Abdullah Öcalan: Direniş şehitlerimiz gelişmenin gerçek sahibidir

İlk şehitler alacakaranlıkla aydınlık bir gelecek arasında kurulan bir köprü olurlar. Bu köprü biraz ilerlemek isteyenlerin mutlaka üzerinden geçmesi gereken bir köprüdür.

Şehitlerimiz hakkında anlamlı bir değerlendirme yapabiliriz. Her şey bizi şehitleri gerçek yaşayan değerler haline getirmeye zorluyor. Onların kesinleştirdiği değerlere derin bir kavrayışla yaklaşmak kadar onu keskin bir uygulama gücü haline getirmesini de bilmemiz gerekir. Ancak o zaman onlara ulaştığımızı, onları temsil ettiğimizi söyleyebiliriz. 

Özgürlük şehitlerimizin özgünlüğünü yaşamlarıyla, hangi zaman ve zeminde hangi yaşam gerçekleriyle ortaya çıktıklarını tespit etmek önemlidir. Bununla da yetinmemek gerekir. Onlara bağlı olmak, onları olduğu gibi, yaşamın düzeyine nasıl getireceğimizi bilmemizle yakından bağlantılıdır. Bu aynı zamanda bütün Parti faaliyetlerimizin en soylu özetlenmesidir de. 

PKK şehitlerinin herhangi bir hareketin değerlerinden farklı olduğunu, hem de birçok yönden farklı bir anlam içerdiğini biliyoruz. İnsanlar mutlaka günü geldiğinde ölürler. Hepsine şehit denilmez. Oysa direniş şehitlerimiz gelişmenin gerçek sahibidirler. İnsanlar çok çeşitli amaçlar doğrultusunda, kızgın savaşlar içinde ölürler. Herkes onlara değişik ölçülerde şehitlik mertebesi verir, yüceltme sıfatları yakıştırır. Bu hareketlerin sınıf ve ulus temeli, ideolojik politik gerekçeleri ve hangi aşamada gerçekleştirildikleri göz önüne alınarak böyle yüceltme sıfatları belirlenir. Hepsinde temel bir özellik olarak karşımıza çıkan, davanın ciddiyetinin sembolü olmalarıdır. Amaçlarının ciddi ve güçlülüğü, insanların en değerli varlıkları olan canlarını adayabilecek kadar bir öneme haiz olduklarını kanıtlıyor. 

FEDAKARLIKLARI DAHA SONRAKİ YIĞINLARIN HAREKETİNİ MÜMKÜN KILDI

Mertebeleri o hareketin içinden geçtiği sürecin amansız zorlukları, iniş ve çıkış dönemlerini başarıyla aşmak için gösterilmesi gereken çabanın büyüklüğüyle bağlantılıdır. O çabanın sergilendiği dönemlerde gerçekleşen mertebelenme söz konusudur. Tarihe baktığımızda bütün soylu dinlerin, inançların, yine insana özgü önemli tüm çıkışların öncüleri kahramanca adlara layık olduğu gibi, kendini ilk feda edenleri de büyük şehitlerdir. Böylesi önemli bütün çıkışlar kahramanca bir yürüyüşü getirir. Bunun da en önde yürüyenlerin kanı pahasına olmadan zafere erişemiyor. 

Şehitler önemli bütün yürüyüşler, çıkışlar uğrunda gerçekleştirdikleri amaca bağlı olarak kendi kişiliklerini öne çıkarırlar. Onlar ilk cesareti, ilk büyük fedakarlığı gösteren ve böylelikle de daha sonraki yığınların hareketini mümkün kılan kişiliklerdir. Anlamını burada tamamlarlar. Bütün gelişmeleri koşullandırma özelliğinde olan ister şehit olsunlar, ister onları kişiliklerinde temsil edip kesintisiz ve giderek daha da yoğunca sürdürenler olsun tarihte sürekli yadedilir, yüceleştirilir ve anıları kutsallaştırılır. Anılara bağlı kalındıkça amacın tam gerçekleşmesi sağlanır. 

Eğer şehitlerin gerçekleştirdikleri ortam son derece bencil çıkarlara bırakılmışsa, o zaman kesinlikle yüce amaçlardan kaçınılıyor demektir. Korku iliklere kadar sinmiş, öngörü denilen bir durum söz konusu değilse değerlere sahip çıkılmamış demektir. 

Karanlık, umutsuz bir ortamda yaratıcı çıkışa, büyük aydınlık hareketine, cesaret ve fedakarlığa ihtiyaç gösteriliyorsa, işte böyle koşullar ileri çıkışın, bunun ilk öncülerinin şehitliğinin mertebesini belirler. Bunu belirlediği gibi gerçekleşen devrimin de büyüklüğünü olanaklı hale getirir. Çok çeşitli toplumlarda ve tarihi dönemlerde yaşanan böylesine gelişmelere devrimler adı verilir. İster toplumsal, siyasal nitelikli olsun, ister onların daha dar, küçük ölçeklerde temsili olsun, ister bilimsel, teknik ve kültürel devrimlerinde olsun bu sürekli böyledir. Kısaca, insanlık tarihi ancak böylesine öncüler eliyle yeri ve zamanı geldiğinde ilerleme imkanına kavuşur. 

Bu öyle bir durumdur ki, daha sonra yüceltiliyor, kutsallaştırılıyor. Aslında önemi ve rolü gereği böyle olmaktadır. Toplumların ilerlemesindeki büyük katkılarından ötürü böyle olmaktadır. Daha sonraki fetişleştirme, putlaştırma doğru olmamakla birlikte, sebebsiz de değildir. Kişinin rolünün bu durumlarda sık sık abartılması söz konusu olabilir. Çünkü bu dönemler öyle dönemlerdir ki ve öyle zor koşullar ortaya çıkmıştır ki, kişilerin belirleyici bir rol oynamaları söz konusudur. Daha sonra tarih neredeyse adeta bu tip kişilerin zincirleme bir yaşantısına indirgenir. Bu tarihi anlayışı biliniyor. Diyalektik materyalist bir tarih anlayışı değildir. Fakat tarihin önemli düğüm noktalarının çözümlenişinde veya ileriye götürülüşünde bu tip yüceltilmiş kişilerin önemli rollerinden ötürü anlaşılır nedenleri vardır. 

ŞEHİTLER HALKIN YÜREĞİNİN SEMBOLÜDÜR

Demek ki abartmak kadar, böylesine bir rolün yadsınması da doğru değildir. Böylesine zor durumda olan insan topluluklarına, onun toplumsal gelişim evrelerine böyle kişiliklerin bir ihtiyaç olarak belirmesi ve şartlar birleştiğinde ortaya çıkması anlaşılırdır ve gereklidir. Böylesine öncüler en büyük cesaret ve fedakarlıkla, yine öngörü keskinliğiyle sürekli öne atılırlar. Bu öne atılmalarda bazıları erkenden şehit oldular. Bu kişiler o davanın amaçlarının büyüklüğü kadar büyüktürler. Daha sonra gelişecek, özgürleşecek halkın kendisi kadar büyüktürler ve tarihe de bu temelde damgasını vururlar. Gerçek yaşayan değerler haline gelirler. Burada kişinin fiziksel varlığı veya yokluğu söz konusu değildir. Burada büyük amaçlar bir topluluk açısından kurtuluş için yücelmek ve özgürleşmek için ulaşılması kaçınılmaz hale geldiğinde, bu kişilerde sembolleşir. Ve yaşamın sürükleyici gücü haline gelirler. Dolayısıyla da şehitlik gerçek bir özgür halk gerçeğinde, sınıf gerçeğinde, ulus gerçeğinde ifadesini buluyor. Şehitler, halkın yüreği, ahlakı ve temel amaçlarının sembolü olurlar. Bu da o kişinin tümüyle bir halkta yaşaması demektir. Tarih bu konuda sayısız örneklerle doludur. 

CESARETİN FEDAKARLIĞIN EN BÜYÜĞÜNÜ SERGİLEMEK GEREKİYORDU

Bizim çıkış koşullarımızda da alabildiğine zifiri karanlık, olumsuzluğun had safhada bulunması gerçeği vardı. Çıkış ve öngörü yerine geleceğe karşı tam bir kör gibi hareket edildiği, özellikle de güncel çıkara, hem de beş metelik pahasına satıldığı bir ortam vardı. Herkesin kendi basit güdülerini yaşamak için yarış ettiği, burnunun ötesini görmeyecek kadar dar, kısır kaldığı dönemdir. Böylesine dönemlerin çıkış amacının belirlenmesi ve eğer bu belirlenmişse de, onu kişilikte temsil edip tüm gücüyle bu amaca ulaşmak için cesaret ve fedakarlığın en büyüğünün sergilenmesi, yine küçük bir öncü topluluğun buna girişmesi çok büyük anlama sahiptir. Bizim içinde çıkış dönemimizde durumun tamı tamına böyle olduğunu iyi bilmek gerekiyor. 

Çağdaş halk topluluklarının hiçbirinde görülmeyen, uluslararası çağdaş gerçeklikten tecrit edilme, tarihsel gerçeklikten derin bir tarzda kopma, kendi gerçekliğine katmerli bir yabancılaşma yaşanmaktaydı. Alabildiğine iddiasız, umudun kıyısında bile dolaşmayan ve kendini düşkün gördükçe sürekli yoksulluk duygusuna, hatta iğrenmeye kadar götüren bir duyguya kaptırma durumu vardı. Böylece bir toplumsal bunalım, zayıflık, düşkünlük iliklere kadar yaşanıyordu. Çağdaş halklar gerçekliğinin belki de en gerisinde bir durum söz konusuydu. Bu anlamda Kürdistan gerçekliği en çok ihanete uğramış, çağ tarafından unutulmuş, sadece çağı değil, kendi kendisini önemli bir halde inkar etmiş ve üzerinde her türlü baskının, sömürünün, dalaverenin, soysuzluğun cirit attığı bir gerçekliği yaşamaktaydı. Burada yaşama ad vermekte bile güçlük çekildiğinin bir gerçeklik olduğunu iyi biliyoruz. 

İşte böylesine bir gerçeklikten yola çıkma, yaratılması gereken düşünce kıvılcımlarından tutalım zulme, her türlü kendini inkara, inançsızlığa karşı olmaya kadar, onu aşma gücünü gösterme, onu giderek zafere ulaşılabilir adımların sahibi kılma çok büyük bir öneme haizdir. Temsilinin cesareti kadar, bilincinin de çok güçlü olmasını isteyen ve çok gerekli olan bir oluşumdur. Eğer bu dönemin özelliklerini tüm yönleriyle kavramakta güçlük çekersek, ilk öncüleri olduğu kadar, şehitleri de anlamayacağımız ortaya çıkar. Dolayısıyla şehitliğin anlamına sağlam bir kavrayış ve uygulama gücünü kazandırmak istiyorsak, çıkış koşullarını iliklerimize kadar duymamız gerekiyor. Buna müdahalenin her sözcüğünden tutalım tüm eylemlerine kadar hepsini kavramak, rolleri yerli yerine oturtmak ve derin gerçeklerle yüklü olarak kendimizi güçlendirmek, bunu anlamanın ve temsilinin baş koşuludur. Bu anlamda ilk şehitlerimizin çok büyük bir değeri olduğunu görüyoruz. 

Başarı şansına onun önderliğinde kurtarılacak, özgürleştirilecek halk tarafından bile zor inanılan, inanılmaktan da öteye kaçınılan, ama doğruluğu da gittikçe açıkça ortaya çıkan bir durum söz konusuydu. Mutlaka belli bir grup tarafından temsil edilmesi gereken, karşısında her dönemde olduğu gibi çok vahşi, zalim bir gücün yok etme tehlikesini iliklerine kadar hisseden, ama buna rağmen yine de yürümeyi şart kılan bir dönemin savaşçıları büyük savaşçılardır. Bunların şehitliği büyük şehitliklerdir. Şehitler PKK'nin oluşumunda amaç uğruna gerektiğinde insanın kendini verecek kadar doğru ve yetkin olduğunu kitlelere inandırmamızda en büyük kanıt oldu. 

İLK ŞEHİTLER ALACAKARANLIKLA AYDIN BİR GELECEK ARASINDA KÖPRÜDÜR

Şehitler, tam da bu noktada en değerli varlıklarını, en değerli yaşam kesitlerinde gözlerini kırpmadan düşmanın vahşiliğini, zalimliğini bilerek üzerine gidip başarmışlarsa, işte zaferin en temel koşullarından birisini elde etmiş sayılırlar. Şehitlerimizin rolü böylesine büyük bir roldür ve büyüktür. İlk şehitler olması anlamını çok daha fazla büyütüyor. İlk şehitler alacakaranlıkla aydınlık bir gelecek arasında kurulan bir köprü olurlar. Bu köprü biraz ilerlemek isteyenlerin mutlaka üzerinden geçmesi gereken bir köprüdür. Onlar, yüzyıllardan beri kitlelere sinmiş korkuyu kırmakla, bilinçsizliği aydınlığa çevirmekle ve bu konuda gerekirse kendini nasıl feda edebileceğini göstermekle böylesine bir köprü rolünü yerine getiriyorlar. Aslında daha sonrakiler biraz açılmış bu yoldan ilerlemeye koyuluyorlar. Dikkat edilirse, insan daha az cesaret ve fedakarlık yapmayla böylesine aydınlanmış yolda yürüyebilirler. Dolayısıyla esas olarak yolu düzleştirme ve kolaylaştırma söz konusudur. Şehitlerin gerçekleştirdiği büyük hizmet de budur. 

Eğer birçok kişinin tamamen çekindiği ama mutlaka ilerlemek isteniliyorsa kurbanların verilmesini emreden bir dönemde böyle mensuplarını ortaya çıkarmış ve onlar da gerektiği gibi davranmışlarsa, o davanın yürüme şansı yüksektir. PKK davasının daha başlangıçta böyle bir şansa kavuştuğu söylenebilir. Doğruluğu ve çıkış gerekçeleri bunu mümkün kılıyor. Şehitler bunun yoğunlaşmış ifadesi oluyor. 

Böylesine tanımlayabileceğimiz şehitler kurumu, daha sonraki gelişim sürecinde neleri ifade eder? Başta Haki Karer olmak üzere, tüm şehitlerimizin çok yüksek bir ifadeye kavuştuğunu söyleyebiliriz. Bir ideolojik inanç grubunu yaratmaya çalıştığımız bu dönemde, inançlarımıza ve ideolojimize kararlı bağlılığımızın ne kadar keskin, dönülmez olduğunu bu şehidimizin örneğinde çok net olarak ortaya koyduk. Düşünceleri uğruna şehit olmak, inançları uğruna gözünü kırpmadan kendini feda etmek bizim ideolojik gruplaşmamız döneminde gerçekleşmiştir. Daha o dönemde bile bu oluşumun temelinde, gerekirse kanımızı akıtarak yürüyebileceğimizin güçlü ifadesi söz konusudur. Elbetteki karşı tarafın da grubumuzu köklü inançlarımızdan, düşüncelerimizden, çabamızdan uzaklaştırması ve bunun için yok etmeyi gündeme sokması söz konusudur. Bu böylesine bir aşamadır ve cesaret edilmiştir, geriye adım atılmamıştır. 

PARTİLEŞME İLK ŞEHİDİN ANISINA BAĞLILIKTI

Grubumuz ilk şehidin anısına bağlılığını hareketin amaçlarına daha bir derinlik kazandırma, bunu daha ileri bir örgütlülüğe kavuşturma olarak gösterdi. Bağlılığın bir gereği olarak hep daha ileri amaçlar çizme gerçekleştirildi. Vurgulamak istediğimiz; dava arkadaşlığına bağlı olma, anıya üstün değer biçme, onu mevcut koşullar içinde nereye kadar, nasıl ilerletilebiliyorsa oraya götürmesini bilmektir. Ağlamak, sızlamak anıya ihanettir. Çünkü o çok temel bir şey için öne atıldı, onun zaferini ve başarısını istiyordu. Dolayısıyla anıya bağlı kalmak isteyen, eğer tutarlı olmak istiyorsa, şehidin bıraktığı yerden daha güçlü, daha örgütlü, bu anlamda daha kapsamlı bir amaca kavuşturarak yürümeyi bilmelidir. Bağlılığın bundan başka bir tanımı olamaz. Biz tam da bu dönemde böyle yaptık. Amaçlarımızın Parti programına dönüştürülmesi ve gevşek örgütlenme yerine, daha resmi, daha bağlayıcı olan örgütlenmeye dönüşmesinin gerektiğini söyledik. Bu anıya bağlılıktır, cesaret ve öne atılmadır. Bildiğiniz gibi kendimizi bir adım daha ilerletme böyle sağlanmıştır. 

Biz anılara bağlılığa her yıl daha güçlü bir eylemlilik ve örgütlülükle karşılık verelim derken, şehitlerimizin de sayısını artırdık. Bu şüphesiz daha sağlıklı olmanın, gerekirse bunun için daha çok fedakarlığın ve cesur davranmanın gereğidir. Ve yapılan da budur. Eğer 1978-79-80'lerde her bakımdan daha yoğun bir gelişme yaşanmışsa, bu özelliğimizle yakından bağlantılıdır. Her yıl dönümünde yürütülen eylemler, hem düşmanı biraz daha geriletti, hem de fedakarlık oranımızı arttırmıştır. Ve bunlar sürekli yeniden bir başlangıç, doğuş anlamına da gelmiştir. 

Haki Karer'in anısı Hilvan gerçeğine dönüşmüştür. Şehadetinin birinci yıldönümünde, Halil Çavgun, Hilvan gerçeği içinde ortaya çıkan bir şehidimizdir. Ve Hilvan gerçeği daha sonra kitleselleşen bir gerçek olmuştur. Bu da Siverek direnişine yol açmıştır. Orada da feodalizmin en güçlü bir kalesinin sarsılması, iliklerine kadar bastırılması söz konusu olmuştur. Halil Çavgun'un anısına bağlılık, faşist ve gerici bir çetenin Hilvan kitlesi üzerindeki her türlü baskı ve sömürüsünün yerle bir edilmesi olmuştur. Yöredeki güçlü feodalizmin otoritesinin önemli oranda parçalanmasına götürmüştür. Kürdistan'ın modern ulusal direnişinde dönemin en ileri çıkışına yol açmıştır. Hilvan direnişi büyük bir özgürlük atılımıdır. 

Siverek direnişi Partimizin resmi ilanı, eylemle ilanı ve kitleselleşmenin temel adımı olmuştur. Demek ki anıya bağlılık, onu halkımızın gerçeğine dönüştürmesinde ifadesini buluyor. Daha kararlı bağlılık, onun özgürlükçü atılımının gerçekleştirilmesinde bizi şiddetli kararlı bir tavıra itmiştir. Bu direniş gerçeğinin altında şehide bağlılık vardır. Bu anlamda şehidin zaferi söz konusudur.

Partileşmenin bu döneminde görülüyor ki, şehitlerimiz sayıca artmıştı, kitlesel bir temele kavuşturulmuşlardı. O dönemde düşman buna devlet çapında Maraş katliamıyla cevap vererek susturmak istemişti. Biz de direnmeyle karşı koyacağımızı, resmi Parti ilanıyla gösterdik ve bu da gelişmeye yol açmıştır. Bu gelişmeleri korumak için daha fazla çaba, daha fazla kararlılık ve cesaret gösterme gereği ortaya çıkmıştı. Böylece Partiyi yaşatmanın derin endişesi ve çabası içine girilmiştir. Bu bizi Partiyi her halükarda yaşatmak için çareler bulmaya itmiştir. Halkımızın modern ulusal direnişinin kesintiye uğratılmaması için ilk defa yurt dışına uzanabilecek kadar çare aramaya, onu bu tarzda sürekli kılmaya zorlamıştır. Bu da daha fazla direnme, daha fazla sorumluluk demektir. Daha fazla sorumluluk demek ise, daha fazla çaba harcamak demektir. Bu da bütün çareleri düşünüp en uygunlarını gücümüz oranında uygulamamız anlamına gelir. Türkiye'de faşist-askeri rejim kurulduğunda böylesine duygular, çabalar, çıkış yolları içindeydik. Aslında küçümsenmeyecek adımlar da atıyorduk. 

PKK’NİN ÖNCÜLÜĞÜ TÜRKİYE SİSTEMİNİ  ALLAK BULLAK EDİYORDU

Siverek pratiği 1979-80'lerde büyük sorumluluk istiyordu. Feodal güçle ve faşist devletle bizi karşı karşıya getiriyor, daha fazla örgütlülük ve silah istiyor, savaşçı istiyordu. Bu da bizi ya altından kalıp ezilmek ya da daha fazla ilerlemek zorunda bırakıyordu. Bu anlamda direnmişiz ve yığınca kan dökmüşüz. Onları yerde bırakmamak için 1979'da Parti ilanından hemen sonra Salih Kandal şehit düşmüştü. O da Hilvan direnişinin ikinci bir halkası olan Siverek direnişinin, tam da Parti ilanına denk gelen dönemin şehididir. Bizim açımızdan önemli bir şehittir. Peş peşe Cuma Tak ve beş arkadaş ve bu arada bir yığın yurtsever köylü direnişçi ve şehitler oldu. Bütün ülkeye yayılan bu mücadele ve şehitlerle Partimizin büyük bir politik gelişmeye öncülük etmesi, Türkiye'nin sistemini allak bullak ediyordu. Bu noktada daha fazla sorumluluk, bizi daha fazla çare aramak zorunda bırakıyordu. 

Partimizin kalıcılığını, sürekliliğini sağlaması, daha güvenli mevzilere çekilme ve orada güçlenmeyi sağlamak, yurt dışına çıkış, ülkede mücadeleyi biraz daha geliştirip ilerletme bizim için çok önemliydi. Ve 12 Eylül'ün buna tepkisinin nasıl sert olduğunu biliyoruz. Önemli bir imtihan döneminde, yani 12 Eylül'ün gelişiyle bir çok örgüt hemen boyun eğdi, çok az direndiler; ya ezildiler, ya tasfiye oldular ya da teslim oldular. Tam da bu dönemde eğer bir örgüt tarihi amaçlarıyla çelişmek istemiyorsa ilerdeki gelişmeyi sağlama almak, kendisiyle tutarlılığını kanıtlamak ve özellikle halk nezdinde çok önemli olan prestijini korumak istiyorsa, sözünün eri olduğunu kanıtlayacak, direnecek, gerekirse de şehit verecektir. Bu dönemde de şehitler oldu. 

Başta Delil Doğan olmak üzere, Şikestûn şehitleri vardır. Onlar, bu döneme denk gelen direnişçilerdir ve ilk defa orduya karşı olmuştur. Arkadaşlarımız açık çatışmayı göze alıyorlar. Bu şehitlerimiz de, bu nedenle tarihi önemi büyük olan şehitlerimizdir. Türk egemenlerinin en çok güvendikleri ordu silahıyla karşı karşıya gelerek, sonuna kadar direnebileceklerini kanıtlayan şehitlerimizdir. Dolayısıyla ileri bir dönemin şehitleridir, anlamı da büyüktür. 12 Eylül faşizmine karşı direnebileceğimizin, boyun eğmeyeceğimizin ilanıdır. Ordu da olsa sinmeyeceğimizin, kaçmayacağımızın, teslim olmayacağımızın kanıtıdır.

Daha sonra direnişlerimiz yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla 12 Eylül'le karşılaşmamız kahramanca, PKK'nin direnişçi geleneğine uygun ve amaçlarımızla tutarlılık içinde olmuştur. Bu konuda bir yandan halka sağlam bir direnişçi gelenek mirası bırakırken, öte yandan da daha sonra mücadeleyi sürdürecek olanların nasıl davranması gerektiğine dair sağlam bir miras sağlanmıştır. Bu yoldan geriye dönülemeyeceğini ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla 12 Eylül sonrası uygulamalara karşı, doğru devrimci tutumun ne olması gerektiğini kanıtlamışlardır. Bu, bize yurt dışında direnişten vazgeçmeme temelinde bir pratik hazırlık yapmamazı, aynı zamanda zindana alınan Partiye dayatılması gereken direnişçi yolun ne olduğunu açıkça dayatan ve onu şehitlikleriyle kanıtlayan yüce değerlerdir. 

Zindana alınan Parti üzerine görülmemiş baskı kurulmuştur. 1981-82 yıllarının çok büyük bir zulüm ve ona karşı da çok büyük bir direnme dönemi olduğunu biliyoruz. Burada Kürdistan'la ilgili düşünce ve davranışın her bir kelimesi kan olmayıncaya kadar idamla yargılanmak istendiği, mahkum edildiği ve tüm bunların da görülmemiş bir işkenceyle başarıya ulaştırılmak istendiği bir dönemdir. Burada içeriye alınan Parti üzerinde tarihin ender sahip olduğu uygulamalar dayatılmıştır. Eğer burada Parti direnirse, eğer bu direnişi sonuna kadar götürürse, aslında daha sonraki büyük zaferlerin temelleri atılmış demektir. Oradaki Parti önderlerinden açık cevap bekleyen soru; Partinin nasıl temsil edileceğidir. Ve düşman da bunun farkındaydı. Partinin önde gelenleri ve bunun önderlerine çok şiddetli işkencelerle birlikte, içten provokasyon körüklenerek düşürülmeye çalışılmıştır. Aslında geliştirilen sistemli işkence ve provokasyon, başta Mazlumlar olmak üzere Parti düşüncesini öldürmek içindir. İhanet büyüktür, direniş büyüktür ve bu noktada hayatını ortaya koymaktan başka hiçbir şey durumu kurtaramayacaktır. 

ÇAĞDAŞ KAWA DİRENİŞÇİLİĞİ

Mazlum'un buradaki direnişinin anlamını iyi kavramak gerekiyor. 21 Mart!.. Biz buna Çağdaş Kawa direnişçiliği dedik. Bunun nedeni ve anlamı büyüktür. Partiyi ilerletmek için kendini feda etme, başka çarenin kalmaması ve önder düzeyde bunun gerçekleştirilmesi gereği var. Zafer kazanmak isteyen bir halk için, bir Parti için bundan başka bir şeyin yapılamayacağı açıktır. Bilindiği gibi, tam da onun dönemine, onun gününe ulaşıldığı zaman, bilinçli tercih edilen bir şehadet olmuştur. Bu nedenle de anlamı gerçekten büyüktür. Partinin bu koşullarda da direnebileceğini, şehitlerini verebileceğini, geri adım atmayacağını kanıtlamış oluyor ki, içinde gerçekleştirildiği koşular düşünülürse PKK'nin direnişçiliğinde daha ileri bir hamle, dolayısıyla bu hamlenin daha da ileri bir şehitliğidir. 

21 Mart, Mazlum'un şehadet konumu, daha sonraki direnişlerin başlatıcısı, özellikle zindan direnişinin başlatıcısı ve sürdürücüsü olarak ona komuta etme anlamında dönülmez, geri adım atılmaz bir direnişçiliktir. Daha sonra da büyük zindan direnişi başlamıştır. Günümüze doğru geldiğimizde en anlamlı sonuçlarını verdiğini görmekteyiz. Kemal ve Hayrilerin "aslında bu direnişi biz göstermeliydik" derken, bu tarihi gereği dile getirdikleri ortadadır. Öncülüğe layık bir tutum takınılmıştır. Bu şehitlerimizin hemen arkasından Ferhat Kurtay ve üç arkadaşın, ancak Vietnam Devrimi'nde tanık olduğumuz büyük fedakarlık, cesaret hareketi söz konusudur. 18 Mayıs, yani Haki Karer ile Halil Çavgun yoldaşların şehadet yıl dönümlerine denk geliyor. 

Dayatılan durum çok hunharca ve kesinlikle Mazlum direnişçiliğini geri adım atmaya dönüştürmek isteyen, onu daha da işkence ve karanlığa boğarak tasfiye etmek isteyen bir durum var. Dolayısıyla da provokasyon alabildiğine başını uzatıyor, ihanetle direniş tamamen boğuntuya getirilmek isteniyor. Partinin büyük kitlesinde ise kafa karışıklığı, büyük endişe ve tasfiye tehlikesi beliriyor. Bu tehlikeye karşı bir arayış söz konusu. Kemal ve Hayri yoldaşların bunu durdurma çabaları var. Henüz nasıl bir uygulama içine gireceklerini tam kararlaştırmış değiller. Ferhat Kurtaylar bu noktada tam çareyi görüyorlar ve çok kararlı bir direnişle 18 Mayıs'ta çok bilinçli ve planlı bir eylemle, büyük şehitlik mertebesine kendilerini ulaştırıyorlar. 

Büyük siyasi amacı kadar, büyük direnme gerektiren, çok büyük cesaret isteyen bir eylem türü. Bir de en ileri boyutlu bir eylem biçimi seçildiği için, çok daha yüksek değerde bir şehitlik olayıdır. Yalnız Kürdistan tarihinde değil, insanlık tarihinde de eşine ender rastlanan bir şehitlik olayıdır. Daha sonra Kemal Pirlerin "aslında biz yapmalıydık, bizim görevimizdi" derken önderlere nelerin yakışması gerektiğini ortaya koyuyorlar ve gerekeni yapıyorlar da. Daha sonra bildiğimiz gibi o büyük kararlılık hareketi parçalandı, ilk baskı hareketi parçalandı. Zindanda bir aydınlanma, daha sonraki zaferlerin küçümsenmeyecek temeli ortaya çıktı. En başta da büyük ihanet hareketi geri tepti, ezici bir kitle Partiye sahip çıktı. İşkence mahkum edildi, sömürgecilik mahkum edildi. Kürdistan gerçeği kabardı. 

Bunlar tabii ki böylesine büyük değerlerin yaşamı pahasına sağlanmıştır. Aslında orada kazanan özgürlük, kaybeden de bin yıllık işkence ve katliam tarihidir. Bu direniş şehitlerinin büyük anlamını bu çerçevede görmek gerekiyor. Partiyi yaşatmak için, özgür halk gerçeğini yaşatmak için, bilimsel sosyalizmin onurunu sürekli yükseklerde tutmak için, bu konuda Partimizin önderliğini kayıtsız şartsız neye mal olursa olsun savunmak için bunu gerçekleştirmişlerdir. Zindan şehitlerimizin tarihe kazandırdıkları büyük gerçek budur.

FİLİSTİN SAHASINDA ŞEHADETLER 

O dönemde, Ortadoğu'da Filistin halkının direnişi içinde bir grup yoldaşmız şehit düşmüştü. Bu şehitlik Partimizin yurt dışında da direnen bir halkın yanında ve omuz omuza, gerekirse hayatını verecek kadar dürüst ve içten davrandığı, bu temelde kendisine yer ve onur kazandırmak şerefini nasıl elde edileceğini ortaya çıkarıyor. Kokuşmuş mültecilik, şuna buna yamalanma bir yaşam değildir. Savaşçı bir yaşam, engin bir enternasyonalizmin ruhunun gelişmesi, şerefimizle kendimize yaşam alanı açmamızla sağlanır. Görülüyor ki Filistin şehitlerimizin hayatları, bugün bizlerin böylesine güçlü bir gelişmeyi yaşamamıza yol açmıştır. Onların döktükleri kanı esas aldık ve vazgeçmedik. Onları sürekli yücelterek Parti için sağlam bir mevziye dönüştürdük. Bu mevzilerde savaşan Partimiz, güçlendikçe güçlenmiştir. Onların anılarına bağlılık, bizi ülkemizin doruklarında savaşmaya itmiştir. Ülkeye büyük dönüş hareketinde kararlı ve azimli olmaya itmiştir. 

Bir yandan zindan direnişçiliği, diğer yandan enternasyonalist direnişçilik, onu kendi mücadelemizde birleştirmemiz, doğru yorumlayış ve uygulayışımızla bizi tutarlı bir yurtseverliğe götürüyor. Burada kokuşmadan, fazla sorun haline gelmeden, daha tehlikeli konumlara düşmeden, kısaca yaratılan dostluğun değerini yurtseverlikle kaynaştırarak güçlendirme konumuna götürmüştür. Bunda da şehitlerimizin rolü kesindir. Onlara bağlılık, ancak böyle gerçekleştirilebilir. Partimizin yeni ve büyük mücadele döneminin gelişmesi bu çerçevede olmuştur. Bu iki alandaki direniş olmasaydı, bizim 1983'lerden itibaren silahlı mücadelemizin yeni dönemini başlatmamız son derece zordu. Partinin ideolojik politik hattı yol gösteriyordu. Yine kapsamlı çabalar bu işi hazırlıyordu ama belirleyici öneme haiz çabalar direniş şehitlerin çabalarıdır, emir komuta onlarındır. Biz, onların anlamına bağlılığın gereklerini dürüstçe yaptığımızda, görevlere bu temelde layıkıyla sahip çıktığımızda, büyük gelişmeler sağlanacaktır. Çünkü tutarlılığın en anlamlısı bu temeldedir. 

Bildiğiniz gibi daha ileri boyutlu bir direniş gerçekleştiriliyor. Yeni dönemin direnişçiliğinin siyasi anlamı ilk oluşudur. Kürdistan direniş tarihinde yeri nedir? Partimizin gelişim tarihinde yeri nedir? 12 Eylül faşizmi, ülke ve halk gerçekliğimizin bir daha dirilmemecesine mezara gömmek veya kat be kat daha da betonlaştırarak nefes alamaz hale getirmek istemiştir. Bizimse varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, onun tam da kendini "başarıya ulaştık, demokrasiye de geçiş yapıyoruz" diyerek herkesi aldatmaya kalktığı bir anda, halkımızın yaşam tutkularını Partimiz önderliğinde gerçekleştirdik. Herkesin sindiği, umut diye bir şeyin kalmadığı, "bir daha dönmezler" dendiği hatta halkta bile inançsızlığın had safhada olduğu, teslimiyetin en yaygın yaşandığı, bunun yanında zulmün en dehşetli bir biçimde uygulandığı bu dönemde, böylesine büyük bir karşılık vermemizin anlamı çok büyüktür. 

15 AĞUSTOS VE SONRASINDAKİ ŞEHİTLER

15 Ağustos anlamı çok büyük olan bir atılımdır. Bu dönemin de şehitleri söz konusudur. Daha öncesinde Hêzil şehitleri vardır. Ondan önce de hudutları geçerken şehitlerimiz vardır. Bunların hepsi o sürecin şehitleridir. 1984-85 dönemi, madem ki bu kadar yükselen bir direnmenin çok yönlü sonuçları olacaktı, bu yeni bir direnme dönemidir.

O halde bu dönemin şehitleri bir yerde hem kaçınılmazdır, hem de kitleleri görülmez bir biçimde kendi öz savaşım yoluna çekme, yani onları artık halk savaşının içine çekmenin büyük adımıdır. Daha önceki şehitlere Partiyi korumanın, öncüyü kesinleştirmenin ve halkta inancı, umudu yaratmanın şehitleridir diyebiliriz. 1984-85 şehitlerine, daha çok kitleyi kendi öz savaşımına çekmenin şehitleri diyeceğiz. Bunun da çok ileri bir aşama olduğu açıktır. Eğer ayağa kalkacak, hem de savaşarak kalkacak olan bir halk gerçeği içine girmişsek ve bu konuda da geriye dönüş mümkün değilse, bütün çabalar bunun başarısı içinse, o halde bu şehitlerin anlamı ve belirleyiciliği bu denli kesindir. 

Bu yıllara tüm gücümüzle yüklendik. Halkta yeniden umudu, büyük uyanışı yaratmak, ona fazla uzak düşmeden, ondan kopmadan iç içe yaşamayı sürekli kılmak, her türlü engellemelere iç ve dış baskıya rağmen bunu keskinleştirmek için sergilenen büyük çabalarımızın, büyük atılımımızın anlamı daha iyi anlaşılıyor. 1984-85 böylesine şehitlerle kesinleştirilirken, düşmanında nasıl yüklendiği çok iyi bilinir. Düşmanın tümüyle yüklenmesi ve yine işbirlikçiliğin görülmemiş derecede ayaklandırılmasında öyle bir noktaya gelindi ki, buna yeni bir atılım için daha büyük çabanın sergilenmesi gereken bir dönem diyeceğiz. 

1985 yılı sonlarına geldiğimizde döneme yüklenilmiş, önemli gelişmelere yol açılmış, ama sonu getirmek ve zaferin sürekliliğini sağlamak için daha fazla güç oluşturma, onu daha fazla sürekli kılma, ardı arkası gelmeyen eylemliliği sürdürmenin çabası içindeyiz. Bu konuda aynı zindanlardaki gibi, yurt dışındaki gibi yeni bir hamlenin koşulları büyük bir direnmeyle mümkündür. Sağ tasfiyecilik başını uzatmış, inançsızlık ve teslimiyet küçümsenmeyecek oranlarda gelişmiş, yurt dışı tam bir ihanet ve mültecilik alanı haline getirilmek isteniyor. Dağ pratiği dayanılmaz ve yaşanılmaz bir pratik olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Provokasyon tarafından bir yandan art niyetlilik, diğer yandan sağ tasfiyecilik biçiminde büyük bir tehlikeyle yüz yüzeyiz. İşte tam da böylesine bir dönemi daha yüksek bir atılımla gelişmelerin temeli haline getirmek için, 1986 ve sonrasına yüklenmemiz söz konusudur. Mahsum yoldaşın direnişini ve şehadetini bu çerçevede ele almalıyız. 

1986'ya girişte gelişmiş bir koruculuk, yoğun operasyonlar var. Özellikle de inançsızlığın dal budak salmak istediği böylesi bir ortamı sürekli engelledik. İlerlemek için daha güçlü eylemler koymak, sömürgeci orduya, koruyuculara daha fazla darbe vurmak ve böylece 1986'nın Newroz'unu daha güçlü karşılamayı böylesine bir şehadetle ödemiş oluyoruz. Düşman bile bu şahadetlerle kendisi için bir şeyler ummak istedi. Kendilerine göre haklı nedenleri de olabilir. Buna aynı zamanda sağ tasfiyeci öğelerin de yaklaşımları aynı paralellikteydi. Özünde sahip olmadıkları inançlarını doğrularmış gibi bir yaklaşımı sergilediler. "Biz başaramadık, direnişçiler de başarmasın" biçiminde bir yaklaşımdı ve içten içe kendilerini tatmin etme durumu söz konusudur. Ama bu şehadet, ardıllarında daha fazla bir direnme duygusunu yaratarak, Partiyi yeniden derinleştirilmiş çözümlemeler temelinde inşaya götürmüştür. 

Eğer Partiyi, tam da bu dönemde daha kapsamlı çözümlemelere kavuşturduysak, şüphesiz böylesine bir şehitliğin anılarına bağlılığın gereği belirleyici rolüdür. Nasıl ki daha önceki şehitlerimiz bizi önemli gelişmelere götürme, onları yürütme zorunda bırakmışlarsa, böyle görevlerle yüklü kılmışlarsa, bu şehadet de Partiyi daha büyük başarıların çözümlemelerine kavuşturmuştur. İçeride direnişi sürekli kılma, ileriki dönem için daha güçlü çıkışları Parti bünyesinde gerçekleştirme ve bildiğimiz III. Kongre çözümlemelerimiz, yoğunlaştırılan hazırlıklar ve 1987'yi daha büyük eylemlilikle karşılamamız ve bunun şehitleri, 1985-86'nın umutsuzluğunu boşa çıkarmıştır. Direnişin sürekliliğini kanıtlamıştır. Bu zayıf bir kanıtlamadır ve özellikle de ileri çözümlemelerin temelinde değil, Partinin eski çözümlemeleri temelinde bir sürekliliktir. 

1987 DİRENİŞÇİLİĞİ 

1987 ise, yeni bir hamle gücüne kavuşmuş Partinin eylemliliğidir. Bu yılın eylemliliği kapsam itibarıyla yaygınlık göstermiştir. Sayı itibarıyla hiçbir dönemde görülmemiş bir biçimde ulusal kurtuluşun ivme kazanmasıdır. Uluslararası ortama kendisini dayatmasıdır. Türkiye tarihinin en uzun sıkıyönetiminin başarısızlığa ulaşmasıdır. 12 Eylül faşist rejiminin en büyük yenilgisini sağlamadır. Çelişkileri daha fazla açığa vurmasıdır. İlk defa hem Kürdistan hem de Türkiye halkının uyanması doğrultusunda çok daha büyük umut ve cesarete kavuşmadır. Direniş öylesine peş peşe gelişiyor ki, devlet etkinliği ve otoritesi tuzla buz oluyor. Eylemlerin Özal'ın, Genelkurmay'ın, Evren'in alana gelip hitap edişinden bir saat sonra ve çok yakın bir mesafede gelişmesi, aslında devletin büyük darbe alması anlamına geliyor. Bunlar daha çok bu yılda gerçekleşiyor. Bu anlamda 1987 direnişçiliği en ileri hamlede bir direnişçilik oluyor. Boydan boya gerçekleşen bir direnişçiliktir. 

1987, Ocak'ta, Şubat'ta ve Mart'ta kışı o elverişsizliğiyle karşılayan, onu da güçlü bir eylemliliğe kavuşturan, baharın ve Newroz'un da erkenden nasıl bir direnişle karşılanabileceğini gösteren, bu anlamda da lehimizde en güçlü siyasi sonuçlarını vermeye götüren bir özelliğe sahiptir. İlk şehitlerimizi Mart ayında verdik. 1987 Mart şehitleri 18 ve 21 Mart şehitleridir. Düşmanın da önemli tarihleri kendisi açısından lehine döndürmek istediği bir tarihtir. Direniş gerçekten büyük olmuştur. Gerek Hakkari'deki direniş, gerek Mardin'deki ve Dicle'deki aynı tarihte gerçekleşen direniş, tam da Newroz'un nasıl karşılanması gerektiğini göstermiştir. Ulusal kurtuluşçu geleneğe kavuşturulması ve bir savaş olayı olarak karşılanması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu, Partinin sonuna kadar militanca direnişidir. 

18 Mart'ta Orhan yoldaşın önderliğindeki grubun direnişi, yine Mardin'deki Süleyman ve Selman yoldaşların direnişi, yine Dicle'de Mehmetlerin ve diğer yoldaşların direnişi, bizim açımızdan her ne kadar kayıp olursa olsun, başka türlü bir savaşçılığa prim verilemeyeceğini, savaşmak isteyen Partinin başka türlü yaşayamayacağını göstermiştir. Bu direnişler en acımasız kış koşullarında gerçekleşiyor. Düşman ancak on binlerce askerini dizi dizi mevzilendirerek yaklaşabiliyor. Yoldaşların direnişleri 24 saat sürüyor. Adeta büyük bir meydan muhaberesi gibidir ve düşman teslim alamıyor. Yoldaşlar en son bombalarını kendi şehadetlerinde kullanıyorlar. Bu direnişleri kaldırmak, bu direnişleri esas almak, aslında 1987'nin giderek ivme kazanmasının da nedenidir. Dikkat edilirse Partinin ülkeye daha ileri düzeyde müdahalesi çok süratli bir gelişme olmuştur. Böylelikle ülkedeki savaşın hızını, yoğunluğunu belirlemiştir. Koşul tanımadan, dinlemeden sonuna kadar savaşılması gerektiğini ortaya koymuştur. 

Dikkat edilirse, 1987 boyunca savaşın ivme kazanması, süreklilik kazanması bizi halk savaşımının en temel biçimi olan gerillanın içine getirmiştir. Bizde gerilla denilen olay 87'nin bu eylemlerinde ifadesini bulmuştur. 1987 eylemliliği gerek kitleyi hazırlamada, gerekse Partiyi hazırlamada bu direnişlerle çok yakından bağlantılıdır. Etkileri halen gitmiş değildir. Bugün kitleler üzerinde geliştirilmek istenilen işbirlikçiliği, ihaneti, koruculuğu yerle bir etti. Muazzam bir siyasi ilgiye ve desteğe yol açtı. Parti kadrolarında sonuna kadar çelikleşmiş bir savaşçılığa yol açtı. 1986'nın zayıflığını ve hatta 1985'teki inançsızlığı tümüyle bir umuda, direnişçiliğine ve sağlamlılığa götürdü. Daha sonraki gruplarımızı netleştiren, keskinleştiren ve böylelikle de gerilla olmanın, gerilla savaşımını dosta düşmana kabul ettirmenin en önemli koşullarına ulaştırdı. 1987 direnişleri bu durumuyla bizi en önemli gelişme aşamasının içine getirmiştir. Dolayısıyla ‘87 şehitleri halk savaşımımızın en önemli ve çok zor bir evresini başlatma ve ondan geriye dönüşün imkansız olduğu kanıtlama, yine hem Parti düzeyinde, hem kitle düzeyinde sağlama almanın şehitleridir. 

Tüm şehitlerimiz birer anı olmaktan da öteye, günlük olarak yaşanan gerçeklerdir. Savaşımımız şüphesiz bu temelde her zamankinden daha fazla güç kazanmış oluyor. Ülke, bu direniş temelinde önemli oranda Partinin etkinliği altına giriyor. Cesaret önemli oranda hakim kılınıyor, fedakarlık çok yaygın bir biçimde gerçekleştiriliyor. Tüm bunlar bir zafer için, bir halk savaşı için paha biçilmez değerlerdir. Tabii ki bu ölçmesini ve tartmasını bilenler içindir. Halk savaşımının deneyimine, halk savaşının ruhuna, vazgeçilmezliğine sahip olanlar açısından böyledir. Aynı zamanda köprü yıllarıdır bunlar. 

Dikkat edilirse bu atılımlar peş peşe ve zincirlemesine, sürekli şehitlerin anısına bağlı olma temelinde geliştirilmiştir. Her anıya bağlılık daha sonraki gelişmeyi koşullandırılmıştır ve bu gelişme daha ileri boyutlu olmayı, daha fazla sorumlu olmayı getirmiştir. Bu da yoğun çabaya, bu çaba da daha çok hazırlığa, araç gereç edinmeye, örgüt kurmaya ve etkinlik sağlamaya götürmüştür. Bunlar bir yandan Partiyi gerçek kimliğine kavuştururken, diğer yandan Partinin kitlesel temelini sağlama almıştır. Aynı zamanda bu yıllar 12 Eylül faşizminin bütün iç ve dış gerici dayanaklarını arkasına alarak ve mutlak anlamda tam başarıyı sağlamak için her şeyini ortaya koyarak Partimizden başka çok az direnme ögelerinin mevcut olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiştir. 

Türkiye'de direnme adına çok az şey kalmıştır. Kürdistan'ın hemen her alanında PKK'den başka çok az direniş vardır. Parti tek başına direniyor. Bu çok büyük cesaret ve fedakârlık gerektiriyor. Kendine büyük güvenmeyi gerektiriyor. Bu dönemin savaşçılığı çok zor olduğu kadar, elbetteki kazanımları da tarihi planda olacaktır. Gerçekleşen de budur. 

* Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 1987'de yaptığı bir çözümlemeden derlendi.