Haldun Açıksözlü ya da daha çok kişinin tanıdıðı adıyla 'Laz Marks.' Kendisi, Canşenliði Oyuncuları kurucularından. Tanınırlıðını artıran ise politik stand-up'ı "Laz Marks" oldu. Son üç yılda 200'ü aşkın kez sahlelenmekle kalmadı; pek çok dava açılmasının da sebebi oldu. Hatta oyununda Türk Başbakan Erdoðan''la ilgili bir fıkra anlatmasının akabinde, hapis istemiyle yargılandı. Açıksözlü, 'Sümela´nın Şifresi'nde de, rol almıştı.
Oyuncu Haldun Açıksözlü ile Türk tiyatrosunu; dünü ve bugününü konuştuk...
Tiyatronun etki alanı ile mevcudiyeti hangi tarifinize uyuyor? Bu tarife göre Türk tiyatrosu ne durumda?Tiyatronun ortaçað, aydınlanma çaðı hatta 20. yüzyıldaki gibi bir etki alanı yok. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte eðlence kültürü deðişti. Sinema, televizyon ve giderek bilgisayarın egemen olduðu bir eðlence dünyası ile kültürü gelişti. Tiyatro bir eðlence aracı deðil; günümüzde bu nedenle de etki alanı çok sınırlı.
Bence tiyatro deðişimin sanatıdır. Onu, deðişmeye ve deðiştirmeye ihtiyacı olanın sanatı olarak görüyorum. Diðer sanatlardan en önemli farkı, budur. Doðası gereði statükocu deðil devrimcidir, yenilikçi ve demokrasiden yanadır. Tiyatro agon (çatışma) üzerine kuruludur. Diyalektiktir özünde bu; tez (oyun) antitez (seyirci) ve sentez (oyunun sonunda varılan fikir) içerir. Böyle söyledim diye bütün tiyatro edimlerinden bunu beklemek mümkün deðil. Buradan bakarsak aslında bugün ülkemizde yapılanın tiyatro olmadıðını bile söyleyebiliriz ama bunu tarihçilere bırakalım. Roma döneminde de tiyatro adı altında pornografik gösteriler yapılıyordu. Şimdilerde ülkemizde yapılanın da bundan pek farklı olduðunu düşünmüyorum. RTÜK sansüründen dolayı yapamadıkları küfür ve erotik sahneleri, tiyatroya popüler yüzlerle aktarma işine tiyatro diyorlar ki bu zenginlerin eðlence dünyasında, bara gitmeden önce, sözüm ona entelektüel bir eylem oluyor. Böyle olunca da kendinden menkul bir tiyatro yapıla geliyor ve hayata, sokaða, tarihe düşen hiçbir şey kalmıyor.
'TÜRKÝYE'DE OYUNCU DEÐÝL TAKLÝTÇÝLER VAR'
Şimdilerin az önceki yaptıðınız eleştirisini de dikkate alarak; eskilere dönüldüðünde aklınıza neler geliyor?Birinci cumhuriyetin aydınlanma döneminde Türk tiyatrosu altın çaðını (19601980) yaşamış ve toplumsal dönüşümün içinde yer almıştır. Bir bakıma sosyal ve kültürel sorumluluðunu yerine getirmiştir. Ancak günümüzde çöken birinci cumhuriyetin altında kalmış ve geleceði göremez duruma gelmiştir. Ýlerici ve geliştirici tüm özelliklerini yitirmiştir. Toplumsal dönüşümle hiçbir baðları kalmamıştır. Sadece vereceðim bu örnek yeterlidir bunu kanıtlamaya; ülkemiz 12 Eylül döneminden daha ceberut ve faşizan bir dönem yaşıyor; cezaevleri aydın, gazeteci, öðrenci ve öðretim görevlisi kaynıyor ama bir tek tiyatrocu içerde deðil! Hatta yargılanan tek tiyatrocu Laz Marksdan dolayı benim. Bu, gerçekliði gözler önüne seriyor gibi. Tiyatronun kendisi için var olma dönemini yaşadıðımızı hep birlikte görüyoruz. Bir şey kendine bu kadar dönerse kokar ve bozulur!
Türk tiyatrosu hâlâ eski tiyatrodan, yani cumhuriyet dönemi Türk Tiyatrosundan besleniyor, denilebilir mi? Mesela bugün için oyuncu yetişiyor ancak yazar yetişmiyor, sanki
Sanat ya da tiyatro ne kadar toplumcu olursa olsun mutlak entelektüel bir yanı da taşımak zorunda. Brechtin dediði; biz bilim tiyatrosu yapmıyoruz ama bilimsel çaðın tiyatrosunu yapıyoruz. Ülkemizde bilim, sanat, demokrasi ve adalet nasılsa, tiyatro da öyledir. Yani köhnemiş, eskimiş ve bugüne söyleyecek sözü olmayan bir edimdir, bugünün tiyatrosu. Ülkede yaşanan bütün sosyoekonomik sıkıntılara adeta üç maymunu oynamaktadır. Bu nedenle de eskimiş ve eskimekte olan oyunları temcit pilavı gibi yeniden sunuyorlar. Yazar yetişmesi için özgürlük olacak, özgür olamayan birey, insan, yazar olamaz. Çünkü her oyun yeni bir dünya kurmak, demektir ve yeni bir dünya kurmaya cesareti olmayan toplumlarda yazar yetişmez. Oyuncu dedikleriniz ise bence sadece iyi taklitçilerdir! Oyuncu yorumlayan ve açı koyandır. Ben, birkaç oyuncu adayı -altını çizerek söylüyorum oyuncu adayı- dışında oyuncu göremiyorum.
Bu, Türk tiyatrosuna mı özgü? Dünya tiyatrosuyla karşılaştırdıðınızda benzerlik veya farkları nasıl sıralarsınız?Çok uzun cevabı olan bir soru. Bizimki gibi muz cumhuriyetlerinde tiyatro-sanat zor bir iştir. Ya saray soytarısı olacaksın, ya biri size yürü ya kulum diyecek öyle tiyatro yapacaksınız ya da bizim gibi toplumun dinamikleriyle omuz omuza hem sahnede hem de alanlarda olacaksınız. Dünya ya da Avrupa bu aşamaları geçip tiyatronun kendine yani insan ile insanın yüz yüze yaptıðı sanata bir nevi ritüele dönmeye çalışıyor. Böyle olunca aramızda daðlar kadar fark açıða çıkıyor. Temsil tiyatrosu denilen yani tamamen şov diyebileceðimiz çalışmalar var, bir de. Biraz önce bahsettiðim gibi tiyatronun özüne gitmeye çalışan çalışmalar var. Şunu da es geçmeden söylemek gerekiyor; bir ülkedeki tiyatro gelişmişliði gazete ve kitap okumakla doðru orantılıdır. Böyle olunca da biz daha çok gerilerden takibe devam ederiz.
'AKP DÝNDAR DEÐÝL; BÝLDÝÐÝN FAŞÝST!'
Tiyatro, egemenin de sanat ve toplumculuk bakımından olmasa da; zaman zaman ilgi alanına dahil oluyor. Geriye gidince; Tevrat ve Ýncil'de işlenenlerin anlatılmasını dert edinenlerin, kendilerince bir zamanlar yasakladıkları tiyatroyu kurduklarını hatırlıyoruz. AKP'nin de tiyatro üzerinden yürüttüðü son 'düzenlemeler' için bu mantıðı akla getirmek çok mu zorlama olur?Ben pek buna katılmıyorum. Yani, AKP kendi dinsel kimlikli tiyatrosunu yapmak istiyor, bunun için de devlet ve şehir tiyatrolarında düzenlemeye gidiyor fikrine pek katılmıyorum. AKP her alanda devleti yapısal düzenlemeye çalışıyor, bu yapısal düzenlemeden erkin yani devletin ve statükonun tiyatrosu da, nasibini alıyor. Bunlar milli görüşten geliyor, Ýslamcılar, o nedenle de her şeye ve tiyatroya da kara peçe giydiriyorlar, her şeyi dindarlaştırıyorlar gibi söylemlere pek deðil hiç katılmıyorum. Çünkü birincisi bu iktidar dindar deðil ve derdi de toplumu dindarlaştırmak deðil. Dindar hükümet, Uludere ve Pozantıda olduðu gibi, çocukların katline göz yummaz, gençlerin onar onar, yüzer yüzer ölüme gitmelerine seyirci kalmaz. Müslüman halkların Suriyede, Irakta, Afganistanda olduðu gibi; emperyalist ve kapitalistlerin katline göz yummazdı. Çok daðıtmadan toparlayacak olursam; paradoksumuzu bu hükümetin dindarlıðı üzerine kuramayız. Bu hükümet, bildiðiniz liberalmiş gibi görünen abdestli kapitalistlerin paracı çıkarını koruyan faşist bir hükümettir. Kendi dışında kimseye tahammülü olmayan bir diktatörlük kurdular. Sanırım biraz uzattım ama bu tespitimi söylemeden ödenekli tiyatrolardaki yapısal deðişimi anlayamayız. Bu hükümet, devleti sivil-sosyal bütün sorumluluklarından kurtarmak istiyor ve bu amaçla da adımlar atıyor. Benim gibi devletin tiyatrosuna karşı olan biri için aslında gerekli adımlar atılıyor ama yeterli midir bu tartışılır... Çünkü biz devletin tiyatrosu olmasın, derken devlet tiyatrolara destek olmasın, demiyoruz. Tam tersine devlet tiyatro ve sanat adına ne yapılıyorsa ona destek olmalıdır. Birinci cumhuriyetin elitist-kemalist zümresinin tiyatrosu sadece desteklenmemelidir. Halkın içinde üreten, tiyatro yapan herkes ödedikleri vergilerin karşılıðını da, tiyatrolarına destek olarak alsınlar, alalım.
'KÜRDÝSTAN'IN, KIBRIS'IN SÖMÜRGE OLDUÐUNU GÖREMEYENLER...'
Son zamanlarda, genel tablonun tiyatro için başvurucuların sayısında düşüşü işaret ettiði söyleniyor. Bu bir gerçekse, yorumunuz nedir?Benim bu konuda çok bir bilgim yok ama sanırım bir yanılgı var. Çünkü üniversitelerde açılan tiyatro bölümlerine bakarak bunu anlayabiliriz. Ama bu mezunlar, öðrenciler tiyatro yapmak istiyorlar mı, yapıyorlar mı, işte önemli olan, bu
Gençlerin tamamı televizyon ekranlarındaki dizilere, bir nevi temaşaya katılmak ve meşhur olmak istiyorlar. Yani kimse tiyatro yapmak istemiyor, dizilerde meşhur olmayı bekliyor. Aslında anlaşılır bir durum. Çünkü tiyatro zor, meşakkatli ve ekonomik olarak karşılıðı çok az. Politik duruş sergileyenler için ayrıca engeller de olunca ben dahil kimse tiyatro yapmak istemiyor.
Şehir-devlet tiyatroları ile özel tiyatrolarda, kuruluşlarda sergilenen oyunlar arasında söz konusu olmayı hak eden farklar görüyor musunuz?Ben çok fark göremiyorum. Sadece özellerde daha rahat küfür ediliyor ve belden aşaðı söylem açıklıkla yapılıyor, o kadar. Suya sabuna dokunuyormuş gibi ama kendinden menkul oyunlar sergilemeye devam ediyorlar. Bu topraklarda çok ciddi bir toplumsal dönüşüm var ama bunu tiyatroda göremiyoruz. Kürtlerin, Lazların, Arapların, Alevilerin bu düzenden ve işleyişinden rahatsızlıkları var ve biz hangisini sahnede görebiliyoruz? Göremiyoruz çünkü bu ülkenin aydını ve sanatçısı toplumsal dönüşümün arkasında kalmıştır. Misal Kürdistanın, Kıbrısın sömürge olduðunu göremeyen sansürcü zihniyet maalesef bugünün tiyatrosunu yapamaz!
'RESMÝ AÐZIN DIŞINA ÇIKAMIYORLAR'
Mizahla devam edelim
Türkiye mizah için, kalitesini bilemem ama malzeme bakımdan epey zengin. Buna raðmen yankılandıran, derdini anlatan bir güce ulaşamıyor mu?Bu alan sanırım biraz daha hızlı ve yaygın ilerliyor. Hem malzemenin çok olması sizin iyi yemek yapacaðınız anlamına gelmiyor. Nice malzemenin heba edildiðini hep birlikte gördük, görüyoruz. Mizah dergileri ve şov insanları tarafından birçok eðlenceli dergi, gösteri, film ve dizileri hep birlikte görüyoruz. Ama nedense hiçbiri toplumsal dönüşüme dokunamıyor ya da o alandan beslenemiyor. Burada da haklılıkları yok mu? Var bence. Çünkü ceberut bir iktidar ve antidemokratik uygulamalarla Demoklesin kılıcı gibi mizahçıların tepesinde duruyor. Sürekli dava açıyor ve para cezasına çarptırıyor. Böyle olunca da özgür ve özgün şeyler çıkmıyor, sanırım.
Mizah dergilerinin vazgeçemediði bir dil var; esasta o dil, eleştirdikleri egemenin ta kendisine ait. Söz gelişi, "terörist" kavramını kullanmaya mecburlar mı? Bazen biz Türkiye Devletini küçümsüyor ve onun ideolojik aygıtlarını kavrayamıyoruz. Ben bu devlete üçüncü Bizans imparatorluðu diyorum. Sanırım bu fikre katılanlar vardır. Yani TC bin küsur yıllık bir devlet geleneðinden geliyor ve bu anlamıyla belleðini yaratmıştır. Aydın, sanatçı ve bilim insanı için bu resmi aðızdan kopuş kolay deðildir. Bu resmi aðzın dışına çıktıðınızda; dışlanmayı, aç kalmayı ve cezaevine girmeyi göze alacaksınız. Bu da biraz cesaret biraz da tarihsel bilinç ve sorumluluk işidir. Ama siz de biliyorsunuz; bu ülkede bunu yapan az da olsa insan var. Kürtlerin özgürlük mücadelesini anlayan ve Kürt halkının deðişiminin yanında yer alan insanlar da, var.
Konu buraya gelmişken, bir soru da ben sorayım: Sizce bu süreçte Kürt halkının yanında yer aldıðını sözüyle ve yaptıklarıyla beyan eden sanatçılara ne kadar sahip çıkılıyor? Kürt illerinde yapılan festivallerde kimlere yer veriliyor ve neden? Popülizm hastalıðı hepimizi biraz tutsak almış, deðil mi? Misal bizim Laz Marks Anadolu, Avrupa ve Kürdistanda birçok il ve ilçede oynandıðı halde Amedde hiç sergilenmemiştir. Bu beni üzüyor ve kırıyor. Ya sizi?