'Çocukların gözünden dünyaya seslenmek istedik'

Nuri Adnan, 2018 yılında Efrînli birkaç profesyonel ressamlarla birlikte Berxwedan ve Serdem kamplarında çadır kumaşlar kurarak binlerce çocuğun bu kumaşlara hislerini çizmelerini sağladı.

Türk devleti ve çetelerinin 16 Mart 2018 yılındaki işgalinden dolayı yüz binlerce Efrînli topraklarını terk etmek zorunda kalarak Şehba alanına geçmişti. Efrîn’den sadece Efrîn halkı mağdur edilip göç ettirilmedi Halep’ten, Ezaz’dan, Bab’tan ve Suriye’nin birçok yerinde çetelerin zulmünden kaçan yüz binlerce Suriyeli mülteci de Efrîn’e sığınmıştı. Türk devletinin işgal saldırılarından dolayı insanlar 2. defa göç etmek zorunda kalmıştı. Şehba bölgesinin Karagöz köyünden olan Türkmen Nuri Adnan da defalarca göçü yaşamış yüz binlerce mülteciden biri.

Şehba ve Efrîn halkının yaşadıklarını dünyaya tanıtabilmek için kendi kısıtlı imkanlarıyla ‘Rumaf’ ajansını kuran Nuri Adnan, 2018 yılında Efrînli mülteci çocukların yaşadıkları savaş ve göçün zorluklarını onların kendi hisleri ve gözüyle anlatabilecekleri bir resim projesine öncülük etti. Efrînli birkaç profesyonel ressamlarla birlikte geçekleştirdikleri projede 2018'de 250 metre, 2019'da ise 500 metre uzunluğunda çadır kumaşları, Berxwedan ve Serdem kamplarına kurarak, binlerce çocuğun bu kumaşlara hislerini çizmelerini sağladılar. Nuri Adnan projenin amacını ve yaşadıklarını ANF’ye anlattı.

SURİYE’YE GEÇEN TÜM ÇETELER TÜRKİYE ÜZERİNDEN GELDİ

2011 yılında Suriye’de yaşananlara tüm dünyanın tanık olduğunu söyleyen Adnan, "Önce insanlar özgür olmak istediler. Ancak çetelerin ortaya çıkmasıyla her şey karmaşık bir hale geldi. 2012 yılında çeteler yavaş yavaş Şehba’nın köylerine girmeye başladı. ÖSO, El Nusra gibi çeteler Türkiye tarafından Şehba’ya geçiyorlardı. Başta bu çeteler farklı farklı isimlerle kendilerini tanıtıyorlardı. Fakat, bir anda DAİŞ ortaya çıktı. Biz bunun nasıl olduğunu pek anlayamadık. Ama o dönem bu gelen çetelerin içinde Maraşlı Ebu Dıcene adında biri vardı. Çok iyi Türkçe ile konuşuyordu. Arapça isim kullanıyordu. Çeteleri yönetenlerden biriydi.

Onlardan önce bizim iyi bir hayatımız vardı. Ama çeteler geldikten sonra her şey kötüye gitti. Biz de dayanamadık ve oradan çıktık. Sadece Türkmenler değil, Kürtler, Araplar ve diğer halklar da çıktılar. Biz oradan Halep’e geçtik. Ama Halep’te de aynı olaylar başladı. Şêxmeqsûd, Eşrefiyê ve Halep'in diğer şehirlerinde de aynı şeyler yaşanmaya başlandı. Bu nedenle oradan Efrîn’e geldik. Efrîn'de iyi yaşıyorduk. Yerel yönetimin kurduğu demokratik bir sistem vardı. Ve herkes o sistem içerisinde kendini ifade edebiliyordu. Kimin hangi dinden, dilden ya da ırktan olduğu önemli değildi" diye konuştu.

ÇETELER TÜM EVLERE BOMBA YERLEŞTİRMİŞTİ

Türk devletinin Efrîn'e yönelik işgal başlattığı dönemde herkesin 48 saat içinde Efrîn'in düşeceğinden bahsettiğini hatırlatan Adnan, "Fakat, Efrîn halkı tüm insanlık dışı saldırılara karşı 58 günlük direndikten sonra mecbur kalıp Şehba’ya geçti. Halk bir taraftan Cebel Ehlam'dan çıkarken, bir taraftan da keskin nişancıların hedefi oluyordu. İnsanlar yolda hayatlarını kaybediyorlardı. Şehba’ya geldiklerinde de çok zor şartlar yaşadı bu halk. Çünkü, Şehba da daha önce yaşadığı savaştan dolayı bozuktu. Her köy ve kasabası tahrip edilmişti. Çeteler tüm evlere bomba yerleştirmişti.

İnsanlar evlerine girmek istediklerinde mayın patlıyordu. Dışarıdan bu halka yüzde bir bile yardım gelmedi. Biz Efrîn’de hiçbir yerde görmediğimiz demokratik yaşamı yaşıyorduk. 2011 öncesi böyle bir hayatı bilmiyorduk. Efrîn’e gittikten sonra bu yaşamı gördük. Şimdi Şehba’da insanlar et ile tırnak gibi olmuşlar. İki seneye yakın oldu Efrîn halkı burada yaşıyor. Fakat, Efrîn ve Şehba halkı arasında yüz yıllardan beri bir bağ var. Aileler arasında akrabalık var. Çünkü, Şehba’nın 50-60 köyü sadece Kürttür.

Ben Türk devletinin, ÖSO’nun ve diğer çetelerin bu halklara ne yaptıklarını dünyaya göstermek istedim. Ezaz’dan binlerce çetenin Efrîn’e geçtiğine tanık oldum. DAİŞ’in en önemli adamlarını biz bu köylerde gördük. Tüm bu yaşananları ajans çalışmamla dünya ya ulaştırabileceğime inandım. Bu şekilde Rumaf ajansını kurdum" dedi.

KAPLUMBAĞASINI ÖZLEYEN ALTI YAŞINDAKİ ÇOCUK!

Şehba'daki kampları dolaşırken birçok şeye şahit olduklarını altını çizen Adnan konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: "Özellikle çocukların yaşadıkları acılara tanık olduk. Okulunu özleyen, evini özleyen çocuklar. Sürekli ağlayana çocuklar gördük. Halkın içinde dolaşırken iki şey beni ağlattı. Til Rıfat’a kalan bir Efrînli ailenin yanına gittik. Anne ile röportaj yapacaktık. Annenin beş yaşında kızı vardı. Ağlıyordu. Bana Efrîn’de bir kaplumbağası olduğunu çıkarken getiremediğini ve onun için ağladığını söyledi. Yine tesadüfen 7 yaşında başka bir çocuk kedisini Efrîn’de bırakmış onun için ağlıyor. Biri okulunu, bir diğeri zeytin ağacını, bir diğeri evini özlemiş. İnsan tüm bunlar karşısında nasıl dayanabilir ki. Türk devletinin bu yaptıklarına tüm dünya seyirci kalıyor.

Kısacası bir bu kampları dolaşırken, bunca şeye tanık olduktan sonra, neler yapabiliriz diye düşündük. Daha sonra dedik ki kameranın gözüyle bir şeyler yapalım. Ve bunu yaparken de çocukların hissiyle, çocuk eliyle olsun istedik. Baktık çocuklar resim seviyor. Dedik o zaman resimle bir şeyler yapalım. Elbette bu fikrin gelişmesinde özellikle Efrîn’den gelmiş profesyonel ressamların yardımı çok oldu. Henif Hemo Efrîn’in en profesyonel ressamlarından biri. Yine Erdalan da öyle. Ve kamerasıyla Heysem arkadaşımız vardı. 2018'de eni 160, boyu 215 metre uzunluğunda bir çadır kumaş getirdik. Ve bu kumaşı hem kamplarda hem de köylerde dolaştırdık. Çocuklar bu kumaşa çok şey çizdiler. Örneğin biri zeytin ağacını çizmiş, ama zeytin tanelerini kırmızı boya ile yapmış. Ona neden böyle sorduğumuzda, zeytin ağacı kanıyor şeklinde cevap verdi.

Yine altı yedi yaşında bir çocuk zeytin ağacı yapmış alev alıyor. O da bize Türkler yakıyor şeklinde cevap vermişti. Bunları görmek ve buna karşı dayanabilmek gerçekten zor. Fakat hem kışın gelmesi ve hem de elimizdeki malzeme eksikliğinden dolayı proje durmuştu. Bu yaz, kampları dolaşırken çocuklar bizi gördüğünde yine aynı projenin olmasını istediler. Biz de bu sefer bunun daha geniş olmasını tasarladık. Yine, eni 160 cm, boyu 500 metre uzunluğunda Serdem kampında yaşları 6 ile 12 arasında olan 2000 çocukla bu projeyi 2 Eylül'de tekrar gerçekleştirdik. Bu seferde çok güzel şeyler ortaya çıktı. Çocuklar kendi hislerini, dünyalarını bu kumaşa çizdiler. Bana göre bu dünyanın en büyük projesidir. Çünkü, dünyada ilk defa bir mülteci kampında çocukların eliyle, hissiyle ve çocuk gözüyle bir şeyler yapıldı.

Bizim bundaki tek amacımızda buydu zaten. Çocukların gözünden dünyaya bir şeyler verebilmek. Belki o zaman dünya bu kamplarda, Efrîn'de, Şehba'da yaşananları bir nebze de olsa anlamaya çalışır. Örneğin, bir çocuk sadece siyah boya kullanıyordu, ben ona neden sadece siyah, başka renklerde var dediğimde, dünyada beyaz bir şey kalmadı dedi bana. Tek isteğim, içinde biraz sevgi olan, insanları seven herkes gelsin, görsün buradakileri. Biz bir şey istemiyoruz. Sadece gerçekleri versinler yeter. Bundan sonra belge şeklinde bir film çalışmamız var. Daha yayınlayamadığımız birçok şey var elimizde. Bu film yoluyla dünyaya ulaştırmak istiyoruz. Buradaki kamplarda, her bir çadırda, köylerdeki her bir evde, bir hikaye var. Tek gereken şey içine girebilmek."