Çürütenler

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun Yeni Özgür Politika Gazetesi için kaleme aldığı makale…

Bir toplum yaratılan eşitlik, ahlak, vicdan, adalet, özgürlük, demokrasi değerleriyle güçlenir ve ayakta kalır. Toplumun esas gücünü ne silahlar, ne para, ne de şu bu imkan oluşturur. Eğer böyle olsaydı kapitalizmin geliştiği ülkeler en güçlü toplumlar olurdu. Şu anda çürüme ve giderek kendini bitirecek hale gelen yerler kapitalizmin en fazla geliştiği ülkelerdir. Eğer oralarda toplumculuğa dayalı toplumsal değerler ayağa kaldırılmazsa o ülkelerin sonu gerçekten de tanrının gazabına uğrayan şehirlerin durumuna düşmekten farklı olmayacaktır. Kuşkusuz bu ülkelerde mutlaka toplumsal vicdan, adalet, ahlak, eşitlik, özgürlük ve demokrasi değerleri ayağa kalkacaktır. Çünkü kapitalizm toplum ve toplumsal değer açısından S.O.S. vermektedir.

Türkiye ise hem kapitalizmin yıktığı toplumsal değerler açısından, hem de şovenist soykırımcı karakteriyle en çürütülmüş ülke haline gelmiştir. Çünkü Türkiye’de vicdansızlık, ahlaksızlık, yolsuzluk, soygunculuk, rüşvet, dolandırıcılık, yalancılık, sivilleri öldürmek, katliam yapmak, şehirleri yakıp yıkmak normalleştirilmiştir. AKP iktidarının faşist şefi tüm akrabalarını ve yandaşlarını zenginleştirmiştir. Türkiye’de artık belirli imkanlara sahip olmanın ve zenginleşmenin yolu AKP hükümetinde bakan olmak, Tayyip Erdoğan’a yakın olmak, AKP iktidarına yalakalık yapmaktan geçmektedir. 1990’lı yıllarda PKK ve önderliğine küfür edenler, bunlara karşı olduğunu söyleyenler zengin olurdu. Bu nedenle PKK ve Apo düşmanlığı rantından söz edilirdi. Şimdi ise AKP yandaşlığı ve Tayyip Erdoğan şakşakçılığı zenginleşmenin ve her türlü ikbalin yolu olmuştur.

Türkiye’de özellikle 12 Eylül’den sonra siyasal İslam’ın sistem içine alınması kararı verildi. Bu nedenle Fethullahçılar sistem içine adım adım girdiler. Özal zaten siyasal İslam’ın sistem içine alınmasının ifadesiydi. Bu nedenle bakan oldu. Özal iktidarı döneminde İslami kesimler sistem içine yerleştiler. Kürt Özgürlük Hareketi 1990’lı yıllarda büyük gelişmeler gösterip Kürt halkını etrafında toplayınca, derin devlet denen kurum ve kişiler Kürtlerin PKK’ye kaymasını engellemek için Türkiye metropollerinde ve Kürdistan’da Necmettin Erbakan’ın siyasal partisinin gelişmesinin önünü açtılar. Nitekim bu politikayla birlikte Refah Partisi Türkiye metropolleri ve Kürdistan’da yükselişe geçti. Özellikle metropollerdeki Kürtlerin PKK’ye kaymasını önlemek önemli görüldü. Buralarda PKK’nin güçlenmesi soykırımcı sömürgeciliğin sonunu getirebilirdi.

Ancak bununla da Kürt Özgürlük Hareketi’nin önünün alınamayacağını görerek Hizbulkontra’yı devreye koydular. Bunlara faili meçhul denen cinayetleri işlettiler. Bu kesimleri Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanmak için el altında tuttular. Ancak Kürt Halk Önderi esaret altına alınıp artık PKK’nin bir daha ayağa kalkamayacağı düşünülünce 2000’li yıllarda bunlara operasyon yapıldı; bazıları öldürüldü, bazıları cezaevlerine atıldı.

Kürt Halk Önderi esaret altına alındıktan sonra hem dış güçler, hem iç güçler İslamcı bir kesimin iktidarda olmasını kendi çıkarlarına gördüler. ABD, İslamcı bir iktidarın varlığını Ortadoğu’ya yapacağı müdahalede önemli görüyordu. Böylece bu müdahaleyi daha rahat yapabilecekti. Soykırımcı derin güçler ise Kürtleri rehabilite etmek, tekrar soykırımcı sistem cenderesine almak açısından İslamcı bir iktidarı gerekli görüyorlardı. İşte Erbakan partisinden kopanlarla Fethullahçıların ittifak yaparak iktidara gelmesi böyle bir süreçte oldu. Hatta Erdoğan ve arkadaşlarının Saadet Partisi’nden koparılması böyle bir proje ekseninde yapıldı. Fethullahçılar da bu kopmanın gerçekleşmesinde rol oynadılar.

Erdoğan ve ekibi ile Fethullahçılar ittifak yaparak hükümet oldular; adım adım devleti kendilerine göre dizayn etme çabası içine girdiler. Tabii ki ekonomik imkanları ele geçirme konusunda bir mesafe aldılar. Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı bunu yaparken ABD ve AB’nin tam desteğini aldı. Çünkü işbirlikçi İslam’la Ortadoğu’yu kontrol etme de bu projenin önemli amaçlarındandı. AKP iktidarı on yılda devleti ele geçirmede önemli bir mesafe kat etti. Ancak tüm iktidar mücadelelerinde olduğu gibi, 10 yıl sonra iktidar güçleri kendi içinde iktidar ve devletin asıl sahibi kim olacak mücadelesine girdiler. Özellikle bu ittifak devleti ele geçirme ve yeni biçimde dizayn etme temelinde olunca, bir süre sonra kim hakim olacak mücadelesi içine girilir. Erdoğan ve çevresiyle Fethullahçılar arasındaki mücadele böyle gündeme gelmiştir. Fethullahçılar, biz devleti yönetecek kadrolara ve kapasiteye daha fazla sahibiz; bu devleti en iyi biçimde biz dizayn ederiz diyerek iktidar mücadelesi içine girmişlerdir. Son yıllarda AKP iktidarının iç ve dış politikada yaptığı yanlışları ve bu iktidara muhalif olanları da zemin yaparak bu iktidar mücadelesinden başarıyla çıkmak istemişlerdir. Bunun için de bu iktidarın yaptığı yolsuzlukları ve aldığı rüşvetleri kayıt altına almışlardır. 17-25 Aralık operasyonları böyle gündeme getirilmiştir. O soygunlar, rüşvetler, zenginlikler, para saklamalar, Erdoğan’ın oğluna talimat verip “paraları sıfırla” demesinin hepsi doğrudur. Kuşkusuz iktidar mücadelesi için kullanılmak istenmiştir; ama hepsi de doğruluğundan zerre kadar şüphe duyulmayacak gerçeklerdir. O konuşmalar ne sahte ne montajdır; Tayyip Erdoğan ve oğlunun orijinal konuşmalarıdır. İktidar mücadelesinde Fethullahçılar kaybetti diye bunlar doğru değildir denilemez.

Bunlar o kadar doğrudur ki, AKP o zaman çok önemli bakanlarını görevden aldı. İsmi geçenler görevden alındı, ama iktidar da bu yolsuzluklar içinde olduğundan bunlardan hesap sormadılar. Öyle ki o dönem ismi geçen Reza Zarrab işlerine devam etti. Yolsuzluklarını ve vurgunlarını daha dikkatli biçimde sürdürdü. Ancak tüm zenginler gibi zenginlerin Kâbe’si olan ABD’ye gidiyor. ABD zenginler için çekicidir. Dünyada bu kadar zengin olup da ABD’ye gitmeyen var mıdır?

ABD, dünyanın süper gücü! Aldığı karar ve koyduğu kuralları çiğneyenler için yasalarına ceza ve yaptırım koymuş. Devletler en başta da mahkemeleri ve cezaevleriyle otoritelerini sürdürürler. Reza Zarrab, herhalde büyük işadamı olarak Türkiye’den temize çıkmış olarak bir şey olmayacağı yargısıyla ABD’ye uçuyor ve enseyi ele veriyor. Bu konuda dikkat çekici ve çarpıcı olan Türkiye’nin tutumudur. Bu tutumun gerçekten de değerlendirilmesi gerekir. ABD bu adamı yargılıyor; adam itirafçı olmuş. Türkiye’de yaptığı kirli ve uluslararası ticaret kurumlarına uymayan işlerini itiraf ediyor. AKP iktidarı ise ABD’ye “sen bu adamı yargılayamazsın” diyor. Çünkü Zarrab bu iktidarın suç ortağı olmuş. Ya da bu iktidarın kirli işlerini yapmış. Nitekim Türkiye’deyken AKP’ye ait bir televizyon kanalında çıktığı programda “bütçe açığının yüzde 20’sini ben kapatıyorum” diyerek dolaylı olarak bu işbirliğini itiraf ediyordu.

Aslında AKP iktidarı tutumuyla bu adamın itiraflarının doğruluğunu kabul etmiştir. Reza Zarrab’ın ABD’ye gidişine kim izin verdi; böyle bir yargılama konusu olacak suç ortağı ABD’ye nasıl gitti, engellenmedi, diyerek Reza Zarrab’ın suçlu olduğunu kabul ediyorlar. En sonunda devlet sırlarını ifşa etmiş diye mal varlığına da el koydular.

Bu adam bu yolsuzlukları yapmış mı, yapmamış mı? Yapmış! Bu kadar yolsuzluğa bulaşmış adamın yargılanmasına bir ulusal dava gibi karşı çıkılıyor. Şimdi bu adam bir ulusal sorun haline getirilmiş. Sanki bir adamın ya da bir iktidarın işlediği suç bir ülkenin işlediği suçmuş gibi gösteriliyor. Reza Zarrab ve AKP iktidarı en başta da Türkiye’yi ve Türkiye halklarını bile bile bir riskin içine sokmuşlar. Bu açığa çıkınca bunu yapanlardan hesap sorulması Türkiye’nin imzaladığı anlaşmalar çerçevesinde normal bir durumdur. Hem bu sistem içinde olacaksın, hem stratejik müttefikim diyeceksin, hem de bilmem ne yapacaksın! ABD’nin emperyalist ve kapitalist bir ülke olduğu kesindir. Eğer bu politikaları kabul etmiyorsan ve bu sisteme karşı çıkıyorsan onların politikalarına ve kararlarına uymayacağını açık söylersin. Gerekirse ben bu kararlara uymam dersin; bu ayrı bir durumdur; ayrı bir düzlemde değerlendirilecek konudur. Ama her gün stratejik müttefikiz niye böyle yapıyor diye söyleneceksin; kapitalist sistemin parçası olacaksın, böyle bir sistem içinde olmanın gereği olarak ilgili anlaşmalara imza atacaksın, sonra da bunları çiğneyen bir adamın tutuklanmasını bir ulusal sorunmuş gibi topluma yutturacaksın! Halka bundan daha büyük bir saygısızlık olmaz. Hiçbir bireyin ya da iktidardaki bazılarının, hatta bir iktidarın kendisini ulusun, ulusal çıkarların yerine koyması düşünülemez. Bu sadece ve sadece faşist ülkelerde olur. Faşist iktidarlar ve liderler kendilerini ulusun ve ulusal çıkarın yerine koyarlar. Şimdi de Tayyip Erdoğan böyle yapıyor.

Türkiye’de siyasi ahlak kalmamış. Zarrab’ın söyledikleri doğru mu, yanlış mı buna bakılmıyor. Bunu 17-25 Aralık’ta Fethullahçılar söylemiş, o zaman bu yolsuzlukların üstü örtülmelidir. Fethullah’a karşı çıkabilirsin. Fethullah’a karşı çıkmak ayrı bir konudur, bu ayrı bir konudur. Birileri hem Fethullah’a karşı çıkabilir, hem de bu yolsuzluklara. Ama AKP iktidarı, MHP ve bazı ulusalcı çevreler bunları Fethullahçılar ya da ABD yargıçları söyledi diye yok sayıyorlar. İşte yozlaşma ve çürüme budur. Böyle kirli ve ahlaksız siyaset olabilir mi?

Şimdi AKP iktidarının her kirli işini savunmak ulusallık ve milliyetçilik olmuş. AKP iktidarı ne kadar soyguncu, rüşvetçi olsa, yolsuzluk yapsa da vatan millet sakarya adına bu yolsuzluklar görülmemeli ve yok sayılmalıdır. Örneğin İngiltere Man adasındaki 1 Sterlinlik sermayesi olan bir şirkete milyonlarca Euro aktarılıyor. Bu paranın nereden geldiği soruluyor. Bu paranın vergisi verilmiş mi deniyor. Bu bile ulusal sorun haline getiriliyor. Bu yolsuzluklar dile getirilirse hainlik, bu yolsuzluklar görülmezse ulusallık ve milliyetçilik oluyor. İşte Türkiye’de çürümenin geldiği düzey! Zaten faşizm toplumsal çürüme demektir. Çünkü tek doğru faşist şefin ve iktidarın söyledikleridir.

Tabii ki demokratlar, sosyalistler, halk güçleri iktidar mücadelesinden, bu mücadelenin ortaya saçtığı pisliklerden halkı bilinçlendirme doğrultusunda yararlanırlar. Kaldı ki şunun bunun demesine gerek yoktur, AKP bir yolsuzluk iktidarı haline gelmiştir. Deveyi amuduyla götürmektedir. AKP bir zamanlar CHP’lilerin belediyelerinden çok az biçimde nemalanmasını bile yıllarca işlemişlerdir. CHP’liler de bir zamanlar biz yemesek başkaları yer diyerek rant alanlarına üşüşmüşlerdi. Şimdi AKP’liler bunun yüz katını, bin katını yapıyor, ama bu normalleşmiş. AKP’nin yolsuzluklarına göz yumulmalıymış! Özellikle bazı şovenist faşist ulusalcılar, AKP Kürtlere karşı savaşıyor diye AKP’nin tüm yolsuzluklarının ve suçlarının bir numaralı savunucusu haline gelmişlerdir. Bunu da ulusal çıkar ve antiemperyalistlik diye yutturmaya çalışıyorlar. Böylece antiemperyalistliği de demokratik ulusalcılığı da yozlaştırıyorlar. Şu anda bu çevreler bazı sol çevreleri bile yozlaştırma gayreti içindedirler. Aslında AKP iktidarının savunucusu olanlar faşizmin ve despotizmin savunucusu oluyorlar. MHP de zaten şu anda AKP’yi aklama ve temizleme kampanyası içine girerek AKP iktidarının nasıl faşist bir iktidar olduğunu gözler önüne sermektedir.

Şimdi toplumu aldatmak için AKP antiemperyalist ve antikapitalist gösterilmeye çalışılmaktadır. Zaten Erdoğan da neredeyse kendini antiemperyalist ve antikapitalist olarak göstererek hem tüm ulusalcıları, hem de solcuları, demokratları kandırma ve kendi destekçisi yapma gayreti içindedir. AKP’nin bu demagojisinin teşhir edilmesi, emekçilerin ve toplumun kandırılmasının önüne geçilmesi gerekir. Bir zamanlar faşist şef Alparslan Türkeş emperyalizmin kontrolünde bir güç olduğu halde kendini antiemperyalistmiş gibi gösteren söylemlerde bulunuyordu. Şimdi zaman zaman Devlet Bahçeli de bu yönlü demagojilere başvurmaktadır. Tayyip Erdoğan da ABD ve Avrupa ile bazı konularda yaşadığı sorunlardan dolayı kendini antiemperyalist ve milli olarak göstermeye çalışmaktadır.

Tayyip Erdoğan ve AKP’den antiemperyalistlik çıkarmak, katırın doğum yapmasını beklemektir. Türkiye’de neo-liberalizmi ve kapitalizmi en fazla geliştiren AKP iktidarıdır. AKP, AB ve Avrupa Birliğinin desteğiyle iktidar olmuştur. AKP iktidarı şimdi de bizi kullanın, biz ABD ve AB’nin en iyi işbirlikçisi oluruz diyorlar. Yeter ki kendilerinin düşündüğü politika ve hedefler desteklensin!

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin İhvanı Müslim’idir. İhvanı Müslim önceleri ABD ve Avrupa ile işbirliği içindeydi. Nitekim Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesi ve İhvan’ın iktidara gelmesi desteklendi. Uzun yıllar ABD’nin yeşil kuşak projesiyle desteklenen İhvanı Müslim, Arap Baharının etkisiyle ve AKP iktidarının kışkırtmasıyla ABD ve batıyla çelişen politikalar içine girdi. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan ve AKP Arap Baharından Türkiye’nin Sünni İslam dünyasına hakim olacak yeni bir Osmanlı çıkarmak istedi. Bu durum Mısır’da olduğu gibi İhvan’la ABD ve batıyı karşı karşıya getirdi. AKP iktidarı İhvan Mısır’daki iktidarı kaybettikten sonra Suriye ve Ortadoğu politikalarını çok hızlı yükselen ve önünde hiçbir gücün durmadığı DAİŞ’e bağladı. DAİŞ üzerinden şantaj politikalarını izleyip kendini Suriye ve Ortadoğu’da etkili kılmayı hedefliyordu. Ancak bu politikaların hepsi zamanla tersine dönmüştür. Özellikle Suriye ve Irak’ta Kürt özgürlük güçlerinin DAiŞ’e karşı direnişi Türkiye’nin hesaplarını bozar. Bu politikaları izlediği için ABD ve koalisyon güçleriyle karşı karşıya gelir. ABD ve koalisyon güçlerini kendisine destekçi yapmak için Rus uçağını düşürür, ABD ve Rusya’yı karşı karşıya getirmeye çalışır. Ancak bu konuda da başarılı olmaz.

AKP iktidarının bu politikaları izlediği süreç, aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin DAİŞ’e karşı büyük başarılar kazandığı, Kürdistan’ın tüm parçaları ve Ortadoğu’da gelişme gösterdiği dönemdir. Ortadoğu’da süren Üçüncü Dünya Savaşı ortamında Kürtlerin en dinamik ve dönüştürücü güç olduğu görüldü. DAİŞ’e karşı mücadelede uluslararası koalisyon Kürtlerle ilişki kurmak zorunda kaldı. AKP iktidarı hem politikaları hem de ilişkileriyle DAİŞ’e ve benzeri çetelere destek veriyordu. AKP iktidarı bu dönemde Kürt sorununu çözme politikası yerine ezme politikasına yöneldi. Çünkü Kürtler sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da güçleniyordu. Bu durum karşısında 2015-2016’da Kürt halkına yönelik saldırıya geçti. Başta Almanya ve Başbakanı Merkel olmak üzere ABD ve Batı bu saldırılarda Türkiye’ye destek verdiler. AKP bu destekle özyönetim direnişlerine azgınca saldırdı. Ancak Türkiye için bu yetmiyordu. Suriye ve Rojava’da Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak istiyordu. Ancak Kürtlerin mücadelesi dünyada olumlu bir algı ve sempati yaratmıştı. Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarının meşruiyeti sağlanmıştı. Bu nedenle Türkiye’nin dayatmalarını kabul etmeleri onlar için yeni sorunlar yaratacaktı. İşte bu durum Türkiye ile koalisyon güçlerini karşı karşıya getirmiştir. AKP iktidarının ne antiemperyalistliği ne de ABD ve Avrupa karşıtlığı vardır. Hala onlara bizi kullanın diye yalvarmaktadır. Ancak o güne kadar yaptığı şantaj ve tehditlere boyun eğilmemesi ve Kürtlere saldırı konusunda onay ve destek almaması Avrupa ve ABD ile sorun yaşamalarını beraberinde getirmektedir. Öte yandan ABD ve AB AKP iktidarına verdikleri desteğin istismar edildiğini düşünüyorlar. Bu nedenle Suriye ve Rojava politikalarında bazı çelişkiler yaşıyorlar. Türkiye bu çelişkiyi antiemperyalist, ABD ve Avrupa karşıtı olduğu için değil, Kürt soykırımcısı olduğu için yaşıyor. Antiemperyalist, antikapitalist olsaydı Türkiye halklarına ve toplumuna karşı demokratik yaklaşım gösterir, Kürtleri soykırıma uğratma politikası izlemez, sorunları çözerek dış güçler karşısında konumunu güçlendirirdi.

Bilindiği gibi Ermeni soykırımını dönemin en saldırgan emperyalist gücü olan Almanya’nın desteğiyle gerçekleştirmişti. 20. Yüzyılda Kürt soykırımını emperyalizm ve NATO’nun desteğiyle yürütmüştü. Ancak buna imkan veren soğuk savaş ortadan kalkmıştır. Dün birbirini boğazlayan güçler, şimdi ilişki ve çelişkiyi iç içe yaşıyorlar. Bu nedenle AKP iktidarının Kürt soykırım politikalarına 20. Yüzyılda olduğu gibi tam destek veremiyorlar. Özellikle Türkiye sınırları dışında da bunu dayatınca sorunlar yaşanıyor. Türkiye içeride hala Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta ABD ve Avrupa’dan belli düzeyde bir destek alıyor. Almanya’nın politikası bunun en açık kanıtıdır. Ancak sınırları dışında ve Suriye’de dayatmalarda bulunması sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu sorunların ortaya çıkmasını antiemperyalist olarak göstermek büyük bir çarpıtma ve demagojidir. Antiemperyalistliği dejenere etmek, hatta en kötü biçimde emperyalist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve politikalara destek olmaktır. Bu açıdan AKP’yi antiemperyalist ya da kendi deyimleriyle milli değil, tamamen Kürt düşmanı soykırımcı bir güç olarak görmek ve böyle değerlendirmek gerekir.