AKP, 7 Haziran'dan bugüne neler yaşattı?
AKP hükümeti, 7 Haziran Genel Seçimleri'nde HDP'nin yüzde 13'ten fazla oyla barajı geçmesiyle, tek başına iktidar olma hedefine ulaşamadı.
AKP hükümeti, 7 Haziran Genel Seçimleri'nde HDP'nin yüzde 13'ten fazla oyla barajı geçmesiyle, tek başına iktidar olma hedefine ulaşamadı.
AKP hükümeti, 7 Haziran Genel Seçimleri'nde HDP'nin yüzde 13'ten fazla oyla barajı geçmesiyle, tek başına iktidar olma hedefine ulaşamadı. Bu, halihazırda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başkanlık planını da olumsuz etkilemiş oldu. 2003 yılından beri tek başına iktidarlığa alışan AKP, Kürtler ve demokratik çevrelerin HDP'de kenetlenerek kendisini durdurmasını sindiremedi.
Geçici hükümet, kendisi için başarısız geçen seçimlerden hemen bir ay sonra, Temmuz'dan itibaren gerek Medya Savunma Alanları'na bombardıman yaparak, gerekse sivil yerleşim yerlerinde çocukların da içinde olduğu halkı katlederek savaş konseptini uygulamaya başladı. Miting alanlarının bombalanması, HDP binalarının ve çalışanlarının saldırıya uğraması ve siyasi soykırım operasyonları da; bir bütün olarak bugün yapılacak erken seçimden başarılı çıkmak için, AKP'nin kirli savaş takvimine eklenmişti. Cenazelerin askeri araçlara bağlanarak sürüklenmesi ise, AKP'nin vandalizmde ne kadar öteye gidebileceğinin işaretiydi; kaldı ki, faillerin değil, yayımlayanların cezaya tabi tutulması, hiç çekinmeden bu vahşeti sahiplenmesi anlamına geliyordu.
AKP'nin savaş konsepti kapsamında yaşanan sivil ölümlerinden bazılarını derledik...
SURUÇ KATLİAMI
20 Temmuz günü Urfa'nın Suruç ilçesinde Amara Kültür Merkezi`nde Kobanê’nin inşası ve yardım faaliyetlerinde bulunmak için gelen SGDF-ESP-BEKSAV gruplarına basın açıklaması yaparken, saat 11.45'de canlı bomba saldırısı düzenlendi. Saldırıda 32 kişi yaşamını yitirdi, 104 kişi yaralandı.
Katliam, AKP'nin desteklediği, insanlık düşmanı DAİŞ çetesine üye olduğu bilinen, 26.01.1995 Adıyaman doğumlu Şeyh Abdurrahman Alagöz tarafından yapılmıştı. Alagöz'ün olay yerinde kimliği bulunmuştu.
Olay yerinde devletin hiçbir güvenlik görevlisinin bulunmaması, katliamda devletin rolünü gösteren ayrıntılardan biri olarak kayıtlara geçti.
SİLOPİ: 3 SİVİL KATLEDİLDİ
Şırnak'ın Silopi ilçesinde, 7 Ağustos günü polisin ev baskınlarına karşı Başak Mahallesi’ndeki sokaklarda hendek kazılmasına güvenlik güçlerinin saldırması üzerine çıkan gerginlik çatışmaya dönüştü. Olaylarda 3 sivil ve 1 polis yaşamını yitirdi.
İlçede inceleme yapan İHD Heyetinin tespitleri şöyle: "Şırnak’ın Silopi ilçesinde yurttaşların evlerine yönelik polis tarafından, zamansız ve sık bir şekilde baskınlar düzenlendiği, bu baskınlarda yurttaşlara kötü muamelede bulunulduğu, baskınlar sonucu haksız gözaltı ve tutuklamaların olduğu ve bu durumun Silopi halkında rahatsızlık oluşturduğu, Silopi halkının yaşanan olaylar nedeniyle gergin ve tedirgin olduğu hatta bir kısım yurttaşın evlerini terk edip yakınlarının yanına yerleştiği gözlemlenmiştir. Heyetimiz, başlayan çatışmalı süreç ile birlikte Kürdistan’da yeni bir konseptin devreye sokulduğu, güvenlik güçlerinin Silopi’de yaşattığı hak ihlallerinin de bu konseptten ayrı olmadığı kanaatindedir."
FIRIN EMEKÇİSİ İKİ ÇOCUK
Ağrı'nın Diyadin ilçesinde de 13 Ağustos'ta, bir fırında çalışan Orhan Arslan (16) ve Muhammet Aydemir (15) isimli çocuklar ile ilçenin başka bir noktasında Destan Serhat kod isimli HPG militanı İsmail Kaya, özel harekât timleri tarafından yargısız bir şekilde infaz edildi. AKP yanlısı medya çocukları "terörist" olarak yansıtmak istese de, sivil toplum örgütlerinin incelemeleri ve görgü tanıklarının anlatımları, ikisinin de fırın çalışanı olduğunu doğruluyordu. Orhan ve Muhammet, çatışma seslerinden korkarak saklandıkları odun deposunda katledildi.
KADIN GERİLLAYA İŞKENCE YAPILDI, SİVİLLER KATLEDİLDİ
Muş'un Varto ilçesinde, 10 Ağustos günü Varto-Muş karayolunda çıkan çatışmada Ekin Wan kod adlı Kader Kevser Eltürk, vurularak yakalandı. 15 Ağustos gecesi sosyal medyada yayımlanan görüntüler; Eltürk'ün çıplak bedenine işkence yapıldığını gösteriyordu. İlçede, sabah saatlerinde valiliğin sokağa çıkma yasağı ile birlikte çatışmaların hızlandı ve 4 kişi yaşamını yitirdi.
İHD Heyeti, olaya ilişkin şu tespitlerini açıkladı: "16 Ağustos akşamı ile 17 Ağustos sabahı arasında geçen sürede güvenlik güçlerinin evleri ve iş yerlerini taradığı halkın tamamı tarafından ifade edilmiştir. Buna rağmen resmi yetkililerin ev ve iş yerlerinin taranması ile ilgili 'çatışma esnasında olduğu' yönündeki beyanlarının gerçeği yansıtmadığı ve bu hususun mutlaka açıklığa kavuşturulması gerektiği açıktır."
21 TEMMUZ – 30 AĞUSTOS: 48 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ
İHD'nin, 21 Temmuz-30 Ağustos günleri arasında yaşanan hak ihlalleri raporuna göre; 145 toplantı ve gösteriye müdahale edildi. Raporda, 127'si çocuk, 5'i yabancı uyruklu gazeteci/gözlemci olmak üzere toplam 2686 kişinin gözaltına alındığı belirtildi. Bunları büyük çoğunluğu, KCK/PKK ve sol örgütlere üyelik iddiasıyla gözaltına alındı.
Gözaltına alınanların hemen hemen hepsinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı öğrenildi. 213 kişi ağır yaralı olarak İHD merkez ve şubelerince tespit edilebildi.
Aynı günler arasında 319 kişi tutuklandı. Bunlardan 11'i ise çocuktu.
Savaş politikasında ısrar eden AKP'nin barış taleplerine ise tahammülü yoktu. İstanbul, Amed'de barış yürüyüşleri ile Siirt/Eruh Festivali bugünlerde yasaklandı.
Toplam 48 kişi ise aynı günler içinde yaşamını yitirdi.
ZERGELE KATLİAMI
7 Ağustos'ta yaşanan Zergelê Katliamı'na ayrı bir başlık altında değinmek gerekiyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyeti, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bombardımanı sonucu 8 sivilin hayatını kaybettiği Kandil’de Zergelê köyüne giderek inceleme yaptı. İnceleme sonucunda hazırlanan raporda, şunlar kaydedildi:
"Zergelê köyü, Kandil Bölgesinde vadi içerisinde ana karayolunun ve oradan geçen çayın ikiye böldüğü, onlarca yıldır yaşamın devam ettiği sivil bir yerleşim birimidir.
Bombardımana maruz kalan Zergelê köyünün, Ankara Hükümetinin resmi açıklamalarının aksine PKK kampı değil, sivil bir yerleşim yeri olduğu görülmüştür. Bombardıman sonucu hayatını yitirenler sivil ve silahsız insanlardır. Tüm yerel kaynaklar bu sivil yerleşim birimlerinin içinde ve yakın çevresinde PKK’nin herhangi bir kampının hiçbir zaman olmadığını belirtmektedir."
CİZRE...
Şırnak'ın Cizre ilçesinde, 4-12 Eylül günleri arasında yaşanan devlet teröründe ise bilanço giderek ağırlaşıyordu. 8 günlük sokağa çıkma yasağı süresince çoğunluğu ateşli silah yaralanması olmak üzere ve acil tedavi hizmetlerine erişememeleri nedeniyle toplamda 22 kişi, devlet tarafından öldürüldü. Devletin öldürdükleri arasında 35 günlük bebek, 10 ve 14 yaşlarında çocuklar da bulunuyordu. Katledilen çocukların buzdolabında tutulmak zorunda bırakılması da, hafızalarda AKP vahşetinin teşhiri olarak yerini alacaktı.
BEYTÜŞŞEBAP'TA YİNE SİVİLLER VE AMBULANS ŞOFÖRÜ KATLEDİLDİ
Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde, 25 Eylül'de sabah saat 05.00’de yer yer silah seslerinin duyuldu. Saat 12.00’ye kadar süren silahlı çatışmalarda 10’un üzerinde eve havan topu mermisi isabet etti, 5 ev tamamen kullanılamaz hale gelecek şekilde yandı, 10 eve havan topu mermisi isabet etti. İlçe Jandarma Komutanlığından atılan havan toplarıyla Setkar köyünde havan topunun isabet ettiği bir evde 3 kişi yaşamını yitirdi, 2 kişi de ağır yaralandı.
112 acil ve hastane müdürlüğünce talep edilen ambulansın yolda giderken polis noktasına 15-20 metre uzağındayken yine polis kurşunuyla taranması sonucu ise Şeyhmus Dursun isimli ambulans sürücüsü hayatını kaybetti.
VURDULAR, KELEPÇELEYİP ÖLMESİNİ BEKLEDİLER
Şırnak’ın Cizre ilçesinde 29 Temmuz günü devletin güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu Hasan Nerse adlı 17 yaşındaki çocuk vücudunun çeşitli yerlerinden vuruldu.
Nerse'nin polis tarafından elleri arkadan kelepçelenerek yaralı halde yerde bekletildiği ve bu şekilde öldüğü öğrenildi.
SİLVAN'DA 700 POLİS-ASKER OPERASYONA ÇIKIP SİVİLLERİ KATLETTİ
Amed'in Silvan ilçesinde, 18 Ağustos günü devlet terörü devam ediyordu. Saat 01.00'den itibaren süresiz olarak sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasağın ardından aynı saatlerde ilçeye ilave güvenlik gücü ile askeri tank ve zırhlı araçlar sevk edildi. 700 kişilik güvenlik gücü, ilçenin tamamını kapsayacak şekilde operasyon düzenledi.
İlçedeki devlet terörü sonucunda, 25 yaşındaki Serhat Bilen, 80 yaşındaki Hanife Durak, 60 yaşındaki Veysi Toraman isimli kişiler yaşamını yitirdi.
ANKARA KATLİAMI
Ankara'da 10 Ekim günü KESK, DİSK, TTB, TMMOB çağırısı ile çok sayıda DKÖ, STÖ, siyasi parti ve halkın katılımı ile Emek, Demokrasi ve Barış Mitingi yapmak istedi. Miting tertip komitesi Ankara Valiliği’ne başvurarak gerekli izinleri almış ve mitingin ne şekilde yapılacağını valiliğe bildirdi. Buna göre, Ankara ve Ankara dışından katılacak göstericiler merkez tren garı önünde toplanıp kortej oluşturacak ve saat 10:00’da Sıhhiye Meydanı'na doğru yürüyüşe geçecekti. Göstericilerin tamamı Sıhhiye Meydanı'na vardığında da miting başlayacaktı.
Göstericiler mitinge katılım için Gar önünde yürüyüşe başladıktan yaklaşık 10 dakika sonra (10.10), Gar önünde bulunan toplanma noktasındaki caddenin üzerinde birbiri ile yaklaşık 50-60 metre mesafede, aynı hat üzerinde 3 saniye aralıkla iki bomba patlatıldı. Görgü tanıkları bombaların her ikisinin de kalabalık kitle arasında patlatıldığını, dolayısıyla herhangi bir sabit yere iliştirilmiş bomba olmadığını beyan ettiler. Yine görgü tanıkları, bombaların iki canlı bomba olduğu yönünde görüş belirtti.
Canlı bomba saldırısında, 100'ü aşkın kişi yaşamını yitirdi. Devlet, yaşam hakkı bakımından gerçekleşen ağır ihlali önleme görevini üstlenmedi. Kaldı ki, önlem almadığı gibi, katliamda rol üstlendiği bilgileri de ortaya çıktı.
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, soruşturma savcısı ile yaptıkları bir görüşme hakkında ANF'ye bilgi verdi. Baluken, savcının kendilerine, katliamla ilişkisi olan kişilerin, bir devlet birimi tarafından kaçırıldığını aktardı.
DİLEK DOĞAN
İstanbul Sarıyer Küçükarmutlu'da 18 Ekim'de sabaha karşı, sözde “canlı bomba” operasyonu yapan çevik kuvvet ekipleri tarafından vurulan Dilek Doğan bir hafta sonra yaşamını yitirdi.
TECRİT SÜRÜYOR
Halkların barışı için büyük fedakarlık yapan ve emek harcayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit ise 7 Haziran'dan sonra da devam etti. Avukatları 27 Temmuz 2011, ailesi 6 Ekim 2014, HDP heyeti ise 5 Nisan 2015'den bugüne kadar Öcalan ile görüştürülmüyor.
SİYASİ SOYKIRIM OPERASYONLARI
7 Haziran'dan sonra başlayan gözaltı operasyonlarında, 700'e yakın HDP ve DBP'li tutuklandı. Tutuklananlar arasında çok sayıda belediye eşbaşkanı ve çocuk da bulunuyor. Yine seçimlerden sonra gözaltı sayısı ise 2000'i aştı.
HDP BİNALARINA SALDIRI
7 Haziran öncesi olduğu gibi, sonrasında da çok sayıda HDP binasına saldırı düzenlendi. Çeşitli il ve ilçelerde yüzlerce saldırının, AKP'nin kontrolünde geliştiği belirtiliyor. 8 Eylül günü partinin genel merkez binasına da faşist saldırı gerçekleştirildi. Bina, içinde parti çalışanlarının bulunduğu sırada ateşe verildi.
Gün içinde saldırı yapılacağı duyumu alarak Valilik ve İçişleri Bakanlığını bilgilendiren HDP'li milletvekillerine, "Her şey kontrol altında, bir sorun olmayacak" yanıtı verilmişti.
TÜRKDOĞAN: BİR PARTİ İŞ YAPAMAZ HALE GETİRİLMEK İSTENİYOR
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, AKP'nin 7 Haziran'dan sonraki savaş politikasını ANF'ye değerlendirdi...
Türkdoğan'ın değerlendirmeleri şöyle:
"KCK operasyonları sırasında nasıl doğrudan doğruya bir siyasi partiye dönük yargı baskısı varsa, onun daha ağırıyla karşı karşıyayız. Belediye eşbaşkanları, il ve ilçe yöneticileri tutuklanıyor. Bir partiyi iş yapamaz hale getiren tarzda polis operasyonları yapılıyor. Bu faaliyetleri yürütecek kişiler özellikle tutuklanıyor. Doğrudan DBP ve HDP'ye üye belediye eşbaşkanları ve yöneticiler üzerinde baskı kuruluyor. Tipik bir baskı yöntemi. Tek merkezden yönetildiği anlaşılıyor. Bu, Türkiye yargısının sefaletidir. Demokratikleşme ile ilgili söylemlerin gerçek olmadığı da görülüyor. Yargı baskısını toplumun doğrudan bir kesimine veya doğrudan bir siyasi partiye dönük yaparsanız bu, aynı zamanda ayrımcılık ve ırkçılıktır. Tasaların anti-demokratik olduğunu da gösteriyor."
'SAVCILAR ERDOĞAN'A 'DUR BİR DAKİKA' DEMELİYDİ'
"Siyasi soykırım operasyonlarının öz yönetimle bağlantısı kuruluyor ama öz yönetim ilanları yapılmadan önce operasyonlar başlamıştı. İnsanlar bir siyasi tutum açıklıyor... Şırnak Valisi örneğini vereceğim; kendisinin Şırnakllılarla bir bağı kalmış mı? Şırnak veya ilçe belediye eşbaşkanları, vekiller, halk, sivil toplum örgütleriyle görüşmüyor. Peki, Şırnak Valisi ne yapıyor? Kürtler 'artık yerinden yönetim istiyoruz' söylemini kullanmakta çok haklı. Çünkü bu tarz atanan valilerle o yörenin yönetilemeyeceğini görüyorlar.
Öz yönetimi bahane ediyorlar, biz de soruyoruz; Erdoğan kendini 'başkan' ilan etti, Türkiye'nin yeni sistemle yönetildiğini söyledi. Savcılar neden sessiz kalıyor? İnsan hiç değilse çıkar, 'Sayın Erdoğan, ortada anayasa var, siz anayasayı biraz kenara itiyorsunuz' diyebilmeliler. 'Dur bir dakika' diyebilmeliler. Bunu bile diyemediler. Bu da Türkiye yargısının tamamen siyasi iktidara bağlı olduğunu gösteriyor. Yargı temel fonksiyonunu yerine getiremiyor, vatandaşını koruyamıyorsa, demokratik sistemden bahsedilemez. Mesela seçimler yapıldı ama sonucuna saygı duyulmadı. Umarım, 1 Kasım'da duyulur."
'KANUN DEVLETİ BİLE DEĞİL'
"Seçim ortamı, eşit ve adil olmayan şartlarda geçti. Ancak siyasal iktidarın unuttuğu bir şey var; Kürt halkı devlet ne kadar baskı, haksızlık uygularsa, o kadar karşı tepki veren bir halktır. Devleti de böyle daha iyi tanıyor. Halk da kendi kimlik, kültür, siyasi haklarının ancak mücadele ile alınabileceğini öğreniyor. Öğretici bir süreç. Bu devlete güvenilemeyeceğini de görüyor, halk. Baskı ters tepmiş durumda. Ama bunu bile bile baskı yapılıyorsa, o da rejimin karakterinden kaynaklanıyor. Anti-demokratik, otoriter yanı var ve bundan dolayı sağlıklı düşünemiyor, karar veremiyor.
Türkiye, son uygulamalarıyla kanun devleti bile olmadığını gösterdi. Bu kadar açıktan bir siyasi partiye dönük saldırıların olması, sivillerin infaz edilmesi, mezarlıkların bombalanması, vatandaş olanların cenazelerinin Türkiye'ye alınmaması, ormanların yakılması; bunların hepsi mevcut kanunlara aykırı. Burada bir kanunsuzluk hali var. Türkiye, 7 Haziran'dan itibaren bir ara rejimle yönetiliyor."
'DARBE OLUR' UYARISI
"1 Kasım'da parlamento iradesine saygı duyulup hükümet oluşturulursa, siyasi çözüm kararlılığı gösterilirse önümüz açık. Ancak bu yapılmazsa, işin sonu darbe ile biter. Çünkü korkunç hak ihlallerinin yaşandığı, sivil ölümlerin olduğu dönemdeyiz. KCK eylemsizlik ilan ediyor ama devlet operasyonlarını sürdürüyor; Rojava'yı tehdit ediyor. Bir savaş hali ile karşı karşıyayız.
Ya parlamento bunlara el koyup 'bizim anayasal düzenimiz, üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlar var' diyecek ve Kürt meselesini siyaset yoluyla çözüme ulaşacağının farkına varacak ya da bu olmazsa, darbe meydana gelir. Sayın Öcalan'ın hep söylediği 'darbe mekaniği' sözü boşuna değildi.
1 Kasım'da HDP'nin yüzde 13'ün üzerinde oy alacağı görünüyor. Böyle bir irade çıktığında hiçbir parti tek başına iktidar olamaz. Ancak 7 Haziran'dan sonrakine benzer bir süreç yaşatılırsa, siviller, Erdoğan ve Davutoğlu kendini asker yerine koyarsa asker de çıkıp 'aslı varken taklide gerek yok' diyerek yönetime el koyar."
'HDP TÜRKİYE'Yİ KURTARIR'
"Hem içeride hem de dışarıda Rojava'yı tehdit ettiği, cihatçıları desteklediği için Suriye'deki savaşa dolaylı girmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Bu atmosferde meselelere baktığımız zaman, HDP'nin başarısı Türkiye'yi kurtaracak."