Gare’deki girişimin Hesekê’deki tekrarı ve sonuçları…

2021'de Gare’de yapılan girişim 2022'de Hesekê’de tekrarlandı. TC, DAİŞ şahsında bir kez daha ve DAİŞ ile birlikte yenilmiştir.

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim sahası olan Hesekê’ye bir saldırı yapıldı. İlk defa olduğuna dair tespitler yapıldı, olay tahlil edildi. Rojava devrimine yönelik ilk saldırı değildi kuşkusuz. Ancak tarz ve söylemleri, ortaya çıkışı belki yeni bazı şekilsel unsurlar barındırmaktaydı.

TC 2021 yılı başında Medya Savunma Alanları'na saldırarak alanı düşürmek istedi, ancak her ihtimale karşı, olur da hedeflerine ulaşamazsa diye, kendine esirleri kaçırma gibi bir yalancı amaç belirledi. Amaç kuşkusuz esirleri kurtarmak değildi. PKK’ye büyük darbe vurmak, HPG komutanlığına saldırarak darbe vurmak amaçlanmıştı. Arada esirler kurtulsa “ne ala!”, ölse “savaş zaiyatı” olacaktı. TC’nin PKK elindeki esirleri ölü saydığını, hatta hain ilan ettiğini de önceki çok örnekten bilmeyen yoktur. TC böyle bir deneme yaptı, başarısız oldu, büyük darbe aldı ve başarısızlığını da Erdoğan resmi olarak duyurdu.
Üzerinden bir yıl geçti ve 2022 yılının başında AKP-MHP faşist iktidarının yeni bir zafere, yeni bir sese, söze ihtiyacı oldu. Gerilla karşısında kendini bir kez daha denemeye cesaret edemedi, bu defa işgal bölgelerinde örgütlediği çetelerle bir denemeye kalkıştı. Yüzlerce çeteyi işgal alanlarından örgütleyip bomba yüklü araçlarla Hesekê’ye yöneltti. Alana nasıl girdikleri, sözü edilen zindana kadar nasıl ulaştıkları, içerdekilerin nasıl silahlandığı konuları kuşkusuz kapsamlı soruşturma ve gerekenin yapılmasını bekleyen durumlardır.

 BU SALDIRININ AMACI NEYDİ?

Hesekê-Sinaa Cezaevine yapılan saldırının amacı, Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimini yıkmaktı. TC’nin amacı buydu. Nasıl ki, değerli Gerilla Komutanı Murat Karayılan’ın dediği gibi “DAİŞ ilk çıktığında DAİŞ'in yönünü Rojava’ya çeviren TC’dir” belirlemesi doğruysa, bugün de DAİŞ'in yönünü Hesekê'ye veren TC’dir, AKP-MHP faşizmidir. Bölgedeki milliyetçiliklerden, hegemonyalardan ve ortaya çıkan demokratik yönetimleri hazmedemeyen diktatörlüklerden kaynaklı Kürt düşmanlığını örgütlemek için belli bir zemin hâlâ vardır. Bunu saldırının gelişmesinde, çatışmaların sürdüğü günler boyunca ve sonrasında da gördük. Saldırıya katılmayan, karışmayanların bile milliyetçi içgüdülerle olsa gerek, Kürtleri taşlaması, Kürtlerin öncülüğünde bölgede gelişen demokratik özerk yönetimleri hazmetmeyişlerinden kaynaklanmaktadır.
DAİŞ’in Hesekê-Sinaa Cezaevine yaptığı saldırıda konumu-tutumu en tartışmalı olan Suriye yönetimi oldu. Kürdistan Özgürlük Hareketinin sorunları Suriye yönetimiyle çözme konusundaki ısrarı bilinmektedir. Bu ısrara henüz yeterli olumlu adımla cevap verilmemiştir. Gelişim biçimi ve seyri itibarıyla bu saldırı, olumlu adımla cevap verme bakımından Suriye yönetimi için iyi bir fırsattı. Suriye yönetiminin yapması gereken en doğru ve akıllıca olan şey, saldırı anından başlayarak iç güvenlik güçleriyle birlikte hareket ederek DAİŞ saldırısını boşa çıkarmak için rol oynamak ve bu vesileyle Suriye bütünlüğünü, halkını düşündüğünü ispat ederek bir süreci başlatmak olacaktı. Ne yazık ki, milliyetçi-iktidarcı zihniyet buna izin vermedi. Ancak sanki olay Suriye’de değil de başka bir dünya ülkesinde oluyormuş gibi yaklaşımlar herkesi şaşırttı. Bu durum bölgedeki mezhepçi, milliyetçi eğilimleri biledi. Suriye’deki Arap birliğini zedeleyen tutumun dallanıp budaklanmasına yol açtı. İlk elden demokratik özerk yönetim içindeki Arap temsilcilerden ‘Suriye yönetiminin bu işin içinde olduğu’ yönünde açıklamalar geldi, daha olay bitmeden, savaşçılar can verirken ortaya tepkiler döküldü. Toplamda, Suriye yönetimi aldığı tutumla alandaki kaosu çözen, milliyetçiliği bir yana bırakıp demokrasiyi esas alan, düğümü çözen bir tutum izlememiş oldu.
Bunu sadece Suriye hükümeti yapmadı tabii. Baas rejimini destekleyen kişi ve kurumlar da bunu yaparak, bir anlamda TC’nin beklediği sonucu beklediklerini, böyle umduklarını da ortaya koymuş oldu. Yazılarıyla bunun militanlığına soyunan ve adeta Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetiminin darbelenmesini bekleyen, temenni eden tespitleriyle kötü bir örnek olanlar da oldu. Aynı örnekte, sırf demokratik özerk yönetimi kötülemek için alabildiğine abartan, kötülemeyi aşarak DAİŞ propagandası yapan cümleler de kuruldu. Ne yazık ki Suriye’nin tarihine, insanına, kültürüne, hatta taşlarına bile saldıran, heykelleri paramparça edenin DAİŞ olduğu unutuldu, adeta DAİŞ mağdur gösterilmeye çalışıldı. Zor günde alınan tutumla, milliyetçi ve mezhepçi yaklaşım gösterenler, ne yazık ki Ortadoğu halklarının, Kürtlerin ve tüm demokratik kesimlerin nezdinde büyük eksi puanlar aldı. Bu kişiler, bırakalım kendi kişisel eksi puanlarını, bu çözümsüzlüğü körükleyen yazılarıyla Suriye’deki karmaşanın, istikrarsızlığın ve halkın mağduriyetinin sürmesinin önünü açmıştır.

Nihayetinde bu saldırı yaşanan şehadetlerle Özerk Yönetime darbe vursa da boşa çıkarılmıştır. Esir söylemleri etrafında sıkıştırılmış, TC’nin, daha ötesine gitme yani Demokratik Özerk Yönetimi yıkma hayalleri boşa çıkarılmıştır. Kuşkusuz bu yaşananlar esnasında ve sonrasında, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimin, ilgili iç güvenlik güçlerinin ve askeri güçlerin açıklamaları olmuş, kamuoyu bilgilendirilmiştir. QSD komutanlığı açıklama yaparak bilonçoyu vermiştir. Açıkçası ortaya çıkan tablo, Özerk Yönetim açısından da tekrar tekrar düşünmeyi gerektirmektedir. Bu saldırıda verilen toplam 121 şehidin, Rojava devriminin inşa şehitleri, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimde ısrarın fedai şehitleri olduğu herkes tarafından bilinmektedir.

GÜVENLİK BOŞLUĞU NASIL OLUŞMUŞTUR?

Kuşkusuz bu saldırının nasıl geliştiğine ve seyrine dair gerekli tartışmaları Özerk Yönetim yapacaktır. Güvenlik boşluğu nasıl oluşmuştur, bunda yerel güçlerin ve uluslararası koalisyonun rolü nedir? Binlerce DAİŞ'linin olduğu bir yerde, iç güvenliğin bunca büyük sayılarla tutulduğu (ki bunu şehit sayılarından da anlayabiliyoruz) bir yerde, iç güvenliği aşan bir saldırı söz konusuyken Uluslararası Koalisyon rolünü neden oynamamıştır?

Uluslararası Koalisyon başta olmak üzere, TC’nin saldırıları karşısında önleyici tutumlar almaktansa, saldırıların gelişip bitmesini bekleyen, biten durumlar, sonuçlanan süreçler üzerinden yaklaşım belirleyen tüm çıkarcı güçlerin bu yaşananlardaki rolü daha kapsamlı ele alınarak kamuoyuna daha derinlikli bilgilendirmelerin yapılması, demokratik kamuoyu açısından önemlidir.
DAİŞ çeteleri Türklerin işgal ettiği ve çeteleri örgütleyerek halka büyük zulümlerin yapıldığı, türkleştirmenin en kirli, vahşi halinin yaşatıldığı işgal bölgelerinden hazırlanarak alana yönlendirilmiştir. O işgal bölgeleri ki, İstemi Han’dan M. Kemal'e kadar ne idüğü belirsiz heykeller, anıtlar dikilmiştir. Türkiye’de bile tanınmayan, bilinmeyen İstemi Han denen saçmalığın Suriye’de ne işi vardır? Sorun çözülmek isteniyorsa en başta buradan başlanmalıdır. İşgal edilen bölgelerdeki tüm Türk kurum, kuruluş, kişi ve semboller alandan çıkarılmalıdır. İşgal edilen bölgeler, terör üretmeye ve toplum karşıtlığını örgütlemeye hazır, özel savaş bölgeleri rolüne itilmiştir. Uluslararası toplumun ve tüm güçlerin, bu bölgelerin eski konumuna dönmesi için adım atması gerekmektedir.

TÜRK DEVLETİ ÖZERK YÖNETİMİ YIKMAYI HEDEFLEDİ

Tekrar belirtecek olursak:

 TC, 2021 yılı başındaki Gare saldırısı gibi bir saldırı hesaplamış, bunu DAİŞ çeteleri üzerinden Rojava’ya yönelik başlatmıştır.
Saldırı, DAİŞ'in esir kurtarma adı altında geliştirilmişse de böyle değildir. Gerçek şudur: TC Demokratik Özerk yönetimi yıkma, bölgede karışıklık çıkarma ve bu durumdan faydalanarak kendi iktidarının ömrünü biraz daha uzatma amacıyla bu saldırıyı geliştirmiştir. DAİŞ, sadece taşeron iş yapmıştır. Bunun büyük denemesini Gare’de yapan TC, “ilkinde olmadı, bu defa başarırım” umutlarıyla bu saldırıyı bir tür “kendince sorunu halletme yolu” olarak görmüştür.

Saldırı boyunca AKP-MHP faşist iktidarı kendi iç gündemiyle birlikte süreci takip etmiş, muhalefete daha da saldırarak zafer beklentisiyle diktatörlüğü pekiştirmenin hazırlığını yapmış, hatta o kadar umutlanmış ki, İstanbul’un yeniden fethinin hayallerini kurmaya başlamıştır.

TC, tüm hayallerine rağmen DAİŞ eliyle yaptığı kötülükle kalmış, basından görüldüğü gibi “Ankaralı” DAİŞ'lileri bile kurtaramamıştır.