Haki Karer yoldaşın anısına

Kürt Halk ÖNderi Abdullah Öcalan: Kürdistan devriminin Türkiye ve Ortadoğu'daki halk devrimlerinin kilidi olduğuna inanırdı. Onun bu inancı, aslen Kürdistanlı olmadığı halde, onu en erkenden Kürdistan'da mücadele vermeye götürdü.

Kürdistan gerçekliğini en erkenden kavrayan ve bu mücadelenin bütün zorluklarının bilincinde olan büyük insan, büyük devrimci Haki Karer yoldaşın Kürdistan'da zafer yolunda yürüttüğü militanca mücadele, başta gençliğimiz olmak üzere halkımız ve bütün devrimciler için büyük derslerle doludur.

Ülkemizdeki mücadelenin bir özelliği de çok büyük zorluklarla dolu geçeceğidir. Bu zorlukların üstesinden, bir insanın maddi ve manevi gücünü en elverişli bir şekilde birleştirerek devrim yolunda sarf etmesiyle gelinebilir. Haki Karer yoldaş, bunu şahsında en iyi bir şekilde somutlaştırmıştı. Bütün günlük işlerini kendisi yapar, çok az bir gıda ile gününü geçirir, çevresindeki arkadaşlarının giyim, yemek ve temizlik işlerini bizzat yapardı. Teorik yönden başta kendisi olmak üzere çevresini eğitmek için sürekli okumayı ve tartışmayı bir kural haline getirmişti. Çevresinin tüm olumsuzluklarının aşılması için her yönü ile bir esin kaynağıydı. Yanında bulunanlar zamanın nasıl geçtiğini fark etmezlerdi. Onunla her zaman birlikte yaşamaya can atarlardı. Bu konuda genç, yaşlı, erkek, kadın herkes onunla geçirdiği kısa süreli bir sohbet toplantısının anısını bile bir türlü unutamazdı.

Haki Karer yoldaş, Kürdistan'daki mücadelenin bir özelliğinin aşırı fedakarlıklarla dolu olacağının bilincindeydi. Kürdistan'a Marksizmin taşınmasının gereğini kavradığı andan itibaren üniversitenin son sınıfını terk edip, yatağını sırtladığı gibi hiç tanımadığı ülkemize yönelmekte tereddüt etmedi. Beş kuruşu olmadığı zaman hamallık yaparak mücadeleyi yürüttüğü günler az değildir. Elde ettiği cüzi bir parayı en iyi şekilde harcar, ilerdeki günleri düşünerek, aç ve susuz kalması pahasına her zaman elde bir fon bulundurmaya özen gösterirdi. Kendisini yakından tanıyanlar, en yırtık elbiseleri kendisinin giydiğini, aylarca tek öğün basit bir kahvaltı ile yaşadığını unutmazlar.

KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN TÜRKİYE HALK DEVRİMLERİNİN KİLİDİ OLDUĞUNA İNANIRDI

Pratiğe hakim olmak için devrimci teorinin özümsenmesinin şart olduğunu bildiğinden, bu konuda yıllarca hazırlık çalışmasında bulundu. Bütün konuşmalarında bilime büyük bir saygısı vardı. Bilim dışı davranışlarla karşılaştığında kararlılıkla tavır alır, onu kimse bu yoldan alıkoyamazdı. İnsanlar arasında ayrım yapmadan büyük bir içtenlikle tartıştığı ve onları ikna etmek için günlerce uğraştığı, çoğu arkadaşın gözlemlediği diğer önemli bir yanıydı.

Kürdistan devriminin Türkiye ve Ortadoğu'daki halk devrimlerinin kilidi olduğuna inanırdı. Onun bu inancı, aslen Kürdistanlı olmadığı halde, onu en erkenden Kürdistan'da mücadele vermeye götürdü. Bu konuda proletarya enternasyonalizminin canlı bir sembolüydü. Bir proleter devrimcinin, eğer şartlar gerekli kılıyorsa, ezilen her halkın mücadelesi içinde yer alacağını kendi pratiği ile kanıtladı. Ezen ulus içindeki sosyal-şovenizmle ezilen ulus içindeki dar görüşlü milliyetçiliğin yenilgiye uğratılmasında tavrı belirleyici oldu. Bu konuda attığı adımlar, gerek ülkemizde ve gerekse Türkiye'de ürünlerini vermeye devam ediyor. Kürdistan, Türkiye ve giderek Ortadoğu halklarının devrimci mücadelesi hakkındaki görüşleri, bugün daha geniş ellerde ve maddi bir güç halinde hepimize yol gösteriyor.

ŞOVENİZME KARŞI TAVİZSİZDİ

Kürdistan'daki devrimin en büyük ideolojik engelleri olarak gördüğü sosyal-şoven akımları ve bu akımların giderek açık ajan-provokatör örgütler haline dönüşmesini yakından tanıdı ve bunlara karşı amansız mücadele verdi. Bu mücadelede o kadar tavizsiz davrandı ki, sonunda kendisine karşı bu komplonun hazırlanmasına ve bu komploda canını vermesine yol açtı.

Teori ve pratiğin birlikteliğini en iyi uygulayan kişilerin başında gelirdi. En son devrimci mücadelesini verdiği yörede, devletten de güç alarak yaygın bir örgütlenmeye girişen ve bunu l. MC döneminde zirveye ulaştıran gizli ve açık faşist örgütlere karşı kararlı, militanca bir mücadele yürüttü. Birçok eylemin başında bizzat kendisi yer aldı.

Emperyalist-sömürgeci sistemin çarkları arasında varlığına son verilmek istenen Kürt halkının, tarihi boyunca karşılaştığı tüm ihanetlere ve dönekliklere karşı Haki Karer yoldaş gibi büyük bir insanı kendi mücadelesine kazanması tarihi önemde bir olaydır. Bu halk kendi aydınlarında, gençlerinde görmediği dostluğu onda gördü. 

HAKİ’NİN ANISINA BAĞLILIĞIN TARİHSEL ANLAMI VARDIR

İlk devrim şehitlerimizden Haki Karer, daha çok mücadelenin ilk bilinç tohumlarının serpildiği en zor dönemin direnişçi kişiliğidir. Eylem ve örgütlülüğün geliştiği bir ortamda şehitlik mertebesine ulaşmak daha kolaydır ama henüz bilince ilk düşünce serpildiğinde kimsenin yanından geçmediği bir dava için ölmek, insan olmadaki ölçütün zirvesidir. Sömürgecilikten, sosyal-şovenizmden, reformist küçük-burjuva milliyetçiliği ve yerli gericilikten kaynaklanan her türlü olumsuzluğun kol gezdiği bir ülkede ve böyle bir dönemde şehit düşmesi, onun gerek PKK'nin doğuşundaki ve gerekse ulusal direniş tarihindeki yerini çok büyük kılar. Onun anısına bağlılığın tarihsel bir anlamı vardır. Görülecektir ki, daha sonraki büyük gelişmelerin nedeni de, bu anıya bağlı kalınarak gereklerinin yapılmasıdır. Bu anlamda, o çokça sözü edilen "Yoldaş anısına sonuna kadar bağlı kalacağız" sloganı, en derin biçimiyle Haki yoldaşın anısına bağlılıkla gerçekleştirilmiştir.

HAKİ İLE DİRENİŞ KURALLAŞTI

Partileşme kararı ve politik eyleme kalkış, Haki yoldaşın ve onun anısına bağlılığın sonucu olarak gerçekleştirilmiş, adeta direniş kurallaştırılmıştır. Direnmek, Kürdistan'da o zamana kadar pek az değer verilen bir yaşam biçimiydi. Eğer bu direnişin anlamına layık olmayan sınırlı bir sapma dahi olsaydı, en soysuz gelişmelerden birisi de PKK tarafından yaşanacaktı. Bunun engellenmesi için, tüm beyin ve yürek ayağa kalkmış ve gerekeni yapmıştır. Bu anlamda Haki yoldaş, Kürdistanlı olmadığı halde kimsenin Kürdistan'a yanaşmaya dahi cesaret edemediği bir dönemde kan vermenin büyük örneğini sunarak, ardından Kürdistanlı birçok insana ülkeleri için ölmesini bilmenin zorunlu bir görev olduğunu dayatmıştır. Daha sonra ülkenin kurtuluşu için yaşamak ve gerektiğinde direnerek şehit olmak, büyük oranda bu adıma bağlı olmuştur. Eğer bu adım böyle atılmasaydı ve daha sonraki gelişmeler buna layık olarak gerçekleştirilmeseydi, şüphesiz Kürdistan'da PKK'nin gelişmesinden bahsedilemeyecekti. Zaten birçok küçük-burjuva reformistinin anlayamadığı da budur.

PKK hareketinin bugüne ulaşan gelişiminde, aynı bağlılık ve kararlılığın yaşatılması ve bunların gereklerinin hayata geçirilmesi bir karakter haline gelmiştir. Mücadele her dönemde bu karakterin güçlü itişiyle ileri doğru atak yapmış ve toplumu saran her türlü gerici ve köhnemiş anlayış ve değerler bu temelde işlemez hale getirilmiştir. Haki Karer yoldaşın Kürdistan'ın bağımsızlığı için ileri atılarak ölümü göze alan proleter direnişçiliği, nasıl ki bağımsızlık düşüncesinin dalga dalga ülkeye yayılmasını sağlamış ve uğruna kan vermeyi kutsal bir görev olarak dayatmışsa, daha sonraki gelişmeler için de aynı şeyler geçerlidir.

PKK’NİN DİRENİŞÇİ RUHUNU ANLAMAK

Mücadelenin bir grup hareketi olmaktan çıkarak yoksul köylülüğe götürüldüğü 1978 yıllarında Halil Çavgun'un yaşamını mücadeleye katık edişi yurtsever köylülüğün bilinç hamuru olmuş, kendi kurtuluşları için nasıl severek ölümün üzerine yürüdüğünü gören yoksul köylü yığınları, kendi davalarına sahip çıkmayı ve uğruna savaşmayı bu temelde kavramışlardır. Ve biliniyor ki, düşman saldırılarının giderek attığı, feodal güçlerin ve ajan yapıların donatılarak köylülüğün ve mücadelenin üzerine saldırıldığı 1979 yılları, yaşanan böylesine saldırı ve provokasyon eylemlerine rağmen mücadelenin daha da boyutlandığı yıllar olmuştur. Elbette ki bu, Haki Karer'den başlayarak Halil, Salih ve Cumaları içine alan onlarca PKK kadrosunun gösterdiği kararlı direniş ve düşman karşısında bozgunu tanımayan güçlü inançları ile mümkün olmuştur. Kitle desteğinin alabildiğine arttığı, adeta halk yığınlarının silahlanarak savaşa atıldığı ama bunun karşısında tüm bu gelişmeyi kucaklayabilecek güçlü bir örgüt ağına kavuşulamadığı 1979'un o zor koşullarında, Salih'in Cuma'nın en öne atılarak, hayatlarını feda ediş olaylarını kavramak, PKK'nin direnişçi ruhunu anlamak açısından zorunludur.

Salih Kandal ve O’nun ardından şehit düşen Cuma Tak yoldaşlar, feodal-komprador yapı ve güçlere karşı mücadelenin en büyük kişilikleri, önderleri olarak ortaya çıktılar. Yoksul köylülüğe dayanarak feodal güçlere karşı yükseltilen mücadele, Kürdistan'da bazı güçlerce egemen hale getirilmek istenen teslimiyeti parçalayarak, her yerde direnişi geliştirdi. Kendi kurtuluşları için ayağa kalkan kitleler, yaşamanın yolunun direnişten geçtiğim böylece kavradılar.

ŞEHİTLERİMİZİN KANI KÜRDİSTAN’A CAN VERDİ

1979-80 döneminde halk kitleleri arasında bu temelde yaygınlaşan direniş ruhu ve mücadele karşısında Türk sömürgecileri, çıplak silahlarını Kürdistan halkına ve önder gücü PKK'ye yöneltmekte gecikmediler. Ama bir kez tohum toprağa serpilmiş ve boy atmaya başlamıştı. Nitekim, düşmanın militarist gücüyle ulusal kurtuluş hareketi ve halk üzerine yürüdüğü, geniş operasyonlarla kitle tutuklamalarına giriştiği, sıkıyönetim ilanlarıyla her alanda azgın bir zoru dayattığı bu yıllarda, mücadelenin örgütsel alandaki zayıflığına rağmen devrimciler ve kitleler, direnişi daha da büyüttüler. Donanımsızlığa ve düşmanın bu durumundan da yararlanarak direnişe geri adım attıracağı hesaplarına rağmen Şikestun kahramanlarının yükselttikleri direniş, Gap'da şehit kanıyla dağlara yazılan "PKK savaşçıları ölümsüzdür" sloganı, Bloka'da haykırılan mücadeleye inanç, Delil Doğan ve diğer militanların Dersim'de büyüttükleri devrimci cesaret ve her birinin adı birer özgürlük ve bağımsızlık abidesi olan şehitlerimizin Kürdistan'a can veren kanı, Kürdistan'da ulusal kurtuluşçuluk gerçeğinin artık silinmeyeceğini ortaya koymuştur. 1980 faşist darbesi sonrasında, çıplak askeri zor temelinde dayatılan ve topluma hakim kılınmak istenen dağılma, panik, mücadeleyi terk ediş, teslimiyet vb. yok oluş anlamına gelen her türlü çürümüşlüğe karşı, elden bırakılmayan bu direniş bayrağı Pazarcık'tan Dersim'e ve Kürdistan’ın geçilmez dağlarına kadar yükseltilmiştir. Birçok küçük burjuva lafazanının, artık o çok meşhur çığırtkanlıklarını bile yapamayacak kadar dillerini yuttukları bu dönemde, açıktır ki bu direniş sadece Türk faşist sömürgeciliğine değil reformizme, teslimiyete ve küçük burjuva yılgınlığına da vurulmuş en güçlü bir darbedir. Bu güçlerin, ilk şaşkınlık anı geçtikten sonra tekrar ve hem de bu kez bütünüyle direnişe saldıran tutumlarının izahı da buradadır.

‘DİRENMEYİ EGEMEN KILMAK İSTİYORUZ’

Kürdistan'da direnişin bir diğer doruk noktası da Türk sömürgeciliğinin eşine ender rastlanan bir gaddarlıkla saldırdığı savaş esirlerinin Türk mahkemelerindeki direnişleridir. Böyle azgın bir düşmanla özgür iradeyle dönüşmek şerefli bir görevdir. Ama onurda, olanaklardan yoksun ve eşit olmayan koşullarda yüz yüze gelmek, en kahredici randevulardan biridir. Fakat Kürdistan'da tarihin böyle bir randevu yaratacağı kesindi. Türk sömürgecileri tarihten sildikleri halklara ek olarak, bugün de en vahşi baskı ve sömürü yöntemiyle Kürt halkını imha etmek istemektedir. Dolayısıyla da bu halk adına çok güçsüz bir dönemde de olsa düşmandan yaptıklarının hesabını sorma gücünü kendinde bulanlar, düşmanın eline düştüklerinde en alçakça baskılara maruz kaldılar. Belki de insanlık tarihinde ender görülecek bir olgu olan bu talihsiz randevulaşma, tarihin daha sonraki gelişmesi açısından gerçekten de ya var olmak, ya yok olmak, ya direnmek, ya da teslim olmakla özdeştir. Bu soylu değerler adına yola koyulan her örgüt, eğer bu değerlere ihanet etmek istemiyorsa, mutlaka böyle bir randevu saatinde düşmanla karşılaşacaktır. Ve o düşman ki, tarihte ve günümüzde en hunhar özellikler gösteren Türk sömürgecileridir. Bu karşılaşmanın gerçekleştiği alan ise, soylu değerler için sonuna kadar savaşılıp savaşılmayacağının belli olacağı bir çatışma alanıdır. Bu çatışma, kim yenerse onun zaferinin kesinleştiği bir çatışmadır. Ve eğer bütün donanımsızlığa rağmen direnişçiler, bu zeminde böylesine bir düşmanla çatışmayı göze alır ve teslim olmazlarsa, açık ki artık ulusal kurtuluş için yaşamak ve mücadele etmek son derece kolaylaşmış olacaktı. Bu anlamda da gerçekten kimsenin beklemediği Kürdistan'daki ulusal uyanış ve kurtuluş mücadelesi sadece birtakım teorik belirlemelerle ve birtakım örgütlerin iddialarla öne sürülen bir dava değil, bir daha geri dönülmemecesine dostun da düşmanın da kabul ettiği bir olgu haline gelecektir. Nitekim bu çarpışma saatinin direnişçileri, yaşamın bu biçimde yaratılmasının o büyük insanları oldular. Direnişin yüce önderi Hayri yoldaş, bu tarihi hesaplaşmadaki kesin kararlarını açıklayan sözlerinde şöyle diyordu:

"Uygulanan işkencelere ve yasaklara karşılık direniyoruz. Parça parça da olsak faşist uygulamalara karşı çıkıyor, söylediklerini yapmıyoruz. Direnmeyi egemen kılmak istiyoruz. Politikamız direnmektir.

Nereden bakılırsa bakılsın, Kürdistan'da ihanet ve teslimiyet o kadar boldur ki, tarihte ve kısmen de günümüzde sürekli işleyen bir kural haline gelmiştir. Ama Türk sömürgeciliği öyle bir sömürgeciliktir ki, kurbanlarının teslim olmasıyla yetinmez, onları en alçak uşaklar haline getirir. Türkiye Komünist Partisi'nin tarihine bakıldığında bir yandan komünizmin temsilcileri katliamdan geçirilirken, kalanlarının da kemalizmin uşakları haline getirildiği görülecektir. Türk sömürgecileri, kendisine karşı savaşan örgütlerin en değerli evlatlarını katlederken, kalanlarını en kötü bir tarzda uşaklığa ve teslimiyete çekmeye çalışmış, bazen de başarılı olmuştur. Kürdistan halkının geçmiş tarihinde de, bunu büyük oranda başarmıştır. Ağrı isyanında, Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın önderlik ettiği isyanlarda bunun örneklerine rastlanır.

ZİNDAN DİRENİŞİ TARİHİN KARAR ANLARINDAN BİRİDİR

Türk sömürgecileri tarihi tecrübelerine dayanarak, bugün de PKK üzerinde aynı uygulamayı yapmak istemektedirler. Mahkemelerdeki duruşmalarda, Kürdistan'ın birçok yöresinde sergilenen o büyük direniş ve hesaplaşma saatinde, düşman adeta "tarihte o kadar güce diz çöktüren bana karşı, siz yeni güçler mi dövüşeceksiniz!" diyerek, direnişçileri teslim almaya, bu temelde bir ihanet ortamı yaratmaya çalışmış, daha önce birçok güce karşı başardığı bu işi, PKK'ye karşı da başarmak istemiştir. Açıktır ki, tarihin karar anlarından birisi de budur. Ya sonuna kadar direnilecek ya da teslim olunacaktır.

O zeminde önce önder devrimciler üzerinde oyun oynanacağı ve onların şahsında Kürdistan'ın yeniden teslim alınmak isteneceği açıktı. PKK, tarihsel gelişimin ana doğrultusunu tayin etmek ve direnişe önderlik edecek çizginin hakim olması için rolünü oynamak zorundaydı. Eğer büyük bir yara alınmak ve daha sonraki gelişmelerin çarpık bir biçime bürünmesine yol açılmak istenmiyorsa, bu zeminde mutlaka direnmeliydi. Bu direnmeden başarıyla çıkıldığında gelecek sağlama alınmış olacaktı. İşte bu bilinç ve inançla PKK'nin yiğit önder ve militanları, ulusal kurtuluş savaşının en zorlu mücadelesini burada verdiler. Taraflar arasında büyük dengesizlikler olmasına rağmen gösterilen büyük direnmenin, sağlanan başarının daha sonraki gelişmelerin yönünü ve hızını etkilediği gibi, saçılan zafer tohumunun kendisi olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu savaş yalnız PKK'nin değil, tüm Kürdistan ulusal kurtuluş sürecinin gelişme yolunu ve hızını belirleyecek ve salt kahramanlık olgusu olarak değerlendirilmeyerek, direniş çizgisinin kurumlaşması ve direnişin önderliğinin pekişmesi anlamında bir savaş olacaktır.

Bu hesaplaşma saatinde başta PKK'nin önderleri olmak üzere büyük kayıplar verilmesine rağmen yaman bir direniş yaratıldı ve büyük bir sonuç alındı. Ulusal direniş çizgisi ülkenin somutunda temel mücadele çizgisi haline getirildiği gibi, buna önderlik eden ideolojik-politik-örgütsel önderlik de geliştirildi. Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat ve onlarca şehidin, güçler arasındaki büyük dengesizliğe rağmen verdikleri ve başardıkları savaş, böylesine anlamla yüklü bir savaştır. Artık önü durdurulamayacak ve mutlaka zafere gidecek olan bu savaşta, direnişçiler bu durumu ve geleceğe inançlarını şöyle ifade ediyorlardı:

"Kürdistan 'da Türk burjuvazisinin sömürgeci egemenliği vardır. Bu egemenlik Kürdistan toplumuna yabancıdır, çağ dışıdır ve zorla ayakta tutulmaktadır. Bu egemenliğe karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermek, her bilinçli ve dürüst Kürdistan insanının görevidir. Kürdistan 'da böyle bir mücadele başlamış, Kürdistan halkı proletarya önderliğinde kurtuluş sürecine girmiştir. Bu süreci durdurmaya hiçbir zor kuvvetinin gücü yetmeyecek, zafer mutlaka Kürdistan halkının olacaktır. Böyle bir mücadeleye katılmış olmakla pişman değiliz, davamız haklıdır. Bu davanın neferi olmaktan şeref duyuyoruz. Tarih karşısında görevimizi ifa ediyoruz. Tarihin bizim için hükmü beraattır..."

En yüce değerler olan bağımsızlık ve özgürlüğün kazanılması doğrultusunda atılan adımların anlamını bilmek gerekir. Direnişler, bu değerlere ulaşabilmede paha biçilmez katkılar sağlamıştır. Eğer Kürdistan'da ulusal direniş eyleminin, bilincin ve savaşın önü alınamıyorsa, dalga dalga tüm topluma yayılıyorsa, savaşımız gittikçe önünde durulmaz bir sel haline geliyorsa, bunun tek büyük kaynağı direniş şehitleridir. Mücadele, artık bu kaynaktan gelişecek ve zafere gidecektir. Bu noktada, artık işler bir anlamda kolaylaşmış; çalışmalar buradan alınan güçle başarılı sonuçlar yaratmıştır. Birçok dağılma, çürüme, çökme alametleri ortalığı kaplarken, Kürdistan'da mücadele umudunun taptaze tutulması, zafere gidecek kavganın ön hazırlığının derinliğine yapılması, direniş şehitlerinin anılarının gereğini yerine getirmenin sonucudur.

BU HALK MUTLAKA KURTULACAK

Anılara kötü bir bağlılık nasıl ki bizi en soysuz bir uçuruma götürürse; anılara layıkı ile bağlı olmak da onların düşündüklerini gerçekleştirmekle gösterilebilir. Mazlum Doğan yoldaş; "Hazırlık ve toparlanma taktiği doğrudur. Acelecilik ve gözü dönmüş atılganlıktan çekinmek gerekir. Bizce örgütlenme, propaganda ve askeri hazırlık bir-iki yıl sürmelidir" derken bize yapmamız gerekenleri belirtiyordu.

"Bu halk mutlaka kurtulacak, belki on yıl veya yirmi yıl alır ama mutlaka bir halk savaşı verilecek" derken, Kemal Pir, kurtuluşa kesin inancı ve ona ulaşmak için izlenmesi gereken yolu gösteriyordu.

Hayri yoldaş; "Mezar taşıma borçlu yazın" dediği o yüce düşüncesinde sömürgeci esareti parçalayıp bağımsız ve özgür bir Kürdistan ülkesi yaratılıncaya kadar savaşmanın zorunluluğunu ve bu uğurda yapmamız gerekenleri anlatıyordu.

Şimdi onların yoldaşlarına ve Kürdistan halkına düşen görev, onların anılarının gereklerini hayata geçirmekten başka bir şey değildir. PKK'nin son iki yıllık tarihinde girdiği çetin savaşımın oluşumunda ve gelişiminde bu anılara bağlılığın büyük rolü vardır. Bu anılara bağlılığı ve direnişi zafere kadar götürmenin dışında soylu bir yaşam düşünülemez. Gerçekte zaferin ucu yakalanmış, devrimci direniş ruhu kurtarılmıştır. Halkımız artık ulusal direnişiyle ve bu uğurda şehit verdiği kahraman evlatlarıyla övünebilir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözümlemelerinden derlenmiştir.