14 Temmuz günü BDP ve DTK öncülüðünde yüz binlerce insanın katılacaðı Öcalana ve Kürdistana özgürlük buluşmasının Türk hükümeti tarafından yasaklanması ve ardı sıra gelen Kürtlerin görkemli direnişi, ortaya önemli sonuçlar çıkardı
KÜRTLER ÝÇÝN MEŞRUÝYET ÖNEMLÝ
Her şeyden önce 14 Temmuz Serhildanı yasal alan ile meşruiyet alanı arasına çok kalın bir çizgi çekti. AKPnin temsil ettiði sömürgeci devleti kanun alanına hapseden bu direniş, Kürtlere hem içte ve hem de dışta daha çok meşruiyet alanı açtı. 14 Temmuz direnişiyle birlikte Türk yasalarının Kürdistandaki geçerliliði kalmadı. Devlet yok hükmünde sayıldı.
Bundan sonra devlet yasa ve kanunlarını uygulamak için her zamankinden daha çok polis-asker gücüne ve şiddete ihtiyaç duyacaktır. Kürtler ise her zamankinden daha çok kendileri için Ankaranın çizdiði sınırı, koyduðu yasayı tanımayacaktır. Halk deðimiyle iplemeyecektir.
Çünkü AKP rejiminin Kürdistanda uyguladıðı şiddet ve terör politikasının dozu, devletin Kürdistanda meşruiyetini yeniden üretmeye aðır bir darbe indirdi. AKP uyguladıðı terör politikasıyla Kürtlere diz çökertemediði gibi kısmen açılım, demokratikleşme demagojileriyle, halkla ilişkiler çalışmasıyla saðladıðı meşruiyet zeminini de yitirmiş oldu. Artık Kürtler için yasal olan deðil, meşru olan önemlidir. Meşru olan ise Kürtlerin kendi geleceðini belirlemesini kendi ellerine almasıdır. 14 Temmuz direnişinin ortaya çıkardıðı en önemli sonuç bu olmuştur.
14 TEMMUZ BÝRLÝÐÝN MENÝFESTOSUDUR
14 Temmuzda Amedin kepenklerini tümden indirmesi terör rejime aðır bir darbe vurdu. Kitleler binlerce polisinin işgali altındaki Ýstasyon meydanına toplanamadılar, ama kitleler sokak, sokak, cadde, cadde direnerek bütün parçalardaki Kürtlerin, diasporanın ilgi ve sempatisini kazandılar. Sadece BDP ve DTKnin deðil, diðer Kürt parti ve gruplarının da teveccühünü kazanan öncü bir güç haline geldiler.
Bu nedenledir ki, 14 Temmuzun sloganı Direne direne kazanacaðız bir grubun, bir partinin sloganı olmaktan çok bir toplumun hem birlik, hem de özgürlüðe giden yoldaki manifestosuna dönüştü. Bundan sonra Kürtler arası ruh ve düşünce birliðinin olduðu kadar, eylem ve kazanımları koruma, güçlendirme, nihai özgürlüðü elde etmenin yolu ve yöntemini de açıða çıkardı. Ýkinci sonuçta budur.
AKP KÜRDÝSTANA AÝT DEÐÝL
14 Temmuz direnişi şiddet ve terör tekelinin devletin, AKPnin elinde olduðunu net olarak ortaya çıkardı. Onu çıplak gözle görünür kıldı. AKPnin, dolayısıyla Türk devletinin izlediði Kürdistan politikasının şiddet ve terör üzerine şekillendiðini, esas olarak ta Kürtlerin özgürlük talebini ortadan kaldırmaya, bertaraf etmeye yönelik olduðunu görünür kıldı.
Doðrusu her türlü vicdan ve ahlak ölçüsünü bir tarafa koyarak Türk Mahallesinde dış kapının mandalı olan bazı Kürt kökenli yeni üretilen tipler hariç, 14 Temmuz direnişi AKPnin bütün Kürtler için iyi şeyler düşünmediðini, sömürgeci bir parti olduðunu, taktik veya dönemsel deðil stratejik olarak Kürtlerin statü elde etmesine karşı statükonun, sömürgeciliðin son kalesi olduðu gerçeðini daha net ve berrak bir şekilde anlaşılır kıldı. 14 Temmuz direnişi, AKPnin-Kürt kökenli vekillerine raðmen- onu Kürdistana ait olmadıðını herkes tarafından tesciline yol açtı. AKPyi Kürdistanda bir yaban otu olduðunu ilan etti. Ortaya çıkan üçüncü sonuç budur.
KÜRDÝSTAN ARTIK STATÜSÜZ KALAMAZ
14 Temmuzda Kürtlerle, AKPnin temsil ettiði devlet arasında yasal alan ile meşruiyet alan arasındaki çekişmenin bu kadar net olarak açıða çıkması, bu netlikte görünür olması çözüm içinde hayırlı oldu.
Bir paradoks gibi görünse de bu netlik çözümü uzaklaştırmıyor, daha yakın, elle tutulur, gerçekçi bir alana taşıyor. Devlete Kürtlerin meşru taleplerini bir kez daha hatırlatmakla kalmadı, bu taleplerin karşılanmaması halinde Kuzey Kürdistanın tıpkı Güney ve şimdi de Batı-Kürdistan gibi de facto tek yanlı adımlar atabileceðinin güçlü işaretlerini verdi. Milyonlarca Kürt, örgütlü gücü ile politik temsilcileriyle barikatlarda bunu kararlıca ortaya koydu. Artık Kürdistanın, Ankara tarafından yönetilemeyeceði gerçeði netlik kazandı. Tıpkı Şam, Baðdat ve Tahranın Kürdistanı yönetemeyeceði gibi. Dördüncü sonuç ise budur.
DÝRENÝŞ BÝRLÝK RUHUNU GÜÇLENDÝRDÝ
Saddam rejiminin çökmesi Kürdistanın geleceði açısından kader deðiştiren stratejik bir öneme sahipti. Ankara rejimi en önemli müttefikini yitirdi. Kürdistanı kölelik zincirine vuran Lozanın önemli bir ayaðının çökmesine, tarihsel olarak geçersizliðine neden oldu.
Şam rejiminin çökmesi ise, hem Güney-Batı Kürdistanda statü oluşumuna yol açıyor, hem de Ankara rejimini Kürt ve Kürdistanı yok sayan tarihsel politikalarında yalnızlıða itiyor. AKPnin dostları ve Erdoðanın can-ciðer kardeşleri tarih sahnesinden çekilirken, Kürtler Hewler ittifakı, 14 Temmuz Amed direnişi ile, Güney-batı Kürdistanda de facto özerklik ilanlarıyla tarih sahnesine çıkıyor. Ankaranın ret ve inkar politikası Amedte polis barikatı olmaktan öteye geçemiyor. Kürtlere karşı şiddet ve terör sonuçsuz kalıyor. Kürtler Ankaraya adeta gerçeðin dünyasına hoş geldin diyor.
Bu nedenledir ki, Güney Kürdistanlı tecrübeli siyasetçi Dr Mahmut Osman sınırın iki yakasındaki Kürtleri AKP politikalarına kanmayın diye uyarıyor. Geleceðinizi kendi ellerinizle kurun diyor. Ayrıca Kuzey Kürdistanda HAK-PAR, KADEP, ÖSP, Azadi Ýnisiyatifi, Dicle Fırat Diyalog Grubu, Kürt Devrimci Demokrat Hareketi gibi birçok parti ve çevrenin 14 Temmuz direnişinin öncülerinin yanında olduklarını açıklamaları Kürtler arası birlik ruhunun güçlenmesine katkı yapıyor.
Hiç kimsenin yanlış okumasına gerek yok. 14 Temmuz direnişi öncesi Hewlerde Güney-Batı Kürdistan güçlerinin ittifakı aslında Kürdistan Ulusal Kongresine giden yolda ve açıktan Karayılan-Barzani görüşmesi öncesi son duraktır. Bu nedenledir ki, 14 Temmuz bölgesel çapta ortaya çıkan yeni Kürt birliðine büyük bir destektir. Moral ve motivasyondur. Türk devletinin Güney-Batı Kürdistandaki olası işgal planlarına şimdiden güçlü bir itirazdır. Ortaya çıkan beşinci sonuçta budur.
AB KÜRT SORUNUNDA HAREKETLENÝYOR
14 Temmuz direniş ruhu aynı zamanda Avrupa Birliðinin Kuzey Kürdistan politikası üzerinde ciddi etkiler yaratmaya adaydır. AB çevrelerinin Kürt sorununun çözümü konusunda yeniden hareketlenmelerine ivme kattı. En son Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye raportörü Josette Durieuun, ANFye yaptıðı açıklamada Kürt sorununda çözüm yolunun yazılı bir metin veya sözleşme ile sonuçlanacak olan müzakereler olduðunu söylemesi tesadüfi deðildir.
Çünkü Durieu yaptıðı açıklamada , Bunun başka çaresi yok. Kürtler hak taleplerinde o kadar ısrarlılar ki, bunu daha da ötelemek daha fazla ölüm ve daha fazla acı demektir diye eklemeyi unutmamıştır.
Dahası Türkiye raportörü alışılmışın dışında bir adım daha ileri giderek taraflar konusundan Kürt hareketine gelince; benim ismini vurgulamakta hiç sakınca görmediðim; Sayın Öcalan var demesi hiç ama hiç tesadüfi deðildir. AB çevrelerinin bu noktaya gelmesinde, esas olan 14 Temmuz direniş ruhudur. Ortaya çıkan altıncı sonuç budur.
ÖCALANIN ÖZGÜRLÜÐÜ KAÇINILMAZ HALE GELÝYOR
Ve en önemli sonuç ise, bu saatten sonra Türk hükümetinin PKK lideri Abdullah Öcalanı Ýmralıda esir tutamayacaðı gerçeðinin ortaya çıkmasıdır. Son bir yılda devlet uyguladıðı terör ve şiddet politikasına, Kazan vadisi ve Roboski katliamlarına raðmen Kürtlere diz çökertemedi. Çökertemezde.
Federal Kürdistan bölge başkanı Mesut Barzani ile KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılanın güçlü etkisiyle şekillenen Hewler ittifakı, 14 Temmuz büyük Amed direnişi, Avrupa Konseyinden gelen açıklama ve en son Kobanide Kürtlerin yönetime el koyması, hepsi ama hepsi sonuç olarak Ýmralının kapısını açmayı zorunlu kılıyor. 14 Temmuz bu konuda çok güçlü bir mesaj taşıyor. Türk devleti, 15 Şubat 1999 günü Öcalanı esir aldıðından bu yana ilk kez Ýmralının kapısını sonsuza dek açmakla, Öcalanı özgür bırakmakla karşı karşıyadır. Bu talep, bu istem artık ertelenemez bir hal almıştır. Türk devletinin Öcalanın özgürlüðünü engellemesi ve bundan kaçması neredeyse imkansız hale gelmektedir. Yedinci ve son sonuçta budur.