Agit’in bitmeyen yolu!

Agit Ural,  Strasbourg’da 45. gününde olan açlık grevi eylemcilerinden biri. Agit’in  Hezex’ten, Bratislava’ya uzanan yol hikayesi trajediler, işkenceler ve kayıplarla dolu bir yaşam öyküsü var.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecride karşı Strasbourg’daki açlık grevi 45. gününde. Strasbourg’daki eylemcilerden biri de Hezexli Agit Ural. Tecridin mutlaka kırılması gerektiğini ve bu nedenle eylemde olduğunu ve sonuç alıncaya kadar devam edeceğini belirten Ural, 10 yılı aşkın bir zaman cezaevinde kaldıktan sonra Avrupa’ya gelmiş.

Avrupa’ya çıkmaya çalışırken Slovakya’da tutuklanmış ve 6 ay da orada tutuklu kalmış. Slovakya’da Fransız mafyası ile birlikte cezaevinden kaçma planları, sonrasında isyana dönüşen başarısız bir kaçma girişimi ve kışın ortasında 80 kilometre yürüyüş… Hezex’ten Cizre’ye, oradan İstanbul ve Almanya’ya uzanan bir yol hikayesi O’nunki.

SÖZ AGİT URAL'DA

Adım Agit Ural. Şırnak’a bağlı Hezex ilçesi Bezikir köyünde doğdum. Küçüklüğüm köyde geçti. Tabi içinde olduğumuz yaşam köy yaşamıydı. Ben 8-9 yaşlarına geldiğimde köyde bir kavga çıktı. Bu kavga kan davasına dönüşünce köyden çıkıp Cizre’ye yakın bir köye yerleştik. Maddi durumumuz çok kötüydü, ailem fakirdi. Babam bizi bırakıp Hezex’e gitti. O zamanlar Hezex’in nüfusunun büyük çoğunluğu Süryanilerden oluşuyordu. Birkaç müslüman evi vardı. Babam Hezex’de varolan müslüman ailelerle diyaloga geçiyor. O dönemlerde devlet Süryanilerin büyümesini önlemek için müslüman ailelere destek veriyordu. Örneğin babamı sınavsız olarak gece bekçisi yapmışlardı. 6 ay bu işi yaptı. Maddi durumunu biraz düzelttikten sonra bizi alıp Hezex’e götürdü ve oraya yerleştik. Babam sonra müftülükte çalışmaya başladı. Dini yönü biraz ağır basıyordu. Emekli olana kadar da orada çalıştı. Biz de eğitimimize devam ettik. Ben ortaokulu bitirdim. Bu arada babam başka bir kadınla evlenerek bizi terk etti. İki kardeş ucuz işlerde çalışarak geçimimizi sağladık.

YIL 1984, APOCULARLA TANIŞTIK

Köyden ağaç getirip şehirlerde satıyorduk. Akşamları köye geri dönüyorduk. O yıllarda askerler köylere gelip, ”Bu dağlarda Ermeniler, teröristler dolanıyor, görürseniz bize haber verin” diyorlardı. Bir gün ben ve iki arkadaşım geç saatlerde araçla şehirden köye dönerken birileri yol üzerinde el fenerini birkaç defa yakıp söndürdü. Biz tabi yola devam edip etmemekte tereddüt yaşadık, biraz da korktuk. Ne yapalım diye sorduk birbirimize ve devam etmeye karar verdik. Işığı yakıp söndüren muhtemelen askerdi ve bizleri öldürebilir diye durmayalım dedik. Işığın olduğu noktaya geldiğimizde ellerinde kalaşnikof olan iki kişiyi gördük. Asker değillerdi. Kararımızı değiştirip, durduk. Bize, ”arabadan inin” dediler. İndik. Bizi arkadaşların olduğu bir yere götürdüler. Çember oluşturmuş oturuyorlardı, çay demlemişlerdi. O zamanlar onlara talebe diyorlardı. Bizim korktuğumuzu anlayan komutanları beni yanına çağırarak, ”gel yanıma otur” dedi. Sigara ve çay ikram ettiler. Korkumuz geçene kadar bizimle sohbet ettiler. Bize amaçlarını anlattılar. Yıl 1984. Apocu olduklarını, Kürdistan için mücadele ettiklerini anlattılar. Baktım, askerlerin anlattığı gibi tehlikeli, zararlı insanlar değiller. Mantıklı şeyler söylüyorlardı. Bizim de çıkarımıza olan konulardan bahsediyorlardı. Sonrasında köydeki durumu sordular. Diyaloglarımız ve ilişkimiz böyle başladı ve 8 yıl böyle devam etti.

EDİRNE YOLUNDA GÖZALTI

Tabi sonrasında bu diyalogumuz bilinir olmaya başlayınca İstanbul’a gittim. İstanbul’da kız kardeşimin evindeyken bir gün bir arkadaşımız aradı. Acilen geri dönmemi istedi. Bende gelirsem yakalanabileceğimi söyledim ama çok ısrar edince tekrar Hezex’e döndüm. Ben gitmeden iki gün önce bir korucu köyünde çatışmalar yaşanmıştı. Kayıplar da vardı, yaralılar da. Şehrin her tarafı da asker ve polisler tarafından sarılmıştı. Eve gidince babam hemen ”Sen neden geldin, ne işin var burada? Hemen git buradan” dedi. O gece kaldım. Ertesi gün Hezex’ten Cizre’ye gittim. Oradan da İstanbul’a geri döndüm. Tekrar kız kardeşimin evine gittim. Oradayken Edirne’de arkadaşların işleri vardı, ben İstanbul’dayım diye sen yapabilirsin dediler. İki arkadaşımızla birlikte Edirne’ye doğru yola çıktık ama yolda kimlik kontrolü yapılırken polis beni gözaltına aldı. Büyük ihtimalle ihbar edilmiştik. Kontrol sonrası beni aldılar. İstanbul’a götürdüler. 7 gün gözaltında kaldım. Beni Hezex’e göndereceklerini söylediler. Bende ”Bir suçum yok. İşkence için ise buyrun burada yapın, tutuklama ise burada tutuklayın. Neden Hezex’e gönderiyorsunuz?” dedim. Dinleyen yoktu tabi. Üzerime atılı bir sürü suç vardı. Kim çözülmüşse gözaltında benim adımı vermişti. 12 cinayet, eylemler ve daha bir sürü şey.

ŞOFÖR; ARABAYI ŞARAMPOLE YUVARLAYACAKTI

Velhasıl Hezex’ten 4 kişilik bir özel tim geldi, beni alıp uçakla Amed’e götürdüler. Oradan da taksiyle Hezex’e gittik. Yolda giderken taksi şoförü polislere, ”Abi bu adamın ne suçu var?” diye sordu. Polisler de dalga geçerek, ”Bu adam bir kız yüzünden babasını vurmuş” dedi. Soför yüzüme doğru ”Tuu Allah senin belanı versin” diyerek, küfür etmeye başladı. Küfürler ağırlaşmaya başlayınca polislere dönüp, ”Bu adamı siz mi susturacaksınız yoksa ben mi susturayım” deyince, polisler dönüp şoföre, ”Bu arkada oturanın adı Agit. PKK’lidir. Bir sürü eylem ve cinayet işlemiş” dedi. Tabi şoför bunu duyunca yüzünün rengi, davranışları her şeyi değişti. Bende dikiz aynasından ona bakıyordum. Söylediklerinden dolayı pişman olmuştu. Aralık ayıydı tabi, hava da soğuktu. Şoför arabanın kaloriferlerini sonuna kadar açtı neredeyse. İçerideki polislerin hepsi uyumaya başladı. Bu arada şoförle dikiz aynasından göz göze geldik. Üç defa gözleriyle bana, arabayı uçurumdan aşağı atmayı önerdi. Ne söylediğini anlıyordum. Kaza süsü verip, kaçmam için bunu yapabileceğini söylüyordu. Ama yok dedim her defasında. Evet deseydim arabayı uçurumdan sürükleyecekti. Hezex emniyetinin bahçesine geldiğimizde indik. Herkes inince göz göze geldik taksiciyle ve ”Berxwedan Jiyane” deyip, gaza basıp uzaklaştı.

33 GÜNLÜK SORGU ARDINDAN 36 YIL CEZA

Emniyette tam 33 gün sorguda kaldım. İşkencenin bini bir para. Her türlü barbarlığı yaptılar. O sorgu esnasında partinin hiçbir değerini düşmana teslim etmediğim için şu an bile çok mutluyum. Kimsenin ismini vermedim. Ben gözaltındayken iki korucu gelmişti. ”Onu bize teslim edin” diyorlardı. ”Bize çok zarar verdi” demişler ben sorgudayken, emniyete başvurmuşlardı, beni alıp infaz etmek için. Polisler de gelip söylüyordu şantaj olarak. Ben de, ”Öldürecekseniz siz öldürün. Korucu niye beni öldürsün ki? Korucular, devletten büyük müdür?” dedim. Onlar da bana ”devlet adam öldürmez” diyordu. Ben de ”devlet su içer gibi insan öldürüyor” demiştim. Nihayetinde beni koruculara vermediler. Sorgudan anlım açık, onurlu bir şekilde çıkmıştım. 40. gün beni mahkemeye çıkardılar. Mahkeme beni Amed’e sevketti. Orada görülen mahkemede bana 125. maddeden 36 yıl ceza verdiler.

10 YIL SONRA TAHLİYE OLDUM

Önce Hezex’teki cezaevinde kaldım. İşkence izleri biraz gittikten sonra ben ve iki arkadaş önce Mardin’e, arkasından Amed zindanına götürüldük. İki yıl sonra cezam kesinleşince, beni Amasya cezaevine sürdüler. 8 yıl da orada kaldım. Cezam daha sonra yapılan yasal değişikliklerle inince 1993 yılında girdiğim cezaevinden 2004 yılında çıktım. 10 yılı aşkın bir süre cezaevinde geçirdim. Bu arada ailem de evlerini İstanbul’a getirmişti. Çünkü Hezex’te ailemi çok rahatsız etmişlerdi. Babam yalnız kalıyor Hezex’te. Ben de İstanbul’a gittim. Ekonomik olarak büyük sıkıntılar yaşadık tabi. Manevi yönden de sıkıntılıydık. Aile olarak bir dükkânda kalıyorduk. Düşman da beni rahat bırakmıyordu. Kaldığımız yerin önünden geçip sürekli ”En büyük asker bizim asker” diye bağırıyorlardı. Cama taş atıyorlardı. Baktım ki böyle olmayacak, Almanya’da olan bir kız kardeşim vardı. Onu aradım, durumu anlattım. Onların yardımlarıyla bir yol bulduk ve Slovakya’ya geldim. Sahte kimlikle orada yakalanınca tutuklandım ve 6 ay da orada cezaevinde kaldım.

SLOVAKYA CEZAEVİNDEN KAÇMA GİRİŞİMİ

Slovakya cezaevinde beni mafya babalarının olduğu bir koğuşa götürdüler. Biri Fransız, iki Romen, bir Arnavut, bir Çinli kalıyordu. Arnavut olan Türkçe biliyordu. Ben odaya girince sordular tabi, kimsin sen diye? Ben de Kürt olduğumu söyledim. Kürdistan’dan geldiğimi, sınırı geçerken yakalandığımı anlattım. Ben onlara kim olduklarını sorunca, onlar da mafya olduklarını söylediler. Bir gün beni çağırdılar, dediler ki, ”bize masaj yapacaksın” Ben de mafyaya ”Beni diğerleriyle karıştırmayın. Ben Kürdüm, PKK’liyim. 10 yıl cezaevinde yatmışım. Gelip burada sizin sırtınızı falan sıvamam. Fazla diretirseniz, siz bilirsiniz” dedim. Arnavut olan ”okey, okey” dedi, konuyu kapattı. Dedim ki, sor ona PKK’yi duymuş mu? Sorunca tabi Fransız olan da, ”Evet biliyorum, her yerde varlar” dedi. Ona söyle dedim, bir daha masajdan bahsetmesin, eğer gerekirse o gelip sırtıma masaj yapacak.

Böyle bir hafta birbirimizle uğraştıktan sonra sesleri kesildi tabi. Sonra bir gün bana gelip, ”Sen cezaevinde kalmışsın, buradaki demirleri kesebilir misin?” dediler. ”Bir paket jilet getirin, keserim” dedim. ”Jiletle kesebilir misin” diye sordular, ”evet”, dedim bende. Adam gerçekten mafya babasıydı. Her gün adamları cezaevi etrafında bekliyordu. Bir gün baktım iki paket jilet masanın üzerinde duruyor. ”Al sana jilet, hadi kes ve buradan kurtulalım” dedi. ”Tamam”, dedim. Demirlerle iki gün uğraştım, kırılacak noktaya getirdim. Çok acele ediyordu. Bana da ”Birlikte gidelim, sana bir araç ve bir adam veririm, Avrupa’da seni istediğin adrese bıraktırırım” diyordu.

YANLIŞ ZAMANDA GELEN UKRANYALI

Biz üçüncü katta kalıyorduk. Onlara demirlerin hazır olduğunu söyledim ve zamanlama işini bana bırakmaları gerektiğini belirttim. ”Yağmurlu bir günde çıkacağız” dedim. Bu arada nöbetçilerin ne zaman değişiklik yaptıklarını, nöbet saatlerini gözlemlememiz gerekiyordu. Bir yandan gözlemliyor, bir yandan da yağmuru bekliyorduk. Bir hafta bekledik yağmur bir türlü yağmadı. Bir gece gök gürlemeye başladı, arkasından yağmur. Nöbetçileri de gözlemliyorduk, onlar da kulübelerine girdiler. Artık zamanı gelmişti. Demirleri kırdık. Fransız önce benim çıkmamı istedi. Ben de ”Hayır anlaşmamız öyle değil, önce sen çıkacaksın” dedim.

Biz bunu tartışırken koğuşun kapısı açıldı ve Ukraynalı biri girdi içeri. Pencere şişlerini görünce, ”Ooo siz kaçıyorsunuz” dedi. Tabi biz hemen koğuşun kapısını kapattık. ”Sus sesini çıkarma, bu dolaplarda olan her şey senin olsun” dedik. Tabi, Fransız mafya olduğu için dolabında her şey vardı. Polise haber vermemesi için bizden para istedi. Yanımızda zaten para yok, ”idarede tüm paramız” dedik. Ama para konusunda ısrar etti. Biz bu konuyu konuşurken bu birden fırladı, kaçıp koridora çıktı. Peşinden gittik ama yakalayamadık. O gidince çıkmaya da tereddüt ettik. Çıksak taranıp, öldürülebiliriz. Tabi Ukraynalı hemen gidip idareye ve polise olanları anlatıyor. Derken polis geldi. O arada biz de ranzaları kapının önüne dayadık.

KAPIYI AÇMAYINCA İSYAN SAYILDI

Polis ”kapıyı açın” diyor, biz ”hayır” diyoruz. Derken alarm çaldı. Sirenler falan da çaldı, tabi cezaevinde isyan başladı diye haberler yayıldı. Başkent Bratislava’dan özel timler yola çıkmış, geliyor o arada. Itfaiye araçlarıyla içeriye sürekli olarak camdan ses bombaları atıyorlar. Tabi bu sabaha kadar sürdü. O arada da Fransız mafyasına bakıp, ”bu alçak da başımızı belaya soktu” diye düşünüyorum. Sabah olunca pencereden bakınca aşağısı ana baba günü. Ben bunlara diyorum ki, ”Sert bir müdahale olmadan çekelim ranzaları, çıkalım, içerde dumandan öleceğiz” diye. Onlar da ”Hayır olmaz, polis içinde rakiplerimiz var, bizi infaz ederler” dediler. Ben de ”Hepinizi de infaz etseler, kapıyı açacağım” dedim. Neyse açtık kapıyı, polis geldi, bizleri aldılar. Tabi demiri kesmeye başlamadan önce bir aksilik olursa suçu üstlenmeyeceğimi söylemiştim. Romenlerden biri bir aksilik olursa üstleneceğini söylemişti. Sorgulamalar başladı. Ben de, ”Haberim yok bir şeyden. Adamlar mafya, nasıl yaptılar bilmiyorum” dedim. Tabi Romenlerden biri demiri kestiğini söylemiş, suçu üstlenmişti. Sorgulamalar sonrasında mafyaları başka yere naklettiler. Beni yine kaldığım yere verdiler ama tek başıma orada kaldım. 6 ay kaldıktan sonra Bratislava’ya yakın bir mülteci kampına götürdüler. Dağların arasında şehirden 80 km uzak bir yere vermişlerdi beni. Sonra oradan birileri beni alıp, kardeşimin yanına götürecekti. Beni almaya gelecekleri günün gecesinde iyice giyinip, kışın ortasında kamptan Bratislava’ya 80 km yürüdüm. Ertesi gün öğlen Bratislava’ya vardım. Orada beni aldı biri. Yorgun, bitkin bir haldeydim. Almanya’ya yolculuk başladı ve o şekilde Almanya’ya vardım ve iltica ettim.

MÜLTECİ KAMPINDA DERNEK KURDUK

İltica ettikten sonra mülteci kampına verdiler beni. Orada yaklaşık 40 Kürt genci vardı. Örgütsüzdüler. Kendi kendime dedim, bu gençleri böyle bırakmamalıyım. Aralarında yurtseverlik bilinci olan iki genç vardı. Ne yapabiliriz diye konuştuk. Sonra kamp müdürünün yanına gittik. Bize büyük bir salon vermesini rica ettik. Salonu dernek olarak kullanacağımızı söyledik. Müdür şaşırdı tabi. ”Kültürel faaliyetlerde bulunmak için gençler istiyor” dedik, ”tamam” dediler. Bize büyük bir salon verdiler, boyadılar, temizlediler. Ben de Hamburg’a gidip, arkadaşlardan bayrak, şehit resimleri, fotoğraf, poster alıp getirdim. Orayı donattık. Sonra eylemlere, yürüyüşlere bu gençlerle birlikte gittik. İlk defa Lübeck’de bir yürüyüş yaptık. O zaman Kürtler oldukça örgütsüzdü. O günden bu yana da siyasi faaliyetlerime devam ediyorum. Kaldığım şehirde faaliyete başladığımızda 5-6 kişiydik. Zaman geçince dökülmeler de oldu. Bazen yalnız da kaldım.

TECRİDİ KIRACAĞIZ

Tecridin giderek ağırlaşması sonrasında neler yapabiliriz diye alanlarda toplantılar yapıldı. Süresiz-dönüşümsüz açlık grevi planlaması olduğunu söyledi arkadaşlar. Ben toplantıda kendimi önerdim. Önerim kabul edildi. Önderimiz tecritte, buna sessiz kalamayız. Sonuç alıncaya kadar bu eylemimize devam edeceğiz. Şunu söyleyebilirim: Biz bedel vermeye hazırız ve başarıya ulaşacağız.      

SON VE SÖYLENMEYEN SÖZLER

Agit Ural’la hikayesini anlattığı görüşmeyi gerçekleştirdikten sonra ”eklemek istediğim birşey vardı” dedi. Ses kayıt cihazını açtık. ”Bu mücadelede bedel vermeyen Kürt ailesi kalmamıştır diye tahmin ediyorum. Annem, iki kardeşim şehit oldu.” Sonrasında devam edemedi, ”ses kayıt cihazını kapatalım”, dedi ve kapattık. Onların kendi hikayelerini de yansıtmak gerekiyordu. Annesine ve iki kardeşine dair sorular da sormak istedim. Ama bir türlü bunu sormam gerekip, gerekmediğine emin olamadım. Sadece insanların yaşadıkları acıları tekrardan yeşertmemek adına değil elbette.

Kaynak: Yeni Özgür Politika