Direniş gündemini saptırmamak gerekir

Direnişin büyük bedeller gerektirdiği bir dönemden geçildiği kesindir. Böyle zorlu dönemlerin herkesi sınadığı hep söylenir.

Ancak direnişi bir yaşam tanımına dönüştürenlerin anı anına bu bilgiyi akılda tutarak hareket ettikleri söylenemez. Zira onlar zaten direniş üzerine özel olarak düşünmezler. Yaşamı tümden bir direnişe dönüştürmüşlerdir. Ancak direnişi tümden bir yaşam tanımına dönüştürmek de kolay değildir.

Kürdistan özgürlük mücadelesinin yarım asırlık süreci boyunca yaşanan büyük dönüşümler Kürt toplumunda büyük devrimsel değişimler yarattı. Mücadeleyi yaşamının merkezine koyan toplum kesimleri bunu derinden duyumsarken, direnişin ucundan köşesinden tutanlar da direnişi izleyip gözlediler ve kimi zaman da katıldılar. Tüm alanlar direnişin tam merkezinden, içinden olanlar kadar kıyısından köşesinden tutanların hatta farklı birçok toplumsal temsilin bulunduğu yerler oldular. Zindanlar bu konuda önemli bir direniş merkezi olurken tüm toplumsal dinamiği, ayrışmayı, duruşları gözleyebileceğimiz bir mikro devrim sahasına da dönüştü. Önder Apo’nun zindan direnişiyle birlikte zindan direnişlerinin çizgisi de daha keskin bir şekilde belirlenmiş oldu.

Önder Apo’nun İmralı direnişi 20 yılı doldurdu. Neredeyse 21.yıl tamamlanıyor ve 22.direniş yılına giriyoruz. Bu uzun ve zorlu direniş yılları, ağır baskılar altında geçti ve geçiyor. Mesele görüşmelerin olması ya da olmaması değildi sadece. Görüşmelerin en fazla olduğu, görüşme içeriklerinin kamuoyuyla paylaşıldığı ve “çözüm süreci” adı konulan bir dönemde dahi, en fazla tecridin ve baskının olduğu, zaman içinde görüldü. Çünkü, faşist türk devleti “çözüm süreci” kavramını tasfiye sürecinin bir kodlaması olarak kullanmış ve bu şansını da tüketip atmıştı.

Faşist soykırımcı Türk devletinin esas amacı özgürlük hareketini tasfiye etmek, Önder Apo’nun esaretini bunun için kullanmak ve Kürt soykırımını sonuca ulaştırmaktı. Önder Apo, “ben kendimi kullandırtmam” sözünü ağır bir atmosferde söyledi. Zira, sonrasında bunu yapmak isteyen soykırımcı devletin, özelde AKP-MHP rejiminin tüm dünya nezdinde itibarsızlaşarak çöküşün eşiğine geldiğini, tüm işgalciliğiyle, tüm beka tartışmalarıyla işgalciliği arttırdığını, soykırım gerçekleştirmek için her türlü baskıyı uyguladığını ve nihayetinde Rojava’da işgal saldırıları geliştirdiğini gördük. Hiçbir şeyin soykırımcı faşist Türk devletini kurtarmayacağını ve bugün itibariyle ermeni soykırımı, NATO üyeliği ve yaptırımlar konusuyla birlikte dünya siyasetinin gündemine çöküş anlamında girdiğini de görmüş oldu.

Bu yazıdaki asıl konuya gelmek istiyorum.

Tüm bunlara rağmen, geçen ağırlaştırılmış tecrit karşısındaki büyük direnişle dolu geçen süreçte Önder Apo’nun hiçbir şekilde kişisel konuları gündem yapmadığını, halkın gündemine koymadığını herkes bilir. Ve bunu tüm hasta tutsaklar da örnek aldılar. Öyle ki, ağır hasta olan tutsaklar, Önder Apo’nun bu duruşu karşısında kendi sağlıklarını bir siyasi araca dönüştürmemenin büyük ahlaki duruşunu, ilkesini pratikleştirdiler. Bu anlamda Önder Apo tüm zindanlarda, tüm direniş alanlarında çizgileşti, direnişin tarzı oldu, direnişin kendisi Önderlikleşti. Zira zindanlarda yaşanacak her durumun sıradan olmayacağını ve siyasal bir durum olacağını tüm tutsaklar ortaya koymuşlardı.

Tüm bunlara rağmen son günlerde kimi kişisel konular gündeme girmektedir. Ki böyle bir dönemde kişisel konuların gündem olması anlamlı değildir. Kürdistan özgürlük mücadelesi, öyle bir mücadeledir ki, sayısı milyonları bulan Kürt halkının olmayı da aşarak tüm Ortadoğu ve dünyayı kaplamıştır. Tüm dünyada bugün Önder Apo sayesinde, Önder Apo’nun demokratik ulus paradigması sayesinde Kürtleri ve direnişini tanımayan kimse kalmamıştır.

Böyle bir gerçeklik içinde yer aldığı oranda kişilerin var olabileceği ve anlam kazanabileceği de kesindir. Tabi ki Önder Apo’nun belirttiği gibi “bazen bir kişi tarih olur, bazen de tarih bir kişi olur” sözü de gerçekliğini korumaktadır. Ancak bu durum, kişinin kendi duruşunda, yaşam inşacılığında ve tüm direnişinde tarih olabilmesiyle bağlantılıdır. Bu Zilanca, Agitçe bir duruş demektir. Bu yoksa, hele hele Kürtler üzerinde üçüncü dünya savaşının yürütüldüğü ve Kürt halkının varolma pahasına her gün onlarcasının can verdiği, yaşamından, dünya gerçekliğinin ilerleyiş seyrinden ve daha bir çok şeyden vazgeçmek zorunda kaldığı bir dönemde kendi sağlığını, fiziksel problemlerini ya da başka tarih olamayan konuları gündemleştirmek, geri bir durum ya da bireysellikten öte, gündem saptırmak olabilir. Özcesi, eğer direnişin zorlu günleri bir sınavsa, bu tarz duruşların sınıfta kaldığını-kalacağını ve karnelerinin büyük sıfırlarla şimdiden dolduğunu belirtmek yanlış değildir.