46 gazetecinin yargılandığı davada 6. duruşma
46 gazetecinin yargılandığı davada 6. duruşma
46 gazetecinin yargılandığı davada 6. duruşma
Kürt basın kurumlarına yönelik yapılan benzeri görülmemiş bir operasyonun ardından 22'si tutuklu 46 gazeteci hakkında açılan davanın 6'ncı duruşması DİHA Muhabiri Çağdaş Kaplan'ın savunması ile başladı.
Kürt basın kurumlarına 20 Aralık 2011'de "KCK Basın Komitesi" adı altında yapılan operasyon ardından 22'si tutuklu 46 gazeteci hakkında açılan davanın 6'ncı duruşması Silivri Ceza İnfaz Kurumları karşısında bulunan İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı.
Tutuklu sanıklardan Nahide Ermiş dışında tutuklu ve tutuksuz sanıklar mahkemede hazır bulundu. Avrupa parlamenterlerinden Jaroslaw Walesa, Sattad Karım, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, CPJ Türkiye temsilcisi Özgür Öğret, Pen üyesi Aslı Erdoğan, TGS Genel başkanı Ercan İpekçi ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu Genel Sekreteri Gutierrez Ricardo'nun da hazır bulunduğu duruşmada tutuklu aileleri başta olmak üzere çok sayıda kişi katıldı. Yapılan kimlik tespitlerinin ardından duruşma DİHA Muhabiri Çağdaş Kaplan'ın savunması ile başladı.
Yargılandığı ilk günden bu yana neden "Ez li vir im" dediğini belirten Kaplan, savunmasına başlamadan önce birkaç hususun altını çizmek istediğini belirterek, "Şırnaklı Kürt bir baba ve Tokatlı Türk bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Anlayacağınız anadili Türkçe olan fakat iki dilli ve iki kültürlü bir yurttaşım. Ama ikisi de kamu emekçisi olan anne ve babamın işleri sebebiyle batı illerinde doğdum, büyüdüm ve eğitimimi buralarda tamamladım. Bu süreçte ise ikinci dilim olan Kürtçeyi hem evimizin içerisinde yoğun olarak kullanılmaması, hem de Kürtçe üzerinde yıllardan beri sürdürülen bugün de devam eden inkar ve asimilasyon politikaları sebebiyle tam anlamıyla konuşamıyorum" dedi. Bundan önce görülen 4 duruşmada ise kimlik tespitlerinde mahkeme heyetinin sorduğu sorulara bilinçli bir tercihle Kürtçe yanıt verdiğini hatırlatan Kaplan, "Çünkü yargılanmaya başladığımız tarihlerde sizin de bildiğiniz gibi anadilde savunma yapmak yasaktı. Ve siz de bu yasağın sıkı bir uygulayıcısıydınız. Şunu belirtmek gerekirse yanı başımdaki arkadaşımın anadilinde kendisini ifade etmesi yasaklanırken, ben anadilimde gönlümce konuşmayı vicdani ve ahlaki olarak doğru bulmadım. Çünkü bir insanın anadilini yani kendisini en rahat ifade edebileceği dili inkar eder, yasaklarsanız o insanı da inkar etmiş, yok saymış olursunuz. Bu tavır da kabul edilebilecek bir durum değildir. Ben de bu sebeple geçtiğimiz duruşmalar boyunca anadil mücadelesi veren arkadaşlarım, meslektaşlarıma destek olmak için Kürtçe ifade verdim" dedi. "Gelinen aşamada arkadaşlarımızın anadilleri ile kendilerini ifade edebilmeleri ve kimlikleri için bedenlerini ölüme yatırarak gösterdikleri onurlu ve kutsal direniş sonrası dünyanın en büyük ayıplarından birisi olan anadilde savunma yasağı kaldırıldı" diyen Kaplan, "Ben de bugün her ne kadar Kürtçe üzerindeki baskı, yasaklamalar ve inkar tam anlamıyla kalkmamış olsa da, en azından bu mahkeme salonu içerisinde arkadaşlarımız kendilerini anadilleri Kürtçe ile ifade edebildikleri için vicdanım rahat bir şekilde anadilim Türkçe ile ifade edeceğim" dedi. Ayrıca Kaplan, "Mevzu Kürtçe olunca yinede engeller ile karşılaşıyor. O yüzden anadilin kullanımı noktasında yapılan değişikliğin anadilde savunmanın özüne ters olan bu uygulama pratiğini de protesto ettiğimi belirtmek isterim" diye belirtti.
Türkiye'nin 20 Aralık 2011 günü polis-iktidar-yargı işbirliğiyle büyük bir ayıba uyandığını ifade eden Kaplan, "Kürt basın kurumlarının bütün bürolarına polis baskınları düzenlendi, gazeteciler gözaltına alındı. Habercilerin fotoğraf makinelerinin hafıza kartlarına, ses kayıt cihazlarına dahi el konuldu. Haber merkezilerinde saatlerce aramalar yapıldı. Bilgisayarlarda habercilerin tüm arşivlerine el konuldu. Bu sebepledir ki arkadaşlarımız siz her ne kadar bu nitelendirmeyi kabul etmeseniz de savunmalarının en başında 'bu bir sansür operasyonudur' dedi. Evet bu bir sansür operasyonuydu. Düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğüne bir darbeydi, basın ve gazetecilik mesleğinin suçlanmasıydı, en önemlisi de Kürt Özgür Basını'nı topyekün mahkum etme ve kriminalize etme girişimiydi" dedi.
Bu operasyonun hedefinde neden Kürt özgür basının olduğuna işaret eden Kaplan, "Cevabı çok net. Çok düşünmeye, bir yerlerde aramaya gerek yok. Nedeni siz nasıl iddia ederseniz edin, yalnızca ve yalnızca hakikati karartmaktır. Bu operasyonun asıl amacı gerçeği yazmaktan taviz vermeyen Kürt basınına sopa göstermek ve hakikati karartmak çabasıdır. Yani, devlet için daha önce farklı yöntemlerle ve araçlarla denenen yol bir daha denenmiş oldu. Peki, sonuç ne oldu? İfade ve basın özgürlüğü denildiğinde akıllara baskılarla, sansürle, hapis cezalarıyla, gazetelerin bombalanması, gazetecilerin kafalarına sokak ortasında sıkılan kurşunlarla gelen ve basın özgürlüğü karnesi kırık notlarla dolu olan Türkiye'nin karnesi bir kırık not daha kazanmış oldu. Peki gerçek yok edilebildi mi? Bu basın geleneğini her zaman söylediği gibi, gerçeğe kurşun işledi mi? Bizler kelepçelendik ama hakikate kelepçe vurabildi mi? Bir nafile çaba daha boşa çıktı. Bu iktidar alışkanlığı sonrası ne bu basın geleneği gerçeği söylemekten vazgeçti, ne de halklar gerçeğe ulaşma çabasından. Başında da belirttiğim gibi aslında devletin çokça denemiş olduğu fakat hiçbir zaman sonuç alamadığı bir yoldu ama 'devlet aklı' denilen akıl herhalde böyle işliyor" ifadesini kullandı.
Sokağın sesini, işçinin, kadının, Kürdün, Türkün, Ermeninin, Alevinin, eşcinselin, taş atan çocuğun, çevrecinin özcesi mazlumu, iktidarın her gün baskı altına almak için denemediği yöntemi bırakmadığı ezilenlerin sesini tüm baskılara rağmen topluma götürmeye çalışan ve bunu yaparken de gerçeklerden asla taviz vermediği için Dicle Haber Ajansı'nı tercih ettiğini belirten Kaplan, "Çünkü ben bu toplumun bir parçasıyım. İçinden geldiğim bir yapıya kör olmam tabi ki beklenemez. Çünkü ben bir sosyalistim. İşte kurumum ve biz yargılanan gazeteciler tam da bu yüzden bu operasyonun hedefi olduk. Çünkü DİHA 'Herkesin haber alma, bilgi edinme, özgür düşüncesini ifade etme ve eleştiri hakkına sahip olduğu' gerçeğini ajans olarak rehber aldı. Evrensel değerler olan insan hak ve özgürlüklerine; ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet farkı gözetmeksizin toplumsal farklılıklara saygılı olmayı rehber edindi. Toplumun doğru haber alma hakkına sonuna kadar bağlı kalmaya çalıştı, basın etiğinden taviz vermedik her türlü sansürü reddetti. Hakikati ne pahasına olursa olsun topluma götürmeye çalıştı" şeklinde savunma yaptı.
İddianamede gazetecilikle ilgili iddialar hakkında konuşan Kaplan, gazeteciliğin hakları ve ilkeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Duruşma tutuksuz sanıkların savunmalarının alınması ile devam ediyor.