PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Türk sömürgeciliğinin 14 Temmuz'a kadar ölümü gösterip işkence yaparak teslim almaya çalıştığını hatırlatarak, "14 Temmuz Büyük Ölüm Oucu Direnişi, sömürgeci işkenceci faşistlerin elindeki 'ölüm' silahını aldı. Üstelik ona karşı güçlü bir silah haline getirdi" dedi.
PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nin yıl dönümüne ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.
Diyarbakır Zindanı'ndaki 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, 12 Eylül faşizmine karşı mücadelede nasıl bir rol oynadı?
Öncelikli olarak 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi Şehitleri Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’i saygı ve minnetle anıyorum. 14 Temmuz’un 35. yıl dönümüne giriyoruz. Aradan geçen 35 yıllık süreç, şehitlerini unutturmak bir yana, onları mücadelemizde yaşattığımız ve bu şekilde de tarihe mal oldukları bir dönemi anlatıyor. İnsanlık mücadelesi devam ettiği sürece 14 Temmuz Şehitleri bu anlamda yaşamaya devam edecek.
Direnişin büyüklüğü birçok boyutuyla birlikte ele alınabilir. Direnişi yürüten devrimciler, gerçekleştiği koşullar, bıraktığı miras ve devrettiği mücadele gerçekliği açısından değerlendirilebilir.
İsterseniz gerçekleştiği koşullardan başlayalım, neydi koşullar?
12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün zulmünün katbekat arttığı bir dönemdi. Bu koşullarda devrimci demokrasi güçleri geri çekilme süreci içerisindeydi. Halk üzerinde yoğun bir baskı var, o baskı toplumda geri çekilmeye neden oldu. Aslında devrimciliğin hangi koşullarda, nasıl yapılması gerektiğini de pratik olarak gösteren bir süreçti. 12 Eylül faşizminin kendini yenilmez olarak gösterdiği, 'devrimcileri teslim aldık bundan sonra ruhlarına fatiha okuyacağız' dediği koşullardı. Kolay günlerin devrimciliğinin kapandığı, zor günlerde devrimciliğin nasıl yapılacağının sergilenmesi gereken koşullarda 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi gerçekleşti.
Bu koşullarda direnişe öncülük edenler kimdi?
Tarihe damgasını vuran eylemleri/direnişleri, sadece koşullar, tarihsel ifade ve bıraktığı mirasla sınırlandırmak yetmez; çünkü o koşulları değerlendirip direnen ve miras bırakanlar da var. O mirası bırakanları direniş gerçekliği dışında ele almamak, rolünü reddeden bir yaklaşım içerisinde olmamak gerekir. Bu realiteyi, 14 Temmuz Direnişi'nde şehit düşen arkadaşlarımızın şahsında da görmek mümkün. Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşlar şehit düştü. Bunlarla beraber o direnişlerde yer alan arkadaşlarımız oldu, bunlar yaşamları boyunca taşıyacakları izler aldılar. Hem direnişte şehit düşen hem de o direnişte yer alıp bugün halen mücadeleyi devam ettiren yoldaşların gerçekliğiyle de o duyguyu anlamak gerekiyor.
Şahin Dönmez, Yıldırım Merkat, Ali Gündüz gibiler teslim oldu. Çeşitli örgütlerin liderleri vardı, liderlik rollerini oynayamadı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişçileri o koşullarda, böylesi büyük bir görev ve sorumluluğu üstlenerek tarihe altın harflerle yazılan bir direnişi gerçekleştirdi.
Kısa vadede etkisi, bıraktığı miras ve devrettiği mücadele gerçekliği ne oldu?
Ağır faşizm koşullarda başlayan direniş, 12 Eylül faşizmini dize getirdi. Bu, bir mücadele sürecinin başlamasıydı. 12 Eylül faşizminin yenilebileceğini gösterdi. Hem Türkiye’de hem de Kürdistan'da etkisi büyük oldu. 14 Temmuz’un sürece ve tarihe yayılıp kökleşen, bir miras olarak kendisini devretme gerçekliği var. Yol göstermiştir. Örgütlü olunarak, direnerek, kararlı olarak ve kendini adayarak mücadele edilir. Bunları miras olarak bıraktı. Bu miras da o andan itibaren yaşatıldı. 12 Eylül faşizmine karşı toplumun kendi meşruiyeti içerisinde gerçekleştirdiği ilk direnişler, zindan kapılarında tutsak yakınlarınca başlatıldı. Oradan topluma, sokaklara yayıldı. İlk aşamada zindanlarda yaşanan işkencelere karşı ve direnişçilere sahip çıkma özelliğini taşıdı.
Bu daha sonra neye evrildi?
İşkence yapanlara karşı, onun rejimine ve sistemine karşı mücadeleye evrildi. Giderek o direniş etrafındaki halka büyüyüp, genel insan hakları mücadelesine, demokratik hakları kazanma mücadelesine dönüştü. Çığ gibi büyüyen toplumsal muhalefetin hareketlerinin ortaya çıkmasına neden oldu. 14 Temmuz’un böyle bir mirası var. Onun etrafında adım adım örüldü. Daha sonra 15 Ağustos 1984’te gerillanın hamlesel çıkışına sıçradı. 3. Kongre sonrasında gerilla ordusunun oluşturulmasına ulaştı. Bugün de bütün Kürdistan'da zinde ve kapsamlı bir şekilde demokratik ulusu inşa mücadelesiyle sürüyor.
14 Temmuz Direnişi'nin beslendiği ve kendisiyle birlikte büyüttüğü ruhu izah eder misiniz?
Apocu hareketi salt bir mücadele veya işlerin yapılması, görev ve sorumlulukların yerine getirilme faaliyeti olarak görmemek gerekir. Apocu hareket kendi başına bir ruhtur. Yaşam, canlılık; bir işi büyük bir tutku ve coşkuyla yapmaktır. Amaca büyük bir aşkla bağlanmaktır. Bazı boyutlarını özetlemek mümkün:
* Şunu hatırlatmakta yarar var; o döneme kadar Kürdistan’da devir alınan güçlü bir miras yoktu. Kürdistan halkı tarihten silinmekle karşı karşıyaydı. Kürt, Türkleşmeye öykünerek, Türkleşerek yaşamını devam ettirebileceğini kabul eder hale getirilmişti. Kendi değerlerine sahip çıkma değil, başkasına benzeşme ve başkasının gözüne girme esastı. Kendisi olan Kürt'ü kabul etmeyen, onunla sürekli didişen, çatışan ucube bir kişilik şekillenmişti. Böylesi bir kişilik tiplemesini aşmak kolay değil. Aşılması için yüksek bilinç ve inanç lazımdı. İşte Apocu hareketin ruhu budur. Elbette bu bir boyutunu oluşturur.
* O dönemler de büyük zorluklar ve engeller var. Kürt’üm dediğin zaman ölümü göze almak; okulu terk etmek; zindana girmeyi ve işkence görmeyi hesaba katmak zorundasın. İşte Apocu ruh, bütün bunları göze alma cesaretidir. Eğer o cesareti gösterebiliyorsan Apocu ruhu eyleme dönüştürür. Apocu ruhun bir boyutu bu.
* Başka bir boyutu ise bütün bunları büyük bir şevkle yapabilmedir. Eğer orada büyük bir aşk, sevda, tutku, coşku olmazsa sen o zorluklara göğüs geremezsin. Böylesi bir zorluğa katlanabilmek ve zorluğun yerine getirilmesini göze almak için bunların yaşamana neden olacak nedenlerin çok güçlü olması gerekir. Bu inancı ortaya koyar. O inanç, büyük bir coşkuyla o zorluklara karşı mücadeleye yönlendirir.
İşte 14 Temmuz Direnişi'nin dayandığı ruh, bunların toplamıdır; inanç, bağlılık, cesaret, eylem, azim, kararlılık, coşku ve bağlılıktır.
Bu direnişle birlikte Kürdistan’da ölüm-yaşam diyalektiğinin yeni bir tanıma kavuştuğu, belirlemesi yapılıyor. Bundan ne anlaşılmalı?
Ölüm denildiğinde ne anlaşıldığına bakalım. Geleneksel toplumdaki çeşitli dini yorumlara göre ölüm mü anlaşıyor? Mesela dinlerde bile yorumlanırken aslında ölüm kabul edilmiyor; biyolojik evren içerisinden insanın çekilmesi ve başka bir yaşam içerisine dahli olarak görülüyor.
Kapitalist moderniteye göre ise yaşam bu dünyadır. Yaşa yaşayabildiğin kadar, diyerek insanı değerler sisteminden kopartıyor. Kendi tercihlerine göre içini doldurduğu 'zevk' için yaşa, diyor. Ölmek, bunlardan mahrum olmaktır. Sistemin kurmuş olduğu ölüm-yaşam ilişkisi budur.
Biz, yaşam ve ölüm diyalektiğini bunun dışında kuruyoruz. Kemal Pir yoldaş ölüm orucunda gözünü kaybettiğinde doktor geliyor yanına, ‘Kemal gözünü kaybedeceksin, ölüm orucunu bırak gözünü tekrar kavuşursun' diyor. Kemal Pir, ‘Gözü olsun ama kendisi olmasın, böyle bir Kemal neden olsun ki!’ diye yanıt veriyor. Kemal arkadaşı direnişten ayıramıyorlar. Çünkü O'nu Kemal yapan değerler, ölçüler vardır. Bunlar olmazsa Kemal yaşamış ne olacak, diyebiliyor. İşte bizim yaşam diyalektiği dediğimiz şey, değerlerle birlikte var olmaktır.
Türk sömürgeciliği ölümle tehdit ederek teslim almaya, amaçsız bireyler haline getirmeye çalışıyor. Eğer bu dünyada yaşamak istiyorsan söylediklerimi kabul edeceksin, diyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Oucu Direnişi, sömürgeci işkenceci faşistlerin elindeki bu silahı alıyor. Üstelik ona karşı güçlü bir silah haline getiriyor. 14 Temmuz’a kadar düşman, ölümü gösterip işkence yaparak teslim almaya çalışıyordu.
Buna karşın ölüm ya da yaşam olacaksa benim elimle olacak, çıkışını mı kastediyorsunuz?
Evet, tabi. Oradaki duruş, sen benim yaşamımı teslimiyet aracı haline getireceksen ben de teslim olmuş bir yaşamı kabul etmiyorum. Orada ölüm göze alındı. Ölüm göze alındığı zaman düşman elindeki bu korku silahını kaybetmiş oldu. Bu 'yaşam olacaksa özgür olacak!' şiarının ilk pratik anlamını ifade etti. Kapitalist modernitenin o düşünce kalıplarına göre ölüm-yaşam diyalektiğini yok etmekle birlikte 'yaşam nedir' sorusuna da özgür bir yaşam, diyerek doğru bir cevap verildi. Burada ölüm algısı da değişti.
Temsil ettiği, uğruna yaşamını verdiği değerler devam ediyor. Bir mücadele haline geliyor. O mücadele var oldukça onları da yaşıyor. Nereden bakılırsa neredeyse yarım yüzyıl oldu ama ilk şehitlerimiz hala bizimle yaşıyor. Yeni doğan nesil belki dedesinin ismini bilmiyor ama Haki Karer yoldaşın ismini biliyor. Aslında gerçek yaşam budur.
Dolayısıyla 14 Temmuz’un ölüm-yaşam diyalektiğini yeniden kurmasını, yaşamın sürekliliği gerçekliği olarak anlamak durumundayız. En büyük mutluluk da bir insan için biyolojik canlı yaşamdan çekildiği andan itibaren diğer insanlarla birlikte yaşadığı gerçekliğini bilmesidir. Eğer insan bunu biliyorsa ölümsüzleşmiş demektir. Yani buradaki yaşam-ölüm diyalektiği düşmanın elindeki en güçlü silahı alınarak onlara karşı etkili bir silah haline getirilirken diğer yandan da mücadele içerisinde yaşayan değerlerle birlikte ölümsüzleşme şeklinde kendini ifadeye kavuşturuyor.
Mücadelenizin direniş hattını, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemiyle buluşturduğunu söyleyebilir misiniz?
Aslında bugün yürütülen direniş gerçekliği ve kazanımlar, 14 Temmuz Direnişi'nin ürünüdür. Mücadele, büyük imkan ve kazanımlar yarattı. Kürtlerin Kürt’üm diyebilmeleri bile büyük mücadelenin kazanımıdır. Kendi düşüncelerini büyük bedeller göze alaraktan savunabiliyor. Uluslararası alanda Kürt’ün varlığı kabul edilmiş durumda. Herkes Kürtleri dikkate almadan orta doğuda siyaset yapamayacağını gördü. Kürtler ordulaştı. Siyasal bir güç oldu. Demokratik ulus inşasını geliştiriyor.
Bugün de o dönemi aratmayan bir faşizm söz konusu. Bugün faşizme karşı nasıl bir mücadele geliştirilmelidir?
12 Eylül faşizmi iktidarda kendini kurumsallaştırmış, toplumu nefes alamaz hale getirmiş, her şey benim diyordu. Öylesi koşullarda mücadele, zindanlarda çıplak inanç, yürek ve bedenle sürdürülüyor. Şimdi koşullar farklıdır. Nicel farklar var. Bugün daha fazla baskısını ağırlaştırmış olabilir ama bu devrimci demokrasi güçlerin de 12 Eylül döneminde olduğu gibi aynı yerinde durduğu anlamına gelmez. Faşist Erdoğan diktatörlüğü ya da bugün T.C sömürgeciliği, 12 Eylül’dekini kat be kat aşan baskılar uygulayabilir. Uyguluyor da. Soykırım saldırılarını da yapıyor. Öz yönetim direnişlerinde bu görüldü. Önce yapıyor, yasasını sonra oluşturuyor. Cesetleri meydanlarda sürüklüyor. Bugünkü rejim, 12 Eylül'de yapılanların üstüne ekliyor.
Bütün bunlara rağmen 12 Eylül döneminde olmayan bir şey var; karşısındaki örgütlü halk ile toplumsal meşruiyetini herkese kabul ettirmiş olan PKK gerçekliği ve gerilla ordusu var. Toplumsal dayanak ve mücadele bununla birleşmiş durumdadır. Gücünü buradan alıyor.
Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı özgürlük gerillası şahsında mücadele etmek gerekiyor. Erdoğan-Bahçeli faşizmi yenilecekse bu mücadeleyle yenilir. Başka türlü olmaz. Mücadelenin koşulları ve imkanları vardır. Sokaklara dökülsün binler ve on binler. Erdoğan-Bahçeli faşizmi bir adım atamaz. Bugünkü devletin temsil ettiği organlar işlenmez hale getirilsin. Meclis bir gün bile aleyhte karar alamaz. Ama bunlar yapılmazsa o da elini kolunu sallayarak istediği gibi hareket eder.