Kürt sorununa siyasi çözüm amacıyla Türkiye'de yürüyen tartışmalar, PKK'nin 12. Kongresi’ni gerçekleştirmesiyle önemli bir eşiğe gelmiş oldu. Serxwebun gazetesinin son sayısında yer alan kongre kararlarında, hem Önder Apo'nun süreci yönetebilmesi için özgür çalışma koşullarının gerektiği vurgulandı hem de silahlı mücadelenin durdurulduğuna ancak silahların henüz bırakılmadığına dikkat çekildi.
Türk devleti ise yaşanan bu gelişmelere rağmen, oyalama siyaseti izlemeyi sürdürüyor. Sürece ilişkin atılacak yasal adımların eylül ya da ekim aylarına ertelendiği bildirildi. Sürece yönelik olumsuz yaklaşım, aynı zamanda iktidarın muhalefete yönelik siyasi operasyonlarıyla da devam ediyor.
AKP iktidarı, CHP'li belediyelere yönelik siyasi operasyonları sürdürürken, Kürt sorununda olumlu bir yaklaşım sergileyen CHP'yi süreç dışına itmek istiyor. Bu durum, iktidarın sürece dair samimiyetine yönelik eleştirileri de beraberinde getiriyor.
Gündemdeki gelişmelere ilişkin Yazar Fuat Kav, ANF'nin sorularını yanıtladı.
Geçtiğimiz günlerde PKK, kongre kararlarını açıkladı. Bu kararlarda sürecin ilerlemesi için Önder Apo'nun özgür çalışma koşullarının sağlanması ve geniş anlamda hukuki ve yasal düzenlemelerin yapılması gerektiği vurgulandı. Nasıl yorumluyorsunuz alınan bu kararları?
PKK'nin 12. Kongresi’ni gerçekleşmesini sağlayan Başkan Apo'dur. Bu kongreye ihtiyaç duyulduğunu ve kongrede alınacak kararların da ancak PKK kadroları tarafından alınabileceğini belirtmişti. Bunun üzerine kongre gerçekleşti ve Başkan Apo'nun önerileri ile perspektifleri doğrultusunda kararlar alındı.
Burada iki temel karardan bahsedebiliriz. Birincisi, PKK'nin feshedilmesi kararı; ikincisi ise silahlı mücadelenin durdurulması kararıdır. Bu kararlar hem tarihidir hem de günceldir. Geldiğimiz nokta itibariyle, Başkan Apo yeni bir perspektifle artık sürecin değiştiğini, dönüştüğünü; yeni bir sürece ihtiyaç olduğunu, PKK'nin görevini yerine getirdiğini, başka yol ve yöntemlerle mücadelenin sürdürülmesi gerektiğini belirtiyor. Tabii PKK'nin kararları da bu perspektifle alınıyor.
Fakat bu kararların gerçekleşebilmesi için bizzat Başkan Apo'nun bu süreci yönetmesi gerektiğine vurgu yapılıyor. Yani bu sürecin Başkan Apo tarafından yürütülebilmesi için de onun özgür olması, yani fiziki olarak özgür olması gerekiyor. Bunun gerekleri yerine getirilmezse, doğal olarak kongrenin almış olduğu bu iki temel kararın fiilen pratiğe geçmesi mümkün olmayacak.
Koşulludur bu kararlar. Koşul şu: 'PKK'yi feshediyoruz, silahlı mücadeleyi durduruyoruz. Ama bundan sonraki mücadelenin sürdürüleceği taktik, strateji, yeni oluşacak araçlar, inşa edilecek araçlar ile kurumlar Başkan Apo tarafından yapılmalıdır' deniliyor.
Bu olmazsa -altını çizerek söylüyorum- silahlı mücadeleyi fiili olarak, belki bir ateşkes bağlamında belli bir yaklaşım gösterilebilir; ama nihai olarak Başkan Apo özgür olmadığı sürece, silahlı mücadele bir bütün olarak durdurulur ancak silahlar indirilmez.
Bu ne demek? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, her konuşmasında meseleyi 'silahların teslimi' ve 'terörsüz Türkiye' ifadeleriyle ele alıyor. PKK'nin kongre kararlarında da silahlı mücadelenin durdurulduğu ancak silahların henüz bırakılmadığı belirtiliyor. İktidarın bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devletin söyledikleri, teslimiyettir. Gerçek ifadeyle söylemem gerekiyorsa, devletin genel yaklaşımı; PKK'nin kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleyi durdurması değil, doğrudan Türkiye devletine teslim olması yönündedir.
Kendilerine göre, gerillanın bir kesimi Türkiye'ye dönecek ve orada kendilerine göre 'suç işlemiş’ ya da ‘işlememiş’ şeklinde kategorize edecekler. Bazılarını cezaevine koymak, bazılarını ise bırakmak. Belli bir kesimi de Türkiye dışına hapsetmek. KDP'nin denetiminde ya da Avrupa'nın herhangi bir köşesinde, onları kamplarda hapsetmek istiyorlar.
Devlet böyle düşünüyor fakat gerçek durum bambaşkadır. Başkan Apo'nun kongreye gönderdiği perspektif ve kongrede alınan kararlar var. Başkan Apo, her görüşmesinde 'teslim olmak yok' diyor. Başkan Apo'ya 'silahlar bırakılacak mı?' diye soruyorlar, 'Bizim attığımız adımdan sonra devlet adım atmazsa gerilla kendini savunacaktır' diyor.
PKK kendini feshetmiş olsa da mevcut durumdaki kadrolar ve gerilla hem kendini savunacak hem halkı savunacak. Bu konuda Başkan Apo'nun çok net ve açık belirlemeleri var. O nedenle, devletin şu an mevcut durumda düşündüğü ile PKK'nin kongrede aldığı kararların çok farklı olduğunu söylemek gerekiyor.
Peki devlet ne yapıyor şu an?
Oyalamaya çalışıyor. Oyalayarak amacına ulaşmak istiyor. Önce, 'Kongre olsun, kongre yapılsın, PKK feshedilsin, silahlı mücadele durdurulsun; daha sonra bakarız' denildi. Daha sonra, hukuki ve siyasi zeminin oluşması için gerekli adımların atılmasına bakılacaktı.
PKK kendini feshetti, silahlı mücadeleyi durdurdu. Bu kez devlet, silahların bırakılmasını istiyor. Yani özetle, devletin talepleri, istemleri ve dayatmaları bitmiyor. Fakat iyi bilinmeli ki, PKK 40 yıldan uzun süredir mücadele ediyor. Kürt halkı artık ulus bilincine ulaşmıştır. Öyle karşılıklı adımlar olmadan, PKK'nin silah bırakması mümkün değildir.
Türk devleti savaşı bitirmek, ekonomiyi düzeltmek ve Ortadoğu'da bir güç olmak istiyorsa adım atmalıdır. Türk devleti dışarıdan göründüğü gibi güçlü bir konumda değildir; her an yıkılmaya mahkûm bir durumdadır.
Devlet bu konuda kendini kandırmamalı. PKK'yi oyalayarak, herhangi bir adım atmadan sonuç almaya çalışarak sonuç alamaz. Bu yaklaşım yanılgılıdır; bu, sadece kendini kandırmaktır.
Peki Önder Apo'nun kongreye gönderdiği perspektif için, Kürtlerin önümüzdeki dönem mücadele perspektifini oluşturuyor diyebilir miyiz?
Başkan Apo tamamen yepyeni araçlar, yepyeni bir sistem ve bu sistemin inşa edilmesinde yepyeni bir inşa çalışmasını hedeflediğini görebiliyorum. Sosyalizmi daha derli toplu ifade edebilecek bir ideolojik çalışmaya sahip olduğunu; reel sosyalizmden tamamen arındırılmış, bambaşka bir sosyalist yapı geliştirdiğini görüyorum. Bu yapı, tamamen demokratik, insancıl, toplumu bütünüyle içine alan ve halkı sosyalizmin inşa edilmesinde rol biçebilecek bir yapıya, bir düşünce yapısına sahip olduğunu görebiliyorum.
Tamamen eski süreci de aşan, bu konuda yeni araştırma, yeni inceleme, yeni argümanlarla, bu sefer ahlaki politik toplumu sosyalist argümanlarla tamamlayarak, bunun ideolojisini, siyasetini ve araçlarını yaratmayı hedefleyen bir Başkan Apo görüyorum.
Hem politik perspektifi hem kongrede alınan kararları birlikte düşünürsek, mücadeleye dair ne söylemek gerekir? Özellikle 'mücadele bitti' diyenlere?
Tabii ki eski kalıplara göre bakarsanız, eski argümanlara göre bakarsanız -yani klasik Marksist literatürle ya da eski reel sosyalist perspektifle bakarsanız- başka türlü değerlendirirsiniz. Hatta bunu teslimiyetçi ya da reformist bir tutum olarak değerlendirirsiniz. Zira Türk solunun kimi kesimleri bazı değerlendirmelerde bulunuyor. Ama öyle değil; Başkan Apo'ya öyle bakmayacaksınız. Sosyalizme eski kalıplara göre bakılmamalı.
Sosyalizm ile bürokratik yapı, sosyalizm ile halk arasındaki bağın tamamen demokratik olması gerektiğini, sosyalizmi esas olarak inşa etmesi gerekenin halk olduğunu, bunun da demokratik bir üslupla, demokratik bir argümanla, bir işleyişle bunun yapılması gerektiğini düşünürseniz, Başkan Apo'nun yeni düşünceler ortaya attığını göreceksiniz.
Bunlar değişti. Dünyada reel sosyalizm ortadan kalktı. Reel sosyalizme dayalı koskoca devletler yıkıldı. Bakın, Türkiye'de reel sosyalizme dayanan sol hareketlerin yüz yıllık geçmişi var, fakat marjinallikten öteye geçemiyorlar. Başkan Apo ise sıfırdan başladı ve diğer kesimlerden farklı düşündüğü, farklı yol yöntemler geliştirdiği için PKK gelişti, güçlendi, büyüdü ve halklaştı.
Bugün de durum böyledir. Başkan Apo farklı düşünüyor. Mevcut durumda savaşı yirmi yıl daha sürdürebileceğini söylüyor. Fakat bir şey elde edilemez. Devrimciliğin amacı nedir? Son tahlilde bir şey yaratmak değil midir? Yani hep yıkmak değil ki. Siz bir şeyi yıkarken, aynı zamanda onu inşa da etmek isteyeceksiniz. Yani sonuçta bu halka düşünce sunmanız gerekiyor. Bu halka rahat bir yaşam sunacaksınız. Sürekli savaş sunmayacaksınız.
Halk bu yeni sürecin neresinde? Yani demokratik toplumun inşasında topluma hangi sorumluluklar düşüyor? Sadece destek vermekle bu süreç yürütülebilir mi?
Toplum bu sürecin tam merkezindedir. Toplumun dışında savaşmak, mücadele etmek, örgütlenmek ve demokrasiyi geliştirmek mümkün değildir. Zaten reel sosyalizmin yıkılmasının, diktatör bir anlayışla toplumu yönetmek istemesinin temel nedeni, toplumdan soyutlanmış olmasıdır.
Demokratik toplum dediğimiz şey, demokratik ulusun inşasıdır aslında. Başkan Apo, demokratik toplum ile demokratik ulusun aynı şey olduğunu söylüyor. Demokratik ulus ise ayrı bir devlet kurmayı ya da sınırları yeniden çizmeyi ifade etmiyor. Demokratik ulus, nereye giderseniz gidin, örgütlenmeyi; komünler biçiminde örgütlenmeyi ifade ediyor.
Yani bu örgütlenmeyi toplumun kendisi yapacak. Her alan, her bölge kendi özgünlüklerine göre örgütlenmeler yapacak; sağlıkçılar, hukukçular, esnaflar, sanatçılar... Yani toplumun tüm kesimlerini içine alacak bir örgütlenmeden söz ediyorum. Halk, komünlerin içinde yer alacak ve bu işi yürütecek. Tabii ki öncülük edecek insanlar olabilir. Aslında PKK'nin halk siyaseti, başından beri var olan bir durumdur.
Mesela, Başkan Apo paradigmayı oluştururken, Leninist örgütlenme biçimini ‘elit bir örgütlenme’ biçimi olarak değerlendirdi. Bu durum, halktan kopuşu ve partinin bürokratikleşmesini beraberinde getiriyor. Bu yüzden Başkan Apo, yönetimin ve iradenin halka teslim edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Diyelim ki bizim mahallemizde bir, iki ya da üç komün var. Bu komünlerin birleşiminden bir meclis oluşacak. Komünlerdeki temsiliyet o meclislere gidecek; o meclisler de halkın bizzat kendi sorunlarını ele alacak, değerlendirecek ve çözecektir. Halksız bir devrim, halksız bir komün, halksız bir meclis zaten mümkün değildir.
Bu nedenle Başkan Apo, bu dönemde demokratik toplumun ve demokratik ulusun inşasından bahsediyor.
Bu noktada AKP iktidarının yaklaşımını nasıl görüyorsunuz? CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar, hükümetin muhalefeti bölmeye yönelik çabası olarak yorumlanıyor. Siz nasıl görüyorsunuz? İktidar bu sürece nasıl yaklaşıyor?
Mevcut durumda iktidar, kurnazlık siyaseti yürütüyor ve devlet içinde bütünlüklü, çözüm odaklı bir yaklaşım bulunmuyor. Devlet Bahçeli'nin yaklaşımı ve kullandığı dil ile Erdoğan'ın yaklaşımı farklı gibi görünüyor. Erdoğan'ın etrafındakiler de tamamen aynı düşünmüyor. Yani devlet, işin başında daha bütünlüklü yaklaşıyordu; fakat giderek karşı çıkanlar ve tepki gösterenler ortaya çıktı.
İktidarın etrafında, 'Parçalı halimizle PKK'yi etkisiz hale getirebiliriz, CHP'ye ihtiyacımız yok' gibi yaklaşımlar ortaya çıktı. Bu yüzden CHP sürecin dışına itilmek isteniyor. CHP'yi marjinalleştirmeye yönelik bir siyaset yürütülüyor. Oysa CHP'nin yaklaşımı çok olumluydu. Hatta mevcut durumda da Meclis’te bir komisyon oluşturulmasını talep ediyor.
Fakat Erdoğan yönetimi öyle bir ortam yarattı ki CHP'yi tamamen içine kapattırdı. Şu an CHP, kafasını kaldıramayacak durumda. Belediyelere dönük operasyonlar da bunun için yapıldı ve CHP aslında süreçten düşürüldü. Çözüme güç katabilecek, birlikte hareket edebilecek, devlet bütünlüğü içinde yer alabilecek noktadan çıkarıldı.
AKP'nin hedefi nedir bu noktada?
AKP bu konuda sorunludur. AKP'nin içinde de farklı görüşler var. Mesela, yeni anayasadan bahsediliyor; ancak kimi kesimler anayasanın bazı maddelerine dokunmayız, diyor. Bu durum sorunludur.
Bahçeli'nin son birkaç açıklamasında bir rahatsızlık görüyorum. Bana göre Bahçeli, AKP'nin bu tutumundan rahatsız gibi görünüyor. Çünkü Bahçeli bir komisyon kurulmasını önerdi ve Erdoğan’ın çevresi buna karşı çıktı. Erdoğan ise ikna olmuyor. Bir ihtimal Erdoğan, bu işin içinde görünmek istemiyor. Zaman zaman Bahçeli'ye destek sunuyormuş gibi bir yaklaşım gösteriyor, fakat bizzat işin içindeymiş gibi bir görüntü vermiyor. Kendisiyle bir görüşme olsa dahi şu ana kadar mesafeli davranıyor.
Diğer yandan, CHP'ye yapılanlar bir siyasi operasyondur. Bu operasyonların nedenlerinden biri de CHP'nin yerel seçimlerde yakaladığı başarıdır. Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı ya da genel seçimlerde CHP'nin iktidara gelme ihtimali yüksektir. Bunu uluslararası güçler de test etti. Bu operasyonun bir diğer sebebi ise CHP'nin Kürt sorununa ve bu sürece dönük yaklaşımıdır. CHP'yi bu sürecin dışında tutmak için bu siyasi operasyonlar gerçekleştirildi.
Bu bize neyi gösteriyor?
Erdoğan'ın bu konudaki faydacı yaklaşımını gösteriyor. Henüz meseleyi bir memleket meselesi olarak değil, daha çok siyasi bir mesele olarak gören, yani dar partisel çıkarlarını gözeten bir yaklaşımı var.
Bir kesim de Kürt siyasi hareketinin Erdoğan ile anlaşmasından korkuyor. Böyle endişeler dile getiriliyor. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Mevcut durumda Erdoğan'ın böyle bir yaklaşımı görünmüyor ya da bunu ifade etmiyor. İfade etmesine de gerek yok çünkü seçimlere daha çok zaman var. Ancak seçim zamanı yaklaştıkça ve CHP'nin de durumu ortaya çıktıkça, ilerleyen süreçte Erdoğan Kürtlerle böyle bir anlaşma yapmak isteyebilir. Ama bu, doğal değildir; normal de değildir tabii. Hani bazı kesimler bunun normal olduğunu söylüyor ya? Normal değildir. Bu, ulusal bir sorundur. Kürt sorunu çözülmezse Türkiye büyüyemez; Türkiye'deki krizler bitmez, Türkiye'deki sorunlar giderek boyut kazanır.