'99 geri çekilme sürecini, yaşayan gerillalar anlatıyor

'99 geri çekilme sürecini, yaşayan gerillalar anlatıyor

1998’de başlayan sürecin cezaevine yansımalarını, cezaevindeki PKK’li tutsakların tutumunu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler ve yansımalarını o dönemde cezaevinde olan PKK’lilerden Sabri Ok değerlendirdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 1999’daki geri çekilme kararını kamuoyuna açıklamadan önce kendilerine bir mektupla ilettiğini belirten Ok, Öcalan’ın “Ben, böyle birşey düşünüyorum, güçlerimizin, güvenlikli bir şekilde sınır dışına, Güney Kürdistan tarafına çekilmesi ile yeni bir süreç, yeni bir tartışma zemini oluşabilir, böyle bir karar alıyorum, sizin görüşünüz nedir bu konuda? diye bize sordu” dedi.

1998 yılında cezaevinde yapılan görüşmeleri değerlendiren Sabri Ok, 1998 yılında Muzaffer Ayata ile birlikte kaldığı Bursa Cezaevi’nde kendileri ile ilişki kurulduğunu belirtti. Bu savaşta ne Kürtlerin ne de Türklerin galip gelemeyeceğini, yeterince savaşın yaşandığını, gelinen noktada sorunun siyasi ve demokratik yollarla çözülmesinin doğru bir yaklaşım olacağını belirttiklerini kaydeden Ok ”Bizden cezaevinde hareketimizin, partimizin Kürt sorununun çözümüne ilişkin görüşlerini içeren bir deklarasyon yayınlamamızı istediler, önerdiler. Bu deklarasyonla Türkiye’de kamuoyunun daha iyi oluşacağını, sorunun siyasi yöntemle, görüşmeler yoluyla daha rahat çözülebilmesi için pozitif bir etki yapacağını, devletin de bu konuda basının önünü açacağını, teşvik edeceğini ve böylece görüşmelerin daha olumlu bir zeminde gelişmesi ve sonuç alınması için olumlu bir atmosferin oluşacağını belirttiler” dedi.

Kendilerinin ise, o dönemde hareketin kurumlarının olduğu her alanda temsiliyetinin mümkün olduğu ortamda cezaevinden hareket adına deklarasyon yayınlanmasının ahlaki ve siyasi olarak doğru olmadığı düşündüklerini, ancak Kürt Halk Önderi Abdullah’ın görüşlerini almak için iletişime geçtiklerini de söyledi.

“Biz, dolaylı olarak bize iletilen bu mesajın özünü kısa sürede önderlikle paylaştık. Önderlik önce bize, ‘tamam, siz oradan bir deklerasyon yayınlayabilirsiniz’ dedi” diyen Ok, yeniden Öcalan’a öneri yaptıklarını ve onun da ‘Ben daha sonra açıklama yapacağım’ biçiminde görüşlerini dile getirdiğini de kaydetti. Bu arada dolaylı bazı temasların devam ettiğine de dikkat çeken Ok, “Bizden istedikleri bir ateşkesin yapılması, üslubumuzun daha çok siyasi ve çözüme dönük yumuşak olması, biraz Türkiye kamuoyunu da gözeten bir yaklaşımın olması idi. Kendileri de, eğer hareket böyle bir pozisyon alırsa, bir açıklama, bir ateşkes yaparsa, atacak adımlarının olduğunu söylediler. Bu adımlar çok önemli olmayabilirdi, yani sorunun büyüklüğü kadar çözümü gerçekleştirebilecek düzeyde adımlar değildi. Mesela Kürt halkının kültürel haklarının anayasada kabul göreceği, ilk başta cezaevinde hasta olan arkadaşların serbest bırakılacağı, peyderpey bir genel affın gündeme gelebileceği ve hepsinden önemlisi bu sürecin, görüşmelerin devam etmesi yönündeydi” dedi.

Kendileri ile temasa geçen heyetin “devlet” denilen bir güç ya da kesim adına hareket ettiğini de vurgulayan Ok şöyle devam etti: ”Daha çok sivil insanlar, adı bilinen avukat (Selim Okçuoğlu) yanımıza geldi. Bu görüşmeler bir süre devam etti. Bazen ayda bir sefer, iki sefer o aracı üzerinden mesajlarımız karşılıklı gidip geliyordu. Sanıyorum bunlar biraz birbirini anlamaya dönük temaslardı. Bizimle dolaylı yoldan görüşmek isteyenler ne düşündüğümüzü, sürece nasıl baktığımızı, nelere açık olup olmadığımızı anlamak istiyorlardı. Uzun yıllar sonra, 93 ateşkesinden sonra ilk kez böyle bir temas gelişiyordu. Doğal olarak biz de anlamaya çalışıyorduk. O dönem hatırlanırsa Refah-Yol hükümeti vardı. Böyle bir süreçte bizimle ilişkiye geçmek isteyenler tam ne yapmak istiyorlar, gerçekten bir sorunu çözme amacları var mı, yoksa başka hesapları mı var, doğal olarak biz de hem ihtiyatla bakıyor, hem anlamaya çalışıyorduk. Şayet istekli ve gerçekten bu sorunu çözmeye dönük bir çabaysa anlam ve değer bicecektik. Bunu önderlikle paylaştığımızda önderlik de ihtiyatlı ve şüphe ile baktı. Özellikle merak etti, bu mesajları gönderen kimdir? Hükümet adına mıdır, başka bir kurum adına mıdır? Biz de merak ediyorduk. Biz de tam olarak çözemedik. Hep sorduğumuzda ‘devlet’ dediler. Hala da bilmiyoruz, hangi kesimlerdi? Ama devlet adına konuşan bir kesim olduğu belliydi.”

Ok kendi kanallarıyla kısa sürede Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ulaşabildiklerini de belirtti. 1997-98’de zaman zaman Öcalan ile telefon görüşmeleri yaptıklarını da vurguladı.

Öcalan’ın uzun yıllar boyunca sürekli devletin bir muhatap aradığını söylediğini de vurgulayan Ok, “Sorunların daha çok demokratik, siyasi görüşmeler yoluyla çözülmesini istiyor, arzuluyor, bir muhatap çıkarmak istiyor, arıyordu. Fakat böyle bir muhatap bulamıyordu.

Biliniyor, 93 yılında Özal döneminde bir ateşkes olmuştu. Ondan sonra Özal’ın -bugün daha açık bir şekilde ortaya çıktı- bir komplo ile zehirlenmesi ve yaşamını yitirmesiyle süreç tersine evrildi. İmha ve topyekün bir savaş süreci başladı. Fakat tüm hışmına rağmen, tüm saldırılarına rağmen devlet sonuç alamıyordu. Hareket mevzilerini koruyordu. Askeri, psikolojik, politik anlamda daha bir gelişme gösterebiliyordu. Böyle bir süreçte, yani devletin sonuç alamadığı, hareketin de direndiği bir ortamda görüşmelerin olması çok doğaldır, olması gerekendir. Önderlik sürekli bunu esas alıyordu. Özal tarzı bir yaklaşım olursa buna anlam biçeceğini söylüyordu. Hatırlanırsa televizyonda da bunu bazen kamuoyuyla açıkça paylaşıyordu. ‘Bir onbaşı bile karşıma gelsin, bu devlet ne yapmak istiyor, yani görüşmek doğru olandır’, diyordu. Dolayısıyla biz bu durumu önderlikle paylaştığımızda belirttiğim gibi hem ihtiyatla yaklaştı hem anlam vermeye çalıştı, değer de verdi. ‘Gerçekten devlet adına böyle bir ekip, bir irade, söyledikleri gibi sorunu çözmeye dönük bir irade sahibi olacaksa biz de üzerimize düşeni yapar ve bir süreç başlatabiliriz’ diyordu. Fakat ihtiyat ve şüphesi de vardı” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1 Eylül 1998’de televizyonda çok sayıda basın mensubunun katıldığı bir programda ateşkes kararını açıkladığını da hatırlatan Ok “Bu ateşkes kararı şüphesiz geliştirilen bu ilişkiler üzerinden alınmış bir karardı. Belki bir tek bu değildi, ama bu ilişkilerin bu karar üzerinde rol oynadığı kesindi. Önderlik kamuoyuna daha olumlu, objektif mesajlar veriyordu. Devletin veya bu sorunu demokratik siyasi zeminde çözmek istiyenlerin elini güçlendirmek istiyordu ve hareketin böyle sürece ne kadar hazırlıklı olduğunu kararlılıkla belirtiyordu. Bunun üzerine bir ateşkes süreci başladı. Fakat bir paradoks ve ne acıdır ki ateşkese olumlu bir karşılıkverme yerine bilinen uluslararası komplo gerçekleşti. Ve kısa bir süre sonra bu herşeyi alt-üst etti doğal olarak. Tarihte benzeri görülmeyen bir komploydu. Ondan sonra o kesimlerle ilişkilerimiz, temaslarımız kesildi. Komployla beraber yeni bir süreçti artık. Hareket için böyle bir kader yazılmış, belirlenmişti. Önderlik hareketten ve halktan koparıldı. Hareket artık çözülüp varlığını sürdüremez, dolayısıyla hareketi ciddiye alıp görüşmeler yapma ihtiyacı duyulmadı. Ve o süreç öyle tıkandı” diye konuştu.

Öcalan’a dönük komploya ilişkin, “Tabi bazı şeyler vardır ki, anlatmak, izah etmek zor. Yani bu duyguları ifade etmeye yetmiyor” biçiminde konuşan Ok, “Sanıyorum bu, özellikle önderliğin esareti için söylüyorum, hiçbir arkadaşımız, hiç bir onurlu Kürt insanı o duygularını bugün gerçek tam ifade etmesi zor olacak” dedi. Cezaevinin duygusal atmosferi, soyut, psikolojik atmosferi, devletin denetimi, hakimiyetindeki koşullarda yaşamının insanda yaptığı etkinin de göz önünde bulundurulmasıyla komplonun kendilerini büyük etkilediğini söyleyen Ok, “Zaten ondandır ki, bir çok arkadaş bedenlerini cayır cayır ateşe verdiler. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla, yine benzeri az görülen yiğitçe, kahramanca direnişler sergilediler. Bizler genel olarak ölüm orucu kararı aldık. Fakat hareket ölüm orucu kararını doğru bulmadı, onaylamadı. Bir süre sonra açlık grevine dönüştürdük” dedi.

Öcalan’ın İmralı’ya götürülmesi ardından herhangi bir telefon görüşmesi gerçekleştirmediklerini de söyleyen Ok, Öcalan’ın 17 Mart’ta kendisine bir mektup gönderdiğini vurguladı. Öcalan’ın mektupta, geliştirmek istediği yeni paradigmanın ip uçlarını verdiğini, fedai eylemlerin artık durmasını talep ettiğini de kaydetti. Öcalan’ın yeni paradigmanın genel çervesini kalın başlıklar halinde yazdığını vurgulayan Ok, “Altına da bir not düşmüştü, hatırlıyorum. Bu mektubu iyi anlamamı ve bütün cezaevlerine ulaştırmamı ve kavratmamı istiyordu. Mektubu ilk okuduğumda tam anlam verdim dersem doğru olmaz. Şüphesiz önderliğin yeni paradigmasının temelleri vardı. 93 yılından beri geliştirdiği bir süreçti. Bundan bihaber değildim, anlama düzeyim de vardı. Fakat bu denli net, ilk kez bu mektupta okudum. Bir kaç saat hiç kimseyle paylaşmadım, bir kaç kez okudum, iyi anlayayım dedim. Sonra Muzaffer Arkadaşla paylaştım, biraz tartıştık. Önderliğe inanmak ayrı birşey; anlamak önemlidir. İnandığımız kadar anlayarak hareket edelim dedik. Ve gecikmeden bir iki gün sonra bulunduğumuz cezaevinde tüm arkadaşlara okuduk, paylaştık. Diğer cezaevlerine imkanlar dahilinde ulaştırmaya çalıştık. Önderlik Türkiye’ye teslim edildikten sonra dışarıya gönderdiği ilk mektuptu, ilk yazıydı. Önemliydi. Onun için ben de hepsini sigara kağıtlarına yazarak olduğu gibi hareketin yönetimine, merkezine gönderdim. Tabi o zaman kimler vardı, kimlerin eline geçti, ne oldu, bilemiyorum; ama gönderdim” dedi.

Ok, Öcalan ile 3 ya da 4 ayda bir mektuplaştıklarını da söyledi.

Sabri Ok, geri çekime kararının kamuoyuna açıklanmadan önce mektupla kendilerine iletildiğini de söyledi. “Muzaffer arkadaşla birlikteydik. Ben, böyle birşey düşünüyorum, güçlerimizin, güvenlikli bir şekilde sınır dışına, Güney Kürdistan tarafına çekilmesi ile yeni bir süreç, yeni bir tartışma zemini oluşabilir, böyle bir karar alıyorum, sizin görüşünüz nedir bu konuda? diye bize sordu. Biz de Muzaffer arkadaşla tartıştık, biz de görüşlerine katıldığımızı söyledik, bizce de uygundur dedik. Fakat şöyle birşey dediğimi hatırlıyorum, bu güçlerin Kızılhaç kontrolünde sınırı geçmesi daha iyi olur, demiştim. Önderlik o zaman bana gönderdiği cevapta çok safça düşündüğümü söylemişti. Halen de tam anlamadım, ama öyle söylediğini hatırlıyorum. Özellikle önderliğimize katıldığımızı söyledik ve bilinen süreç gelişti.”