Kalkan: Depremin sorumlusu AKP-MHP faşizminden toplum hesabını soracaktır

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Depremin sorumlusu AKP-MHP faşizmidir. O kadar rantı yiyen AKP-MHP faşizmidir. Şimdi de onun hesabını toplum soracaktır. Toplum adına devrimciler sormak durumundalar.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK İnternet sitesinde yayınlanan makalesinde şunları belirtti:

"Facia düzeyinde bir deprem oldu, ortaya çıktı ki çöken binaların büyük bir bölümü 2004’ten sonra yapılmış, buna rağmen AKP basını ‘hepsi eskidir’ diyor ama bunların hepsi yalandır, telaşa düştüler, kendi yaptırdıklarıdır. ‘Malatya’da, Maraş’ta, Hatay’da imarı düzenledik’ biçiminde Tayyip Erdoğan’ın deprem öncesi süreçlerde konuşmaları var. Sonuçta yeni bir İmar affı mecliste görüşülürken deprem oldu. Hatalı yapılmış yapıları affetmek için meclis hazırlanıyordu. Geçmişte de rantçı çevreleri birçok kez affetmişti. Tüm bunları eleştirmeliyiz, teşhir etmeliyiz ama bir de bizim sorumluluğumuz da var. Çünkü toplumun yaşamından devlet ve iktidar sorumlu değildir.  Toplum, devlet ve iktidara teslim olmuş diyemeyiz. Öyle öngöremeyiz. O nedenle sorumlu yaklaşacağız, özeleştirel yaklaşacağız.

Tabii hakim olan, yöneten, egemen olan güç AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Onların tutumu esas olarak önemliydi. İki gün boyunca AKP’den hiçbir ses çıkmadı. Tayyip Erdoğan ise hiç görülmedi, dördüncü gün Devlet Bahçeli bir grup konuşması yaptı ve ‘eleştirilerimizi sonraya saklıyoruz’ diyerek kendine göre yön vermeye çalıştı. Tayyip Erdoğan ise hiç görülmedi. Neden bu ilk iki gün hızla hareket edilemedi? Neden bunun için hazır olan kurumlar örgütlü ve planlı bir biçimde kurtarma faaliyetlerine seferber edilmediler? En çok rol oynanacak bir dönemdi, neden öyle olmadı? Bu bilinemiyor. Gerçekten de AKP yoktu, Tayyip Erdoğan yoktu, üçüncü gün sahneye çıktı, deprem sahasına geldi. Belli ki söylenen bazı şeyleri takip etmiş, ortaya çıkıp konuştuğunda da tehdit açıklamalarında bulundu. Öyle anlaşılıyor ki Ankara’dan hareket etmeden Olağanüstü Hal kararı gibi bazı kararlar da almış, örneğin kendisi deprem alanına geldiğinde Olağanüstü Hal gündeme geldi ve meclise öyle bir önergenin verildiği ortaya çıktı. Bazıları ‘şok geçirdi’ diyor, bazıları ‘izleyip gözlemek ve anlamak istedi’ diyorlar, bazıları ise ‘biraz zaman geçsin’ diye bekledi diyorlar. Böylelikle bazı kararlar aldı. Bu da Olağanüstü Hal kararıdır. Ondan sonra ekonomik projeler sunarak ‘acıyı maddi şeylerle dindireceğiz’ biçiminde açıklamalarda bulunarak, özellikle çeşitli rant çevreleri için yeni bir yeşil ışık yakarak, onlara etrafında toplamak üzere bir sürü projeleri peş peşe ilan etmeye kalktı. Afet bölgesi ilan etmek yerine Olağanüstü Hal ilan etti. Bu bir siyasi karar ve tutumdu. Biz eylemsizlik ilan ettik, o ise Olağanüstü Hal ilan etti. Olağanüstü Hal ise saldırı demektir, denetim altına almak demektir. Bütün siyaseti kendi tekeline, merkezine almak demektir. Meclisi baypas etmek oluyor. Bütün yetkiyi Tayyip Erdoğan Olağanüstü Hal ilanıyla ele aldı ve tek başına yönetir hale geldi. Sonra da yasaklar koymaya kalktı, tehditlerini arttırdılar, Devlet Bahçeli de aynı havada çıktı. Şimdi gelinen noktada Olağanüstü Hal geçerliliğini sürdürüyor, siyasi olarak esas olan olağanüstü haldir.

Şöyle de söylenebilir: Biraz vicdanlı, bu tür şeylerden etkilenen, yine içine düştüğü siyasi çıkmazdan kurtulmak istiyorsa aslında Tayyip Erdoğan yönetimi için deprem bir fırsattı, eski suçlarını biraz affettirebilirdi, yeni bir başlangıç yapmaya yönelebilirdi. Bu kadar çaldı, ezdi, bir diktatör olarak gerçekten de toplumla tam karşı karşıya geldi, bunu biraz hafifletebilirdi, deprem öyle bir fırsat yarattı. Bilemiyoruz ama Tayyip Erdoğan deprem sonrasında gözükmediği ilk iki günde belki bunları değerlendirdi, nasıl bir politika yürütmesi gerektiğini değerlendirmiş olabilir. Fakat Olağanüstü Hal ile birlikte üçüncü günden itibaren izlediği politika 15 Temmuz 2016 sözde darbe girişimini nasıl tanrı lütfu diye değerlendirip başkanlık sistemini geliştirme ve iktidarını güçlendirmenin vesilesi yaptıysa, depreme de öyle yaklaştı.

Şu an AKP-MHP faşizminin depreme yaklaşımı öyledir. Bir yıl, olmadı iki yıl zaman istiyor. Hile yapıp seçimi kazandım demek için de birçok fırsat ele geçirdi. Olağanüstü Hal ilanıyla bunun siyasi zeminini oluşturmuş durumdadır. Böyle de yaklaşacaklar. Bu temelde bütün her şeyi yasakladılar. AKP-MHP’ye bağlı kurumların dışında hiçbir partinin, toplumsal kesimin, demokratik kuruluşun deprem bölgesinde hareket etmesine izin vermiyorlar, yardımlaşmasına izin vermiyorlar, hepsine el koyuyorlar. Sadece siyasi güç olarak AKP-MHP var, onun dışındaki hiçbir partiyi artık Türkiye’de parti olarak da görmüyorlar. O düzeyde sert bir tutum var. Toplumun önemli bir kesimini çeşitli nedenlerle alandan çıkartıyorlar, ayrımcılığı en ileri düzeyde geliştirdiler. Arap-Türk toplumlarının olduğu yerlere daha çok yardımlar gönderilirken, Kürt ve Alevi toplumlarının olduğu yerlere gerçekten de yardım götürmediler, açık bir şekilde ilan da ediyorlar. ‘Ne yaparsanız yapın’ der gibi bunu yaptılar. Öyle bir yaklaşım gösteriyorlar. Alanı boşaltmaya çalışıyorlar. Nasıl ki Maraş katliamıyla Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme sürecini başlattılarsa şimdi bu depremin sonuçlarını bu politikanın sonuca götürülmesi haline getirmek istiyorlar. Çeşitli çevrelerin yaklaşımı da böyledir. Buna göre açıklamalar var, topluma uyarılar var. Devletin yönelimi böyledir.

AKP-MHP faşizminin yönelimi baskıyı, zulmü daha da şiddetlendirerek hem bir yandan yeni zenginler türetmek için bir yeni rant planlaması geliştiriyor, bir de toplumu baskı altına alıyor, sürüyorlar. Yurtsever ve demokratik toplumun yoğunlaştığı bir alan, o yoğunluğu dağıtmak istiyorlar. Nasıl 2015’te haziran da, sonra kasım ayı başında iktidar olduktan sonra Kurdistan’da yurtsever mahalleleri dağıtmak üzere saldırılar geliştirdilerse, benzer bir biçimde şimdi bir bütün olarak batı Kurdistan’a, Çukurova’ya yönelik böyle bir saldırı yürütüyorlar. Toplumsal yoğunlaşmayı dağıtmak istiyorlar. Özellikle de Kürt nüfusunu, Alevi nüfusunu sürmek istiyorlar. Kürt Aleviliğini orada tümden bitirmek istiyorlar. Zaten 1927’de İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak’ın Erzincan’dan başlattıkları süreçtir. Şark Islahat Planı temelinde Fırat’ın batısının Kürtsüzleştirilmesi raporu, planı var. Onu, deprem vesilesiyle de etkili bir biçimde uygulamak istiyorlar.

DEMOGRAFYAYI DEĞİŞTİRMEK İSTİYORLAR

Çeşitli boyutları var. Bir demografyayı değiştirmek istiyorlar. Yurtsever ve demokrat nüfusu dağıtmak istiyorlar. İki, yeni bir rant yaratmak istiyorlar, ona dört elle sarılıyorlar. En hızlı o konuda çalışıyorlar. Üçüncüsü, iktidar sistemlerini sürdürmek istiyorlar. Durum şimdi çok daha ciddiye bindi, öyle kolayca seçim olur, AKP-MHP kaybeder, diğerleri kazanır, yönetim değişikliği olur diye bekleyenler, şimdi öyle olamayacağını görüyorlar. Biz defalarca uyardık, bu iş öyle kolay değildir. Tayyip Erdoğan bırakıp gidecek diye beklememek lazım. ‘Ben bildiğiniz gibi başbakan değilim, cumhurbaşkanı da değilim’ diye birçok kez ilan etti. Kendisi söylüyor ama anlaşılmak istenmiyor. Tayyip Erdoğan’ın kendisi ‘ben sandığınız gibi değilim’ diyor ama bazı çevreler ise ‘sen sandığımız gibi ol’ demeye getiriyorlar.

Bu temelde 2023 mücadelesi çok daha karmaşık hale gelmiş bulunuyor. Bu durumun siyasi sonuçları çok daha yakıcı olacaktır. Dahası Olağanüstü Hal altında buradaki oyları kontrol altına alırsa, başka yerlerde de hile yaptı mı tekrar kazanabilir. Duruma bakacaklar, şimdi biraz baskı ile kendilerini örgütleyecekler, duruma hakim olacaklar, hileyle kazanacaklarına kanaat getirirlerse da seçim yapıp kazanmayı hedefleyecekler. Yok yine sonuçlar öyle olmazsa, çeşitli olaylar yaratacaklar, nedenler ortaya çıkartacaklar, iktidar ömürlerini buna dayanarak sürdürmeye çalışacaklar. Bu üçü de önemlidir. Bu anlamda hükümet, AKP-MHP faşizmi savaş ilan etti. Nasıl 15 Temmuz 2016’ çakma darbesi ardından Olağanüstü Hal ile saldırı başlatarak diktatörlüğünü kurduysa, şimdi deprem üzerindeki olağanüstü halle saldırı geliştirip yurtsever, demokrat, mücadeleci kesimleri de dağıtarak, etkisiz kılarak yeniden daha güçlü bir hakimiyet, faşist diktatörlük kurmaya çalışacaktır. Bu bakımdan saldırılarını artıracaktır. Türkiye’nin ne olacağı şimdi hiç belli değildir. Eğer buna karşı direnilirse, bu da yaşanacak olan gittikçe derinleşmiş, şiddetlenmiş bir savaştır. Bu savaş Türkiye’nin içinde de kalmaz, bütün Ortadoğu’ya da yayılır. Faşist sürüler zaten Almanya’da da saldırıyorlardı. Bu kesinlikle böyledir, bunu göze almış durumdadır. AKP-MHP’nin izlediği çizgi budur. Buradan kazanç sağlayacak, soykırımı da daha çok derinleştirecek, diktatörlüğünü güçlendirecek, iktidar ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Bu netleşmiştir. Bunu açıkça görmek gerekiyor. O halde politikalarımızı, tutumlarımızı, mücadelemizi buna göre geliştirmemiz gereklidir.

EYLEMSİZLİK KARARIMIZ TOPLUMU RAHATLATTI

Evet biz ilk gün bir tutum açıkladık, sonra eylemsizlikle yine bir tutum açıkladık ama gelişmeleri değerlendirmek lazım. Eylemsizlik kararımız toplumu rahatlattı, biz o açıdan amacımıza ulaştık ama muhatap çevrelerden herhangi bir sahiplik görmedi. AKP-MHP zaten tersine hareket ediyor. HPG-BİM günlük açıklamalar yapıyor, savaş daha çok şiddetleniyor, giderek daha fazla da şiddetlenecektir, herhangi bir duraksama kesinlikle yoktur. Tersine şiddeti katliamı, faşist baskı ve terörü daha çok arttırarak toplumu ezmeye çalışacaktır. Büyük bir yurtsever ve toplumsal bütünlüğü ezecek, kendi zeminini ve hakimiyetini güçlendirecek. Amacı budur. Soykırımcı zihniyet ve siyasetin istediği de budur. Bu durumu Devlet Bahçeli yönetiyor, zaten grup konuşmasında bütün bunları yapacağını açıkladı ve ilan etti.

Eylemsizlik kararı ile demokrat çevreler biraz rahatladılar ama siyaset, Türkiye’nin muhalefeti el kaldıracak durumda değildir. Kılıçdaroğlu ‘ben senle görüşmeyeceğim’ diyor ve azıcık direniyor gibi görünüyor, şimdi diyebildiği odur. Fakat 15 Temmuz darbesinden sonra ‘Yenikapı Ruhu’ diyerek birlik sağlamışlardı, şimdi ise görüşmüyor. Bir tutum alır gibi gözüküyor, bu durum biraz antifaşist çevrelerde umut yaratıyor ama nereye kadar gider belli değildir. CHP’de bu tutum ne kadar derinleşecek, diğerleri buna katılacak mı, katılmayacak mı, belirsizdirler. Eylemsizlik kararına ilişkin değişik siyasi partiler, kesimler herhangi bir şey yapmadılar, toplumsal kesimler, sendikalar, dernekler, hiç kimse çok oralı olmadı. Dış alanda, dış basına biraz yansıdı, çok ileri düzeyde olmadı ama orta düzeyde olumlu etki yaptı ama dış siyasi çevreler üzerinde de herhangi bir etkisi olmadı, basınla sınırlı kaldı.

Dış siyasi kesimler AKP-MHP faşizmi ile çelişiyorlar ama PKK ile oluşan gündemlere ise hiç yaklaşmıyorlar. Yardım için gelenler oldu, anlaşamadılar, karşı açıklamalar yaptılar, bazıları bırakıp gittiler, bazı devlet yönetimleri enkaz kaldırma kurtarma çalışmalarındaki ayrımcılığı eleştirdiler, eleştiriyorlar. ‘Bu suça ortak olmayacağız, cinayet işleniyor’ diyenler de oldu. O düzeyde AKP-MHP faşizmiyle de çelişkililer ama sadece o düzeydedirler. Ona karşı Türkiye’deki demokratik cephe oluşmasına yanaşmıyorlar, destek vermiyorlar, işin içinde PKK olursa PKK’nin olduğu bir şeye hiç girmemek, PKK’nin yararlanmasına fırsat vermemek için son derece duyarlı ve dikkatli davranıyorlar.

Aslında bütün kesimleri ciddiyete davet etmek ve uyarmak lazımdı. Eğer bunu ‘zaten savaşamıyor onun için yaptı!’ diye algılıyorlarsa yanılıyorlar. AKP-MHP faşizminin tutumu ortadadır, bizim hiç gevşemeye fırsat vermememiz gerekiyor. Hem gerilla cephesi, hem halk cephesi hazırlık yapmak üzere değerlendirmelidir. Onun dışındaki yaklaşımlar kesinlikle yanlıştır. Bu bakımdan öyle bir siyasi süreç vb. gelişmedi. Gelişecek olan biraz da netleşti. Seçimin ne olacağı belli değil, daha çok çatışma ve savaş gelişecektir. Hem de eskisi gibi değil, bütün toplumu örgütleyerek faşist çeteleri oldukları yerde etkisiz kılacak yeni yol ve yöntemler geliştiren, böyle bir yaratıcılık gösteren savaşçılığa ihtiyaç var.

1915 Ermenilere ne yapıldığı biliniyor. Şimdi Malatya’dan-Adana’ya-Antep’e kadar Kürtlere de yapılmak istenen benzerdir. Zaten yürütülen bir soykırımdı. Afrin’i de işgal ettiler, aynı şeyi yapacaklar. Etkili olurlarsa orayla sınırlı kalmazlar. Serhat, Botan, Colemerg’de bunu yayarlar. Belki de hepsini birlikte yapmazlar, parça parça yaparlar. Oradan alacakları sonuca bağlıdır. Ona bakacaklar. O bakımdan durum gerçekten de ciddidir. Yeni bir durumdur, dikkatle değerlendirmemiz lazım. Toplumu da bu temelde eğitmemiz, buna çekmemiz lazım.

1915’i unutmayalım. 1978 Maraş katliamı da farklı değildi. Tekrar aynı şeyi yapabilirler. Bu sadece Kürdistan ile sınırlı bir durum değil, Türkiye hatta Ortadoğu ve Avrupa bile bunun içindedir. AKP-MPH faşizmi her yerde örgütlendi, her yerde ezmek isteyecekler, hiçbir yerden bir düşünce, eylem çıkışı olmasın isteyecekler, olmaması için her yerden saldıracaklar, bu anlaşılıyor. Bu konuda çok çalıştılar, örgütlüdürler, hiç basite alınmamalıdır.

EN KÜÇÜK GEVŞEME OLMAMALI, HAZIRLIK VE ÖRGÜTLENME ÇALIŞMASI YÜRÜTMELİYİZ

O nedenle durumu ciddiyetle değerlendirmemiz lazım. Öyle siyasetin öne çıktığı, yumuşak bir sürecin geliştiği bir durum kesinlikle yoktur, bu konuda yanılmamak lazım. Hiçbir yerde en küçük bir gevşeme olmamalıdır, hazırlık, örgütlenme çalışması yürütmeliyiz, hem de hızla yeni planlamalar yaparak bu duruma göre bir mücadele gücü haline gelmeliyiz. Biz kendimizi bu koşullara göre mücadele gücü haline getiremezsek ağır katliamlar yaşanır, hiç kimse bunun önünü alamaz. Türkiye’de de, dünyada da, insanlık bizden bunu bekliyor. Şu anda PKK ve Kürtler bunu yapamazlarsa AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye’de, başka bir yerde hiç kimse yapamaz. O halde başkası yapsın diye bekleyemeyiz, görev ve sorumluluk bizim üzerimizdedir. Yapmayı başarmamız lazım. Onun için de yenilikçi düşünceye ihtiyaç var, yeni mücadele tarzlarını, örgütlenmeleri geliştirebilmemiz lazım, kendimizi bu anlamda yenilememiz, değiştirmemiz, yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Yine bu temelde anlayışımızı, tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bizim görevimiz söylemek ve ondan sonra da seyretmek değildir, tam tersine yapmak ve de yaptırmaktır. Apocu militanlığın temel durumu ve işlevi budur.

Şu an depremle birlikte içine girilen süreç budur. Dolu dizgin böyle bir sürece gidiliyor. Birileri çıkar bunun önünü alır, etkili olur, faşizmi durdurur; böyle olmasını da isteriz. Böyle olursa değerlendiririz, ona uyum sağlarız, ona uyum sağlamak kolaydır, bir sorun yok, onda bir zorluk yoktur. Fakat öyle olmaz da faşizm katliamlar yapmak üzere dolu dizgin saldırırsa faşizmi nasıl yenilgiye uğratacağız, faşist saldırganlığı nasıl kıracağız? Şimdi bu sorulara cevap oluşturacak bilinç, örgütlülük ve hazırlık düzeyinde olmamız lazım. Bunu yaptık mı gerisi kolaydır, daha farklı bir biçimde gelişmeler olursa onlara uyum sağlarız. Bilinmelidir ki en tehlikelisi faşizmin soykırımı tamamlama temelindeki saldırı hazırlığıdır. Faşizme bu temelde geçit vermezsek, faşist saldırganlığı devrimci direnişle kırma gücünü gösterebilirsek, o zaman durum tersine döner.

Demek ki faşizmin yaptığı soykırımı tamamlama hazırlığıyla birlikte daha çok çatışmalı bir sürece girmiş oluyoruz. Bir bütün olarak içinde bulunduğumuz günleri, haftaları iyi değerlendirerek kendimizi böyle bir mücadele gücü haline getirmemiz lazım. Çünkü tehlike azalmamış büyümüştür.

Şöyle de ele alınmamalıdır: ‘Bu son yaşananlar AKP-MHP’yi güçlendirdi’ sanılmamalıdır. Öyle değildir, güçlendirmedi. AKP-MHP faşizmi depremden yararlanarak yasaklamayla, olağanüstü halle faşist terörü daha çok arttırarak güç sahibi olmak istiyor. Zayıflığını öyle gidermek istiyor, yoksa herkes sorguluyor, dünyada da teşhir oldu, toplumda da ciddi bir biçimde teşhir oluyor ama şiddetle, zulümle; teşhirin, devrimci demokratik gelişmelerin önünü kapatmaya çalışıyor. O bakımdan süreç daha çok mücadeleci, daha çok çatışmalı bir süreç gibi görünüyor. Kendimizi ona göre hazırlayıp zamanında saldırıları kıracak bir pozisyonu ortaya koyarsak faşizm yıkılacaktır. Toplumda tepki çoktur, gerçekten de AKP-MHP enkazın altında kalabilir, deprem ve sonrasında yaşananlar AKP-MHP’yi düşürebilir, köklü bir siyasi değişiklik gündeme gelebilir, bir değişim-dönüşüm yaşanabilir. Bu mümkündür ama bu da AKP-MHP faşizmine karşı yeterli bir devrimci demokratik mücadele yürütmekle olur. Kendiliğinden olmaz. Hatalar yapılarak olmaz. Onun için demografyanın değiştirilmesine izin verilmeyecek, toplum daha çok bilinçlendirilecek, teşhir daha iyi geliştirilecek, en önemlisi de her alanda hızla örgütlenmek gerekecek.

Deprem sonuçları açısından da bunlar belirtilebilir. Şu an harıl harıl siyaset tartışılıyor, gittikçe de daha fazla tartışılacaktır. Biz depremin ve nedenlerinin çok uzun bir süre tartışılacağını düşünüyorduk ama Türkiye’deki siyasi mücadele o kadar çok keskin ki, insanlar ölmüş-kalmış faşizmin umurlarında değil, tarihte eşi az bulunur bir iktidar kavgası var. Tayyip Erdoğan’a göre değil yüz bin kişi, iki yüz bin kişi ölmüş umurunda değildir, onun iktidarı için milyonlar da ölebilir. İktidarda kalmak için bunların hepsini göze alıyor. Onun için her şeye siyasi-askeri bakıyor, kendini ona göre hazırlıyor, hiç kimseye söz hakkı vermiyor. İpin ucunu kaçırmamak için böylece yönlendiriyor. İpin ucunu kaçırtacak bir şey bırakırsa döküleceğini, param parça olacağını çok iyi biliyor.

DEPREMİN SORUMLUSU AKP-MHP FAŞİZMİDİR, HESABINI TOPLUM SORACAKTIR

Sokağa çıkmayalım, yürüyüş yapmayalım, devrimci eylem yapmayalım, faşizmi vurmayalım dersek olmaz. O zaman faşizm değil yıkılmak, devrimci demokratik yurtsever örgütlülüğü de ezerek daha çok hakimiyet sağlar. Faşizmin çok gücü de yoktur, dıştan destek alıyor ama o destek de çok fazla değildir. Aslında içten devrimci-demokratik mücadele gelişir ve muhalefeti daha iyi yönlendirebilirse birçok dış çevre AKP-MHP’ye karşı mücadele edenlere destek verebilir. Öyle bir ortam da dış çevrelerde de var, içte kitlelerde zaten fazlasıyla var. Depremin sorumlusu AKP-MHP faşizmidir. O kadar rantı yiyen AKP-MHP faşizmidir. Şimdi de onun hesabını toplum soracaktır. Toplum adına devrimciler sormak durumundalar. Eğer böyle bir hesap sorucu olunmazsa hiçbir şey kazanılamaz. Büyük devrimci gelişmeler, değişimler, devrimci eylemle, mücadeleyle ortaya çıkar."