Liberal politikalar on milyonlarca yaşamı tehdit ediyor

Yeni koronavirüsü Covid-19 pandemisiyle birlikte özellikle gelişmiş ülkelerin karşı karşıya kaldığı durum, neoliberal politikaların sağlık alanında yarattığı yıkımı da gözler önüne serdi. On milyonlarca kişinin hayatını tehdit altında bulunuyor.

Tüm dünyada yüzbinlerce kişiye bulaşan ve her geçen gün daha fazla yayılan Covid-19 pandemisi can almaya devam ediyor. Salgın bir vakayla başladı ve tüm insanlığı tehdit eder hale geldi.

İtalya ve Fransa gibi ülkelerde artık önümüzdeki gün ve haftalarda tedaviye alınacak bireyler arasında seçim yapmak zorunda kalınacağı tartışılırken, Covid-19 sayesinde aslında çok güçlü ekonomilerin dahi nasıl zayıf bir sağlık sistemi ve politikalarına sahip olduğu ortaya çıktı. Birçok Avrupa ülkesinde krizin aşılabilmesi için hayati rolleri olan sağlık çalışanlarının korunması için maske sıkıntısı yaşanırken, hastalar için yeterli düzeyde oksijen makinesinin dahi olmadığı anlaşıldı.

Eğer şimdiden tedbirler arttırılmazsa, daha büyük bir kriz karşısında onlarca ve belki de yüzlerce milyon kişinin can güvenliği tehdit altında bulunuyor.

MASKE VE JEL BULMAKTA DAHİ ZORLANIYORLAR

Yeni korona virüsü kriziyle birlikte sadece kar endeksli düşünülen ve bunun da sadece büyük şirketler ile zengin kesimlerin çıkarları gözetilerek hazırlanan bütçe politikalarının yol açtığı sorunlar daha da net ortaya çıkıyor. İtalya ve Fransa örneklerinde olduğu gibi sağlık çalışanları için yeterli koruyucu maske veya hidro-alkolik jellerden yeterli düzeyde olmayışı bile yaşanan hazırlıksızlığın en basit örnekleri. Oysa Covid-19 virüsünün ilk olarak Çin’de ortaya çıktığının tartışıldığı Ocak ayında küresel düzeyde bir risk olup olmadığı sorusu gündemdeydi ve er geç salgının diğer dünya ülkelerine de sıçrayacağı ortak kanıydı.

Hastanelerin kapasitelerinin yetersiz kalacağı da biliniyordu. Her yıl on milyonlarca insanın eğitim, sağlık veya sosyal alandaki haklarını kısarak yüksek gelir gruplarına ‘vergi indirimleri’ için politikalar geliştiren hükümetler, virüs salgını için önlemler almak için dahi adım atmamayı tercih etmişti.

Çin gibi kişi başı milli gelirin orta düzeyde olduğu bir ülkede devletin aldığı karantina önlemleri ve hızla harekete geçirilen sağlık sisteminin az da olsa henüz kapitalist anlayışa tümüyle geçilmediğinin göstergesi olarak değerlendirildi. Ancak 5,5 milyon insanın yaşadığı Fransa’nın Grand-Est bölgesinde sadece birkaç yüz kişinin virüsten dolayı hastanelere gelmesi, onlarca hastanenin kapasitesini zorlamış ve ordu tarafından bir geçici hastane kurulmasına gerek duyulmuştu.

BÜTÇE POLİTİKALARINDA SAĞLIĞIN PAYI HEP AYNI DÜZEYDE KALDI

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yayınlanan sağlık harcamaları da büyüyen ekonomilere ve giderek kendisini net bir biçimde hissettiren nüfustaki yaşlanmaya rağmen sağlık harcamalarının aynı oranlarda seyrettiğini gösteriyor.

OECD’nin 2010 ve 2018 yılları arasındaki sağlık harcamalarına ilişkin verilerine göre, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) milli gelirin yüzde 16-17 aralığındaki sağlık harcamalarıyla ilk sırada geliyor. Ancak bu rakam yanıltmamalı; zira harcamaların büyük çoğunluğu ya yurttaşlar ya da çalışanların özel sigortaları tarafından karşılanıyor. Zira 2018’de 20 trilyon doları aşan ABD’nin milli gelirine rağmen federal bütçede ‘sağlık ve sosyal hizmetler’ için ayrılan bütçe 1,2 trilyon dolar civarındaydı. Yani milli gelirin yüzde 6’sı civarında bir sağlık ve sosyal hizmetler harcaması yapılmış ve bu sadece ‘sağlık’ için değil.

Öte yandan ABD’de yaşayan bireylerin yüzde 70’ine yakınının bireysel sağlık sigortası olduğu düşünüldüğünde devletin büyük oranda insanları kendi kaderine terk ettiği anlaşılıyor. Son olarak Donald Trump, Barack Obama döneminde on milyonlarca dar gelirlinin sağlık hizmetlerinden yararlanmasını sağlayan uygulamayı kaldırma yoluna gitmişti.

Çoğu gelişmiş veya ‘yükselen’ ekonomiler olarak adlandırılan ülkelerde 2010-2018 arası dönemdeki sağlık harcamalarının gösterdiği farklılıklar da önemli bir indikatör rolünü oynuyor. Fransa’da dörtte üçü kadarı bizzat kamuya ait sosyal güvenlik kurumu CPAM tarafından karşılanan sağlık harcamalarının milli gelire oranı 2010’da yüzde 11,2 iken, sonraki yıllarda kısmen yükselmesine rağmen 2018’de de yine yüzde 11,2’de kaldı. Almanya’da da aynı dönemlerde milli gelirin yüzde 11’i ile 11,5’i arasında gidip gelen bir sağlık harcaması söz konusu.

TÜRKİYE’DE GERİLEDİ

Korona virüsü krizinin en ağır vurduğu İtalya’da da bu oranlar 2010’da yüzde 9’dan 2018’de yüzde 8,8’e gerilemişti. Aynı dönemde Hindistan ve Endonezya’da milli gelirin yüzde 3’ü ile yüzde 3,6’sı gibi değişen oranlardaki sağlık harcamaları görülüyor. Türkiye’de ise sağlık harcamalarının milli gelire oranı 2010’da yüzde 5,1 iken, 2018’de yüzde 4,8’e kadar gerilemiş. Bu üç ülkenin en dikkat çeken ortak özellikleri, aynı dönemde nüfuslarının milyonlar hatta Hindistan’da olduğu gibi on milyonlarca artmış olması. Yani sağlık harcamalarında artan nüfus ve büyüyen ekonomiye orantılı bir artış söz konusu değil.

DAHA AĞIR BİR KRİZDE YATAK DAHİ BULUNAMAYABİLİR

Bugün yaşanan krizle birlikte en çok tartışılan konulardan biri kuşkusuz, sağlık harcamalarının aslında her yıl belirli bir düzeyde artıyor olmasına rağmen harcamalarda temel yatırımların göz ardı ediliyor olması. Aslında sağlık harcamalarındaki artışın en önemli nedenlerinden biri zaten ilaçlardan veya kısmen artan sağlık çalışanı sayısından kaynaklı. Diğer taraftan, örneğin, ülkelerin hastane ve yatak kapasitelerinin her geçen yıl düştüğü net bir biçimde görülüyor. Bu ise daha çok gelişmiş ülkelere özel bir durum.

Çin’de 2000 yılında 2 milyon 166 bin olan yatak sayısı 2017’de 6 milyonun üzerine çıkmış. Türkiye’de ise 2002’de 165 binden 2017’de 226 bine ulaşmış. Ancak Çin’de her bin kişiye düşen yatak kapasitesi 1,69’dan 4,34’e kadar çıkarken, Türkiye’de bu oran 2,49’dan 2,81’e kadar ulaşabilmiş.

İHTİYAÇ ARTSA DA KAPASİTELER DÜŞÜRÜLDÜ

Meksika’da aynı dönemde bin kişiye düşen yatak kapasitesi 1,77’den 1,38’e kadar gerilerken, Japonya’da her bin kişiye 14,69’dan 13,05’e kadar bir gerileme söz konusu. Nüfusu düzenli olarak artan ve yaşlanan Meksika’da rakamsal olarak 178 binden 168 bine gerileme kaydedilmiş.

Avrupa Birliği’nin (AB) en büyük ülkesi Almanya’da 2000 yılında 750 bin olan yatak kapasitesi, 2017’de 661 bine kadar gerilerken, Fransa’da 485 binden 400 bine kadar indirilmiş. Nüfusa oranlandığında ise Almanya’da her bin kişi için 9,12 olan kapasite 8’e, Fransa’da ise 7,97’den 6’ya kadar düşmüş.

2000-2017 arası dönemde sağlık konusunda en önemli gelişmeyi sağlayan ise, Covid-19’a karşı en hızlı ve hazırlıklı reaksiyonu gösteren Güney Kore oldu. Güney Kore’de 2000 yılında her bin kişiye 4,65 yatak düşerken, 2017’de 3 kata yakın artışla her bin kişiye 12,2 yatak düşüyordu. Güney Kore’nin aynı zamanda 2012’de yaşanan Ortadoğu kaynaklı MERS salgını sonrasında ulusal bir salgın stratejisi hazırlamasının da bugün yaşanan krizi daha iyi yönetmesine olanak sağladığı biliniyor.

SAĞLIK ÇALIŞANLARI YILLARDIR UYARIYORDU

Dar bir kesimin çıkarları gözetilerek sürdürülen ekonomik büyüme politikalarının insan sağlığını hiçe saydığı ülkelerin başında, ‘gelişmiş’ olarak adlandırılanlar geliyor. Bu ülkelerin birçoğunda henüz bugün yaşanan krize benzer sorunlar olmadan da sağlık sektöründen ciddi uyarılar yapılıyordu. Korona krizinin vurduğu Fransa’da geçtiğimiz yıldan bu yana acil servis çalışanlarının grevleri vardı; zira on binlerce çalışan artık acil servislerin yetersiz kaldığını ve çalışma şartlarının giderek kötüleştiğini haykırıyordu. Ancak bir kalemde ülkenin en zengin 300 bin kişisine devlete yıllık maliyeti 5 milyar Euro olan varlık vergisi indirimi getiren Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, acil servislerin yatak ve çalışan sayılarını arttırmak yerine cüzi miktarlarda maaş artışları sunmakla yetinmişti.

EKONOMİYİ GÖZETİRKEN MİLYONLARCA HAYATI GÖZDEN Mİ ÇIKARDILAR?

Dikkat çeken bir diğer nokta, Covid-19’un Çin’de ortaya çıkması ardından birçok devletin bugün hayata geçirdiği karantina veya izolasyon uygulamalarını geciktirmeyi tercih etmesi oldu. Bununla iki farklı şeyin amaçlandığı anlaşılıyor.

İlki, ekonomiyi birdenbire geriletecek sert önlemlerin alınmak istenmeyişi. Virüsün aslında iş yaşamında çok yer edinmeyen yaşlı ve hasta bireyler arasında daha çok ölüme neden olması ve doğal olarak iş dünyasını tehdit etmemesinin bu gecikmede payı olduğu şüphesi mevcut. Örneğin İngiltere’de birçok önlemin alınmayışı ve başbakanın bizzat ölümleri arttıracak bir siyaset izleneceği duyurulmuştu.

İngiltere’de hükümet Covid-19’a karşı radikal önlemler almazken “sürü bağışıklığı” politikasıyla nüfusun büyük bir çoğunluğunun enfeksiyona bağışıklık geliştirmesinin amaçlanacağı duyurulmuştu. Ancak resmi tahminlere göre ülkede halkın yüzde 80’ine virüsün bulaşması ve 7,9 milyon kişinin hastanelik olacağı öngörülüyor. Bu ise 320 bin ila 530 bin hayatını kaybetmesi demek. Aslında kelimeler arasında söylenmeyen şu: En yaşlı ve hasta olanlar, ölecek; geriye kalanlar sisteme hizmet etmeye devam edecek.

En geç bir yıla kadar tedavisinin veya aşısının bulunması kesin gibi görünen bir hastalığa bu kadar kurban verecek bir strateji, ancak gerçekten yüz binlerce kişiyi ‘sisteme yük’ gören bir anlayışın ürünü olabilir.

EKSİKLİKLERİ TAMAMLAMAK İÇİN ZAMAN KAZANIYORLAR

Öte yandan Fransa örneğinde ise bir yandan ekonominin gözetildiği, diğer yandan da sağlık sisteminin var olan hazırlıksız halinin aşılabilmesi için zaman kazanıldığı görülüyor. Komşu ülke İtalya’nın kuzeyinde hızla ilerleyen salgına karşın mart başında karantina uygulamasına geçilirken, Fransa’da 16 Mart tarihi beklendi. Fransız medyasındaki yorumlarda bunun aslında sağlık kuruluşlarının var olan eksikliklerinin giderilmesi ve birdenbire hastanelere yığılmanın önlenmesi için zaman kazanma amaçlı olduğuna vurgu yapılıyor.