İdlib nasıl bu hale geldi, şimdi ne olacak?

Türk devleti ve çeteleri ile Suriye rejimi ve Rusya arasında İdlib’te ciddi çatışmalar yaşanmaya başladı. Bu yeni kriz nasıl oluştu, nedenleri nedir, Rusya ne istiyor, Ankara rejimi ne amaçlıyor?

Suriye’de 15 Mart 2011’de halk ayaklanmasıyla başlayan ve kısa sürede vekalet savaşlarına dönen iç savaşta Türk rejimi ilk günden itibaren Şam rejiminin yıkılması, yerine Müslüman Kardeşlere dayalı bir sistemin gelişmesi için harekete geçti.

TÜRK DEVLETİNİN İLK ANDAN İTİBAREN ALDIĞI POZİSYON

Halk ayaklanmasının başladığı ilk günlerde Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan buna göre pozisyon aldı. Türkiye, Katar ve Suud Arabistan ABD’nin desteği ile planlarını devreye sokmaya çalıştı. Suudi Arabistan ve Katar bunun maddi finansmanını sağlarken, ABD ise silah, cephane ve iletişim olanaklarını sağlayarak destek verdi. Türkiye’ye ise daha sonra DAİŞ bünyesinde yer ala 46 ülkeden “cihatçıların” Suriye’ye taşınması görevini üstlendi. Ayrıca Suriye muhalefeti adı verilen Suriye Ulusal Koalisyonu ile bunlara bağlı çetelerin merkez üssü haline Türkiye’nin getirilmesi, ABD, Katar, Suudi silah yardımlarının Türkiye üzerinden ulaştırılması için Ankara rol üstlendi.

Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu planı Müslüman Kardeşlere dayalı ve kendisine bağlı bir rejimi Suriye’de oluşturmak için uygulamaya başladı. Erdoğan, 2011’den itibaren Tunus, Mısır ve Libya’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler iktidarına Suriye’nin de eklenmesi ve Müslüman Kardeşlerin denetiminde ayaklanmanın olduğu Arap ülkelerini içine alan bir bölgenin oluşması yönünde planlar tasarladı.

ERDOĞAN REJİMİNİN KURDUĞU ÇETE GRUPLARI

Ankara rejimi, bu planını gerçekleştirmek için Suriye’de ilk günden itibaren ilişkide olduğu gruplara yatırım yaptı. O yüzden birkaç kere adı değiştirilmesine rağmen son dönemlerde Erdoğan tarafından isimleri yine ÖSO olarak telaffuz edilmeye başlanan gruplara “Hür Suriye Ordusu” adı da neredeyse Erdoğan tarafından verildi. Bu grupların sorumluluğunu ise El Kaide’nin Suriye kolu olarak kurulan El Nusra Cephesi yapıyordu.

Diğer bir ifadeyle, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), El Nusra’nın hakimiyetindeydi. El Nusra’nın dışında güçlü olan diğer bir grup ise Zehran Aluş’a bağlı Ceyhş El İslam yani İslam Ordusu’ydu. Erdoğan bu grupların öncülüğünde planını devreye sokmaya çalışırken öte yandan direk kendisine bağlı Türkmen grupları oluşturdu.

Liva Fatih Mıhemmed Sultan, Kanuni Sultan Süleymani, Asifet Şimal, Ehfad-ı Kanuni, Sultan Murad, Semerkant, Şah Süleyman, Sultan Abdulhamit adıyla Halep çevresinde gruplar kuruldu. Lazkiye, Cısır el Şuğur ve Tartus çevresinde ise Türkmen dağında 1. ve 2. Türkmen Tümenleri oluşturuldu.

Bunun yanı sıra Müslüman Kardeşler grupları olan Ehrar Şam, Liva Tevhid, daha sonra bunlara eklenen Ehrar Şarkiye, Muttasım Billa gibi Türkmen grupları da açık bir şekilde desteklendi.

İLK STRATEJİK HEDEFLER

Talimatlarını ilk günden Türkiye’den alan bu gruplar Deraa da ayaklanma başlar başlamaz ikinci hedef Şam’dan önce stratejik hedef olarak Halep’i belirledi. Halep Suriye’nin ticaret ve siyasi merkeziydi. Şam ise sadece siyasi bir merkezdi. O yüzden Şam’dan önce Halep hedef alındı. Halep’in yanı sıra Suriye’nin en stratejik bölgeleri olan yerler talimatlarını Türkiye’den alan gruplar tarafından hedeflendi.

Suriye’deki barajlar, petrol kaynakları ve sınır kapılarının bulunduğu yerler öncelikli hedefler olarak seçildi. Bu nedenle ilk günden itibaren Suriye ile Lübnan arasındaki sınır kapılarının yanısıra, Türkiye ile Suriye ve Rojava arasındaki kapılar hedef haline getirildi.

Erdoğan’a bağlı olarak hareket eden Suriye’deki çete grupları kısa süre içinde Atme’deki Cilvegözü yani Bab El Hava, Azez’deki Bab El Selami ve Tel Abyad’daki Öncüpınar sınır kapısı ile Suriye-Lübnan sınırındaki Humus'a giden güzergâhlar üzerinde bulunan ve Suriye'de Caidet Yabus (Lübnan'da Masna), Dabussiye (Lübnan'da Abuddiye), Cussiye (Lübnan'da Elka), Tel Kalak (Bukiya), Tartus (Arida) olarak bilinen beş sınır kapısının birçoğunu ele geçirdi. Ayrıca Suriye ile Ürdün sınırındaki Nesib sınır kapısı, Dera kentinden Ürdün'e geçiş noktası olan ve Ürdün'de El Remta olarak bilinen gümrük noktaları ele geçirildi.

Suriye ile Irak arasında bulunan Yarabiya yani Tel Koçer ve Deyr ez Zor vilayetindeki Ebu Kemal (Irak'ta El Kaim olarak bilinen) sınır kapısı ile aynı vilayette yer alan El Tanf sınır kapısı çetelerin ele geçirdiği kapılar arasında yer aldı. Stratejik noktalar olan Suriye’nin hemen hemen tüm sınır kapıları Türkiye’nin kontrolündeki çeteler tarafından ele geçirildikten sonra iç bölgelerde kalan Sirrin’daki Eylül, Tabqa’daki Tabqa, Rakka’daki El Esed barajları da çeteler tarafından ele geçirildi.

Ülkenin ekonomik başkenti Halep’in ise birçok bölgesi çeteler tarafından ele geçirilmişti. Böylelikle çeteler için belirlenen hedeflerin büyük çoğunluğunda kontrol sağlanmıştı. 2012 yılının Kasım ayında Serekaniyê’deki sınır kapısı da çeteler tarafından ele geçirildikten sonra ABD, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından o dönemde desteklenen çeteler, neredeyse Suriye’den komşu ülkelere açılan tüm kapıları ele geçirerek, Suriye rejiminin dünya ile bağlantısını koparmıştı.

İHVAN PROJESİNE İLK ULUSLARARASI MUHALEFET

Tunus, Mısır, Libya’da İhvancı oluşumlar başa geçince ABD, İsrail’in güvenliği ile kendisinin BOP projesinin tehlikeye gireceğini düşünerek Erdoğan ve Türkiye’nin Suriye’deki planına engel olmaya başladı. Ancak Suudi, Katar ve Türkiye ile yaptığı ittifakı bozmadı. Sadece Türkiye ve Erdoğan’ın İhvan projesine engel olmaya başladı.

Washington yönetimi Türkiye’nin sorumluluk verdiği El Kaide’nin Suriye kolu Nusra’yı 2012 yılında terörist örgütler listesine alarak Erdoğan’ın İhvan projesini, bu proje üzerine kurduğu güçleri frenlemeye başladı. Durum böyle olunca Erdoğan Suriye’de desteklediği ÖSO’nun adının değiştirilmesini istedi. Gruplar ÖSO’nun adını İslami Cephe şeklinde değiştirdi. Tabii ki bu değişiklik ABD’den habersiz yapılmış bir değişiklik değildi. Zira ABD’nin Türkiye ile ittifakı hala devam ediyordu. İsim değiştirmesine rağmen gruplar dünya, bölge kamuoyu ve Suriye halkı nezdinde kendisini aklayamadı. O yüzden bir yıl gibi kısa bir süre sonra yeniden isim değişikliğine giderek adını Şam Cephesi adıyla piyasaya sürüldü.

Baştan beri Suriye rejimine destek veren Rusya da sahaya açıktan inmeye başladı. Zira Rusya Ortadoğu’da kaldığı tek yer olan Suriye’yi de kaybetmek istemiyordu. Gruplara karşı Suriye ordusunun savaşını sürdürmesi için her türlü desteği açıktan vermeye başladı.

ABD ise buna karşı Türkiye ile 2013 yılında “Eğit-donat” projesi çerçevesinde çeteleri desteklemeye devam etti. Eğitilen çeteler eğitimleri biter bitmez Suriye topraklarına dönerken Nusra ve 2013 yılında Suriye’de aktif hale getirilen DAİŞ saflarına geçiyordu.

DAİŞ’İN KOBANÊ SALDIRISI VE SONRASI...

Önce ÖSO, sonra İslami Cephe ve Şam Cephesi olarak isim değiştiren grupları, talan, gasp, Alevi ve Kürt diye kafa kesme gibi vahşetlerden ötürü bir daha tutunamadı. ABD’nin de Erdoğan’ın İhvancı projesine engel oluşturmaya başlamasından sonra DAİŞ, 2013 yılı bahar aylarından itibaren Suriye ve Kuzey Doğu Suriye topraklarında aktif hale getirildi.

Teşhir olan ve suç pratiklerinden ötürü iş görmez duruma düşen ÖSO çetelerinin yerine DAİŞ ikame edilmeye başlandı. DAİŞ aktif hale getirildikten sonra, nicel olarak da güçlendirilmesi için çalışmalar başlatıldı. DAİŞ’lilerin nicel olarak büyütülmesi için Nusra elemanlarının DAİŞ’e geçmesi çalışmaları yürütüldü.

O dönemde DAİŞ Emiri Ebubekir El Bağdadi ile Nusra lideri Muhammed Colani arasında basın üzerinden, birbirlerine biat etmeme yönünde tartışmalar ortaya çıktı. Ancak tartışmaların esas gerekçesi, Nusra’dan binlerce savaşçının DAİŞ’e geçmesiydi. 2013 yılı Mayıs ve Haziran aylarında Atme ve Bab El Hava’dan DAİŞ’e katılmak için yola çıakn iki araçlık grup Efrin’in çıkışındaki Xezevi kontrol noktasında durduruldu. Bir araçta bulunanlar kendilerini patlatarak imha olurken diğer araçtakiler sağ yakalandı. Sağ yakalananlar arasında bulunan Mısırlı Muhammed El Zamek yaptığı itiraflarda Nusra’dan DAİŞ’e katılmak için gittiklerini söyledi. El Zamek Mısır’dan İstanbul üzeri Atme’ye giderek Nusra’ya katılmıştı. İstanbul’da vergi dairesine de kaydolup aldığı vergi numarası ile Türkiye’de oturum alan birisiydi.

EL NUSRA’DAN DAİŞ’E GEÇİŞLER PLANLIYDI

2014 yılında Cephet El Ekrad güçleri sorumlusu Haci Ahmed Kurdi bu konuda şu çarpıcı bilgileri veriyordu: “DAİŞ bölgeye geldikten sonra Nusra erimeye başladı. Bu durumu anlamak istedik. Sonra baktık ki bunun çok planlı bir şekilde yapıldığını gördük. Daha sonraki bir dönemde de Türkiye’ye karşı olan bazı sorumlularla yaptığımız görüşmelerde bunun bir Erdoğan ve Türkiye planı olduğunu açık bir şekilde bize söylediler. 2013 yılı başlarında en güçlü dönemini yaşayan Nusra yıl ortalarına geldiğimizde Azez çevresinde bulunduğumuz köylerde neredeyse tek başına kontrol noktasını tutamayacak durma geldi. Bazı yerlerde birlikte kontrol noktalarını tutmamız için bize teklifte bulundu.”

KOBANÊ’DEKİ YENİLGİ ARDINDAN EL NUSRA YENİDEN HAREKETE GEÇİRİLDİ

2014 yılına kadar Nusra ile birlikte diğer gruplardan DAİŞ’e yapılan savaşçı transferiyle, bu çete grubu en güçlü dönemine girdi ve Reqa’yı alıp halifeliğin başkenti olarak ilan etti. Ardından Irak’ta birçok yeri ele geçirdi. Bu yerlerden ele geçirdiği silahlarla Eylül 2014 yılında Kobanê saldırısını başlattı. Bu saldırı ile Rojava devrimi ve bu devrimin esas aldığı çizgi ortadan kaldırılmak istendi. Ancak Erdoğan, DAİŞ üzerinden yaptığı plan direniş karşısında yenilgiye uğradı. DAİŞ Kobanê’de kırılınca, plan tarihi direniş karşısında yenilgiye uğrayınca Türkiye bitiş durumuna getirilen Nusra’yı yeniden 2014 yılı sonlarında özellikle sınır bölgesi İdlib’de harekete geçirdi.

Nusra’dan önce 2014 yılı sonlarına doğru ABD yönetimi, Suwar Suriye grubu sorumlusu Cemal Maruf öncülüğünde Şam Cephesi adını alan grupları yeniden toparlanmaları için İdlib’teki Cebel Zaviye’ye çekti.ABD, Nusra ve DAİŞ’e karşı bu grupları destekleyerek etkili olmasını istiyordu. Bu gruplar içerisinde bizzat kendisinin kurduğu “Hareket Hazım” da yer alıyordu.

Erdoğan ise İsrail’in güvenliği ve İhvancı bir bölgenin oluşmaması gerekçesiyle engel çıkaran ABD’ye karşı Nusra’yı harekete geçirerek onun desteklediği gruplara saldırttı. Bir ay gibi kısa bir süre içinde Nusra, Cebel Zaviye dağında toplanan grupları yerle bir etti. Nusra bir hafta içinde ABD’nin kurduğu Hareket Hazım grubunu tasfiye etti. Nusra 2015 yılı ortalarına doğru İdlib’i tamamen ele geçirdi. İdlib çetelerin Reqa’dan sonra ele geçirdikleri ikinci şehir büyük şehir oldu. Nusra İdlib’i ele geçirdi ancak Nusra ABD, BM ve AB ülkeleri tarafından terörist örgüt olarak kabul edilmişti. O yüzden Erdoğan, İdlip çevresinde DAİŞ’e bağlı olan ama farklı adlar kullanan gruplar ile Azez, Cerablus ve Halep çevresindeki Ahrar Şam, Sultan Murad, Fatih Sultan Mehmed, Nurettin Zengi ve diğer gruplardan bazılarını İdlib’e aktararak, bölgede denetim kuran El Nusra ile ortaklaştırdı. El Nusra “terörist” ilan edilince, bir kaç grup ile birleşerek Heyet Tahrir Şam adıyla bir koalisyon kurdu.

İDLİB’TEN CERABLUS’A ‘TÜRKMEN DEVLETİ’ PLANI

İdlib Türkiye için Halep’ten sonra en stratejik yerlerden birini ifade ediyordu. Birincisi Erdoğan İdlib’ten başlayarak Cerablus’a kadar olan bölgeyi ele geçirip orada bir Türkmen devletini ilan etmek istiyordu. İkincisi Erdoğan İdlib üzerinden örgütlendirilen çetelerle Baas Rejimi ile Esad ailesinin merkezi konumunda olan ve Sahil olarak adlandırılan Cısır el Şuğur, Tartus ve Lazkiye’ye kadar olan bölgeyi ele geçirmeyi hedefliyordu.

Daha önce sadece adları olan ancak hiç bir varlık göstermeyen 1. ve 2. Türkmen Sahil Tümenleri o dönemde Lazkiye ve Tartus arasında kalan Türkmen dağında harekete geçirildi.

SAHİL BÖLGESİNE YÖNELİK SALDIRILAR

Ankara rejimi bu tümenleri Doğu Türkistan’da getirdiği paralı askerleriyle nicelik olarak büyüttü. Türk devletinin kurduğu tümenler ve El Nusra ayrı cephelerden Lazkiye, Tartus ve Cısır Şuğur’a saldırılar geliştirmeye başlattı. Bu saldırılardan sahaya inen Rusya da nasibini aldı. Rusya hava saldırıları ile rejime destek vermeye başladı. Çeteler de Rus uçaklarını hedefledi. 24 Kasım 2015 yılında bir Rus savaş uçağı düşürüldü. Uçağın Rus pilotu, MİT elemanı çete mensubun Alparslan Çelik tarafından öldürüldü. Bundan kısa süre sonra Ankara büyükelçisi Andrey Karlov Ankara’da Çağdaş Sanat Merkezindeki bir fotoğraf sergisine katıldığı sırada bir polis tarafından öldürüldü. Rus Büyükelçi öldürüldüğü gün Türkiye, Rusya ve İran Moskova’da görüşme halindeydi. O toplantıdan üçlü garantör ve Astana toplantılarının başlaması kararı alındı.

RUSYA’NIN HESAPLARI

Uçağın düşürülmesi ve büyükelçinin öldürülmesini Rusya bir fırsata dönüştürdü. Hesapta, Türkiye’yi Suriye’de ABD ve Kürtlere karşı kullanma, Ankara’ya bağlı çeteleri işgal ettikleri alanlardan çıkarma ve Suriye rejimini o alanlara hakim kılma vardı.

Bu planlar doğrultusunda Astana toplantıları başladı. Rusya’nın talebi doğrultusunda Suriye’deki çetelerin temsilcileri, Astana toplantılarına Türkiye’nin baskısı ile dahil edildi. Suriye silahlı muhalif grupları adına oluşturulan heyette Şam’da Rusya ve Suriye tarafından öldürülen İslam Ordusu Komutanı Zehran Alluş’un kardeşi başkanlık yaptı.

Astana toplantılarının ilk sonucu çetelerin Halep’ten nasıl çıkarılacağı, buna karşı Türkiye’ye nerelerin bırakılacağı şeklinde oldu. Çetelerin ilk etapta toplanacağı yer olarak da İdlip belirlendi. İdlib Türkiye’nin işine geliyordu. Zira Türkiye’nin Türkmen devletini kurma hesaplarına da uyuyordu ve zaten Erdoğan’ın planı da bunun üzerine kuruluydu.

Rusya Türkiye’nin Cerablus’u işgal etmesine karşılık Halep’teki çeteleri çekmesine onay verdi. 24 Ağustos 2016 yılında Türk ordusu sözde DAİŞ’in elindeki Cerablus’a girmeye başladı. Cerablus’taki DAİŞ çeteleri Türk ordusu ile birlikte bölgeye giren Sultan Murad, Fırket El Hemze, Ehrar Şarkiye, Ehrar Şam, Asifet Şimal, Sultan Mıhemmed Fatih, Şah Süleyman, Sultan Abdulhamit, Mutasim Billa gruplarına geçiş yaptı.

Bu kıyafet değişikliğinin ardından, Erdoğan, Cerablus’u DAİŞ’ten temizlediğini ileri sürdü. Rusya Cerablus’un işgaline onay verirken, ABD ise Cerablus’u işgal etmek için harekete geçen Türk ordusu ve yanındaki çetelere silah ve cephane vererek Türkiye ile işbirliğini devam ettirdi.

Cerablus karşılığında Halep boşaltıldı, çeteler İdlib’e çekildi. Hama, Humus’taki çetelerin çekilmesine karşılık Bab Türk işgaline açıldı. Kademeli olarak sırasıyla Bab, Azez, Ahtarin gibi ilçe ve bölgelerin hepsi Türkiye’nin işgaline bırakılarak karşılığında Deraa, Tedmur, Kuneytra ve diğer bölgelerdeki çetelerin çekilmesi için Rusya ile anlaşma sağlandı.

Rusya en son Efrin’de Türk işgaline onay verirken, karşılığında Guta ve Şam çevresindeki çetelerin çekilmesini aldı. Sözkonusu bölgelerdeki çetelerin tamamı İdlib bölgesine transfer edildi. Türkiye çetelerin bir bölümünü nakil ederken, Rusya ve rejime karşı baskı siyasetini sürdürmek, öte yandan ABD’nin politikalarını da o bölgede devam ettirmek için çetelerin ağırlıklı bölümünü orada bırakma siyasetini izledi.

Türkiye Rusya’nın onayı ile işgal hareketini sürdürüp, Suriye’nin diğer bölgelerindeki çeteleri çıkarırken ABD, Fırat’ın batısı olarak adlandırılan bölgede Rusya ve Suriye’nin tamamen hakim olmaması için Türkiye destekli çetelerin desteklenmesi politikalarını devam ettirdi. ABD Türkiye’nin tüm işgal saldırılarında da çetelerine silah, cephane gibi yardımlarda bulundu.

Her ne kadar Türkiye ile ABD arasında bazı konularda çelişki çıkmış gibi görünse de, Türkiye ile ABD arasında Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi üzerine kurulu ittifak devam etti.

ABD İLE TÜRKİYE İŞGALDE ORTAK

Efrîn ve daha sonra 9 Ekim 2019’dan itibaren Serêkaniyê ve Gire Spî işgal saldırılarında bu açıkça görüldü. İşgal saldırılarında Türkiye’nin kullandığı çeteler ve bu çetelerin komuta gücü Türkiye ile ABD arasında 2013 yılında yapılan bir anlaşma ile başlatılan eğit-donat projesi ile eğitilen çetelerdi.

Yaser Abdurrahim, Seyf Ebubekir, Mahmud Hemo, Mustafa El Sacayri, Ahmed Hafız ve daha birçoğu buna örnek teşkil ediyor. Efrin işgal saldırılarına katılan Mutassim Billa grubunun sorumluları Mustafa El Sacayri, Ahmed Hafız saldırıdan kısa süre önce Washington’u ziyaret etmiş ve ziyaret dönüşünde başlayan işgal saldırılarında en başta yer almışlardı.

SOYKIRIMA ONAY VEREN RUS PRAGMATİZMİ

Rusya Efrin işgal saldırılarından sonra, temel politikasını Kürt soykırımı üzerine ve Kuzey Doğu Suriye sistemini ortadan kaldırma üzerine kuran Erdoğan’ı Fırat’ın Doğusu olarak adlandırdıkları bölgelere saldırtma planı yaptı. Bunun karşılığında Erdoğan’dan Fırat’ın batısında işgal ettiği yerlerden yavaş yavaş çekilmesini istiyordu. Devam eden Astana toplantılarında ve en son Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018’de varılan mutabakata göre Türkiye’nin, Rusya’nın istediği Fırat’ın batısından yavaş yavaş çekilmesi, çetelerin denetiminde olan M4 ve M5 karayolunu rejime bırakması, İdlib’te Türkiye sınırına yakın 15 ile 20 km’lik derinlikte bir bölgeye çekilmesi gerekiyordu.

Erdoğan mutabakatın gereklerini yerine getirmek için Rusya’dan aldığı destek ve Rusya’nın tasdiki ile ABD ve Koalisyon güçlerinin yerleşerek sözde destek verdiği Kuzey Doğu Demokratik Yönetimi ve SD’nin denetiminde bulunan Cezire ve Kobanê bölgelerine saldırı planlarını yaptı.

Rusya Türkiye’nin Fırat’ın batısı olarak adlandırdığı bölgelerden çekilmesi için Erdoğan’ın bu işgal saldırılarına hem destek verdi hem de işgal saldırılarını başlatması için tahrik etti. Rusya Erdoğan sopası ile Kürtleri rejim çizgisine getirme hesaplarını yapıyordu. Bunun yanı sıra Erdoğan’ın Kürtleri ezerek ellerindeki özgürleştirilmiş alanları almasını istiyordu. Zira, kendi onayı ile Türkiye’nin işgal ettiği yerlerden Kürtleri çıkarıp rejime bırakma stratejisini izliyordu.

O yüzden Erdoğan Soçi Mutabakatını yerine getirmek için Serekaniyê ve Gire Spi, Kobanê daha doğrusu Rojava’nın tamamının işgal etmek için harekete geçti. 9 Ekim’den itibaren Serekaniyê ve Gire Spi’nin işgal edilmesinin ardından işgal saldırıları durdurulunca, Rusya Türkiye’nin İdlip başta olmak üzere Fırat’ın doğusu olarak adlandırdıkları bölgeden çekilmesini, İdlib’ten Cısır Şuğur üzerinde Tartus ve Lazkiye’ye giden M4 yolu ile Halep’ten Şam’a giden M5 yolundan çetelerin çekilip rejime bırakılmasını istedi. Ayrıca Soçi mutabakatı ile çetelerin Türkiye sınırında 15 ile 20 km derinlikteki bir bölgeye çekilmesi talep edildi. Putin’nin son Türkiye ziyaretinde bunu açıkça talep edip süre verdiği şimdi AKP’nin akıl hocaları tarafından da itiraf ediliyor.

ERDOĞAN MUTABAKATA UYMADI, İDLİB KRİZİ ÇIKTI

Erdoğan ise Serekaniyê ve Gire Spi işgali ile mutabakatın gereklerini yerine getirme süresi dolmasına rağmen mutabakatı yerine getirmiyordu. O yüzden Rusya rejim ordusunu harekete geçirerek İdlib’te saldırılar başlattı. Başlatılan saldırılara her ne kadar Rusya’nın dört istihbaratçısının öldürülmesi olarak gösterilirse de gerçek neden o değil. İstihbaratçıların öldürülmesi sadece bir gerekçeydi. Gerçek neden Erdoğan’ın Soçi Mutabakatının gereği olarak çetelerini işgal ettiği yerlere getirip denetimlerinde olan yerleri rejime bırakmamasıydı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov başta olmak üzere Rus yetkilileri, Türkiye’nin mutabakatın gereklerini yerine getirmediği, gereği yerine gelene kadar İdlip’teki operasyonun süreceği yönündeki açıklamaları, sorunun kaynağına işaret ediyor.

Erdoğan ise mutabakatın gereğini yerine getirme niyetinde değil. Zira yerine getirmesi durumunda İdlip ve Fırat’ın batısı olarak adlandırdıkları bölgede izlemesi gereken ABD politikaları son bulacak. Bunun yanı sıra İdlip’ten çekilmesi ile başlayan süreç, Efrin, Azez, Exterin, Bab, Cerablus’tan çekilmesine kadar varacak bir süreç başlayacak. Erdoğan o yüzden çekilme niyetinde değil. Bunu yapması durumunda iktidarını üzerine kurduğu işgal ve savaş politikalarından vazgeçmesi anlamına gelecek ki o da Erdoğan’ın sonunu getirebilir. O yüzden Rusya’yı savaş dışında bırakma taktiklerine başvuruyor. Erdoğan Rusya’yı Suriye ile girebileceği bir savaşta devre dışı bırakmayı başarırsa Suriye ile bir savaşa girme hazırlıklarını yapıyor.

Rusya Suriye’yi Erdoğan’a karşı yalnız bırakır mı? Bu çok zor bir ihtimal olarak görünüyor. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde İdlib’in nasıl bu hale geldiği, hangi politikalar izlendiği, hangi stratejik amaçlar için oluşturulduğu, hangi ülkenin hangi amaç ve hedefinin olduğu ortaya çıkıyor.