Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Üyesi Duran Kalkan, Barış ve Demokratik Toplum süreci, PKK 12. Kongre kararlarına ve ateşkes ilanına rağmen Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na saldırılarını, en son İsrail-İran savaşı özelinde Orta Doğu’daki çatışmalar ve genel demokratik ve toplumsal siyasetine dair Medya Haber Tv’ye kapsamlı değerlendirmelerde bulundu.
AKP yönetiminin demokratikleşme yönünde adım atmaya zorlanması gerektiğini belirten Duran Kalkan, herkesin Önder Apo ile görüşmesinin, küresel özgürlük hamlesinin çok yönlü kılınmasının, hukuki mücadelenin her düzeyde yürütülmesinin önemini vurguladı.
Küresel kapitalist modernite sisteminin, İsrail’i bir vurucu güç olarak kullanarak, 1917 sonrası Sovyetler Birliği’ne dayalı Orta Doğu’da oluşmuş tüm siyasi yapıları tasfiye etmek istediğine işaret eden Duran Kalkan, Türkiye’deki yapılanışın da bunun dışında olmadığını belirterek, şunların altını çizdi: “Türkiye’nin mevcut duruşunu da kabul etmeyecekler. Daha fazla baskı ve sömürü altına alacaklar. …Bu tehlikelerin ortadan kalkması, ancak Türkiye’nin demokratik bir yapıya kavuşmasıyla mümkündür. Bunun temelinde Kürt özgürlüğü vardır. Diğer tüm Alevilere, kadınlara özgürlük… Gerçekten Türkiye’yi bir özgürlükler ülkesi haline getirmek gerekir. Böyle olursa, işte o zaman yaşayacak, güç olacak. Ortadoğu’da farklı gelişmelere öncülük edecek. Dıştan müdahaleye gerekçe olacak hiçbir zemin bırakmayacak. Başka yolu yok. Bunu yapmazsa İsrail hegemonyasına teslim olacak ya da bununla savaşacak. Üçüncü bir yol yoktur.”
Rojhilat halkının İsrail-İran savaşı karşısında en duyarlı yaklaşan halk olduğunu ifade eden Kalkan, Kürt hareketlerine bu çatışmalı ortamdan en kazançlı çıkmak için “kongre etrafında ulusal birliğini yaratma” çağrısında bulunurken, Rojhilat halkına yönelik ise, “Toplum, çatışmalar karşısında kendi güvenliğini sağlamayı öne almalı. Dayanışmasını, birlikte yaşamını güçlendirmeli. Ama böyle çatışmalı şeylere mümkün olduğu kadar alet olmamalı. Dikkatli davranmalı. Ulusal demokratik gelişme çizgisinden asla uzak durmamalı. Kendi halk birliğini yaratmalı, örgütlülüğünü yaratmalı. Bütün İrani halklarla ortak demokratik yönetim yaratma temelinde ilişki ve ittifak içinde olmayı esas almalı” ifadelerini kullandı.
Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
Öncelikle Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. İmralı direnişinin yol göstericiliğini de bir kere daha ifade etmek istiyorum. İmralı’da son bayram görüşü oldu, basına yansıdı, öğrendik. İlk defa 27 yıl sonra çocuklarla görüşme yapabildi.
Önder Apo sözünü tuttu, “yaparım” dediklerini yaptı. Çağrı yaptı, partiyi yönlendirdi, parti kongresi oldu. PKK’nin feshi ve silahlı mücadele stratejisinin sona erdirilmesi kararlaştırıldı. Bunlar açık, kamuoyuna belgeler açık olarak yayınlandı. Önder Apo’nun çağrısına PKK uydu ve uyguladı. Sözünün gereklerini yerine getirdi. Fakat İmralı’da bir değişiklik oldu mu?
23 Ekim 2024 öncesinde hiçbir görüşme yaptırılmıyordu. Hiçbir hukuk, kanun, hak yerine gelmiyordu, işlemiyordu. Hukuk yoktu, kanun yoktu.
Tamamen keyfi bir yönetim, siyasi bir yönetim, bir rehine tutumu vardı. Ondan sonra bu değişti mi? Evet, bazı görüşmeler oldu. Önder Apo’nun mesajları, bu görüşmeler dışarı yansıdı. Zaten bir de bir diyalog durumu oluştu.
HERHANGİ BİR MÜZAKERE DURUMU YOK
Mevcut haliyle anladığımız kadarıyla İmralı’daki durum diyalogun ötesine geçmiş değil. Bir tartışma, diyalog var. Ondan öteye herhangi bir gelişme yok. İmralı’daki değişiklik de bu görüşmeler çerçevesinde. Şimdiye kadar olanlar aslında hukuk bakımından diğer cezaevlerinde yapılanların benzeriydi. Daha da eksik bile uygulandı. Tamamı da uygulanıyor değildir.
Bu bakımdan bir değişiklik, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün gerçekleşmesi yönünde bir gelişme yoktur. Bunun altını çizmek lazım. DEM Parti heyetinin görüşmeleri ve bu çalışmalar oldu, bir diyalog düzeyinde sürdü. Onun ötesinde herhangi bir müzakere durumu zaten yok. Yani Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü yönünde herhangi bir gelişme ya da girişim bulunmuyor.
Meclis görev üstlenecekti, kanun çıkaracaktı. Fakat görüldü ki mevcut iktidar, yani AKP-MHP ittifakı, istediği kanunu çıkarabiliyor. Ancak bu konuya dair en küçük bir girişim dahi olmadı. DEM Parti yöneticileriyle birkaç kez görüşüldü; hep temenni ifade edildi. Güya destek veriliyor ama partiler bir araya gelip mecliste Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması, umut hakkının gerçekleştirilmesi yönünde herhangi bir adım atmadılar.
Hala meclisin görev üstlenmesi yönünde çağrılar yapılıyor. Bu durumda meclis görev üstlense ne olacak? 2013-2014 dönemini de biliyoruz. O zaman da komisyonlar kuruldu. Nasıl içinin boşaltıldığını da biliyoruz. Şu an da görülüyor ki yine benzer bir komisyon kuracaklar. Ama bu komisyon, süreci yürütecek, sorunların çözümünün önünü açacak, hukuki süreci işleterek meclisi çalıştıracak bir yapı olmayacak. O zaman başbakana, şimdi cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’a bilgi veren bir danışma komisyonu olacak sadece.
MEVCUT İKTİDAR ÜZERİNDE BASKI UYGULAMAK GEREKİR
AKP’nin yaklaşımlarında böyle ciddi, işin gereklerine göre hareket eden bir tavır yok. Bu da şunu gösteriyor: Mücadeleyle mevcut iktidar, yani AKP yönetimi, demokratikleşme yönünde adım atmaya zorlanmalı. Bu konuda Devlet Bahçeli’nin de çağrıları oldu. Daha önce de belirttim; güzel sözler var ama ötesi yok. Söz var, pratik yok. Aynı durum devam ediyor. Etkisi de gittikçe azalıyor Bahçeli’nin sözlerinin, çünkü üzerinde fazla yoğunlaşılmıyor. Bu yüzden önemli bir husus, mevcut iktidar üzerinde baskı uygulamak gerektiğidir. Bu baskıyı uygulayacak girişimleri ve çalışmaları geliştirmek lazım.
Bu süreç sadece iktidar ile Önder Apo’nun ya da PKK yönetiminin süreci değil. Bütün toplumun süreci. Yapılmak istenenler tüm toplumu ilgilendiriyor. Önder Apo’nun çağrısı herkes içindir. PKK’nin aldığı kararlar herkesi ilgilendiriyor, herkesi etkiliyor. Bu yüzden herkesin bu sürece, görev ve sorumluluklarına sahip çıkması gerekiyor.. Bunun da yolu daha etkili mücadele etmekten geçiyor. Mevcut iktidar, özellikle de AKP üzerinde baskı oluşturacak şekilde mücadeleyi sürdürmek, geliştirmek gerek. Peki bu yönde mücadeleler var mı? Var.
HERKES ÖNDER APO İLE GÖRÜŞME TALEBİNDE BULUNMALI
Örneğin önemli bir kampanya başlatıldı. Yurt dışından gelişti. Önder Apo’yla görüşme talebinde bulundular. Bu iyi bir kampanyadır. Herkes bunu istemeli. Türkiye’de, Kürdistan’da, yurt dışında herkes bu süreçte Önder Apo’yla görüşme talebini dile getirmeli. Bu talep basın önünde deklare edilmeli… Sadece basınla kalmamalı, doğrudan başvuru yapmalılar. Her kesim yapmalı. Çocuğundan yaşlısına, kadın, erkek, şu görevli, bu görevsiz; herkes istemeli. Bu önemli bir mücadele.
KÜRESEL ÖZGÜRLÜK HAMLESİNİ ÇOK YÖNLÜ KILMAK ÇOK ÖNEMLİ
Diğer yandan, mesela Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesi devam ediyor. Bu hamleyi geliştirmek, güçlendirmek lazım. Sanki bu bitmiş gibi. Bir-iki görüşme oldu, Önder Apo çağrı yaptı diye. Yani bu mücadele dikkate alınmıyor. Halbuki bu hamleyi geliştirmek, derinleştirmek, çok yönlü kılmak ve büyütmek lazım. Bu da çok çok önemli ve gerekli.
HUKUKİ MÜCADELEYİ DE HER DÜZEYDE YÜRÜTMEK LAZIM
Bununla birlikte hukuki mücadeleyi gerçekten geliştirmek lazım. Değil AKP’nin bir lütuf olarak şu ya da bu hakkı verme şeyi, Önder Apo 25. yılda bu yasalara göre de dışarıda olması gerekiyordu. Özgür olması lazımdı. Avrupa Birliği’nin yasaları böyle. O yasalar Türkiye hukukunu bağlıyor. Şimdi 27 yıl oldu. Fazla bile geçti. Onun için 30 yılını dolduruyorlar, tahliye etmiyorlar. Önder Apo’nun durumuyla bağlantılı. O bakımdan hukuki mücadeleyi de her düzeyde yürütmek lazım. Asla zayıflatmamak, gevşetmemek lazım.
HERKES BİR ŞEY İSTESİN AMA ÖNCE ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ İSTEMELİ
Bir şey daha söyleyeceğim. Bu konuda Pandora’nın kutusu açıldı gibi. Şimdi herkes kalkıyor diyor; şunu da istiyorum, ben bunu istiyorum. Bastırılmış, hakları elinden alınmış bir toplumsal gerçek var. Ve herkesin istemleri doğru, haklı. Ben onlara katılıyorum, bir şey demiyorum. Ama şimdi herkes her şeyi isterse, ortada bunun istenen üzerinde bir baskı oluşturmaz mı? Şimdi o isteklerin hepsinin gerçekleşmesi Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlı. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt özgürlüğüne bağlı. Kürt özgürlüğü, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne bağlı.
O halde bütün istekler olsun, istensin. Demokratik haklar, hukuk talep edilsin. Ama bunu Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle birlikte yapmak lazım. Ondan koparmamak gerekli. Ekseni kaybetmemek lazım. Herkes demokratikleşme yönünde bir şey isterken, önce Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemeli.
Çünkü diğer isteklerin gerçekleşmesi ona bağlı. O olmadan diğerlerini gerçekleştirmek gibi çabaya girenler var, yanlış yapıyorlar. Bu tür yanlışlar da kesinlikle yapmamak gerekli. Bu bakımdan bir kere daha halkımız, dostlarımız, bütün yurtsever, demokratik çevreler, barış isteyen, Kürt özgürlüğünü isteyen, Türkiye’nin demokratikleşmesini, bu temelde Orta Doğu’da, dünyada özgür ve demokratik yaşamın gelişmesini isteyen herkes, bu süreçte Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyi daha çok geliştirmeli, daha çok güçlendirmeli. Çağrımız bu temelde.
GERİLLAYA YÖNELİK HER TÜRLÜ TAHRİK, HER TÜRLÜ SALDIRI YAPIYORLAR
HPG BİM’in açıklamaları var. Onu tekrarlamak istiyorum. Saldırılar var. Hem de zaman zaman artıyor, bazen azalıyor olsa da. Kimyasal silah, her türlü yasak bomba, taktik nükleerden kimyasal silaha kadar kullanılıyor bunlar. Çok yoğun bir biçimde. Ve gerillalar şehit vermeye devam ediyor. Bawer yoldaş, Welat yoldaş, Dicle yoldaş, Mayıs sonu, Haziran başında şehit düştüler. Onların şahsında tüm Zap direniş şehitlerini saygıyla anıyorum. Fakat gerilla şehit vermeye devam ediyor. Gerilladan kim ne istiyor?
Şunu ifade etmek isterim bu konuda. Eğer mevcut haliyle çatışmalar büyümüyor, yayılmıyor, şiddetlenmiyorsa, bu bizim 1 Mart’ta PKK yönetiminin ilan ettiği ateşkese gerillanın uyuyor ve uyguluyor olmasından kaynaklanıyor. 12. Kongre’nin aldığı karar temelinde gerillanın hareket etmesinden kaynaklanıyor. Başka türlü değil; diğer türlü her türlü tahrik yapıyorlar. Her türlü saldırı yapıyorlar.
Biz aslında bu çatışmalar için bir ateşkes ilan etmedik. Bir de bazı çatışma odaklarının sorunu çözülsün, çatışmalar önlenebilir olsun diye pratik önerilerde de bulunduk. Bunu sanki bir zayıflık olarak algıladılar. O alanlara dönüp saldırıları daha fazla arttırmaya yöneldiler.
BARIŞ KUŞU TEK KANATLA UÇAMAZ
Kamuoyu biraz takip ediyor, bu durumu daha iyi bilsin. Biz silahlı mücadele stratejisini sona erdirme kararı aldık. Bu kararımızda ısrarlıyız, netiz. Demokratik siyasi mücadele stratejisi temelinde özgürlük mücadelemizi yürütmek istiyoruz. Ama bunların uygulanması sadece bizimle ilgili değil.
Örneğin barış diyor herkes. Barış tek yanlı olmaz. Bahçeli de, “barış kuşu tek kanatla uçmaz” dedi. Kuş tek kanatla uçmaz, barış kuşu da uçamaz. O halde barış olacaksa, çift kanatlı olacak.
GERİLLAYA SALDIRILAR HÜKÜMETİN, CUMHURBAŞKANI’NIN ONAYIYLA OLUYOR
Saldırılar altında elbette gerilla kendisini savunacak. Saldırıyor, imha ediyor, katlediyor; ondan sonra da diyor, niye silah bırakmıyor? Çağrılar yapıyor, silahınızı bırakın, gelin teslim olun adaletimize, hapishanemize girin diye. Yani bu süreç böyle bir süreç değil.
Savaş rantçıları var, bunlar yapıyorlar. Evet, rantçı mantçı her kimse ama bu, yönetimin onayıyla oluyor; birileri kendi başına yapmıyor. Zap’ta, Metîna’da gerilla saldırıları oluyorsa, bütün Medya Savunma Alanlarında her tarafta keşif uçakları dolaştırmaya çalışıyorlarsa, bunun hepsi mevcut hükümetin ve cumhurbaşkanının kararı ve onayıyla oluyor. Siyasi kararla oluyor. Onlar sorumludurlar.
GERİLLA HER KOŞULDA KENDİNİ SAVUNUR
Sürdürürlerse, tabii ki kurbanlık koyun değil gerilla, devrimci militanlar. Kendilerini savunacaklar, her koşulda savunurlar. Meşru savunma haklarını, öz savunmalarını yaparlar. Meşru savunma haklarını kullanırlar. Herkes anlasın bunu.
PKK, aslında baştan beri böyle bir savaşa zorlandı. Birileri diyor 40-50 yıldır çatışma var, o durdurulsun. Öyle değil, 100 yıldır çatışma var. 1925’ten bu yana çatışma var. Sadece Bakur’da değil, Rojhilat’ta da var, Başûr’da da var, Rojava’da da var. Dört parça Kürdistan’da var. Bu bir zihniyet ve siyaset olmuş bir sistem. Kürt’ü yok sayan, yok etmek isteyen bir zihniyetin ve siyasetin ürünü yani. Dolayısıyla çatışma PKK ile falan başlamadı.
PKK bir direniş başlattı, karar verdi. Ama yani soykırım saldırısı altında olan bir halkı savunmak için bunu yaptı. Saldırıya karşı imha ve tasfiye amaçlı, soykırım amaçlı saldırıya karşı direnmek için bunu yaptı. Bunu böyle bilmek lazım.
KÜRT’ÜN ONURUNU KIRACAĞINI SANANLARIN KENDİLERİ O DURUMA DÜŞER
Silahlı mücadeleye ilişkin de konuşuluyor. Onu da burada ifade etmek isterim. Silahlı mücadelenin her türlüsü çok kötü, şöyledir, böyledir, diyorlar. Yani barış çok iyi, tamam barış için mücadele edelim” diyorlar.
Silahlı mücadele stratejisini de biz sona erdiriyoruz. Fakat Kürt halkı unutmasın ki, bütün ulusal demokratik kazanımların hepsi gerilla direnişi sayesinde oldu. Biz silahlı direnişle kazanacağımızı kazandık halk olarak, özgürlük çizgisi olarak fazlasıyla bile oldu. Şimdi onu öteye başka mücadele yöntemleriyle götürmek istiyoruz. Herkes doğru anlasın. Bu anlamda da böyle değerlendirme yaparlarken halkın, insanların bilincini karartmamak gerekli. Doğru anlamak, doğru konuşmak gerekiyor.
Dolayısıyla gerilla imhacı saldırılar karşısında kendisini savunmayacak mı? Kim bunun önünde engel oluşturabilir? Zorla Kürt’e bu dayatılırsa, Kürtler de ne yapacaklar? Onurlarını korumak için sonuna kadar direndiler, direniyorlar da yani. Onurlu bir halktır. Öyle tarihin derinliklerinden geliyor. Yani onuru çiğnetmez. Herkes bilsin.
Kürt’ün onurunu kıracağını sananlar, kendileri o duruma düşerler. Bu amaçlarına ulaşamadılar şimdiye kadar, hiçbir zaman da ulaşamayacaklar.
PKK’NİN FESHEDİLMESİNDEN GERİYE DÖNÜŞ OLMAZ
Gelişmeler ve süreç konusunda karamsar olmamak lazım. O konuda da şunu söyleyebilirim. Biz kendi cephemizden yapmak istediklerimizi yapmakta kararlıyız. Kongre düzeyinde karar verdik. Önderlik düzeyinde karar verdik. Ben önceki konuşmalarda da söyledim.
Önder Apo kendisini değiştirdi, dönüştürdü, kararlaştırdı. Partiyi değiştiriyor, dönüştürüyor, kararlaştırıyor. Bütün devrimci öncülüğü, yapıyı… Bu temelde halkı değiştirecek, mücadele yöntemini değiştirecek, Kürdistan’ı ve Türkiye’yi değiştirecek. Bunda ısrarlıyız. Bu konuda bir defa bir şey olmamalı. PKK’nin feshedilmesinden geriye dönüş olmaz. Biz ileriye bakıyoruz.
YENİ BİR STRATEJİ KARARLAŞTIRILIYOR
İşte kararlar yayınlandı. Yeni bir paradigma var. Yeni bir strateji kararlaştırılıyor. Bu konuda geçmişte yapılanlar, kazanılanlar, bundan sonraki sürecin özelliklerinin ne olacağına dönük öngörüler ve bunları olumlu yönde işletebilmek için neler yapmak gerektiği konusunda görüşler, değerlendirmeler, kararlar var. Öyle kendiliğinden yürümüyor.
ÖZ SAVUNMA YAPMAYACAĞIMIZI SANANLAR YANILIYORLAR
Silahlı mücadele stratejisini sona erdirmede de kararlıyız. Karar verdik. Kesinlikle eskisi gibi bir silahlı mücadele çizgisi izlemeyeceğiz. Ama bu “imha ve tasfiye amaçlı saldırı olursa, inkar olursa kendimizi savunmayacağız” demek değil. Bu halk öz savunma yapmayacak, meşru savunma hakkını kullanmayacak, hiçbir şey yapmayacak, köle olacak değil. Asla böyle olmayacak yani. Bunu sananlar yanılıyorlar.
SOYKIRIM DAYATILIRSA KÜRT HER ZAMAN, YER YERDE DİRENİR
Bunun yolunu, yöntemini geliştirecek. Yine de eskiyi aşan yeni süreçlerin, koşulların özelliklerine göre mücadele durumlarını geliştirecek. Çünkü mücadele yöntemlerini siyasi ve askeri koşullar belirliyor. Biz belirlemiyoruz sadece. O koşulların gereğine göre hareket ediyoruz. Demokratik ortam olursa, demokratik siyasi mücadele stratejisini esas alacağız. Türkiye demokratikleşirse…
Ama öyle olmazsa; demokratikleşme olmazsa, inkar devam ederse, imha devam ederse, ifade ve örgütlenme özgürlükleri tümden ortadan kaldırılırsa, Kürde soykırım dayatılırsa Kürt her zaman, her yerde direnir. Soykırım dayatması karşısında yapabileceği başka bir şey yoktur. Ama onun dışında bu süreci yürütmede, kendi cephemizden kararlıyız.
HAKLI OLMAK BAŞARMAK İÇİN YETMİYOR
Diğer yandan şunu ifade etmek isterim. AKP’nin tutumunu ifade ettik. Bahçeli’nin sözleri iyidir. Zaten biraz umut veriyor. Fakat gerekleri yerine gelmiyor. O sözlerin etkisi gittikçe azalıyor, kayboluyor.
Aslında bu karamsarlık, kafa karışıklığı buradan ileri geliyor. Biz de izlemeye çalışıyoruz toplumun yaklaşımlarını. Amed’den, Wan’dan basına yansıyor. Haklı kaygılar… Nedenini kendileri de söylüyorlar zaten: Bu iktidar, AKP, başka bir şey yapmaz; hile yapıyor, oyun oynuyor, diyorlar. Yani haksız değiller tabii. Haksız değiller fakat haklı olmak, kazanmak, başarmak için yetmiyor sadece.
AKP’NİN BİR HAZIRLIĞI YOK, TOPLUM BİR ŞEYLER YAPMALI
AKP’nin bir hazırlığı yokmuş. O konuda net olduk. 2009’u yaşamış olanlar hatırlasın. Önce “Kürt açılımı yapıyoruz,” dediler. 29 Mart seçiminde Kürtler büyük çoğunlukla kazanınca, demokrasi açılımı olmadı; “milli birlik açılımı” oldu. Zamana yaydılar. Sürdürüp böyle oyalamak istediler. Önder Apo ve hareket gerçeği dayatınca, Kasım’da darbe yapar gibi girişimde bulundular.
Tayyip Erdoğan o zaman dedi: “Sil baştan yapıyoruz, başa dönüyoruz.” Ve ondan sonra şiddeti dayattı. Şimdi benzer biçimde ciddi bir hazırlıkları yokmuş. Bu net.
Süreçle birlikte bir ciddi değişiklik de gözükmüyor. Hep zamana oynuyorlar, gelişmeleri gözlemeye çalışıyorlar. Muhalefetin de bu konuda herhangi bir etkin politikaları olmadı. Niye? Çünkü Kürt sorununun çözümü öyle dağıtıcı bir durum değil. Birlik gerektiriyor. Ama kavga halinde… İktidar kavgası, çıkar kavgası… Muhalefetiyle, iktidarıyla almış başını gidiyor.
Türkiye’nin ne durumda olduğuna bile bakmıyorlar. Ciddi, önü açıcı bir girişim yok. Söz düzeyinde her şey… Herkes, toplum, Türkiye halkları pratik bekliyor, eylem bekliyor. Değişiklik görmek istiyor. Şimdi şunu söyleyeceğim: Böyle deyip hep eleştirmek yetmiyor. Çağrı sadece bu güçlere değildi Önder Apo’nun. PKK kararları sadece bu güçler için değil. Sadece bunları eleştirmek, “niye yapmıyorlar?” demek yeterli bir tutum değildir. Toplum yapmalı, insanlar bir şeyler yapmalı.
BARIŞ İÇİN ETKİN MÜCADELE GEREKLİ
Dendi ki, çağrılar geldi sivil toplumsal kesimlerden: “Barış istiyoruz biz” diye. Önder Apo çağırdı, PKK de karar aldı. “Silahlı mücadele stratejisini sona erdiriyoruz” dedi. Buyurun, ön açıldı. O halde barış için mücadele gerekli. Aktif, etkin mücadele edilmesi gerekiyor. Mücadelede yetersizlik var. Değişik kesimler belli bir mücadele yürütüyorlar; özellikle Bakur ve Türkiye alanında. Diğer alanlarda da kısmen belli bir mücadele var. Demin belirttim; bunu Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle her yerde birleştirmek gerekiyor. Ama çok daha güçlü hale getirmek lazım. Yetersiz. Yani demokratikleşmeyi geliştirmek mücadeleyle olur. Barış mücadeleyle kazanılır. Bunun için daha etkili mücadeleye ihtiyaç var.
DEMOKRATİK SİYASET GÜRÜL GÜRÜL AKMALI
Diğer yandan örgütlenme, eğitim her yerde çok daha geliştirilmeli. Bu bireycilik aşılabilmeli. Kapılar ardına kadar açıldı PKK. Silahlı mücadeleyi durdurdu; demokratik siyaset işlesin diye. O zaman demokratik siyaset gürül gürül akmalı. Hem mücadele etmede hem örgütlenmeyi geliştirmede… Her yere ulaşmalı. Türkiye’de gitmediği yer kalmamalı. Gerçekleri bütün insanlara ulaştırmalı. Sadece basına çıkıp, basında birkaç şey ifade etmek yetmiyor. Onu belki insanlar dinlemiyor. Pratikte yapmak lazım.
“Ne değişti? Ne yapmalıyız?” deniliyor ya… Bu bireycilikten, bu çok maddi yaşamdan biraz vazgeçmek, kendini değiştirmek lazım. Çalışmaya kendini vermek gerekiyor. İnandırıcı olmak, gerçekten de toplumsallaşmayı, komünalleşmeyi gerektiriyor. Gece gündüz demeden bu yönde çaba harcamayı gerektiriyor. Bunlar insanları eğitir.
Ama olmuyor işte. Her türlü baskıyı uyguluyor mevcut iktidar. Direniş azdır ona karşı. Kürdistan’da ağaç bırakmadılar. Ormanı, doğayı yok ediyorlar. Sadece arada bir basına yansıyor. Geçen gün Diyarbakır’da Ekoloji Hareketi kuruluyor. Gözledik, selamlıyoruz. Çok güzel, ama kuruldu geçti. Bu Ekoloji Hareketi masa başında ve bir kentte olmaz. Her tarafta olur. Dağda olur, bahçede olur, ovada olur, köyde olur, mahallede olur; yaşamın olduğu her yerde olur. Şimdi göz göre göre doğa bu kadar tahrip ediliyor, yok ediliyor.
Buna karşı bir direnç var ama çok zayıf, çok parçalı. Çok daha etkili olmalı. Kıyamet koparmak lazım.
ÇÖL HALİNE GETİRMEK İSTİYORLAR KÜRDİSTAN’I
Bu kadar kente gidiş doğru değil. Özellikle Botan’dan, Zagros’tan, Kürdistan’ın köylerinden şehirlere gitmiş olanlar, evet yer değiştiriyorlar, alışıyorlar. Geçmiş dönemin gereklerine göre oldu. Ama şimdi bir kere daha durumu değerlendirseler, çok iyi ederler diyorum ben. Tavsiye ediyorum. Öyle bir dayatma, zorlama şeyim yok. Bu şehirlerde bir şey kazanamazlar. Mümkünse gerçekleştirebilenler tekrar köylerine dönsünler, anayurtlarına dönsünler. Dağlarına, ovalarına, sularına, yer altı yer üstü zenginliklerine, ağaçlarına sahip çıksınlar. Yaşam onlarla var. Toplum onlarla olur.
Yoksa o şehirde her şeyden kopmuş olarak yaşamakla bir şey elde edilemez, kazanılamaz. Bu anlamda uygun bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Böyle olsa mücadele edilecek o kadar çok şey var ki, o kadar fazla eylem yapılabilir ki!
Gençler, kadınlar buna öncülük edebilirler. Etmeliler de. Değerlendirsin herkes. Bir öneri olarak sunuyorum; yeniden gözden geçirsinler, şehirde o biçimde kalacaklarına… Kırda özgürce toplum olarak üretirler, yaşarlar güzel, temiz havada… Yaşam orada. Ve sahip çıksınlar ona.
İnsanın gerçekten de yüreği parçalanıyor. Vahşi, alçakça... hain insanlar, insanlığı yok etmeye çalışıyorlar. Yarın iklim değişecek, su kalmayacak, yağmur kalmayacak, yaşam olmayacak. Çöl haline getirmek istiyorlar güzelim Kürdistan’ı. Kutsal kitapların “cennet” dediği toprak parçalarını... Buna sahip çıkmak lazım. Yurtseverlik bu, özgürlükçülük bu, demokratik siyaset demek bunu yapmak demektir. Bu bakımdan daha iyi bir planlamaya, daha doğru anlamaya, dolayısıyla da “şu şunu yapmadı, bu bunu yapmadı”dan ziyade “kendim ne yapabilirim” diyerek, herkesin sorgulaması, yeni karar ve planlar çıkartması, birleşmesi, örgüt olması ve çok yönlü mücadeleyi geliştirmesi gerekli. Yani bir çağrı olarak belirtmek istedim burada.
İRAN HER TARAFTA ÇATIŞMANIN KAYNAĞI HALİNE GELEBİLİR
İsrail-İran savaşı, göz göre göre gelen, böyle bağıra bağıra gelen bir savaş oldu. Durumun bu noktaya gelme tehlikesi her zaman vardı. Bunun yüzyıllık kapitalist modernite sisteminin şekillenişiyle bağı var. 1990-91’de başlayan Körfez Savaşı’yla gündeme gelen 3. Dünya Savaşı’yla ilişkisi var. Esas olarak da 7 Ekim 2023 Gazze Savaşı’yla başlayan sürecin geldiği en tehlikeli sonuçlardan bir tanesi.
Bunu o zamanlar değerlendirdik. Neden oluyor, ne oluyor diye. Sonra Lübnan’a geldi, “Suriye’ye gelecek” dedik. Suriye’ye geldikten sonra çatallaştı. Bir ucu Türkiye, bir ucu İran’dır. Hangisi önce gündeme gelecek? Şimdi görüldü ki İran gündeme geldi. Aslında bu savaş olmalı mıydı, zorunlu muydu? Böyle değerlendiriyorduk ama “olmamalı” diye de düşünüyorduk. Sonra gördük ki, herkesi kendimiz gibi ele alıyoruz biraz. Bizim zihniyetimize göre, siyasetimize göre bunlar cinayet işlemektir. Asla yeri yok yaşamda. Fakat bu iktidar ve devlet mantığı, zihniyeti ve siyaseti, ulus-devlet gerçekliği, akıl almaz felaketleri gündeme getirirmiş. Onu gördük.
Kapitalist modernite sistemi, İsrail tehdit ediyordu, fakat İran tehlikeli bir alandı. Diyorduk ki, bu kadar riski göze almayabilir. Ama fazlasıyla aldı. Şimdi bu savaş nereye kadar yayılacak, sonucu ne olacak, belli bile değildir. Yani öyle her şeyi yağdan kıl çeker gibi yapmak mümkün olmayabilir. Eliyle koymuş gibi insanlar istediğini gerçekleştiremeyebilir. İran yeni bir parçalanmanın, her tarafta çatışmanın kaynağı haline gelebilir. Yayılabilir yani savaş. Buna açık bir ortam var.
BİRİLERİNİN KAZANMASINA HİZMET EDEN BİR SİSTEM İŞLİYOR
Bu kapitalist modernite sistemi bu kadar riski niye bu kadar göze aldı? Bu kadar mı egemenlik, sömürü amacı var? Enerji yolu, daha çok sömürü amaçları... Silah tekelleri kazanacak, ticaret tekelleri kazanacak, inşaat tekelleri kazanacak deniliyor. İsrail yıkılıyor, İran yıkılıyor. Yarın işte filan yerlerden, Ukrayna’dan, Gazze’ye bilmem diğer yerlere kadar “gelin yeniden yapalım” diyorlar.
Yap, bir daha yık, bir daha yap. Böyle insanların hizmetine değil de, birilerinin kazanması, daha çok kazanmasına hizmet eden bir sistem işliyor, işletiliyor. Tüccarlar bunu yapıyor. Diğer yandan İran yönetimi bir basiret gösterebilir diyorduk. Aslında Lübnan ve Suriye şeylerinde yeterince basiret gösteremediğini biz de değerlendirmiştik. O değerlendirmelerimizde duruyoruz. Ve şöyle diyorduk: Oralarda değerlendiremediler, göremediler, kendilerini abarttılar vs. Ama şimdi gerçekleri biraz daha iyi gördüler, daha basiretli davranabilirler.
Çünkü bu tür savaşlara yol açtığında Ali Hamaney, Saddam Hüseyin için aynı kavramı kullanmıştı; “Basiretsiz adam” demişti. “Halkını yönetmeyi beceremiyor.” Şimdi birisi için bunu diyen, niye kendisi peki farklı bir tutum geliştiriyor? Neden aşamadı bu durumu? Orada da aynı mantık var. “Ben”, “çıkar”, “iktidar”…
ULUS DEVLET MANTIĞI HER YERDE BENZER
Körfez Savaşı’ndan bu yana geçen 35 yılda, Ortadoğu’da Baas-Nasır milliyetçiliği, ulus devlet milliyetçiliği, Arap milliyetçiliği yenildi, ezildi. Yaşayamadı, basiret gösteremedi. Filistin direnişine kadar öyle oldu. El Kaide’siyle, İhvan-ı Müslim’iyle, DAİŞ’iyle dincilik paramparça edildi, ezildi. Bir şey yapamadığı gibi, sistemin çıkarları doğrultusunda kullanıldı.
Şimdi bu milliyetçiliğin, dinciliğin İran biçimi, Şii biçimi de aslında bunlardan ders çıkarır, bir takım çözümler üretebilir diye düşünülürken, o da aynı akıbeti yaşıyor. Demek ki bu ulus devlet mantığı, iktidar zihniyeti her yerde benzer. Bu iktidar ve devlet gücü, çatışma demek. Bunu Netanyahu ve Hamaney’in kişilikleriyle yalnız başına izah etmek doğru değil. Onlar bir sistemin, zihniyetin ve siyasetin temsilciliğini yapıyorlar. Bu sistemi iyi görmek lazım. O zihniyet ve siyaseti iyi değerlendirmek gerekli. Bunlar işte insanla bu kadar ağır bir yük getiriyorlar. Halklar kan kusuyor. Zararı halklar görüyor. Belli ki daha fazla görecek.
İRAN, SÜRECİ TESLİMİYET DAYATMASI DURUMUNA GETİRMEMELİYDİ
Peki, onlar açısından sonuç ne olabilir? Görülen şu: Küresel kapitalist modernite sistemi, İsrail’i bir vurucu güç olarak kullanıyor. Orta Doğu’da Ulusüstü sermayenin çıkarları, oluşturmaya çalıştıkları enerji yolu projesinin gerekleri doğrultusunda, birinci Dünya Savaşı ile ortaya çıkan siyasi yapılanmayı değiştiriyor.
Bu, İsrail hegemonyasını ifade ediyor. Bunu gerçekleştirmek için her türlü saldırıyı yapacaklar. İsrail yalnız başına değil; İsrail’in arkasında ABD var, birlikte yapıyorlar. NATO var, İngiltere var. Sistemi İngiltere, ABD ve İsrail birlikte yönetiyorlar zaten. Ama Almanya, Fransa, bütün Avrupa da bunun arkasında. Zaten desteklerini de açıkladılar. Bu buradan anlaşılıyor ki kendilerine teslim olmayan herkesi yok etmek istiyorlar. Mevcut İran yönetimine teslimiyet durumu dayattılar, “onu reddettik” diyorlar. İran yönetiminin izahı öyle. Teslimiyet dayatması durumuna getirmemeliydi süreci.
Oraya geldikten sonra “bana bu dayatılıyor, ne yapayım?” demek olmaz. Zamanında görecektin, zamanında politikalar üretecektin, tedbir geliştirecektin. Bu zemini ortadan kaldıracaktın. Bunun yolu da neydi? Böyle bir müdahaleye zemin oluşturmayacak bir zihniyeti, siyaseti İran’a hakim kılmaktı. İran’ın tarihsel temelinde bu vardı. Demokrasiye açık bir alan. Özgürlük düşüncelerinin en çok geliştiği, merkezi bir saha. Toplumsallığı çok güçlü. Bu halklara biraz nefes aldıracaktın. Yani kadınlardan tut, herkese kadar bu kadar baskı, baskı, baskı… Senin o baskıların, “benim şu inancım, bu inancım” diyerek yaptıkların, işte sana böyle saldırılar getirir. Ondan sonra da “ben ne yapayım?” demek durumunda kalırsın.
Çare vardı, yok değildi. Biraz demokratik değişim, dönüşüm yapabilirdi. Kadınlar iki sene önce ayaklandılar, “Jin, Jiyan, Azadî” diye. Gençlik destek verdi. Toplumlar destek verdiler. Biraz rahat yaşamak istiyorlardı. Ben o zaman da söyledim: Ne istiyorsunuz? Saçlarını süpürge yapmışlar sizin egemenliğinize. Yine de çalışıyorlar. Yani biraz özgürce yaşasınlar. Hiç mi hakları yok? Ama yok.
Böyle çok katı, dogmatik bir şey tutturmuşlar. Yani bunun gideceği yer burası. Bu; dinciliğin, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin ve pozitif bilimciliğin Orta Doğu’da yarattığı sonuçlar. Bu zihniyet yapısı bunu çıkardı ortaya.
Oysa ki, mesela Kürtler çaba harcadılar. Diğer halklar çaba harcadılar. Talepte bulundular. Yani çözüm yolu vardı. Önder Apo çözüm yolları geliştirdi. Demokratikleşme, demokratik ulus. İslam, evet İslam olsun ama demokratik olsun. Yani Medine Sözleşmesi’ne kadar Önder Apo değerlendirilecek belgeler olarak koydu ve demokratikleşmeye çağrı yaptı. Ama hiçbirine kulak kabartılmadı. Hiçbiri dikkate alınmadı. Katı bir egemenlik dayatıldı. Şimdi dünyayla karşı karşıya geldi İran.
Besbelli ki sistem kararlı. Bu rejimi değiştirecek. Öyle farklı bir yol kalmadı. Bunu önleyebilirdi, önlemeliydi.
İSRAİL'İN GÜVENLİĞİ DEMOKRATİK ORTA DOĞU’NUN BİRLİĞİNDE
Diğer yandan İsrail, “karşıtımı ezerek kendi güvenliğimi sağlayacağım” diyor. İşte İran yönetimi de, “halkları ezerek güvenliğimi sağlıyorum” diyordu. Mantık aynı mantık yani. Oysa güvenlik öyle olmuyor. Güvenlik hep birlikte; tek başımıza yok. Yahudi toplumu özgür yaşayacaksa, çevresi özgür olursa, Orta Doğu’nun halkları özgür olursa, onlarla demokratik birlik içinde özgür yaşayabilir. Yoksa bütün halkları kölelik altına al, egemenliğin altına al, sen özgür olacaksın… Bu olmaz. Yani biraz sosyalizme yönelsinler. Sosyalizm ideolojisinin geliştirilmesinde Yahudiler etkili oldular. “Başka toplumları ezen toplum özgür olamaz” dediler.
Evet, şimdi bir askeri sonuç alacak. Belli ki ticaret, enerji yolu bir sonuç çıkartacak. Bir sonuç alacak. Onu işletmek için büyük ihtimalle. Fakat bu, Yahudi toplumunun özgürlüğü, İsrail’in güvenliği olmayacak. Güvenlik —hep tekrar ediyoruz biz— demokratik ulus anlayışında, demokratik Orta Doğu birliğinde.
Önder Apo’nun geliştirdiği çözüm önerisi, demokratikleşmeyi, özgür yaşamı gerçekleştirecek tek öneri.
ROJHILAT TOPLUMUNUN DURUŞU İYİ BİR DURUŞTUR
Kürt halkı bu konuda en duyarlı yaklaşan halk oldu. Geçmişte baskılar oldu, direndi. Son zamanlarda da “baskılar karşısında uygularsanız direniriz” dedi. Ama dikkat edelim: Baskıları değiştirecek, demokratikleşmenin önünü açacak gelişmeler için de zemini hep uygun tuttu. Öyle şiddet yanlısı, vurup kırma yanlısı olmadığını ortaya koydu. Kürt toplumunun, Rojhilat Kürdistan toplumunun duruşu, iyi bir duruş olmuştur.
Özgür yaşamdan başkasını kabul etmedi; özgür yaşamda, demokratik haklarını elde etmekte ısrarlı oldu. Gerektiğinde direnerek tutumunu koydu. Ama bunun demokratik yollarla, siyaset temelinde gerçekleşmesi için de bir büyük çaba içerisinde oldu.
KONGRE ETRAFINDA ULUSAL BİRLİK YARATMANIN ZAMANI
Şimdi de doğru tutum kesinlikle budur. Bu çerçevede, ben şunu söyleyebilirim: Bütün Kürt hareketlerine tavsiye çağrımız şöyle olabilir: Bu durum, yeni bir durum. İran’daki gelişmeler Rojhilat Kürdistan için, bütün Kürdistan için yeni bir durum. Geçmişten beri hareket ettiğimiz ön cephe hep ulusal birlik çağrıları yaptı. Bunu Kürdistan Ulusal Kongresi’nde gerçekleştirelim, dedi. Şimdi tam da bu kongre için çalışmanın, kongre etrafında ulusal birlik yaratmanın zamanı. Şimdi bunu yaratamazsak başka ne zaman yaratırız? Dolayısıyla yani bütün Kürt örgütleri, tüm yurtseverler yurtseverliğin gereği olarak böyle bir siyaset izlemeliler. Kürdistan Ulusal Birliği için çaba harcanmalı.
Bireysel, örgütsel şeyler bir yana bırakılarak, herkes katkı sunmalı. Diğer yandan özellikle de Rojhilat Kürdistan’ın siyasi parti, örgüt ve kurumlarının tam da birlik olup tek ses olarak hareket etme zamanı. Bunu yapabilmeliler. Bu yönlü çağrılar var. PJAK açıklama yaptı, çağrıda bulundu. Biz doğru ve anlamlı buluyoruz o çağrıyı.
Mesela bütün Kürt örgütleri, tüm yurtseverler aynı tutumda olmalılar. Şimdi birleşirlerse büyük kazanırlar. Özgür yaşam ve demokratik siyaset çizgisinde Kürt Ulusal Birliği’ni yaratsınlar, bu çatışmalı ortamdan en kazançlı kendileri çıkarlar. Bu kesindir. Çağrımızdır bütün partilere ayrım gözetmeksizin, kendini yurtsever sayan tüm parti, grup ve örgütlere çağrımızdır. Tam da birlikte hareket etmenin zamanı.
TOPLUM KENDİ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAYI ÖNE ALMALI
Rojhilat Kürdistan halkı için de şunu belirteyim: Tabii tehlikeli bir durum. Nelerin gelişeceği belli değil. Çok duyarlı, dikkatli olmak lazım. Örgütlü, hazırlıklı olmak gerekli. Toplum, çatışmalar karşısında kendi güvenliğini sağlamayı öne almalı. Dayanışmasını, birlikte yaşamını güçlendirmeli. Ama böyle çatışmalı şeylere mümkün olduğu kadar alet olmamalı. Dikkatli davranmalı. Ulusal demokratik gelişme çizgisinden asla uzak durmamalı. Kendi halk birliğini yaratmalı, örgütlülüğünü yaratmalı.
Bütün İrani halklarla ortak demokratik yönetim yaratma temelinde ilişki ve ittifak içinde olmayı esas almalı. Demokratik İran Birliği çok önemli. Rojhilat Kürdistan halkı, İran’da son iki yılda “Jin, Jiyan, Azadî” ile önemli bir serhildana öncülük etti. Böyle bir demokratik birlik sürecine de öncülük etmeli. Kendine güvenmeli, yersiz çatışmalara girmemeli ama güvenlik tedbirlerini hep almalı.
Bir de bilmeli ve güvenmeli ki dört parça Kürdistan ve yurt dışındaki tüm Kürtler arkasındadır. Rojhilat Kürdistan halkıyladır. Sonuna kadar destek vereceklerdir. Bu anlamda Kürt halkına, onun özgürlük ve demokratik güçlerine de güvenmeli.
DEVLET BAHÇELİ’NİN SÖZLERİNİN ETKİSİ AZALIYOR
İsrail-Türkiye savaşının Türkiye’ye etkileri konusunda Devlet Bahçeli konuştu. Bizim söylememize hiç gerek yok. Demin belirttim; Devlet Bahçeli’nin sözlerinin etkisi azalmış diye.
Aslında Devlet Bahçeli’nin sözlerinden sonra normalde iki şeyden birisinin olmasını beklerdim. Bir; böyleyse doğru tutum nedir diye hızla ona yönelmek. Demokratikleşmeyi, Kürt sorununun çözümünü, Türkiye’yi dıştan gelebilecek müdahalelere zemin yapmayacak bir demokratikleşme alanı hâline getirmek için hızla demokratikleşme mücadelesine yönelmek olurdu. Bunu yapmayanlar paniğe kapılmalıydılar, dehşete düşmeliydiler. Ne demek yani? Bu saldırılar aynı zamanda bize yapılıyor. Kuşatılıyoruz. Doğudan da, işte batıdan denizden kuşatıldı zaten. Yani Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a kadar yol açıyorlar. Güneyden Suriye, Lübnan üzerinden kuşatıldı. Şimdi İran üzerinden de kuşatılıyoruz diyorlar. Bunu gerçekten anlatsalardı dehşete düşerlerdi. İnfial olmalıydı eğer doğru tutum geliştirilmiyorsa. O da olmadı, o da olmadı.
Devlet Bahçeli söyledi. Bir iki yerde konu gündem oldu. Ondan sonra kayboldu. Gündem yapmadılar, tartışmadılar. Bu yönlü politikalar gelişmedi. Fakat Devlet Bahçeli bir gerçeği ifade etti. Biz onu net ifade edelim. Biz söyleyince “tehdit ediliyor” diyorlar. Önder Apo söylüyordu. “Tehdit mi ediyorsun bizi?” diyorlardı. Mevcut iktidar, o milliyetçi çevreler böyle anlıyorlar. Biz söylemiyoruz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli söylüyor. Yani ne anlıyorlar, nasıl anlıyorlarsa öyle anlasınlar.
Evet, dedikleri doğrudur. Kuşatılıyor Türkiye. Sıra İran ve Türkiye’ye gelmişti. Şimdi İran hedef alındı. Sonra sıra Türkiye’de. İran’a saldırı bu anlamda elbette Türkiye’ye saldırıdır.
SOVYETLER’E DAYALI OLARAK ORTA DOĞU’DA OLUŞMUŞ TÜM SİYASİ YAPILARI TASFİYE ETMEK İSTİYORLAR
Türkiye şu gerçeği bilmeli. Yani mevcut saldırılar, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana Orta Doğu’da yürütülen saldırıların hepsi şunu hedefliyor: 1917 Ekim Rus Devrimi ve onun arkasından Sovyetler Birliği’ne dayalı olarak Orta Doğu’da oluşmuş tüm siyasi yapıları tasfiye etmek istiyorlar.
Denilebilir, “İsrail de o arada oluştu, 1948’de kuruldu”. O dengede oluştu ama başka bir amaçla oluştu. Ona şimdi rol oynatıyorlar. Bir sistem olarak rol oynatıyorlar.
Dikkat edelim. Demin ifade ettim. Tekrar oluyor ama saymakta yarar var. Arap milliyetçiliği, Nasırcılık, Baasçılık, Kaddafi’ye kadar her türlü milliyetçi gelişmeler, bu süreçte ulus-devlet milliyetçiliklerinin hepsini tasfiye ettiler. El-Kaide, DAİŞ, İhvan-ı Müslimin, Yeşil Kuşak temelinde örgütlendirilen bütün dinciliği tasfiye ettiler. İşte İran Şiası, Fars milliyetçiliği ve Şia dinciliği temelinde Lübnan’a kadar olan her şeyi tasfiye ediyorlar. Hem de taş üstünde taş bırakmayacak şekilde. Saddam Hüseyin’in, Hafız Esad’ın, Esad yönetiminin durumuna, diğer ülkelerde yaşananlara bakalım. İz bile bırakmıyorlar. Bu kadar büyük bir saldırı var.
TÜRKİYE DE BU YAPILANIŞIN DIŞINDA DEĞİL
Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün bunlara öncülük etti. “Biz öncüyüz” diye övünüyorlardı. Bu dünya dengesinde ilk kurulan, Ortadoğu’da ilk kurulan devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Halkın devrimine dayanarak savaş yürüttü. İngiliz, Fransız, Yunan işgaline karşı, Sovyetler Birliği’ne karşı durmak, mücadele etmek temelinde İngiltere ve Fransa ile anlaşarak devlet oldu. Cumhuriyet öyle kuruldu.
Cumhuriyeti niye kabul etti İngiltere ile Fransa? “Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele edeceksiniz” diye. Ve Türkiye de bunu kabul etti, devleti kurdu. Ondan sonra bütün amacı;
- Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele,
- Ortadoğu’da ulus-devlet gelişimine öncülük etmek.
E şimdi Sovyetler Birliği yok artık. Öyle mücadele edilecek, oradan güç alınacak bir durum yok. Türkiye’nin öncülüğünde oluşan Ortadoğu’daki ulus-devlet yapıları da tasfiye edildi. Ediliyorlar. En son işte Şahlığı yıkan devrimdi, İslami yönetim çıktı; onun da başına gelen bu. Dolayısıyla Türkiye’deki yapılanış da bunun dışında değil. Birinci Dünya Savaşı’na götüren harita, bu sistemi kuranların planları farklıydı.
TÜRKİYE’Yİ DAHA FAZLA BASKI VE SÖMÜRÜ ALTINA ALACAKLAR
Ama Türkiye farklı bir gelişme sağladı; Sovyetler Birliği’nin varlığına dayandı. Diğer güçlerle mücadele etti ve onlarla anlaşma yaptı. Şimdi o anlaşmaları sürdürecek bir neden kalmadı. İhtiyaçları yok artık. Dolayısıyla Türkiye’nin mevcut duruşunu da kabul etmeyecekler. Daha fazla baskı ve sömürü altına alacaklar.
Evet, NATO’ya girildi, Türkiye bu sistemin sömürüsüne açıldı ama bu onlara yetmiyor. Daha çok sömürmek istiyorlar. Daha fazla egemenlik kurmak istiyorlar. Yani mevcut sistem ve yönetim buna karşı direnemeyecek.
TÜRKİYE ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ HALİNE GELİRSE YAŞAYACAK
Çıkış nedir peki? Çıkış, demokratikleşme. Bu tehlikelerin ortadan kalkması, bu tür saldırılara zemin oluşturan olguların ortadan kalkması ancak Türkiye’nin demokratik bir yapıya kavuşmasıyla mümkündür. Bunun temelinde Kürt özgürlüğü vardır. Diğer tüm Alevilere, kadınlara özgürlük… Gerçekten Türkiye’yi bir özgürlükler ülkesi haline getirmek gerekir. Böyle olursa, işte o zaman yaşayacak, güç olacak. Ortadoğu’da farklı gelişmelere öncülük edecek. Dıştan müdahaleye gerekçe olacak hiçbir zemin bırakmayacak. Başka yolu yok. Bunu yapmazsa — hep söyledik biz — İran’a da bunun dayatıldığı artık ortaya çıkıyor. İsrail hegemonyasına teslim olacak ya da bununla savaşacak. Üçüncü bir yol yoktur. Bu iki seçeneğin ikisi de istenmiyorsa, tek yol, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu bakımdan Önder Apo’nun önerdiği çözümler tek kurtuluş yoludur. Önder Apo, Türkiye’nin bu ortamlardan çıkışı için tek şanstır. Biz bunları söylerken bazıları diyor: “Kendilerine hak istiyorlar, Kürtler hep kendilerini abartıyor,” ya da “Önder Apo için isteniyor, bir kişinin hapisten çıkmasına mı indirgeniyor?”
Ne alakası var? Böyle sözler ukala sözlerdir. Hiçbir şey anlamayan cahillerin sözleri.
Hala İmralı rehinhanesinde bu tür gelişmeler için çırpınan Önder Apo’nun söylediklerini, yaptıklarını bazıları sözde eleştiriyormuş. Ne eleştirisi? Hepsi zaten 50 yıldır yeminli Apo düşmanıdır. Şimdi de Önder Apo’nun düşünceleri yönünde Türkiye’de gelişmeler olursa, kendi maskeleri düşecek. Kimin şimdiye kadar ne yaptığı açığa çıkacak. Onun korkusuyla Önder Apo’nun inisiyatifini karartmaya çalışıyorlar. Bu tamamen bir karalama kampanyasıdır, gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
BARIŞ DİRENİŞİ DE FEDAİ ÇİZGİSİNDE YÜRÜRSE BAŞARILI OLUR
Haziran ayı fedailik ayı oluyor. Ve biliyoruz ki, Zîlan arkadaş bu eylemi yaptığında daha çok yeni katılmıştı partiye. Bu kısa sürede nasıl böyle bir miras ortaya çıkarabildi? Bugün de Sema arkadaşın şehadet günü. Bu ay Zîlan arkadaşın, Ulaş arkadaşın şehadet ayı. Raperîn arkadaş da anılıyor.
Zîlan ve Sema yoldaşlar şahsında tüm Haziran şehitlerini sevgi ve minnetle anıyorum. Halkımızın fedailik gününü kutluyorum. Savaş, direniş, kahramanlık fedailik çizgisinde yürüdü. Şimdi barış direnişi de demokratik siyaset mücadelesi de fedai çizgisinde yürürse başarılı olur. Çizgi aynı çizgidir. Yöntem değişir, o kadar yani.
Dolayısıyla bugünün hem değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecini aydınlatıyor bu şehitlerimiz; hem de nasıl bir çizgide mücadele edilmesi gerektiğini, yaşanması gerektiğini ortaya çıkarıyorlar. Bize net olarak gösteriyorlar. Bu gerçeği iyi görmeliyiz. Bu temelde değerlerine sahip çıkmalı halkımız. Şehitlerine sahip çıkmalı. Onları doğru anlamaya çalışmalı. Haziran şehitleri de böyle yön veren, ön açan, yol gösteren şehitlerdir. Ne kadar çok doğru anlarsak, o kadar çok Apocu çizgiyi özümseriz. Özgürlük ve demokrasi mücadelesini doğru yöntemlerle, etkili yürütürüz. Her ortamda kazanırız. Bu bakımdan şehitlerimizin çizgisi bize her zaman doğru yolu gösteren ve kazandıran çizgidir.
Bu temelde bir kere daha Zîlan yoldaş şahsında tüm Haziran şehitlerini, bütün şehitlerimizi anıyor, halkımızın fedailik gününü kutluyor; tüm halkımızı şehitler gerçeğine, şehitlerin ortaya çıkardığı özgürlük değerlerine sahip çıkıp onları ilerletmeye çağırıyorum.