Medyası demokrasiye zarar veren ülke: Türkiye

Türkiye’deki medya krizi, en az Türk Cumhuriyeti tarihi kadar eskiye dayanıyor. Ancak medyanın bu ülkedeki durumu hiç bugünkü kadar kötü olmamıştı.

Tüm dünya genelinde medya ciddi bir kriz içerisinde. İnternetin yarattığı şok dalgası, bilginin DNA’sını değiştirdi. Bu tespit, yeni medya uzmanı Florence Renard’a ait. Aralık 2010’da Les Echos gazetesindeki bir yazısında, “Bilginin DNA’sı değişti, gazetecilerin de DNA’sını değiştirmek gerekiyor” diye yazıyordu.

Le Monde Diplomatique’in eski müdürü Ignacio Ramonet, bu yeni dönemi “Kitle medyasından, medya kitlesine...” şeklinde özetliyor. Gazeteciler bu dönemde sosyal imtiyazlarını kaybederek, bir kimlik krizine girdi. Öyle ki artık “bilgi nedir?” sorusuna yeniden cevap aranıyor. Ramonet’e göre egemen medyanın buna verdiği yanıt, daha yararlı, ekonomi, ekoloji veya politika alanında daha aydınlatıcı bilgi yerine, daha çok kişiyi ilgilendiren bilgi olarak öne çıktı. Diğer bir ifadeyle pratikte büyük medyalar, kendi gerçek misyonlarının anlamını yitirdiler.

ACELE BİLGİ DİKTATÖRLÜĞÜ

İnternet ve sosyal ağların gelişmesi ile birlikte neredeyse herkesin gazeteci haline geldiği bir ortamda, “gazeteci kimdir” sorusuna da verilecek basit bir cevap bulunmuyor. Ramonet, “Medya patlaması: Kitle medyasından medya kitlesine” başlıklı kitabında, “Neredeyse eş zamanlı hale gelen acele haberin diktatörlüğüne maruz kalan bir bilgi sisteminde, az sayıda gazeteci bilinçli bir şekilde mesleklerini icra edecek zamana sahip” diyor.

Bu durumu, daha 1944 yılında Fransız filozof ve gazeteci Albert Camus tespit etmişti. Camus, “İyi bilgilendirmek yerine hızlı bilgilendirmek isteniyor. Burada gerçeklik kazanmıyor” diyordu.

Gazetecinin mesleğini icra etmesinin önünde bir çok farklı ekten de var, gazetecinin kendi imtiyazlarını kaybetmesi, zorunlu olarak olumsuz bir anlam taşımıyor. İnternet kullanıcılarının, bilgiyi aynı ciddiyetle işleyemeyeceğini gösteren bir unsur bulunmuyor. Ramonet’e göre internet ve sosyal ağların devasa kaynakları, bilginin demokratikleştirilmesi için kayda değer bir umudu da temsil ediyor.

İNTERNET METEORU

Medyadaki kriz bir çok açıdan tartışılıyor. İnternet karşısında kendisini yenileyememesi, kimlik bulamaması, reklama yönelmesi, borsaya dahil olması, patronların himayesine girmesi, bir çok medyanın birleşerek bir grup oluşturması, devletle olan yakın ilişkileri, siyasetçilerle ve iş dünyası ile bağ kurması, sahadan çekilmesi, ciddi bir güven kırılmasına yol açtı. Ancak Ramonet “internet meteorunun” medya üzerindeki etkisini, dinozorların yok olmasına neden olan meteor çarpmasına benzetiyor.

Bir çok Avrupa ülkesinde büyük medya organları, iş dünyasının önemli patronları tarafından satın alındı. Aynı durum yerel medyanın da başına geldi. Ayrıca “egemen gazetecilerin”, saha dışında yaşaması, toplumla gerçek bir temasının olmaması, siyasi sınıf ve patronlarla, sürekli bir suç ortaklığı hali, medyaya güvensizliği derinleştiren etkenlerden biri oldu.

EGEMEN MEDYA DEMOKRASİYE ZARAR VERİYOR

Batılı demokrasilerde, egemen medya ile finans erkinin buluşması, demokrasinin gelişmesi önünde ciddi bir tehdit oluştururken, zaten baskıcı ve diktatoryal rejimlerde medya sürekli, bir baskı unsuru olarak kullanıldı.

Türkiye bu açıdan hem çarpıcı hem de acı bir örnek oluşturuyor. Türkiye’de egemen medya, hep devlet endeksli olarak çalıştı. Demokrasiye değil, baskı ortamının sürdürülmesine katkıda bulundular. Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri, egemen medya oynadığı rol kötü pozisyondaydı. Bazı dönemler, muhalif medya daha geniş bir ifade alanına sahip olsa da, devletin medya üzerindeki baskıları ve medyayı bir araç olarak kullanarak muhalifleri susturmak çabaları hiç bir zaman eksik olmadı.

Ramonet, medyanın bugünkü durumunu analiz ederken, “Egemen medya mevcut durumda demokrasi önünde ağır bir sorun oluşturuyor. Demokratik alanın genişlemesine katkıda bulunmuyor, aksine kısıtlanması, yıkılması ve kemirilmesi için çalışıyor” diyor.

BİLGİ DUVARI VE BİLGİYLE DOLAN CAHİL

Bu tespit, özellikle Türk medyasını durumunu çok açık bir şekilde tanımlıyor. Genel anlamda aşırı bilgi ve sansür, gerçek bilgiye erişim önünce ciddi bir engel oluştururken, bu sadece otoriter rejimlerle ifade edilmiyor. Egemen medyanın bilgiye erişimi engelleme önünce büyük bir rolü var. Medyanın, en az diktatörler kadar bilgi önüne koyduğu engelleri “Bilgi duvarı” olarak tanımlayan Ramonet, bilme önündeki yolun kapatıldığına dikkat çekiyor. Ramonet, şu tespiti yapıyor: “Çağdaş insan böylece bilgiyle doldurulmuş bir cahil olmaya doğru koşuyor.”

TÜRK MEDYASINDAKİ KRİZ, TÜRK CUMHURİYETİ KADAR ESKİ

Kuşkusuz, demokrasilerde medyanın durumuna ilişkin yapılan tespitler, anti-demokratik rejimlerde farklı karakterlerde ortaya çıkıyor. Zira, Türkiye’de medya uzun yıllardır hem otoriter rejimlerin işbirliğini yapıyor hem de bilgi önünde duvar oluşturuyor. İnternetin ortaya çıkmasından önce de egemen medya, halktan uzak, siyasetçi ve patrona yakın bir pozisyondaydı. Çoğu zaman doğrudan hükümetlerin sözcülüğünü yaptı, istihbarat kurumları ile ortak çalışmalar yürüttü, patronların çıkarlarını temsil etti.

Kısaca, Türkiye’deki medya krizi, en az Türk Cumhuriyeti tarihi kadar eskiye dayanıyor. Ancak medyanın bu ülkedeki durumu hiç bugünkü kadar kötü olmamıştı. Türk medyası hiç bu kadar işbirlikçi, bu kadar demokrasi ve özgürlük karşıtı bir pozisyona açık bir şekilde kavuşmamıştı. Bir bütün olarak hükümetin kontrolüne giren medya ve gazeteciler, ne yazık ki masum değiller ve suç ortakları durumundalar.

Türk medyasının durumunu, kısa bir süre önce rejimin şefi Recep Tayyip Erdoğan özetledi. Erdoğan, 3 Ekim’de kendi sarayında düzenlediği Akademik Yıl Açılış Töreni'nde, “Dördüncü kuvvet, dördüncü kol, bilmem ne falan...” diyerek medyayı küçümsüyordu. Erdoğan demokrasi anlayışını ortaya koyarken, demokrasinin temel taşları olan medya ve ifade özgürlüğüne hiçbir şekilde yer vermiyordu: “Demokrasi gücünü halktan alır. Halk varsa, demokrasi var, halk yoksa demokrasi yok. Medyayla filan falan demokrasi olmaz.”

TÜRK MEDYASININ DNA’SI DEĞİŞMELİ

Mevcut Türk rejiminin “demokrasi” gibi bir derdi olmadığı için, Erdoğan’ın iktidarı boyunca kendisine bağladığı ve örgütlediği medya ile de bunun mümkün olmadığı açık bir şekilde anlaşılıyor. Demokrasi ve özgürlük karşıtı bir medya ile, gücünü “demokrasiden alan bir halk” yerine, demokrasi karşıtlığı, milliyetçilik, baskı ve faşist uygulamalara dayanak oluşturan bir halk gerçekliği oluşturulmaya çalışılıyor.

Kuşkusuz, Türk medyasının bu sefil halini sadece Erdoğan ile izah etmek de yetersiz kalıyor. Zira Erdoğan’dan önce de egemen medyanın durumu suç ortaklığından öte bir anlam ifade etmiyordu. Son derece kirlenmiş, zaman zaman tetikçilik yapmış, casusluk yapmış, ihbar etmiş, suça teşvik etmiş, suç işlemiş, ortaklık etmiş, gerçeği gizlemiş, çarpıtmış, hedef göstermiş bir medyadan söz ediyoruz. Bu nedenle egemen medyayı kontrol altına almak ve yönetmek Erdoğan için zor olmadı. Ne yazık ki düzelme yönünde bir emare de yok. Ve öyle görünüyor ki Türk medyasını gerçek mesleğine geri dönmesini sağlamak ve demokrasi önünde engel olmaktan çıkarmak için sadece gazetecilerin değil, Türk devletinin de DNA’sını değişmesi gerekiyor.