöyle konuştu: "Bu başvuruda, Adalet Bakanlığı ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve ilgili hükümet yetkilileri ile irtibata geçerek mevcut durumun öğrenilmesi, yetkililerden koronavirüsün İmralı Ada Hapishanesi’ne ve müvekkillere bulaşmasının mutlak surette engellenmesi için gerekli tüm tedbirlerin alınmasının talep edilmesi ve sağlanması, acil bir şekilde aile ve bizlerin uygun koşullar altında görüşme gerçekleştirmelerinin sağlanması için gerekli adımların atılması, yine acil bir şekilde aile ve bizlerin müvekkillerle telefon ile görüşmelerinin sağlanması için girişimlerde bulunulması vb. gibi bir dizi talepte bulunduk.

Söz konusu talepler etkili bir şekilde yerine getirilene ve müvekkillerin sağlık ve güvenlikleri ile temel hak ve özgürlükleri tesis edilene kadar sürecin etkili takipçisi olunmasını talep ettik." CPT’nin talepleri hususunda şu an sessiz olduğuna dikkat çeken Turgut, taleplerine ilişkin harekete geçip geçilmediği konusunda henüz bilgi sahibi olmadıklarını söyledi.

CPT’NİN 2010 RAPORU OLUMSUZ KOŞULLARI AÇIKÇA ORTAYA KOYUYOR

CPT’nin 2010 yılında yayınladığı raporda İmralı Ada Hapishanesi’ni, 'Temel hastalığa karşı korumasız alan' olarak tanımladığını vurgulayan Turgut, bunun İmralı Hapishanesi’nin sağlığa erişim ve anlık müdahale konusunda yeterli koşullara sahip olmayışının açık ifadesi olduğunu belirtti. Durumun vahametini Mehmet Sait Yıldırım’ın yaşadıkları üzerinden örneklendiren Turgut, Mart 2015 tarihinde İmralı Ada Hapishanesi’ne sevk edilen Yıldırım'ın kalp rahatsızlığı nedeniyle sağlığı üzerindeki olumsuz etkiler sebebiyle kara cezaevine nakledildiğini dile getirdi.

Bu durumun dahi ada hapishanesinin risklerini ve acil hareket etme gerekliliğini ortaya koyduğunu belirten Turgut, iç hukuk mekanizmalarında bu denli tıkanmanın yaşandığı bir dönemde, CPT’nin kuruluş değerlerine aykırılık oluşturan pasif tavırlarının tecridin derinleşmesine ve kaygıların artmasına neden olduğunu kaydetti. Turgut, içte ve dışta tüm bu hukuksal gelişmelerin her geçen gün daha da totaliterleşen ve bu konuda Avrupa hukuk sisteminin de göz yumarak zımnen icazet verdiği bir hukuk ve siyaset sistemini işaret ettiğine dikkat çekti.

GELİŞMELER DEMOKRATİK ULUS PROJESİNE YÖNELİK SALDIRIYLA İLGİLİ

Bu gelişmelerin Kürt sorunundaki yaklaşımla bire bir alakalı olduğunu belirten Turgut, şunları kaydetti: "Bu da hiç şüphesiz siyasal gelişmeler ve sayın Öcalan şahsında ifadesini bulan Kürt halkının varoluşsal özgürlük bilincini ve Kürtlerin diğer halklarla birlikte yaşama iradesini kapsayan demokratik ulus projesine yönelik tarihsel saldırı konseptiyle ilgili. Sayın Öcalan, İmralı yargılamaları dahil olmak üzere, tüm ağır baskı koşullarında bile söylediği her söz ile özgürlük bilincini ve birlikte yaşam iradesini büyüten bir konumda olmuştur. Geçtiğimiz iki yılda kısıtlı koşullarda gerçekleşen tüm aile ve avukat görüşmelerinde en çok üzerinde durduğu konulardan başlıcası, Kürtlerin ulusal birliği ve halkların demokratik ittifakı olmuştu.

Bunların gelişmemesinin yıkım ve felaketten başka bir şey getirmeyeceğini birçok kez net olarak ifade etmişti. Zaten 21 yıldır devam eden tecrit de savaş politikalarından çıkar sağlayan ulusal ve uluslararası güçlerin ittifakı ile mümkün olabiliyor. Sonuç itibariyle İmralı tecridi uluslararası komplo sonucu dizayn edilmiş bir sistem. Buna karşı da savaş politikalarına karşı Kürtler ve tüm bölge halkları adına direnen bir Öcalan gerçekliği söz konusu. Bu açıdan Uluslararası İmralı Heyeti’nin bizim de katıldığımız ‘İmralı baskı ve demokrasinin laboratuvarıdır’ tespiti çok önemli. Bunların topluma yansıması ise savaş ve barış, darbe mekaniği ve demokrasi, kaos ve çözüm diyalektikleri arasındaki çatışma şeklinde olmaktadır."

Son olarak, darbe mekaniğine teslim olmuş savaş politikalarında ve kaosta ısrarcı siyasi anlayışların ilk icraatlarından birinin tecridi derinleştirmek ve ağırlaştırmak olduğunu hatırlatan Turgut, ancak toplumsal mücadelenin geliştiği, yükseldiği ve müvekkilleri Öcalan ile buluştuğu anlarda bu politikanın kırılarak yerini demokratik barış ve çözüm umudunun aldığını vurguladı.