Almanya’nın PKK’ye yönelik ‘bitirme’ konseptleri -I-

26 Kasım 1993 günü dönemin İçişleri Bakanı Kanther'in duyurduğu PKK yasağı 25. yılına giriyor. Alman devleti yasakla hem dünya çapında örnek gösterdiği demokrasisine zarar verdi, hem de bir halkın direnişini kriminilize etmeye çalıştı.

Kürdistan İşçi Partis (PKK) öncülüğündeki Kürt özgürlük hareketinin Ortadoğu’da DAİŞ çeteleri ve gerici rejimlere verdiği mücadeleye rağmen geçtiğimiz günlerde ABD yönetimi, PKK kurucuları ve yöneticilerinden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan ve Murat Karayılan’a ilişkin yakalama emri çıkarmıştı.

Şüphesiz ABD’nin bu kararı uluslararası alanda Kürdistan özgürlük mücadelesine dayatılan ilk konsept ve ilk kriminalize etme girişimi değildi. Daha önce de PKK yöneticileri Kürdistan’daki sömürgeci devletlerin dışında da tutuklanarak hapis cezalarına çarpıtılmıştı. Bunu başlatan da Alman devletiydi. 1980’lerin ortasına doğru 1960’lı yılların başından itibaren Almanya’ya gelen yoğun bir Kürt emekçi kitlesinin dışında, Türkiye’deki 12 Eylül 1980 askeri cuntadan kaçan kalabalık bir Kürt mülteci nüfusu yönünü bu ülkeye çevirmişti.

15 Ağustos 1984’te PKK’nin silahlı mücadeleyi başlatmasından sonra Almanya’da Kürtler arasında artan siyasi, kültürel ve toplumsal örgütlülük dönemin Bonn yönetimini endişelendiriyordu. Federal başsavcılığın talimatıyla Kürt siyasetçilere yönelik 1987’de başlayan gözaltı, tutuklama, ev ve dernek baskınları furyası 1988’de artarak sürdü. 5 Şubat 1988’de Almanya’nın birçok kentinde Kürt siyasetçilere yönelik toplu gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşti.

Aralarında Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan ve Hüseyin Çelebi’nin de bulunduğu 20’den fazla siyasetçi ve aktivist 24 Ekim 1989 günü Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde özel güvenlik bölmelerinde tutularak hakim karşısına çıkarıldı. Alman Kızıl Ordusu (RAF)’tan sonra siyasi bir örgüte karşı yürütülen ikinci en büyük, Almanya’nın yabancı bir örgüte karşı yürüttüğü soruşturmalar listesinin en başında olan Düsseldorf davası Mart 1994’e kadar sürdü.

AİHM’DEN ALMANYA’YA DÜSSELDORF CEZASI

Düsseldorf’taki yargılamalarda yapılan suçlamalar ise ispatlanmadı ve tutuklananlar peşi sıra serbest bırakıldı. Dava ise Alman devletine 8,5 milyon Mark’a mal oldu. Nisan 1988’de Fransa sınırında gözaltına alındıktan sonra Almanya’ya getirilen Düsseldorf davasında yargılanan Duran Kalkan ise Mart 1994’te serbest bırakıldı.

Şu anda KCK Yürütme Konseyi Üyesi olan Kalkan 5 yıl 11 ay boyunca “geçici tutuklu” olarak alıkonulmasını ve avukatıyla yazışmalarının sistematik olarak okunmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’e taşıdı. Temmuz 2001’te kararını açıklayan AİHM, Almanya’yı mahkum etti. Fakat Kalkan Almanya’nın vermesi gereken para cezasını kabul etmedi.

Düsseldorf’taki yargılamalarda o dönem 21 yaşında olan Hüseyin Çelebi de dikkat çekiyordu. 1990’da serbest bırakıldıktan sonra Kürdistan’daki gerilla mücadelesine katılan Çelebi 1992 yılında yaşamını yitirecekti. Düsseldorf davasına tanıklık eden isimlerden Kürt siyasetçi Mehmet Demir, Çelebi için şunları anlattı: “Hüseyin arkadaşın Almancası karşısında pes ettiler, büyük paralar ödeyerek getirdikleri en iyi tercümanları bile boşa çıkartıyordu. Bir virgül veya bir kelimenin yanlış tercüme edilmesine asla izin vermiyordu.”

Demir’e göre Düsseldorf mahkemeleri merkezi düzeyden başlayarak PKK’ye nasıl darbe vurulacağının hesabıydı. Kürt siyasetçi Düsseldorf ile başlayan Almanya’nın PKK konseptini ise şöyle tarif ediyor: Önce yılanın başını ezeceğiz dediler. Baktılar olmadı, sonraki süreçte ‘eyalet sorumluları’, daha sonra da ‘bölge sorumluları’ dedikleri kişilere yöneldiler. Bu da tutmayınca tabana yöneldiler, yurtsever halkımızı vatandaşlık veya oturum müsaadelerini iptal etmekle tehditler ettiler. Hatta işten atma, işsizlik parasını, sigorta haklarını kesmekle ve yurt dışı etmekle tehdit ettiler.”

ALMANYA’NIN 1993 KONSEPTİ…

1990’lı yılların başında Almanya’daki Kürt örgütlenmesi giderek arttı. Neredeyse artık her şehirde bir Kürt derneği vardı. 1992 ise Kürdistan’daki savaşın doruğa çıktığı yıl kadar Avrupa’daki Kürt örgütlenmesinin zirveye yaptığı yıl olarak da tarihe geçti. 1 Ağustos günü Bochum’daki spor stadyumu 1. Uluslararası Kürdistan Festivali’ne gelen Kürdistanlılar ve dostlarıyla tıka basa doluydu. Kürt hareketi Avrupa’da ilk kez yüz bin insanı buluşturmuştu.

Tansu Çiller’in Haziran 1993’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş şiddetlenecek ve Almanya’daki Kürtlere yönelik yeni bir konsept devreye sokulacaktı. Almanya'ya 20 Eylül 1993 günü gelen Çiller ardından ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Bugün Erdoğan rejiminin yaptığı gibi Çiller de önce küresel güçlerden destek almak istiyordu.

Ardından Alman devleti 1993 konseptini devreye soktu. İçişleri Bakanı 26 Kasım günü ülkede resmi olarak PKK’nin bir temsilciliği veya faaliyetinin olmamasına rağmen PKK’nin yasaklandığını duyurdu. Yasak çerçevesinde Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneği yasaklandı.

Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü ise televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Manfred Kanther şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”

Ancak tablo hiç de Kanther'in sözüne ettiği gibi değildi. PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma ve açlık grevleri eylemine geçti. Hem de daha ilk gecede derneklere vurulan mühürler söken Kürtler yasağa en iyi etkili cevabı vermişti.

GENELGEYLE NEWROZ YASAKLANDI…

93 yasağının ardından Almanya’nın hemen hemen her şehrinde yapılması planlanan ilk Newroz kutlamaları, 20 Mart 1994’te çıkartılan genelgelerle yasaklandı. Yasağa öfkelenen Kürtlerin tepkisi sert oldu. Şehirlerarası bütün yollar Kürtlere karşı tutulurken, Kürt eylemciler otoyollarını işgal etmeye başladılar.

Yasağı en sıkı uygulayan ise Bayern Eyaleti’nin Türk dostu İçişleri Bakanı Günther Beckstein oldu. Bayern’de o gün eylemlere katılan 500 civarında Kürt gözaltına alındı, yıllarca sürecek soruşturmalara tabii tutuldular. Mannheim’da ise Kürt kadın akitvistler Nilgün Yıldırım (Berîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî) Almanya’nın Newroz yasağına karşı bedenlerini ateşe verdi.

Alman polisi Kürt gösterilerinde atlı, köpekli, panzerli, gaz bombalarıyla müdahale ederek, şiddet uygulamayı meşru bir hak saydı. Polis en sert yüzünü kadınlarına gösteriyordu. Kürt kadınlarının Eylül 1994’te Mannheim’den Strasburg’a yapmak istedikleri yürüyüşe polis birçok kez saldırdı, onları yerlerde sürükleyerek ve atlarla ezerek gözaltına aldı. Eylem boyunca dünyada eşi az görülen bir biçimde her kadın başına 10 polis düşmüştü. Fakat buna rağmen kadınlar eylemlerinden vazgeçmediler.

YASAKTAN SONRA POLİSİN PEŞ PEŞE CİNAYETLERİ…

Kürdistan'daki savaştan kaçıp Almanya'ya sığınan 16 yaşındaki Kürt genci Halim Dener 29 Haziran 1994 günü Hannover kent merkezinde afiş asarken polis tarafından katledildi. Dener'i özel operasyonlar birliğinin üyesi Klaus T. sırtından vurmuştu. Mahkemede "Stresliydim ve PKK yasağından suç işlendiğini biliyordum" diyerek savunmasını yapan polis serbest bırakıldı.

Yıllar sonra ise Hessen Eyaleti'nin Frankfurt kentinde 2 polis hakkında bir yolsuzluk davası açıldı. Ne gariptir yargılanan polislerden biri Dener'in katili Klaus T.’ydi ve soruşturmanın ucu Frankfurt emniyet müdürüne kadar uzandı. Mayıs 2013’te görülen davada tanık sıfatıyla konuşan Hessen Eyaleti'nin eski savcısı Hans Christoph Schaefer, Klaus T. için “O yakın bir arkadaşımın damadı, ona sahip çıktım ve rahat etmesi için Hannover'den Frankfurt'a getirdik” dedi.

1995 yazında ise Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki cezaevlerinde PKK’li tutsakların başlattığı açlık grevine destek vermek için dünyanın birçok merkezinde açlık grevi eylemleri başlatıldı. Berlin’in kent merkezindeki Kudamm meydanında yapılan açlık grevi ise 8. günde polisin hedefi oldu. Darp edilen eylemciler polisin tutumunu protesto etmek için Temmuz sıcağı altında 8 km boyunca Kürt derneğine yürüdüler.

Eylemciler arasında bulunan ve polisin şiddetine maruz kalan Güney Kürdistan’ın Derkar kentinden olan 5 çocuk annesi Gülnaz Bagistani 27 Temmuz 1995 günü hayatını kaybetti. Polisin yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan cenaze törenine 20 bine yakın insan katıldı. 90’lı yılların ortasında Kürtlere yönelik yürütülen krimanilize siyasetinin tanıklardan birisi olan Alman gazeteci Hans-Otto Weibus o gün tanık olduklarını daha sonra şöyle anlatacaktı:

“Berlin’de 20 bin kişi Gülnaz Bagistani ile vedalaşmak için toplanmadan önce PKK’nin polise karşı keskin nişancılar kullanacağı iddiası ortaya atıldı. Bu iddianın kaynağı Aşağı Saksonya Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi’ydi. Bu kurum da iddiaları Federal Kriminal Dairesi (BKA)’ya dayandırıyordu. Bu mesajı kamuoyuna yayma misyonunu ise Polis Sendikası Başkanı Herman Lutz üstlenmişti. Kısa bir süre önce Frankfurt’ta bir yürüyüşün şiddet kullanılarak dağıtılması, resmi dairelere böyle bir histeriyi yaratmaya cazip kılmıştı.

Bu cadı avı kampanyasından şu sonuçlar çıkarılmak isteniyordu; Birincisi Kürtleri suçlu hale düşürüp Alman halkından tecrit etmek. İkincisi Berlin’de yürüyüşe katılacak Kürtlerin sayısını, tehlikeli olabileceği gerekçesiyle mümkün olduğu kadar az tutmaya çalışmak. Üçüncüsü ise polis memurlarını Kürtlere karşı kışkırtmak. Bu yüzden de görevlendirilen tüm polis memurlarına çelik yelekler dağıtıldı. Çünkü kendi canlarının tehlikeye gireceği söyleyen polisler cop ve başka silahları kullanmakta daha acımasız davranırlar.”

Kürtlere karşı yaratılmaya çalışılan korku psikolojisi bilinçli şekilde polise aşılanırken, başta İçişleri Bakanlığı’nda olmak üzere iç istihbarat kurumu Anayasa Koruma Örgütü ve polis birimlerinde “PKK masaları” kuruldu. Fakat Alman devletinin bütün organlarını kullanarak hayata geçirdiği yasak Kürtleri, Kürt özgürlük hareketinden koparamadı. Son 25 yılın Anayasa Koruma Örgütleri’nin raporlarına bakıldığında PKK’ye olan sempatinin 1993’ten itibaren katlanarak arttığı açıkça görülüyor. Raporlara göre 1993’te PKK’li olduğu iddia edilen Kürtlerin sayısı iki kat arttı. 1993’te 6 kişi “PKK üyesi veya aktivisti” denilirken, 2017’teki istihbarat raporuna göre bu rakam 12 bin.

Zaten yasaktan bir yıl sonra Kürtlerin yoğun yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin Anayasa Koruma Örgütü yasağın “işe yaramadığını” ve Kürtleri çok öfkelendirdiğine dikkat çekti. Aşağı Saksonya Eyaleti Anayasa Koruma Örgütü de yasağın Kürtler arasında “yanlış anlaşıldığını” ve PKK sempatizanlarının ikiye katladığını itiraf ediyordu. Yasaktan iki yıl sonra 1995 yılında Polis Sendikası “Yasakla birlikte PKK’liler yer altına çekildi ve işler daha da zorlaştı” uyarısını yaptı.

Ancak Alman devleti hem Türk devletiyle yürüttüğü ortaklıklar hem Avrupa’da üstlendiği rol hem de yoğun Kürt kitlesinin örgütlülüğünden korktuğu için pes etmeyecekti. 1980’li yılların sonunda Düsseldorf davalarıyla start verdiği, 1993’teki yasak ile zirveye çıkarttığı PKK’ye yönelik “bitirme konseptleri”ni sürekli güncelleme ihtiyacı duyacaktı.

YARIN:

- PKK’nin DAİŞ’e karşı verdiği mücadele Almanya’nın yasak siyasetini nasıl etkiledi?

- Alman hukukçular yasağı nasıl buluyor?

- Diğer batılı ülkeler PKK’ye hangi konseptlere başvurdu?