Cumhuriyet ve devlet yerine tek adam rejimi

97. yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, faşist AKP-MHP bloku döneminde devlet olmaktan çıkıp altın varaklı tahttan lüks, şatafat ve kibirle yönetilen tek adam rejimine dönüştü.

29 Ekim 1923’te kuruluşu ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletinin yıkıntıları üzerine inşa edilmişti. Dağılan ve parçalanan büyük bir imparatorluktan geriye kalan Anadolu ve Kürdistan topraklarında cumhuriyet, ilk başlarda şüphesiz halklar için bir umut olmuştu. Ancak 97. yılında 6 ilkesi “Cumhuriyetçilik”, “Milliyetçilik”, “Halkçılık”, “Devletçilik”, “Laiklik” ve “İnkılapçılık” ilk baştan itibaren tartışmalara, çelişkilerin daha da derinleşmesine ve çözümsüzlüğe neden olacaktı.

Cumhuriyetin doğuşunu ve halkların kırılan umudunu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 2001 yılında “AİHM Savunmaları- Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adıyla yayımlanan savunmasında şöyle izah etmişti:

“Anadolu’da Mustafa Kemal önderliğinde gelişen ve esas olarak Türk ve Kürt halklarının ortak iradesine dayanan ulusal kurtuluş savaşı, ilerici ve kalıcı yönü ağır basan, Avrupa uygarlığının olumlu özelliklerine sahip çıkan, ama onun tahakkümcü yönüne de karşı koyan bir öze sahiptir. Gücünü ve başarısını, haklılık ve ilericilik arz eden bu özünden almaktadır. Bununla birlikte hem ayak bağı teşkil eden hem de daha fazla ilerlemeye hizmet edebilecek özelliklere aynı biçimde karşı çıkan çelişkili bir yönü de bulunmaktadır. Bu çelişkili yön, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da olduğu gibi yansımıştır.

Cumhuriyet, gericilik ve tutuculuk arz eden eğreti ve geçici öğelere karşı çıkmakta ne kadar haklı ve başarılı olmuşsa; daha da gelişmek ve ilerlemek isteyen kalıcı halk değerlerine ve taleplerine yanıt olmamak ve hatta onlara karşı çıkmak anlamında da o kadar haksız ve dolayısıyla başarısızdır. Feodal kalıntıların aşılmasında olumlu rol oynarken, halkların kalıcı değerlerinin gelişimine aşırı şovenizmle cevap vermesi, tam demokratikleşmeyi gerçekleştirememesinde olumsuz rol oynamaktadır. Yüksek bir ilerleme hızına ulaşamaması, bağrındaki bu çelişki biçimiyle yakından bağlantılıdır. Tam demokratikleşme yönünde ve olumlu olarak çözümlenmedikçe, günümüzde derinliğine sürüp giden çok yönlü krizin de temel nedeni olan bu çelişkinin her geçen gün daha da çürütücü etkileriyle sürüp gitmesi kaçınılmazdır.

Cumhuriyetin başlangıcındaki çelişki, tüm olumsuz yönlerini günümüz krizleriyle alabildiğine ortaya çıkarıp sergilerken, aslında çözümün de olumlu temelde olması gerektiğini adeta her gün ilan edip durmaktadır. Bu çelişki çözümlenmedikçe, ne kadar ustaca yöntemlerle örtbas edilip bastırılsa da, en ufak bir olumsuzlukta bile deprem gibi başını yer altından uzatıp varlığını hissettirme yeteneğinde olduğunu, herhalde hiçbir örnekte Türkiye’de 2000’lerin krizli ortamındaki gibi kanıtlama gücüne sahip değildir.”

CUMHURİYETİN KURUCUSU KÜRTLER YOK SAYILDI

Kürtlerin, Cumhuriyetin kurucu bir öğesi olduğunun, bizzat Mustafa Kemal tarafından yayımlanan çok sayıda emir ve mesajda da açıkça dile getirildiğinin değerlendirmelerinde birçok kez altını çizen Kürt Halk Önderi, Mustafa Kemal’in bu konudaki en son konuşmasını 1924’teki İzmit Konferansı’nda yaptığını belirtir.

Mustafa Kemal’i bu konuşmasında Kürtlere kapsamlı bir özgürlük statüsünün tanınacağı aktaran Öcalan, devamla o kritik süreci şöyle analiz eder:

“İsyanlar sonrası temel politika ise, meseleyi küllendirme ve yok sayma biçiminde geliştirilmiştir. En sıradan bir Kürtçe alfabe ve türkü kaseti bile soruşturma ve yargılama konusuna dönüştürülmüştür. Kürt’üm demek kriminalize edilmiş, her Kürt kendi varlığından korkar ve dolayısıyla kaçar hale getirilmiştir. Olgu ve sorun tam bir kâbusa dönüştürülmüştür. Cumhuriyet Türkiye’si bu gelişmede kurucu öğe olarak yer alan Kürtleri isyanlar nedeniyle bastırınca, demokratikleşmesini geliştirememekle tarihi bir gelişme şansını kaybeder.”

DEVLETTEN PARTİCİLİĞE VE TEK ADAM YÖNETİMİNE

Doğumu sancılı olan, daha sonraki ilk yıllarda da demokratikleşmede sınıfta kalan Türkiye Cumhuriyeti, geçtiğimiz 97 yılda en büyük darbeyi ise Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adam iktidarı döneminde yiyecekti. Erdoğan’ın şefliğindeki AKP-MHP bloku, altına dinamit koymuşçasına cumhuriyetin bütün kuruluş ilkelerini baş aşağı etti, devlet olgusu yerine tek parti ve hatta tek adam rejimi adım adım inşa etti.

97 yıl önce ilan edilen ve tartışmalı olan ilkeler; “cumhuriyetçilik” saray rejimine, “milliyetçilik” ırkçılığa, “halkçılık” aileciliğe, “devletçilik” particiliğe, “inkılapçılık” da gericiliğe dönüştü. Devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları devlet yönetim modeli olan “Kuvvetler Ayrılık” ilkesinin ayaklar altına alındığı yeni Türkiye’de, devletin ana omurgasını oluşturan bütün organları Erdoğan’ın emrine bağlandı. Devlet kadroları da tek kişiye hizmet eden kadrolar haline geldi.

LÜKS, ŞATAFAT VE KİBİRLE YÖNETEN ADAM

97 yıl sonra artık adı dışında hiçbir değerinden eser kalmayan cumhuriyet, işlevsiz bir meclis, hukuk ve insan haklarının hiçe sayıldığı, adına devlet denilen bir ceberut sistemle karşı karşıyayız. Ekonominin dibe vurduğu, açlığın hüküm sürdüğü 2020 yılında lüks, şatafat ve kibir Erdoğan rejiminin vazgeçilmez üçlüsü. Yetkileri başka herhangi bir güçle paylaşmayan tekçi yapıyla yönetilen bu sistemin dönüştürülüp demokratik ve özgürlükçü ilkeler esasında yeni bir cumhuriyetin kurulması, bütün halkların ivedilikle yerine getirmesi gereken asli bir görev. Kürt Halk Önderi’nin sözünü ettiği cumhuriyetin kriz ve çelişkileri de ancak böylelikle aşılmış olur.