Daha fazla yaşam alanı açan modeller öngörülüyor

Bugüne kadar ekolojik gerekçelerle daha da yoğun konutlaşmanın tercih edildiği kentlerde, salgınlarla birlikte bireylere daha fazla yaşam alanı açan modellerin öne çıkacağı öngörülüyor.

Tarihte salgınlar nedeniyle dünyanın birçok şehrinde kentleşme modelleri yeniden gözden geçirilirken, büyük dönüşümler hep binlerce ölümden sonra gerçekleştirilmişti. Günümüzde yaşanan salgınla önceleri ekolojik kaygılarla daha az yer işgal eden kentlerin şimdi bizzat sorunun kaynağı olması dikkat çekiyor.

Son haftalarda bazı ülkelerde yapılan son araştırmalar, Covid-19 salgınının özellikle yoğun kentleşmenin olduğu ve insanların birbirleriyle temasının çok fazla olduğu dar yerleşimlerde daha etkili olduğunu gösteriyor. Örneğin Fransa’da yayınlanan sonuçlarda, ülke genelinde bu yılın mart-nisan ayları arasındaki 6 haftalık dönemde önceki 5 yıla oranla yüzde 26 olan ölüm artışları, büyük şehirlerde yüzde 49, bazı şehirlerde ise yüzde 100’ün üzerinde gerçekleşti. Bu ise, salgınlar söz konusu olduğunda artık çok daha dar alanlarda daha fazla insanın yaşadığı kentlerin başlı başına sorun olduğunun kanıtı.

YENİ MODELLER KENDİNİ DAYATACAK

Covid-19 ile kentlerdeki konut modellerinin artık sadece ekoloji, sosyal yaşam veya çevre kirliliğiyle birlikte salgınlar gibi insanları birkaç hafta gibi bir sürede ölüme götüren olguları da hesaba katması gerekecek.

The Guardian’da geçtiğimiz aylarda yayınlanan bir makalede, Londra örneği verilerek salgınların bu kenti tarihte nasıl değiştirdiği örneğine dikkat çekilmişti.  19’uncu yüzyıldaki kolera salgını tüm dünyada milyonlarca kişinin yaşamına mal olurken, sadece Londra’da 1850’lerin başında 10 bini aşkın kişi hayatını kaybetmişti. Dönemin tanınmış mühendisi Joseph Bazalgette’nin o dönemde tasarladığı ve şehrin atık sularının içme suyu kaynaklarına yaklaşmadan akıntı yönünde drene eden sistem kolera salgınına çözüm olarak geliştirilmişti.

SAĞLIK İLE EKOLOJİ ARASINDA TERCİH Mİ?

Öte yandan son on yıllarda kentleşme uzmanlarının üzerinde yoğunlaştığı konuların başında ekoloji geliyor. Bir yandan kentlerin kapladığı alanı mümkün olduğunca doğadan çalmayacak şekilde sınırlı tutan diğer yandan da bu kentlerin kendi kendine yetmesini sağlayacak enerji tasarrufu sağlayan modeller geliştirilmeye çalışılıyor. Bu sayede aşırı sanayileşme ve yoğun tüketim nedeniyle artan küresel ısınmada kentlerin payının azaltılması ve sağlıklı yaşamın daha uzun sürdürülebilir hale getirilmesi hedefleniyor.

Ancak mevcut durumda hızlıca öldüren Covid-19 türü salgınların yarattığı tehlike ile daha geniş alanlara yayılmış kentleşme modelleri daha mantıklı duruyor. Salgınla ‘sosyal mesafe’ kuralını ne kadar hayati olduğu anlaşılırken, bireylerin birbirlerine çarpmadan yürüyemediği kentler de sorunun kaynağı olacak. Örneğin ABD’nin New York şehrinin tek başına ülkedeki bütün ölümlerin üçte birini kaydetmesinde bunun payı var.

Bu yüzden de artık kentlerin daha yoğun konutlaşarak daha az enerji tüketmesi amacından sapılması söz konusu. Enerji tasarrufunun sağlanamaması halinde uzun vadede küresel ısınmayla birlikte insan sağlığı zaten tehlikeye girecek ve daha büyük ölümler yaşanacak. Ancak şimdi bir yandan ekolojiyi koruyarak uzun vadede dünyayı daha yaşanabilir kılmak, diğer yandan da ekolojik hedeflerden kısmi taviz vererek günümüzde yaşanan salgın ölümlerinin etkisini azaltma arasında seçim yapılmak zorunda kalınabilir.

DAHA BİREYSEL VE DAHA GENİŞ ALANLARA YAYILAN MODELE DOĞRU GİDİLECEK!

Bu ikileme dikkat çeken isimlerin başında gelen Massachusetts Institute Of Technology şehircilik uzmanlarından Prof. Richard Sennett, gelecekte bu değişimin şart olduğunu savunuyor. Sennett, restoranlarında, kulüp ve barlarında bireylerin birbirini ezmediği; bireysel konutların tercih edildiği daha geniş şehirlerin gerektiğinin altını çiziyor. Sennett, New York ve Hong Kong gibi fahiş emlak fiyatlarının olduğu birkaç kilometrekarede yüz binleri barındıran kentlere karşı yeni modellerin hayata geçirilmesinin de ciddi ekonomik reformlar gerektiğini de vurguluyor.

EKOLOJİ VE SAĞLIK AYNI ANDA TASARLANABİLİR Mİ?

Elbette Çin örneğinde olduğu gibi salgınla mücadelenin kentlerin ekolojik ayak izini azaltma hedefini tehlikeye koymadan başka ek önlemlerle sürdürülmesi mümkün. Akıllı 5G devriye robotları buna örnek gösteriliyor. Ancak bunlar, sadece salgının belirli oranda yayılmasını engelleyecek önlemler arasında sadece biri.

Salgınların insanların belirli bir alanda yoğun bir biçimde bulunmasından dolayı yayılmasının daha kolay olduğu bir ortamda, işyerleri, okullar, eğlence alanları da yeni çözümler üretme arayışında. Kentlerin genelinin bu zorunluluktan kaçınması söz konusu olamayacak. Ekolojiyi daha fazla etkileyecek geniş alandaki kentleşmelerin de küresel ısınmayı dikkate alarak hayata geçirilmesi de mümkün olacak.

Öte yandan geçtiğimiz yıl yayınlanan bir araştırmada, yoğun konutlaşmanın olduğu kentlerin küresel ısınmanın daha da artması durumunda yaşanılmaz hale geleceğine dikkat çekilmişti. Bugün ısıtmadan tasarruf etmek için inşa edilen binaların, yaz aylarında sıcaklara daha az dayanıklı olacaklarına işaret edilmişti. Zira bu tür binaların çoğunda izolasyon sistemleri ısıyı içine hapsediyor ve belirli saatlerde bu ısıyı tekrar dışarı vuruyor.

Ayrıca geniş alanlara yayılan kentleşme modellerinde birey başına düşen yeşil alanların arttırılması; ağaçlandırmalar sayesinde ‘sıcaklıkların etkisinin azaltılması’ da mümkün.

Her halükârda, tarihteki tüm salgınlar gibi Covid-19’un da büyük küçük tüm yerleşimlerde bir yandan ekolojiyi koruyan, diğer yandan sosyal aktiviteleri ve ilişkileri yeniden canlandıran ama aynı zamanda da salgınların etkisini azaltan modellerin düşünülmesi gerekecek.