‘Açlık grevleri toplumsal direnişin parçası’

HDK Eş Sözcüsü Şenoğlu, açlık grevlerini toplumsal direnişin bir parçası olduğunu söyleyerek bunun daha geniş kesimlere anlatıldığında ancak temel talep ve hedeflerine ulaşabileceğini ifade ediyor.

Türkiye yerel seçimlere doğru giderken bir yandan da Leyla Güven’in tecride karşı başlattığı açlık grevleri de devam ediyor. Hukuk, demokrasi ve ekonomik olarak deyim yerindeyse bütünsel bir tecrit içinde bulunan ülkede; faşizmin kurumsallaşması karşısından toplumsal mücadele de yeni bir döneme giriyor. HDK’nin, yeni Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu “İmralı üzerinde başlayan bu tecrit politikası tüm topluma yayıldı. Hak, demokrasi talep eden tüm kesimler tecrit altına alındı. Dolayısıyla tecridin çözümü daha geniş bir toplumsal yapıyı etkileyen bir mesele haline geldi günümüzde” diyerek açlık grevlerini, HDK’nin yeni dönem “Emek, Barış, Özgürlük: Faşizme Karşı Toplumsal Direniş” şiarıyla toplumun geniş kesimlerine anlatmak için çalışmalar yürüteceklerini kaydediyor.

13 Ocak’ta 9’uncu olağan genel kurulunu gerçekleştiren HDK’nin, yeni Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu ile açlık grevlerini ve yaklaşan yerel seçimleri konuştuk.

Öcalan üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması için, HDP Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı ve daha sonrasında yaygınlaşarak devam eden bir açlık grevi var. Öncelikle HDK olarak yaşanan bu açlık grevlerini ve gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tecrit şimdi güncellenmiş şekliyle karşımıza çıktı ama Türkiye’nin uzun zamandır temel sorunlarından biri. İmralı’da Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecrit elbette yeni değil. Biliyoruz ki bu sorunu çözmek ve dahası barış ve demokrasi için bazı çabalar vardı geçmişte. Ki bu çabalar bazı umut verici sonuçlar da doğurmuştu 2013- 2015 yılları arasında. Ve bu umut yeni bir kenetlenmeyi de beraberinde meydana getirmişti. Ama ne yazık ki halkaların bu iradesi özellikle son 3,5 yıldır kırılmış durumda. Sayın Öcalan da buna bağlı olarak 3,5 yıldır mutlak tecrit altında. Bu dönemde savaş politikaları, kamplaştırma, mezhepçilik, cinsiyetçilik mevcut rejim tarafından başat politikalar haline getirildi. Başta dediğim güncellenmiş şekli de tam bu oldu. İmralı üzerinde başlayan bu tecrit politikası tüm topluma yayıldı. Hak, demokrasi talep eden tüm kesimler tecrit altına alındı. Dolayısıyla tecridin çözümü daha geniş bir toplumsal yapıyı etkileyen bir mesele haline geldi günümüzde. Bu bakımdan vekilimiz ve yoldaşımız Leyla Güven’in başlatmış olduğu açlık grevi, sürecin kırıldığı yerden yeniden başlamasını isteyen çok yaşamsal bir talep. Bu anlamda Leyla vekilimiz de ciddi bir kararlılıkla bu eylemi başlattı ve yine aynı kararlılıkla bu grev sahiplenilerek devam ediliyor. Zaten gördük ki bu hem eyleme katılım anlamında karşılık buldu hem de Sayın Öcalan İmralı’da kardeşiyle bir görüşme yaptı.

Peki, bu görüşme tek başına yeterli oldu mu sizce?

Kesinlikle değil. Çünkü hem Sayın Öcalan’ın tüm haklarının kısıtlanması var ortada hem de geniş anlamıyla toplumun özgürleşmesi sorunu kalkmış değil. Tecrit meselesi siyasi bir sorun ve muhataplarının da siyasi olarak alınması gerekiyor. Dolayısıyla İmralı’yı ya da Leyla Güven’in taleplerini siyasi olarak muhatap almayan, bunu meşru görmeyen bir adımın çözüm gücü olamaz. Bu kısa görüşme sağlığının yerinde olduğunun bilinmesi açısından iyi olsa da için de manipülasyonu da barındırıyor. Tecrit yok havası yaratılmaya çalışılıyor ama bu kısa görüşmeyle tecridin ortadan kalktığı falan yok.

HDK 9’uncu olağan genel kurlunu yaptı ve orada “Emek, Barış, Özgürlük: Faşizme Karşı Toplumsal Direniş” sloganı öne çıktı. Bu slogan çerçevesinde düşünürsek bugün açlık grevleri açısından nasıl bir mücadele hattı çiziyorsunuz dışarıda?

Türkiye’de şu an en temel olarak emek, barış, demokrasi ve özgürlük, faşizme karşı toplumsal direniş hattını önümüze koyduk son kurulumuzda. Bu anlamda açlık grevlerini toplumsal direnişin bir parçası olarak görüyoruz ve bunu dışarıda daha yaygın anlatmaya çalışacağız. Zaten bunu başarabildiğimiz oranda açlık grevleri temel talep ve hedeflerine ulaşabilir. Bu da toplumsal hayatta gündelik bir şekilde açlık grevlerinin etrafında bir dayanışma ve destek halkası yaratmak anlamına geliyor. Bunun için HDK hem kendi bileşenleri açısından hem de farklı toplumsal kesimlerin ittifakını birleştirici bir rol oynamayı hedeflemektedir.

Türkiye sizin de dediğiniz gibi 3,5 yıldır tecrit altında. Yaklaşık 3 ay sonra da yerel seçimler var. HDK önümüzdeki seçim sürecine dair nasıl bir politika belirliyor?

HDK hem pratik hem misyonu gereği olarak aslında seçimleri aşan bir perspektife sahip. Ama seçimler elbette şu an çok güncel bir gelişme. HDK’nin amaçları ve çalışmaları için de koşullarını oluşturabilecek bir potansiyele sahip, hem toplumsal hem de siyasal bakımdan. Seçime dair perspektifimizi net olarak çiziyoruz; zira öncelikle Kürt illerinde kayyumların geri alınması hatta yeni illerin eklenmesi. Seçimleri, AKP rejiminin uyguladığı bu politikaların yenilgiye uğratılması anlamında hayati bir önemde görüyoruz. Ayrıca AKP- MHP blokunun geriletilmesi anlamında da önemli buluyoruz. Öte yandan tüm güncel gelişmeler ortaya koydu ki bu aslında sadece bir yerel seçim değil. Hem AKP-MHP blokunun hem de muhalefetin yaklaşımının bunun aslında bir genel seçim havasına sokuyor.

Rejim zaten yerel seçimlerden alacağı sonuçlarla tek adam iktidarını sabitlemek ve yerellerde de kalıcı hale getirmek istiyor. Biz de bu anlayışın tam karşısından bir yerden diyoruz ki bu seçimi, tek adam rejimine karşı itirazları birleştiren bir referanduma dönüştürmemiz gerekiyor. Bu elbette rejim karşıtı güçlerin ortak demokratik cephesini kurmak anlamına da geliyor. HDK’nin genel yaklaşımı böyle. Bununla ilgili partimiz HDP’nin de görüşmeleri sürüyor. Süreç henüz sonuçlandırılmış değil. Önümüzde yaklaşık 3 ay var ve bu süreç her şeye açık bir durumda. Fakat HDK olarak bizim temel yaklaşımımız şu; seçimler önemli, kazanılacak belediyeler AKP’yi bir gerilemeye götürebilir ama en nihayetinde geçici. Çünkü kayyum pratiği ortada, hatta batıda da bunların örnekleri yaşandı. Hatta biz tanımayız diyerek bunu ilan bile ettiler. Öte yandan basına yansıyan seçim hileleri şimdiden ayyuka çıkmış durumda. Seçimleri mutlak alarak bir yenilme-yenme ölçüsü olarak da görmemek taraftarıyız. Onu yerine daha kalıcı, Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin daha uzun süreli meclislerini yaratmamız lazım. HDK, bu anlamda daha temel bir şeye yani toplumsal ittifaka yöneliyor. Seçim sürecinde zaten temel görüşümüz olan bu meclisleşmeyi daha somut hale getirmeye çalışacağız.

Önceki seçim şu an Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik krizin de etkileri çok net görülmeden erkene alınmıştı. Şimdiki seçime ise ekonomik kriz kontrol altındaymış söylemleri içerisinde girmeye çalışıyor AKP. HDK olarak yaşanan ekonomik krizin seçimlere yansımaları olacağını düşünüyor musunuz?

Ekonomik kriz Türkiye’deki toplumsal çelişkileri katmerleştiren sonuçlar yarattı. Enflasyon, işsizlik ve pahalılık ile yoksulluğun artışı, artık emekçilerin gündelik sorunları haline geldi. Bunun mevcut politikalarla çözümü yok. Çünkü çok daha derin bir krizsel dönemle karşı karşıyayız. Dünya açısından da böyle. Zaten Türkiye’de yaşanan da daha bütünsel bir krizin parçası çünkü dünyada da emperyalist-yapısal bir kriz var. Ama Türkiye’deki sadece mali bir kriz değil. Hem politik, hem ideolojik hem de kültürel, ekolojik boyutuyla çok katmanlı bir kriz. Bizim yıllardır “barbarlık mı sosyalizm mi” dediğimiz söylem artık çok güncel bir hale gelmiş durumda. Türkiye’de emekçilerin hayatı cehenneme döndü. Ki emekçiler buldukları ve yapabildikleri her alanda kendiliğinden de olarak eylem halindeler. Bu ilk olarak üçüncü havalimanından başladı, oradan TOKİ’ye oradan Flormar’a ki bu tepkiler işçilerin hayatlarına son vereme raddesine varacak düzeye ulaştı aslında. Bu dirençleri birleştirmek önemli. Elbette ki böylesi krizlerin daha milliyetçi, muhafazakâr eğilimleri ortaya çıkaran tarafları var. Bunun örneklerini dünyada da görüyoruz. Ama öbür taraftan bu yaşanan krizin ve beraberindeki siyasal iklimin kırılmalarının sebeplerini mevcut iktidarda arayan, bunu bu yönde sorgulayan, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, devrimci hareketler ve birleşmeler de yaşanıyor.  Bizler tabii bu ikinci cepheyi daha güçlü örmeye çalışmakla yükümlüyüz. Zaten şunu göstermemiz gerekiyor Türkiye’deki demokrasi güçleri olarak: Türkiye’deki iktisadi kriz ile siyasi kriz birbirinden bağımsız değil. Belki tüm kesimler için söylemek zor ama emekçiler açısından artık yaşam en alt sınıra gelinmiş durumda, dahası yok. Haliyle bu açıdan seçimler bu alt sınıra dayanmış tepkinin açığa çıkmasına da olanak sağlayabilir. Ama bu kendiliğinden olacak bir şey değil elbette örgütlenmeyi bunu temeline koyuyoruz.