Sanatçı, kapitalist moderniteye karşı toplumu savunandır II

Topluma yönelik saldırı ve toplumsal değerlerin dağıtılması ve yıkılmasından kendini sorumlu tutmayan sanatçı ve edebiyatçı gerçek sanatçı ve edebiyatçı olamaz. O zaman neyin, kimin sanatçısı ve edebiyatçısı diye sorgulanırlar.

Sanat ve sanatçının rolü tarihin hiçbir döneminde bugünkü gibi artmamıştır. Sanat ve edebiyatçılar toplumsal değerler üreten, derinleştiren, kapsamlılaştıran ve kalıcılaştıran insanlardır. Sanatçılar ve edebiyatçılar, bir bütün olarak kültür insanları toplum için kutsal iş yapmışlardır, yapmaktadırlar. İnançlar, dinler, büyük düşünce akımları nasıl ki toplumsal bozulmaya karşı toplum için kutsal bir iş yaparak toplumu savunmuşlarsa, sanat ve edebiyatçılar da böyle bir kutsal iş yapmışlardır. Hatta inançların, dinlerin toplum savunuculuğu ve yarattıkları toplumsal değerleri kalıcılaştıranlar da yine sanatçılar ve edebiyatçılar olmuşlardır. Tabi ki kapitalist modernite çağıyla birlikte kendilerini kapitalizmin, devletin ve egemenlerin hizmetine sokan sanatçılardan yada din adamları ve kurumlarından söz etmiyoruz.

Bugün tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sanata ve sanatçıya kutsal bir sorumluluk düşmüştür. Çünkü tarihin hiçbir döneminde toplum ve toplumculuk bu düzeyde saldırıya uğramamıştı. Öte yandan toplum ve toplumsallığa, toplumsal değerlere bu kadar saldırı olmasında toplumcu sanat yapması ve toplumsal değerler yaratması gereken sanatçılar da sorumludur. Demek ki sanat ve sanatçılar, edebiyatçılar günümüzde topumu ve toplumsal değerleri yeterince savunmamaktadır. Kapitalizm ve kapitalist modernite toplumsal değerleri dağıtıyor. Çünkü kapitalizm toplumsallığı dağıtıp bireyciliği ve maddiyatçılığı geliştirmeden var olamaz, yaşayamaz. Topluma karşı yürüttüğü savaş, kapitalizmin ve modernitesinin var olma savaşıdır. Niye böyle yapıyorlar diyemeyiz, toplumu ve toplumsal değerleri böyle savunamayız. Bugün toplumsal değerler ayaklar altındaysa bundan en başta da sanatçılar, edebiyatçılar, bir bütün olarak kültür insanları kendilerini sorumlu göreceklerdir. Sanat ve edebiyatçılar görevlerini yapmamışlardır. Ya gerçek sanat ve edebiyat insanları ortada yoktur yada kapitalizm ve modernitesine karşı mücadele edecek konumda değillerdir. Eğer sanat ve edebiyat yapıyoruz diyorlarsa o zaman nasıl bir sanat ve edebiyat yaptıklarını sorgulayacaklardır. Topluma yönelik saldırı ve toplumsal değerlerin dağıtılması ve yıkılmasından kendini sorumlu tutmayan sanatçı ve edebiyatçı gerçek sanatçı ve edebiyatçı olamaz. O zaman neyin, kimin sanatçısı ve edebiyatçısı diye sorgulanırlar. Kapitalist modernitenin ve onun yaşam biçiminin sanatçısı ve edebiyatçısı olunamaz.

SANAT VE EDEBİYATÇI OLMANIN BİRİNCİ KOŞULU KAPİTALİZM VE MODERNİTESİNE KARŞI OLMAKTIR

Şimdi sanat ve sanatçı anlayışında sapmalar bir de dünyadaki, Avrupa’daki yada Türkiye’deki sanatçıların ve sanatın durumuna bakarak yaşanıyor. Kapitalist modernitenin yarattığı bir sanat ve sanatçı algısı var. Sanatçı olunacaksa böyle olunur, sanat böyle yapılır yaklaşımı var. Bu nedenle birçok sanatçı tarihsel toplumsal rolünün bilincinde olmadığından sanki sanat ve sanatçı böyle olurmuş gibi ABD, Avrupa yada Türkiye’deki modernist sanatçılara özenip benzemeye çalışarak bireyci ve konformist yaşama yöneliyorlar. Eğer bilinçli tercih değilse bu sanat ve sanatçı anlayışında bir yüzeyselliğin, bir bilinçsizliğin sonucu bu duruma düşülme yaşanmaktadır. Bu açıdan onlara bakılıp sanat ve sanatçı böyle olur durumuna düşenlerin bu durumdan çıkarılması da önemlidir. Çünkü her zaman hakim verili algılar insanları yanılgılara ve yanlışlıklara götürür. Bu açıdan bu tür sanat ve sanatçılık anlayışının yanlışlığının ortaya konulması, doğru ve sanat ve sanatçı anlayışının gösterilmesi de önemlidir.

Sanatçı ve edebiyatçı en başta kapitalizm ve onun modernitesine öfke duyacaktır. Bu öfkeyi duymazlarsa sanatçı ve edebiyatçı olamazlar.  Günümüzde sanatçı ve edebiyatçı olmanın birincil koşulu kapitalizm ve modernitesine karşı olmaktır. Bu temelde de kapitalist modernite ve onun yaşamına karşı toplumu ve toplumcu yaşamı savunmalıdır. Bu doğrultu olursa o zaman doğru sanat ve edebiyat yapılır; sanatçı ve edebiyatçı olma konumu kazanılır. Bu konumu kazananlara toplum kutsallık düzeyinde değer verir; onların sanatı ve edebiyatını yapması için her türlü fedakarlıkta bulunur. Kendisini savunanlara toplum da sahiplenir.

Kapitalist modernite geçmiş dönemlerde saray soytarıları yada padişahları övenler yaptığı gibi bazı insanları sanatçı ve edebiyatçı diyerek toplumun önüne çıkarmakta ve onları toplum için model ve idol haline getirmektedir. Doğru yaşamın, doğru duruşun, doğru sözün ve davranışın onların olduğunu topluma benimsetmektedir. Toplum onlar tarafından şekillendirilmekte, yani kapitalist modernitenin üzerinde yaşam bulacağı insanlar haline getirilmektedir. Buna toplum değil; bireyci ve maddiyatçı insan yığınları demek gerekmektedir. Bunun karşısında toplumcu sanat ve edebiyat yapanlar toplumun idolleri ve toplumun yaşam modelleri olabilmelidirler. Duygularıyla, düşünceleriyle, yaşamıyla örnek olup toplumun değer yargılarını ve ölçülerini yükseltmelidirler. Ne var ki, şimdi kendini demokrat, hatta devrimci gören bazı sanat ve edebiyat insanları söylemleri, sanatı ve duruşlarıyla kapitalist modernite ufkunu aşamıyorlar yada söylemi ve sanatıyla duruşları ve yaşamları birbirinden ayrı oluyor. Bir tür münafıklık konumuna düşüyorlar. Bu açıdan kapitalizmin özellikle toplumu yaşamda ve yaşam kültüründe bozduğu dikkate alınarak sanat ve edebiyatçıların yaşamda, duruşta, ilişkilerinde topluma örnek olacak, toplumun ölçülerini yükseltecek düzeyde bir model olabilmeyi esas almaları çok önemlidir.

DEMOKRATİK MODERNİTE ALTERNATİFİ ORTAYA KONULMADAN KAPİTALİST MODERNİTE YENİLGİYE UĞRATILAMAZ

Kuşkusuz yapılacak edebiyat ve sanatın niteliği çok önemlidir. Özellikle günümüzde maddiyatçılığı, bireyciliği, eşitsizliği, adaletsizliği, hiçbir toplumsal değere önem vermeyen vicdansızlığı ve konformist yaşamı ve duruşu eleştirmelidir. Kapitalizmin yarattığı ve dayattığı tüm ölçüsüzlüklere ve değersizliklere karşı sanatıyla, edebiyatıyla savaş açmalıdır. Kapitalist modernite yaşam tarzına, ilişkisine, üslubuna karşı mücadele verilerek toplumcu değerler yükselen değerler haline getirilmeden kapitalizmin toplum karşıtlığının önüne geçilemez. Sadece kapitalizmin sömürüsüne ve ekonomik anlayışına karşı mücadeleyle kapitalizm geriletilemez. Kapitalizmin modernitesine karşı Demokratik Modernite alternatifi ortaya konulmadan kapitalizm geriletilemez ve yenilgiye uğratılamaz. Bugün kapitalizmin en büyük savunması onun tankı, topu, silahı, parası, teknolojisi değildir. Modernitesidir; en başta da sanat ve kültür denen ürünlerle yarattığı ölçülerdir. Ne yazık ki, bu değerler yükselen değerler haline gelmiştir. Buna karşı Demokratik Modernite değerleri yükselen değerler haline getirilmezse kapitalizm karşısında başarısızlık kaçınılmazdır.  Bu açıdan da reel sosyalizmin neden yenildiğini çok iyi değerlendirmek gerekir. Dış saldırılarla yenilmedi; yada dış saldırı esas olarak kapitalist moderniteden geldi yada kapitalist modernite yaşamı alternatif toplumcu demokratik moderniteyle aşılamadığı için yenilgiye uğranıldı.

Bir daha vurgulayalım; sanat ve edebiyatın temel konusu olan toplumsal değerler bugün yozlaşmış, çürütülmüş ve ölüme yatırılmıştır.  Bu sadece toplumun değil, bireyin de ölümüdür. Toplumdan ayrı bir birey olamaz. Toplumcu olmayan birey yoktur. Toplumu olmayan, toplumunu kaybetmiş birey ölü bireydir, ölmüş bireydir. Toplum ve bireyin ölümü aslında sanat ve edebiyatın da ölümüdür. Bunu da kapitalizm ortaya çıkarıyor. Ne köleci, ne feodal dönemde topluma yönelik bu düzeyde bir saldırı da toplumun ölümü de yoktur. Kutsal kitaplarda Sodom ve Gomore şehirleri toplum, toplumsallık ve toplumsal değerler öldüğü için tanrının gazabına uğramıştır. Dinler bu nedenle neşet etmiştir. Şimdi ise dinlerin neşet ettiği dönemden katbekat topluma bir saldırı ve yozlaşma vardır. Kapitalizm artık tam bir toplum ve insan düşmanı sistem haline gelmiştir. Artık topluma yönelik bu saldırıya karşı yeni bir dinle karşı konulmayacaktır. Yeni bir peygamber gelmeyecektir. Tarih boyu sanatçılar, edebiyatçılar, peygamberler, bilgeler, evliyalar ve dervişler toplumsal değerleri ve ölçüleri ortaya koymuşlardır. Artık bunları sanat ve edebiyatçılar güncelleyerek ölçüleri ve değerleri yükseltip, daha da zenginleştirip güzelleştirerek toplumu savunma rolü oynayacaklardır, oynamalıdırlar. İnançlar ve dinler hala toplumu savunmada, kapitalizme karşı mücadelede bir rol oynayabilirler. Ancak bugünün çıkışı dinsel literatürle yada dine sarılarak değil, ama o değerleri de tarihsel toplumsal değerler olarak kabul ederek, onları dışlamayarak ama daha üst düzeyde sentezlerle kapitalizme karşı yeni bir toplum ve toplumsal yaşam sentezi ve değerleri haline getirmek gerekmektedir.  Günümüzde bu rolü en başta da edebiyatçılar ve sanatçılar oynayacaktır. Evliyaların, dervişlerin, bilgelerin oynadığı rolü en fazla da sanat ve edebiyatçıların oynayacağı bir çağa girmiş bulunuyoruz.

DEMOKRATİK KOMÜNAL TOPLUMSAL YAŞAM SİSTEMİNE İHTİYAÇ VAR

Toplumculuğa tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bir saldırı olduğundan buna karşı ideolojik, teorik ve toplumsal yaşam anlamında sistematik ve bütünlüklü bir alternatif sisteme, toplumsal yapılanma gerçeğine ihtiyaç vardır. İnsanlığın yaşadığı tüm tarihsel toplumsal süreçlerden çıkarılacak derslerle insanlığın devletten, iktidardan, sömürüden, erkek egemenlikli yaşam anlayışından arınmış bir demokratik komünal toplumsal yaşam sistemine ihtiyaç vardır. Kapitalizm öncesi yaşamın kendisi büyük oranda komünaldi, doğal bir demokratik yaşam vardı. Özellikle kırsal toplum böyleydi. Şehirlerde de inançların, dinlerin ve tarikatların etkisi altında hala toplumsal yaşam ve değerler önemli oranda varlığını sürdürüyordu. Ancak günümüzde bu durum değişmiştir. Kapitalizm dünyanın en ücra köşesinde bile toplumsallığa saldırmaktadır.  Hiçbir toplumsal yaşam, ilişki ve değer bırakmayarak bireyciliği ve maddiyatçılığı geliştirmektedir. Bu açıdan daha sistemli, kapsamlı, toplumsallığa karşıt olan her şeyi etkisiz kılacak bir ideolojik-politik çizgiye ihtiyaç vardır. Kürt halk Önderi Rêber Apo insanlığın yaşadığı tüm tarihsel toplumsal süreçleri çözümleyerek kadın özgürlükçü demokratik ekolojik toplum paradigmasını önümüze süzülmüş bal kıvamında koymuştur. Devletsiz, iktidarsız, sömürüsüz, erkek egemenliğinin olmadığı toplumcu demokratik yaşamın nasıl olacağını gösterdi. Demokratik sosyalist çizgide örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Modernite değerleri temelinde Demokratik Konfederalizmi tüm devletçi, sömürücü sistemler ve onun son temsilcisi kapitalizm ve onun modernitesine karşı alternatif haline getirdi.

SANAT VE EDEBİYATÇILAR DA  KENDİNİ DEMORATİK KOMÜNAL ÖRGÜTLEMELİ

Demokratik Modernite değerleriyle örgütlenmiş Demokratik Konfederal sistemde sanatçı ve edebiyatçılara böyle bir komünal demokratik yaşamı yaratmada önemli görevler düşmektedir. Böyle bir düşünce ve yaşam anlayışını en başta da sanatçı ve edebiyatçıların oluşturması gerekir. Bu demokratik sistemde tüm toplumsal kesimler kendini komünal demokratik temelde örgütlü kılarlarsa bütünlüklü bir demokratik sistem ortaya çıkarırlar.  Bu açıdan sanatçılar da edebiyatçılar da örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Konfederal sistemin bir bileşeni haline gelmelidir. Konfederal sistemde merkezi değil, demokratik konfederal bir ilişki vardır. Her örgütlü birimin kendi demokratik iradesi vardır. Sanat ve edebiyatçılar da kendini demokratik komünal olarak örgütleyecektir. Kendi çalışmalarını kendisinin yürüttüğü, kararlarını kendilerinin aldığı komünal demokratik örgütlenmeleriyle bu sistem içinde yerlerini alacaklardır. Sanatçı ve edebiyatçılar da kendilerini komünal demokratik temelde örgütleyen Demokratik Konfederal bir birim haline geleceklerdir. Kendi yaşamlarıyla ilgili söz ve karar sahibi sanatçıların ve edebiyatçıların oluşturduğu komünleri olacaktır.  Sanatçı ve edebiyatçılar ilk önce kendi komünlerini, yani komünal demokratik yaşamlarını oluşturacaklar ki, toplumda da bu değerleri hakim kılabilsinler. Kuşkusuz edebiyatçılarla sanatçılar ve tiyatrocuların komünleri aynı olmayabilir. Çünkü farklı çalışmadan dolayı özgünlükleri vardır. Sanat ve kültür alanı açısından ortak çalışma özellikleri nedeniyle komünleri bir olanlar olabileceği gibi çalışmanın özgünlüğüne göre ayrı komünler biçiminde de örgütlenebilirler. Öte yandan farklı sosyalist, yani demokratik toplumcu düşüncede olan sanatçı ve edebiyatçılar da bu komünlerde yer alabilirler.

Sanatçılar ve edebiyatçılar demokratik toplum ve özgür bireyin savunucuları ve sözcülüğüyle demokratik toplumcu yaşamı en başta da kendileri savunacaklardır. Demokratik toplumculuk demokratik sosyalistliktir. Örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Modernite değerleriyle bir yaşam sistemi oluştuğunda bu, demokratik sosyalist çizgide demokratik bir sistem kurma anlamına gelir. Toplumculuk sosyalistliktir, sosyalizmdir.  Tarihte nerede toplumculuk ve toplumsal yaşam varsa orada sosyalizm ve sosyalist değerler vardır. Kırsal yaşam, inançların ve dinlerin oluşturduğu toplumsal yaşam özü itibariyle sosyalist yaşamdır. Tamamen toplum düşmanı ve toplumu dağıtan kapitalizmle birlikte bu sosyalist çizgi, sosyalist anlayış, sosyalist yaşam değerleri sistematik ve bütünlüklü demokratik toplumcu sistem haline getirilecektir. Yenilik de buradadır.

Bu gerçeklik ışığında sanatçıların ve edebiyatçıların anlayış olarak sosyalizmin, sosyalist yaşamın ve sosyalistlerin yanında ve yakınında olacağı açıktır. Hatta bir sosyalistlik olacaksa, bir komünal demokratik yaşam olacaksa onun en önünde toplum savunucusu olan sanatçılar ve edebiyatçılar yer alacaktır. Tabi ki bir gerilla yada toplumsal alanda örgüt kuran ve mücadele yürüten bir parti kadrosu gibi değil, sanatıyla, edebiyatıyla bu mücadele içinde olacaktır. Ama kesinlikle demokratik zihniyetle, kapitalizm karşıtı duruşla bunu yapacaktır. Kuşkusuz toplum savunuculuğunda tarih boyu en önde olmuş sanat ve edebiyatçılar da parti üyesi sosyalist olarak mücadelesini yürütebilirler, sanat ve edebiyatçılığını parti üyesi olarak yerine getirebilirler. Son iki yüzyılda sanat ve edebiyatçıların çoğunluğu bu duruşta olmuştur. Yaptıkları yanlış değildi. Yanlış olan o dönemdeki klasik sosyalizmin teori ve pratiğinde olan yanlışlıklardı. Geçmişte böyle olmuş diyerek sanat ve edebiyatçıların sosyalist çizgiden uzak durmaları doğru olmaz. Kuşkusuz bu çizgiyi kadro, sempatizan, taraftar olarak hangi konumda yürütecekleri onların iradesine bağlıdır. Ancak hangi konumda çalışmaya katılırsa katılsınlar kültür-sanat komününde yer almaları, sanat ve edebiyatlarını böyle bir demokratik komünal yaşamdan güç alarak yapmaları önemlidir. O zaman gerçek anlamda toplumu savunanlar olarak edebiyat ve sanat yaparlar.

Toplumu savunmak derken toplumun da ahlaki-politik olduğunu unutmamak gerekir.  Ahlaki ve politik olmayan toplum ne toplum olabilir ne irade kazanabilir ne de varlığını sürdürebilir. Rêber Apo toplumun varlığının ahlaki ve politik olarak sürdürebileceğini belirterek şu değerlendirmede bulunmuştur; İktidar ve devletin sadece zor aygıtı ve ilişkilerinin toplamı olduğunu söylemek ciddi eksiklikler taşır. Bu aygıtların en önemli rolünün toplumu güçsüz ve savunmasız bırakmak olduğu kanısındayım. Bu rollerini ise, toplumun ‘varoluş’ aracı olan ahlaki ve politik dokulaşmasını sürekli zayıflatıp iş yapamaz ve rolünü oynayamaz duruma düşürerek gerçekleştirirler. Ahlak ve politika dediğimiz iki alanı oluşturmadan, toplum varlığını sürdüremez.

Ahlakın temel rolü, toplumu varlığını sürdürmesi ve ayakta kalması için gerekli kurallarla donatmak ve bunları uygulama gücüne kavuşturmaktır. Varlık kurallarını ve uygulama gücünü yitiren toplum hayvan topluluğuna dönüşmüş demektir ki, bu halde istenildiği kadar kullanılıp sömürülebilir. Politikanın rolü ise, özünde toplum için gerekli ahlaki kuralları sağlamak ve bununla birlikte toplumun temel maddi ve zihnî ihtiyaçlarını gidermesinin yol ve yöntemlerini sürekli tartışarak kararlaştırmaktır. Toplumsal politika, bu gerekçeler temelinde sürekli geliştirdiği tartışma ve karar gücüyle toplumu zinde ve açık görüşlü kılar; kendisini yönetebilme ve işlerini çözme yeteneğine kavuşturduğu toplumun en temel varlık alanını oluşturur. Politikasız toplum, başı kopmuş tavuk gibi daha can vermeden sağa sola savrulan toplumdur. Bir toplumu işlevsiz ve güçsüz bırakmanın en etkili yolu, kendi öz varlığı, temel maddi ve manevi ihtiyaçları için zorunlu tartışma ve karar organı olan POLİTİKA’dan yoksun (siyasetsiz, İslami deyimle şeriatsız) bırakmaktır. Hiçbir yol bu denli sakıncalı olamaz.” Bu gerçeklik ışığında ele alındığında toplumu ayakta tutan değerleri güçlenndirmeyi ve toplumun kendi sorunlarına duyarlı kılmayı sağlamayan sanatçılık da edebiyatçılık da yarımlık kalır. Aslında toplumun ahlakını en fazla da sanat ve edebiyatçılar yaratmıştır, yaratmaktadır. Yine vurguladığımız gibi toplumun özgür duruşunu ve kendi sorunlarına sahiplenişini en başta da sanat ve edebiyatçılar ortaya çıkarmıştır. Eğer bugün topluma ağır saldırı olan kapitalist moderniteye karşı toplumun savunucusu olacaksak toplumun bu karakterini güçlendirecek rolümüzü de görmemiz gerekiyor. Kuşkusuz tüm bunlar sanat ve edebiyat diliyle, tarzıyla yaratılacaktır.