Xelîl: Mücadelemiz 2020 yılında da aralıksız sürecek

2019 yılında Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan TEV-DEM Yürütme Kurulu Üyesi Aldar Xelîl, "Direniş ve mücadelemiz 2020 yılında da aralıksız sürecek" dedi.

TEV-DEM Yürütme Kurulu Üyesi Aldar Xelîl, 2019 yılında Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan askeri, siyasi, diplomatik ve toplumsal gelişmeler ile ilişkin ANF’ye değerlendirmelerde bulundu. Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye'ye yönelik işgalinin hala devam ettiğine dikkat çeken Xelil, "Türk devletinin bize dönük saldırıları olduğu zaman çevremizdeki ve yabancı toplumlar, insan hakları, barış ve özgürlük savunucularının tamamı devrimimizin yanında durdu ve işgal saldırılarına karşı tutum gösterdiler.

Bunlar kendiliğinden olmadı. Eğer daha öncesinde çalışma yürütülmeseydi, daha öncesinde bizim gerçekliğimizi anlamamış olsalardı bizim yanımızda tutumlarını göstermezlerdi. Aynı şekilde sistemin resmi ilişkilerin etkisi de var. Yani devletlerle olan ilişkiler görmezden gelinemez" diye konuştu. Aldar Xelîl ile yapılan röportajın birinci bölümü şöyle:

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Güçleri olarak 2019 yılına nasıl bir analiz ve programla girdiniz. Bu programınızı ne kadar uyguladınız? Planlama ve hedeflerinizde aksamalar varsa bunun nedenleri nelerdir?

2019 yılı tüm Kürdistan ile Suriye’de demokratik mücadele için önemli bir yıldı. Bu yılda özellikle Türk devleti olmak üzere işgalci güçlerin Rojava Kürdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’de elde edilen kazanımları nasıl yok etmek istediği ve nasıl saldıracağı belli oldu. Aynı şekilde elde edilen kazanımların korunması, bu kazanımların ve demokratik devrimimizin gerçekliğini uluslararası kamuoyuna tanıtılması için çok önemli bir süreçti. Bir taraftan da bu kazanımların korunarak Suriye’deki sorunların çözümü için bir örnek olmasıydı. Şüphesiz ki, gerçekleşen olayların hepsi birbirine bağlıdır.

2019’da yaşanan olumlu ya da olumsuz gelişmelerin tamamı 2018 yılında yürütülen çalışmalara bağlıydı. Yani 2018’de DAİŞ’e karşı yürütülen mücadelelerin sonucu 2019 yılında ortaya çıkıyordu. 2018’de Türk devleti tarafından Suriye’de işgal edilen (Bab, Cerablus ve Efrîn) bölgelerin sonuçları 2019 yılında adım adım görüldü. Aynı şekilde Türk devletinin işgal alanını genişletme hedeflerinin önünün alınması için mücadeleler ve çalışmalar yürütüldü.

2019 YILINDA EŞSİZ DİRENİŞLER YAŞANDI

Diğer taraftan toplumsal ve örgütsel olarak da bütün toplumun örgütlenmesi ve demokratik zihniyet seviyesinin geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yürütüldü. Yani 2019 yılı demokratik mücadele, direniş ve büyük sonuçların olduğu bir yıldı. Baxoz’da nasıl DAİŞ’in bitirildiği ilan edildiyse aynı şekilde işgalin önünü alınması için de çalışmalar yapıldı. 2019 yılı dünya toplumu temsilcileri ile bütün demokratik güçlerle diplomasi faaliyetlerinin yürütülmesi ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin tamamına yayılan Rojava Devrimi’nin gerçekliğinin dünyaya tanıtılması için önemli bir yıldı.

2019 yılının dolu programlarla geçtiğini söyleyebiliriz. Çok önemli gelişme ve olaylar yaşandı. Ortak bir değerlendirme yapmak için olayları tek tek ele almalıyız. İşgalciler 2019 yılının sonunda özgürleştirilen ve demokratik sistemin oluştuğu tüm bölgeleri işgal etmek istediler. Bölgemize dönük yoğun saldırılar oldu. Saldırılara karşı askeri, toplumsal, siyasi ve örgütsel açıdan eşsiz direnişler sergilendi. Bu direnişlerle işgalciler ile yandaş güçlerin planları ve saldırıları kırıldı. İstekleri, planladıkları gibi gitmedi. Yani diyebiliriz ki, 2019 yılında yaşanan gelişmeler ve olaylar önceki yıla bağlıdır. İçerisinde bulunan süreç halen sonlanmamış ve 2020 yılında da devam edecektir.

Kuzey ve Doğu Suriye demokratik güçleri 2019 yılında Arap ülkeleri, Avrupa, Amerika, Rusya vb. ülkelerle birçok diplomatik görüşme geliştirdi. Bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu görüşmelerde size verilen sözler oldu mu? Bunlar ne kadar yerine getirildi?

Kürt ve bölge halklarının (devletle ve sistemle ilişkisi olmayanlar dışında) tarihinin tamamında ilk kez bu derece ilişkiler (diplomasi trafiği) gerçekleşiyor. Yani devrim sürecinde toplumun temsilciliğini yapan sistemde bir seviyeye kadar çıkabildi. Uluslararası toplumda bu derece rol sahibi ve etki sahibi olma daha önce tarihte hiç görülmedi. Tarihte ilk kez burada yapıldı. 2019 yılının kimliği belirleyiciydi.

Örneğin işgalci Türk devletinin bize dönük saldırıları olduğu zaman çevremizdeki ve yabancı toplumlar, insan hakları, barış ve özgürlük savunucularının tamamı devrimimizin yanında durdu ve işgal saldırılarına karşı tutum gösterdiler. Bunlar kendiliğinden olmadı. Eğer daha öncesinde çalışma yürütülmeseydi, daha öncesinde bizim gerçekliğimizi anlamamış olsalardı bizim yanımızda tutumlarını göstermezlerdi.

Aynı şekilde sistemin resmi ilişkilerin etkisi de var. Yani devletlerle olan ilişkiler görmezden gelinemez. Bu devletler (güçlü etkiye sahip devletler) uluslararası kararların içerisinde başlıca yer alıyorlar. Bu devletlerle de görüşmeler gerçekleşti. Ne kadar da sistemin işgalcilere ve dünyaya göre olmasa da bazı gerçeklikler gösterilmişti. Bölgenin tamamında etkili olan hegemonik devletlerde devrimimizin temsilcileriyle görüşme ve ilişki geliştirmek zorunda kaldı. Hatta halkların haklarına karşı olan karar merkezleri de bu ilişkilerin geliştirilmesi için birçok kez karar vermek zorunda kaldı.

BÖLGEDE ETKİLİ OLAN ÜLKERLERİN ÇOĞU İLE GÖRÜŞMELER YAPILDI

Bölge halklarının ve demokratik devrimimizin temsilcilerinin bu merkezlere gidip görüşlerini ve isteklerini dile getirmesi sağlandı. Bunlar hepsi bu ilişkilerinin geliştirilmesinin sonucuydu. Bu ilişkilerde belirleyici olan biz hiçbir zaman diğer tarafın hesabı doğrultusunda bir taraf ile alıp-vermedik. Ya da bir tarafa karşılık diğer tarafla görüşmedik. Her zaman üçüncü hat korundu. Herkesle ilişki geliştirildi.

Herkes ile var olan gerçekler ve kendi halkımızın çıkarlarımız doğrultusunda birçok şekilde görüşme gerçekleştirildi. Yani hiçbir zaman bir tarafa ‘seninle alıp-vermeyiz’ demedik. Çünkü ne olursa olsun ilişkiler geliştiği zaman fayda alınabileceğini gördük. En azından insan gerçekliğini onlara söyleyebilir. En azından devrimimizin görüşlerini onlara ulaşması gereken görüşleri onlarla paylaşabilir. Aynı şekilde bize karşı yapılan doğruyu yansıtmayan yanlış görüşleri onlara anlatabildik. İlişki geliştirmek onlarla taraf olmak anlamına gelmiyor.

Aksine o güçlerle ilişki oluşturup gerçekliğini onlara söylemen ve onların yanında olanlarda faydalanıp devriminin hizmetine sokman için fırsat anlamına geliyor. Arap ülkelerinin çoğuyla, bölgede etkili olan ülkelerin çoğuyla görüşmeler gerçekleştirildi. Batılı ve Avrupa ülkelerinin çoğuyla ve Ruslar ile ilişki geliştirildi. Amerika ile de görüşmeler devam ettirildi. Bu konuda gözle görülebilir gelişmeler var. Bu da devrimimizin bir aşamadan başka bir aşamaya geçmesine olanak sağladı.

2019 yılına girerken Efrîn işgal altındaydı. 2019 yılında Efrîn’deki genel durum ve direniş nasıl oldu?

Mücadele ve çalışmalarımız devam ediyor. Suriye’nin tamamında durum devam ediyor. Ortadoğu’nun tamamında da genel bir kriz ortamı var. Suriye toprağı üzerinde 3. Dünya Savaşı yürütülüyor. Onun için bu savaş içerisindeki tüm hamlelerde bazen ilerleme de yaşanıyor. İnsan bazen darbe de yiyebiliyor. Zaman zaman düşman da ilerleme sağlayabiliyor. Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Nasıl birçok kazanım ve başarı elde ettiysek, birçok bölgeyi özgürleştirdiysek, birçok adım attıysak düşman güçlerde zaman zaman ilerleme kaydedebiliyor.

Bu hamlelerin biri de bazı güçler arasında yapılanlarla Efrîn işgal edildi. 58 günlük tarihi bir direniş sergilenmesine (1500 kişi şehit düştü, 1500’den fazla kişi yaralandı) rağmen ellerinde bulunan geliştirilmiş teknik ve bazı farklı durumlar sonucunda bu işgal gerçekleşti. Efrîn halkımız 2019 yılında eşsiz bir direniş sergiledi. Efrîn halkı şu ana kadar da Efrîn’den uzaklaşmamış, tüm uluslararası kamuoyuna ‘Bakın kendi kentimin dışındayım, kentim işgal edilmiş ve ben bu işgali kabul etmiyorum’ demek için Efrîn sınırında çadırlarda yaşıyorlar.

Halkın bu tutumu Efrîn varlığının tüm dünya gündeminde devam etmesini sağlıyor. Aynı şekilde Efrîn’in erkek ve kadınlarından oluşan Efrîn Kurtuluş Güçleri’nin (HRE) direnişi şu ana kadar da durmamış ve devam ediyor. Günlük olarak askeri eylemler düzenleniyor. Bütün diplomatik görüşmelerde başlıca konu Efrîn’di. Herkese demografik değişime maruz kalan Efrîn’in özgürleştirilmesi gerektiği belirtildi. Bunlar başlıca konulardır. Ortadoğu ve Suriye’de yaşanan savaşın devam etmesinde dolayı Efrîn’in özgürleştirilmesi biraz gecikti. Türk devleti, Rusya ve uluslararası güçlerin Suriye’deki konumu hepsi birer faktördür.

Suriye rejiminin durumu da bir faktördür. Hatta onlara yardım eden silahlı çete grupları da bir faktördür. Biz bunlar içerisinde özgürleştirme mücadeleleri yürütüyoruz. Bize dönük yoğun saldırılar durmamış. Bu kadar kurtuluş güçlerinin etkilenmesine neden oluyor. Sürekli saldırı altında olursan bir plan yapman biraz zahmet oluyor. Rojava’daki en güzel bölgemiz olan Efrîn işgal edilmiş. Halen direniş, mücadele ve savaşımız son bulmuş değil. Efrîn özgürleştirilecektir. Ancak bu sonuca ulaşmak biraz zaman ve sabır istiyor. Özgürleştirmek için zaten her tarafta mücadele devam ediyor. Düşmanda bunların gerçekleşmemesi için o da kendine savaşa soktu. Efrîn’in işgalinin ardından yönetimimize dönük diplomatik, siyasi, askeri, basın ve özel savaş saldırılarla bu özgürleştirmenin olmasını engellemek istediler. Halkımızın gücü, ısrarı ve güçlü iradesi sonucu özgür bir Efrîn’i göreceğimize inanıyorum.

2019 yılında Kürtleri, bölge halklarını ve hatta dünya halklarını etkileyen en temel gündem Serêkaniyê ve Girê Spi’nin Türk devleti işgaline açılması oldu. Oysaki ABD aracılığıyla QSD-Türk devleti arasında ‘Sınır güvenliği mekanizması’ anlaşması yapıldığı belirtilmişti. Buna rağmen ABD’nin güçlerini çekerek Serêkaniyê ve Girê Spî bölgelerini Türk devletinin işgaline açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD, NATO ve BM’nin işgale karşı tavırsızlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devletine ya da Erdoğan rejiminin bölgemize dönük saldırılarına yol vermemek (saldırı bahanelerinin oluşmaması) için her türlü çabayı (diplomatik, siyasi vb.) gösterdik. Bu bizim için ağır ve zordu. Halkımızın ve bölgemizin savaş içerisine girmemesi için James Jeffrey’in geliştirdiği inisiyatifi kabul ettik. ABD-Türk ve şüphesiz bizim de arasında bulunduğu bir ‘Güvenli bölge’ konusunda anlaşma yapılmasına izin verdik. Bu temelde bir ‘Güvenli bölgenin’ oluşturulması kabul edildi. Bu ‘Güvenli bölge’ içerisinde QSD güçlerinin sınırdan uzaklaşması, ağır silahları bölgeden çıkartması, savaş için hazırlanan mevzi ve tünellerin yıkılması ile ABD-Türk güçlerinin bölgede devriye atması gibi Türklerin istediği birçok şey yönetimimizce kabul edildi.

Yönetimimiz ‘Her ne kadar ağır ve zahmette olsa biz bunları kabul edelim ki en azında saldırı olmasın ve bölgemiz savaşa girmesin’ diye düşündü. Ancak sen ne kadar adım da atsan taviz de versen Erdoğan saldırma kararını vermişti. Bu bahaneyi görmesi yeni bir şey çıkarırdı. Erdoğan işgal planlarıyla Osmanlı dönemini geri getireceğini söylüyor. Yeni bir Osmanlıyı kuracağını söylüyor. Tüm anlaşmalara ve James Jeffrey’in ‘tamam, okey ve anlaştık’ demesine rağmen Erdoğan kendini hazır gördüğü zaman saldırısını başlattı. Hemen anlaşmayı bir tarafa bırakarak ‘saldıracağım’ dedi. Çünkü ‘kendi çıkarlarım öyle istiyor’ dedi. Yani Erdoğan, anlaşmayı çiğnedi ve saldırdı. Bu bir taraftan bizim savaşı değil de barışı ve özgürlüğü istediğimizi ispat ediyor.

Hiçbir zaman biriyle savaşa girmek istemiyoruz. Sadece demokratik sistemimizi ve halk kardeşliğini istiyoruz. Kendimizi ve halkımızı korumak istiyoruz. Hiçbir zaman kimseyi tehdit etmedik. Bunun ispatı da ‘Güvenli bölge’ için istenen her şeyi kabul etmiştik. Bu ciddi bir konudur. James Jefrrey ‘tamam’ dedi ancak sonradan göründü ki tamam değil. Elimizde net bilgiler bulunmuyor ki ‘James Jeffrey acaba Erdoğan’ın bu saldırıları yapacağını biliyor muydu, beraber ortak bir plan içerisindeydi yoksa Erdoğan onu da mı kandırdı. Ona tamam dedi ama kendi bildiğini yaptı’ doğrulayabilelim. Bu ancak farklı-farklı araştırmalar sonucu öğrenilir.

İLK DEFA NATO TÜRK DEVLETİNİN YANINDA DURMADI

Biz o süreçte üzerimize düşen tüm görevleri yerine getirdik. Erdoğan ve Türk devletinin barışı istemediği savaş ve işgal istediği açıkça ispat edildi. Tüm dünya kamuoyu bunu gördü. Bu da dünya toplumunun gerçekliği görüp bizim yanımızda durmasını sağladı. Bizim yanımızda olumlu tutumlar gerçekleşti. Herkes ‘Bölge yönetimi güvenli bölgeyi kabul etti. Niçin saldırıyorsun. Senin istemediğin şeyleri yapmadılar. Sen saldırdın” dedi. Bu hukuki ve gerçek anlamda haksız olan tarafın o olduğunu ispat etti.

Bunun dışından görülmesi gereken farklı bir gerçekte, saldırılar başladığı zaman ilk kez bu kadar gücün bizim yanımızda durduğu görüldü. Örneğin Erdoğan, NATO üyesidir ve yıllardır Kürtlere karşı savaşıyor. 1984’den bu yana Kuzey Kürdistan’da silahlı savaş yürütüyor. NATO her zaman Erdoğan’ın Kürdistan Devrimi’ne karşı savaşına yardım ediyordu. Çünkü Erdoğan ya da Türkiye, NATO üyesidir. NATO’ya üye olan her devletin tehlikeli bir durumda birbirinin yanında olması anlaşmalarında vardır.

Onlara göre, Kürt kurtuluş mücadelesi onlara zarar veriyor. Onlar öyle adlandırmışlar. Bunun için herkes ona yardım etti. Ancak tarihte ilk kez Türk devleti bir adım atıyor ve NATO yanında durmuyor. Doğrudur, NATO bizim yanımızda durmadı, bizim yanımızda durmayacaktır da ancak kendi üyesinin yanında da durmadı. Ona destek vermedi.

DEMOKRATİK SİSTEMİMİZİN SAYESİNDE DESTEKLENDİK

ABD başkanı Donald Trump onlara bizzat yeşil ışık yaktı, güçlerini çekti ve onlara yol verdi. Ancak sonuna kadar onun yanında duramadı, tutumuna sahip çıkamadı. Hatta öyle bir seviyeye ulaştı ki, Serêkaniyê ve Girê Spî’de direniş geliştiği zaman Trump, dünya toplumunun eylemleri karşısında Erdoğan’ı arayarak ‘ateşkes’ yapmak zorunda kaldı. Her ikisi bizzat saldırma kararı vermişti. Ancak bizzat kendileri savaşın durması kararını da verdiler. Çünkü çıkmaza girdiler. Çünkü özellikle Rojava Kürdistan’ı olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerinde yıllardır yürütülen çalışmaların bir gerçeği mirası oluşmuştu. Bir dostluk oluşturmuştu.

Örneğin, bölgemizde DAİŞ’e karşı mücadeleler yürütüldü. DAİŞ’e karşı mücadele ettiğimiz zaman arkadaşlarımız oldu. Halk arasında olumlu bir yankı oluşturdu. Dünyada dostlarımız çoğaldı. Herkes ‘Siz insanlığın savunucularısınız’ dedi. Bu konuşmalar birer miras oldu. Erdoğan saldırıya başladığı zaman konuşanlar bizim yanımızda durmak için eylemler yapmak zorunda kaldı. Aynı şekilde oluşturduğumuz demokratik sistem (komün, meclis ile kurumlardan oluşuyor. Kadın özgürlüğü öncü roldür. Bütün meclislerde kadın-erkek sayısı eşittir. Eşbaşkanlık sistemi vardır) dünya kamuoyunun bizimle birlikte olmasını sağladı. Ya da olumlu bir gözle bu projeye bakmasını sağladı. Suriye’de bölgede olan sistemin milliyetçi, dinci, şiddet ve baskının hakim olduğu olduğunu görüyorlar.

Demokratik proje sadece bizimdir. Yürütülen direnişler ve halkın devrim gerçekliğini tanıması toplumun bizim yanımızda olmasını sağladı. DAİŞ’in Baxoz’dan bitirilmesinin ilanı toplumun bizimle arkadaşlık yapmasını sağladı. Erdoğan’ın saldırıları başladığı zaman herkes ‘Baxoz’da DAİŞ’i bitirenler değil mi. Sen nasıl onlara saldırırsın. Onlara saldırırsan o kadar şehide, emeğe ve mücadeleye saldırmış olursun. İnsanlığı saldırırsın’ dedi. O zaman Erdoğan’ın DAİŞ’in yardımcısı olduğu anlamına geliyor. Bu herkesin bizim yanımızda durmasını sağladı.

HEDEF SADECE SERÊKANİYÊ VE GİRÊ SPÎ DEĞİLDİ

Örneğin Arap camiası hızlı bir şekilde toplandı. Saldırılara karşı bu oldukça anlamlıydı. Bir diğeri, liberal olarak tanınan Avrupa Parlamentosu tutumunu gösterdi. Erdoğan’ın üyesi olmasına rağmen NATO destek vermedi. Hatta Türkiye toplumu ve Türkiye’de bulunan partilerde Erdoğan’ın işgal kararının karşısında durdu. Daha önce çalışma yürütmeseydik, bu uğurda şehitler vermeseydik, demokrasinin fotoğrafını halka göstermemiş olsaydık böylesi dar ve çıkmaz bir günde bu güçler olumlu tutum göstermezlerdi.

Bu olumlu tutumlar bizim için bir şey yapabildi mi? Belki fazla bir şey yapamadılar, işgali durduramadılar. Ancak sınır çizebilirdi, ona destek vermeyebilirdi, bize dönük baskıları arttırmayabilirdi ve elde edilen kazanımların bir kısmını koruyabilirdi. Hatta Trump’ın kararını değiştirebilirdi. Trump bir kerede çekilme kararı vermişti. Hatta güçlerini çektiler, güçleri Bağdat’a kadar gittiler. Ne için dönmek zorunda kaldılar. Onlara dönük baskılar oldu. O baskılar 11 bin şehidin emekleri sayesinde oldu. 11 bin şehit dünya toplumunun tamamında bir arkadaşlık olmasını sağladı.

Erdoğan’ın amacı sadece Serêkaniyê ve Girê Spî’yi işgal etmek değildi. Bu konuya dikkat çekmek istiyorum. Şimdi de planını sürdürmek istiyor. Planlarını açıkça söyledi. New York’ta düzenlenen BM toplantısında Erdoğan, Suriye haritasını herkese gösterdi. Cerablus’tan Dêrik’e kadar uzanan bir hattı işaretledi. ‘Bu bölgenin tamamını alacağım’ demişti. Herkes onayladı. Ancak bu planlarının tümünü gerçekleştiremiyordu. Erdoğan ve Trump bu direnişe karşı mecburen ‘ateşkes’ uygulamak zorunda kaldı.

AVRUPA'DAKİ HALKLAR DA KUZEY-DOĞU SURİYE'YE DESTEK EYLEMLERİ YAPTI

Kürdistan halkı başta olmak üzere dünya halklara bu duruma karşı durdu. Dört parça Kürdistan bir oldu. Birlik ortaya çıktı. Sadece Kürt halkı değil Kürdistan’da yaşayan halkların hepsi bu direnişin yanında durdu. Erdoğan saldıracağım hesapları yapıyordu. Dikkat edilirse Erdoğan saldırılarında Kürtlerin bir kısmına karşı da savaştı. Bununla ne demek istedi. Çünkü Kürtlerin hepsinin bu direnişe girmemesi, Arap ve Süryanilerin de bundan uzak durmasını istiyordu. Hatta yönetimde parçalanma, Kürt, Arap ve Süryaniler arasında karışıklığın çıkmasını istiyordu. Ancak ortaya çıkan farklıydı. Ortaya çok güzel bir tablo çıktı. Demokratik Ulus gerçekliği ortaya çıktı. Arap halkının Kürt ve Süryanilerle bu direnişe katılması ortaya çıktı.

Derazor, Şedade ve Reqa’daki gençlerin otobüslere binip Serêkaniyê ve Girê Spî’ye gidip savaşa katılması Demokratik Ulus projesinin amacına ulaştığı anlamına geliyor. Direnişte sadece Kürtlerin bir kısmı yer almadı. Sadece Kürtlerin bir kısmı tutum göstermedi. Aksine Derazor, Reqa, Eyn Îsa, Siluk, Minbic’de yapılan kitlesel halk eylemlerle direnişte sadece Kürtlerin yer almadığı belli oldu. Aynı şekilde dışarıdaki (Kürdistan ve dışındaki) eylemlerde görüldü. Avrupa’daki eylemlere şimdiye kadar Kürtler katılıyordu. Bu sefer o ülkedeki halklarda eylemlere katıldı.

Her ülkede yapılan eylemlerde bölge halkı da sokaklara çıktı. Bu saldırılara karşı çıkan direnişler, daha önce yürütülen çalışmalara ve elde edilen büyük kazanımlara bağlıdır. İşgalci Türk devleti her ne kadar coğrafi olarak ilerleme sağlamışsa da o direniş halen sürüyor. Onlar kendi aralarında ‘ateşkes’ ilan etti. Ancak biz direnişimizi sürdürüyoruz. Bölgemizi savunuyoruz. İlerlemelerini kabul etmiyoruz. İşgal durumunu da kabul etmiyoruz. Esas şartımız işgalcilerin ülkemizde kalmamasıdır. Bab’da, Cerablus’ta, Efrîn’de, Serêkaniyê’de, Girê Spî’de işgalciler topraklarımızda çıkmalıdır. Bu çerçevede mücadelemiz ve direnişimiz devam ediyor.